Yukarı Çık




12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 

           
Boğuk, baskın bir sokakta dolaşıyorum. Ayakkabımın tabanlarının yerdeki sesleri her bir takırtıda ritmik iken bir o kadar da saat sesini andırıyorlar. 

Hayatımdan eksilen saniyelerin sesleri misali. 

Zaman o an sanki cisimleşmişti. Hiç bu kadar somut hissettirmedi, yavaşlıyordu sanki ve o an ben bunu hissediyordum. Nefesim ağırca, göğsüm yavaşça yükselirken sesimi yok etmek için her şeyi yapıyorum. Kalbimin sesi neredeyse kulaklarımda somutlaşıyordu ve boynumdaki nabzın hareketini hissediyorum.. hayır o kanın çılgınca damarlarımı yırtacak kadar yoğunlukla hızlanmasını ve seğiren mimiklerimle kaslarımın nasıl da kasıldığını. 

Bacak kaslarım geriliyor. Özellikle bileklerim, belki de tendonlarımdır. Ama bu şekilde bedenimin büzüşmesi tabiri mi daha doğru olurdu aksi halde bedenimin şişkinleşip baskınlaşması mı emin olamıyorum. 

Bu hissi tarif edemiyorum. Basit bir kelime olduğundan daha fazla duygu ekleyebilir ya da çıkarabilirdi. Sadece kan akışımın gerilediğini hissettiğimi itiraf edebilirdim sanırım. 

Damarlarım büzüşmüştü sanki ve kan o kadar daralmıştı ki sanki bedenim onun için yeterince iyi değildi. Terk etmek ve bu baskıdan uzaklaşmak istercesine delice harket ediyor. 

Hapsettiğim nefesi yavaşça verirken bile sesi yok etme çabalarım bir işe yaramıyor. 

Elimden geldiğince sese odak kesiliyorum. Herhangi bir tıkırtı olurdu ya da başka bir şey. Sadece bir ipucu. Bir varlık hissi. Ve herşey bambaşka hale gelebilir. 

Bu baskı, bu bunaltıcı durum ve bu hisler bana bir yeri andırıyor. 

Sanki kurgu alemlerinde yaşıyorum. 

Ve o kurguyu çok iyi biliyorum. 

Ama imkansız. 

Yo, yo, bu açıkça imkansız. 

Dudaklarımı kıpırdatıyorum ama konuşmak risk almakla eşdeğerken nefesimi bile temkinle salıyorum. 

Anhelm’i bir şekilde atlatmayı başardım. O kadın aptalca tavırlarım nedeniyle zaten biraz gevşekti. İçeceğine uyku ilacı karıştırmak kolaydı elbet ama sanırım her saim izlenirken bunu nasıl elde ettiğimin, kaynağını anlatmam için en başa dönmem gerekliydi. 

Belki bu neden burada olduğumu da açıklardı. 

Kısa geçmek gerekirse istemsizce okul için hazırlandığım ve koridorda aptal, sersem bir ifadeyle sınıfımı aradığım o ara vakitler arasında benim, daha önce ciddi ciddi bir arada olmadığım sözde ’kardeşim’ yanımdan geçiyordu. 

Elbette tesadüfi bir karşılaşma olarak durdu, bir süre yüzüme ciddiyetle bakıp burada olmamı hak etmiyormuşum gibi alayla burnunu kıvırarak güldü. 

Gözlerinin derinliğine kadar bastırılmış aşağılık hislerle midemi bulandırıyordu. O ifade ve tavır zaten tek başına dikkat çekmek için yeterli iken alaycı sözlere başvurdu. 

"Burada ne arıyorsun seni yarım akıllı?" 

Sesini bilerek bastırıyor ama elbette bu daha da dikkat çekiyordu ve eminim orada bir yerlerde gümüş engereğin bir adamı bizi izliyordu da. 

Bu 2. Kardeş bana pek ala ağır diyebileceğim bir yumruk indirirken ve yere çökerken alayla dibime kadar sokulmuştu, kaşla göz arasında fiziksel bir kağıt parçasının parmaklarıma tutturulduğunu hissettim. 

Tahmin etmiştim. 

Hiçbiri salak olmadığı sürece akılsız bir ’deli’ sıfatlıyı peşine takarak bela almak istemezken bu çocuk, taht kavgası peşindeki zihni en derin olaylar ve kumpaslara çevriliyken aptalca vakit kaybedecek şeylerden uzak duracaktı. 

O alay ederken ayrılırken bir süre daha yerden kalkmadım. Tam olarak insanlar çevremden dağılana kadar. 

Bu fena acıtmıştı. 

Piç, fırsattan istifade sanki gerçekten bunu yapmaya zorlanmanın intikam ve isteksizliğini de ondan çıkarıyordu. 

"Senin de ebenin de.."
Derin bir nefesle karnıma dokundum. 

Sanırım bağırsaklarım kasılıyordu. Tökezleyerek ilerledim lavaboya, şayet ayağa kalkarken bile birkaç defa dengemi kaybetmiştim bu bitik denecek vücutla. Hissediyordum da arkamdan sırtımı hedef alan şahin misali bakışlarını. Lavaboya girdim, tabiri caizse attım kendimi içeriye ve kapıyı bile kapatamadan klozete kustum. 

Midem alt üst olmuştu. Yediğim yemek mideme fazla gelmeye başlamıştı. 

Şerefsiz it midemi yamultmuştu. 

Ekşi mide bulandırıcı kokunun ardından o diken üstünde tutacak bakışların kesildiğini hissettim. 

Bu da başka bir piçti. Emin olana kadar ayrılmayacak engereğin bir köpeği. 

Titrek parmaklarımı aralayarak notu açtım. 

’Çan bitiminde aşıklar çeşmesinde, bülbüller öter mezarlığın tepesinde’ 

"Salak, yemin ediyorum bu salak" 

Derin bir nefesle kağıdı buruşturdu. 

Çan bitimi burada akşam yemeği sonrasını, uykuya yatmaya hazırlanmayı işaret ediyor çünkü akademide dışarı çıkma yasağının başladığı vakitler çanla belirtiliyordu. 

Aşıklar çeşmesi yine eski bir kilisenin orada. Bir melek heykeli var. Tüm bedenini yosun ve küf kaplayan. Harabet, husumet ve ağır bir kokuyla akşamın karanlığında lanetli bir mahzeni andırıyor. 

Bülbüllerin öttüğü tek ağaç eski bir çınardı ve bu heykelin biraz ötesinde, tam olarak bir cinayet işlenen kilise bahçesinin orada. 

Evet, orası akademide var olan en girilmeyecek ve şüphe çekecek alan denebilirdi. Terk edilmişti. Tamamen yasak denemezdi ama bir yandan da bir ’deli’nin oraya gittiği durumda iyi bir maskelenmesi için ortam oluşturuyordu. 

Lakin diğer kardeşleri oradaysa şayet işte bunun açıklamasını asla yapamazdı. 

Yine de onun için en iyi bahaneydi denebilirdi. 

Sadece gitmeden önce bir ön hazırlık şarttı. 

Gözlerini kıstı ve kağıdı buruşturarak ağzına atıp çiğnedi. Tanınmayacak hale geldiğinde klozete tükürerek sifonu çekti. 

Ağzının kenarındaki kusmuğu peçeteyle silerken yavaşça dersin olduğu sınıfa ilerledi. 

Hoca zaten gelmişti ve ders başlayalı belli bir süre geçmiş gibiydi. 

Dersi dinleyemeyecek kadar dalgındı. Zaten belki de yeni açıldığı falan için boş ve sohbetvari bir havayla geçmişti. 

Midesine keskin bir acının saplanmaya ve spazmın devam ettiğini hissettiğinde artık daha fazla dayanamadı ve hocanın konuşmasını görmezden gelerek ayağa kalkarak çıkışa ilerledi. 

Hoca başta illetlendi ve ona öfkeyle bağırmak üzereydi ta ki o sırada başka bir öğrencisi, asistanı gibi bir şey, hocaya yaklaşarak kısık sesle bir şeyler, belirsiz sözcükler ortaya attı. Öyle bir durumda hocanın basitçe öfkesi balon gibi sönüvererek biraz acınası, küçümseyen ve ilgisiz bakışlarını sırtına odakladı. 

Sanki bakmak bile ona bulaşıcı bir hastalığa sebep olacak da onun deliliğinin kendi zihnine  bulaşmasından korkarcasına bakışlarını geri çekti. Belki de ona saniyesini bile vermek istemedi ya da bir saniyelik ilgisini dahi esirgeyecek kadar bencildi belirsiz, ama sonuç olarak kısa bir temas sonrası varlığını tamamiyle görmezden gelmiş ve tıpkı diğerleri gibi yoksaymıştı. 

Silik bir benlik. Kabul görmemişlik. Bedeninin, hücrelerinin en ufak moleküllerine kadar tecrit edilmişlik hissiyle başbaşa kalarak koridorda ilerleyerek insanların bulunmayacağı bir yer arıyordu. 

Okul binasından uzaklaşmak pek ala kolaydı ama hayattan kaçmak değil. 

Parmaklarının arasındaki ufak bir bitki. Kağıtla birlikte ellerine ulaşan o şey. Derin bir uyku yapması ve dolaşımdan çabuk atılarak iz bırakmaması nedeniyle tam olarak 2. Kardeşi tarafından yumrukla beraber gelen bir hediyeydi. Yaygın bir uykuya yardımcı ot olduğu için hiçbir açıklama yapılmadan ellerine tutuşturulmuştur. 

Naçizane bir bir biçimde bu, aklının basıp basmadığını, aptal olup olmadığını çözebilmenin en basit yoludur. 

Yapboz parçaları ellerine sunulmuştu ve onları yerleştirmek kendi ellerinde olan bir şeydi. 

Kendini bir an için uygulamalı zeka testinde falan olduğunu hissetti. 

Bedenine sinen kusmuk kokusu onu kirlenmiş ve hatta ortada hissettiriyordu. 

Nereye giderse gitsin dikkat çekecek, toplumun pisliği olacak türden. 

Kendi odasına geri döndü. 

Anhelm ani gelişine hiç de şaşırmadı. Aksine ilk günden okulda kalacak kadar sabırlı olması onun için şok edici olurdu. 

Üstü başı pislik içinde ve perişan gördüğünde saklı bakışlarındaki tatminliğini fark ettim. Anhelm. Sanki beklediği sonuç gerçekleşince kendini daha bir zeki, belki de bir kahin gibi gören bir edasıyla birkaç adımda yanıma yaklaştı. İki adımda duygularını silecek ve sahtesini oluşturacak kadar da donanımlıydı. 

Çünkü bakışlarındaki kaygı ve bir o kadar da öfke kırıntılarıyla tam anlamıyla dünyadaki onu, varlığını önemseyen tek kişiymişcesine duruyordu önümde. Hassas bir sesle rahatlatmak ister, bir yandan da şakaya vurarak benim huzursuz geçen günümü teselli edercesine bir halde tavır sergiliyor. 

Bir arkadaş, bir abla, bir büyük, bir aile, bir sevgili, bir öğretmen, bir yol gösteren edasıyla yapıyordu bunu da. 

O an tanıdık bir his aldım. 

Durumum, ortamım, gördüklerimle beni tanımlayan bu hissiyat, bu mevcudiyet, bastırılmışlık hissi tam olarak bir şekilde aklımda var olan bir dünya, ayrı bir gerçeklikle bağdaşıyordu. 

Evet ve hatta dilimin ucundaki kelimeyi tükürebilsem belki de daha da somut hale gelebilirdi. 

O gece. 

Anhelm’e o çiçekten yapılma çayı içmesi için görünürde hiçbir müdahale etmeden yönlendirme yapmayı başardım. Manüpüle edildiğinin bile farkında olmadan yaptığım sıcak çayı midesine indirirkenki o zevki sefa halindeyken ona bakarak düşündüm. 

Acaba içine zehir de koysaydım, kendi ölümüne de bu denli kibirle, bu denli gurur ve cahillikle yüzleşebilir miydi? 

Haberi bile olmayacaktı ve o zehiri bir tatlı şerbetmişçesine midesine indirecekti. 

Ensesindeki azrailin mızrağını bile göremeyecek kadar kibrine kör kütük sarhoş, aptal bir kadın. 

Belki de bir dahaki sefere onu uyutmak yerine kimyasallarla yavaş yavaş akli dengesini bozmalıydım. 

Civa gibi metal alaşımlı türünden şeylerle de zehirleyebilirdim. Azar azar ve öldüğünde bile akademideki ortamın pek çok çeşitlikte metale sahip uygun koşulda oluşundan kimse şüphelenmeyecekti. Çünkü o türden metallerle istemese de temasta oluşu sıradan bir gerçekliğin kendisi haline gelmiştir. 

Ve bu dünyadaki insanlar, özellikle simyagerler civanın hala ölümcül ve sağlık sorununa yol açtığı bilgisini keşfedecek kadar da kayıp vermemişti. 

Belki de bilim uğrundaki ilk şehit Anhelm olmalıydı? Ne onurlu bir ölümdü bu! 

Karanlık ve kısır bir döngüye sıkışmış hissederek derince iç çekti. 

Uyuyan kadının suratına baktı. Bir an için parmaklarını o pürüzlü surata değdirdi. Uzamış tırnağı hafifçe yanağına sürtündü. 

Eli istemsizce boğazına indiğinde irkilerek geri çekildi. 

Henüz olmaz. 

Bu kadar barizken yapamaz. 

Hazırlık yapması gerek. 

Elini geri çekti. Kadına bir süre baktı ve sonra odadan sessizce ayrılarak ona tarif edilen konuma ilerledi. 

Karanlık ve ıssız bir sokağın başının ucundayken durdu. 

Boğuk baskın bir sokakta, ayakkabısının tabanının sesi ritmik ve düzenliydi. 

Gölgesi her adımda loş ışıkta sonsuzluğa uzanıyordu. 

-Devam Edecek-



Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.