Yukarı Çık




4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 

           
Birinin sokağın zemininden tek seferde zıplayarak ikinci kata çıktığını görmeden süper-insan gücünün anlamını kavramak zordu. Çatıya ulaşamadı ama binanın neredeyse dörtte üçünü aşmıştı. Ciğer’in tutunamayacağını ve düşeceğini düşünüyordum ama herif parmaklarını binanın dış yakasına sapladı.
Ezilen çiziklerin sesiyle yükseldi ve tek kaçış yoluma baktı. Ciğer çatıya çıkıp nereye kaçacağımı anlayamadan önce kaçabileceğimi düşünecek kadar saf değildim. Dahası, adam muhtemelen istediği takdirde zıplayabilir ya da ben merdivenden inerken ateş atabilirdi. Yangın merdiveninde ateşte kavrularak ölmek… ironiye bak sen.
Keşke uçabilseydim. Okulda Kimya, Biyoloji ve Fizk seçmeli derslerdi, Temel Fen Bilimleri ise genelde başarısız tiplerin kurtuluş kapısıydı. Fiziği seçmemiştim ama yine de çatıdan atlarsam bir böcek sürüsünün beni tutamayacağını bilecek kadar akıllıydım. Bu, haberlerde duyduğunuz ve sürekli şemsiyelerle ya da çarşaflarla çatıdan atlayan, süperkahraman olmak isteyen 9 yaşındaki veletlerin yapacağı türden bir şeydi.
Şimdilik gidecek yerim yoktu.
Omurgamı saran kabarık zırha uzanarak oraya koyduğum şeyleri karıştırdım. Arı sokmaları ya da o tarz şeylerin sebep olabileceği anafilaktik şok için hazırladığım Epipenler oradaydı ki Ciğer’e yaklaşabilsem bile bunların adama zarar verebileceğini sanmıyordum. En kötüsü, bu enjeksiyonlar hormonlarını tetikleyerek adama güç bile katabilirdi. Yani kullanışlı değil, tam aksine tehlikeliydiler. Maske için lens almaya gittiğim spor dükkanında tırmanırken kullanırım diye aldığım tebeşir tozu vardı. Eldiven giydiğim için bana sürtünme sağlayacak harici bir şeye ihtiyacım yoktu ama görünmez bir düşmanla karşılaşırsam ona fırlatabilirim diyerek yine de almıştım. Kabul ediyorum ki pek akıllıca bir hareket değildi, zira öyle rakipleri böceklerimi kullanarak da bulabilirdim. Ciğer’e karşı kullanabileceğim bir şey…
Zırhımdaki küçük biber gazı şişesini çekiştirdim. Siyah bir tüp şeklindeydi, dokuz santim kadar uzundu, bir kalemden kalın sayılmazdı ve tetiği, bir de güvenlik mekanizması vardı. Eğitim için sabah koşularına çıkmaya başladığımda babam vermişti. Seçeceğim yola dikkat etmemi söyledikten sonra her ihtimale karşı biber spreyini vermiş, karşı taraf kolay kolay alamasın diye tüpü kemerime bağlamamı sağlayarak bir de zincirli klip almıştı. Baş parmağımı kullanarak güvenliği kaldırdım ve tüpü ateş etmeye hazır hale getirdim. Kendimi daha küçük bir hedefe dönüştürmek için eğildim ve adamın ortaya çıkmasını bekledim.
Hala ateşlerle kaplı olan Ciğer’in önce ellerini gördüm; çatının ucuna öyle asıldı ki çatının o kısmı resmen çöktü. Hemen ardından başı ve gövdesi meydana çıktı. Üst üste dizilmiş bıçakların oluşturduğu bir ucubeydi ve turuncuya çalan bir ateşle kavruluyordu. İnsan teni namına hiçbir şeyi yoktu ve uzayan kollarına ve bacaklarına bakılırsa en az iki buçuk metreydi. Sadece omuz açıklığı bile doksan santime çıkmıştı. Metalik bir bilyeye benzeyen açık gözü dahi eriyik metal gibi parlıyordu.
Açık göze hedef aldım ama sprey keskin bir açıyla fışkırarak omzundan sekti. Spreyin dokunduğu yerde hemen sönen bir ateş topu belirdi.
İçimden küfrettim ve aleti dürttüm. Herif bacaklarını çatıya açarken açıyı ayarladım ve yeniden ateş ettim. Bu kez son anda cihazı çevirerek yüzüne vurmayı başardım. Yanan sprey adamın üstünden çekti ama içindeki şeyler sonuç vermişti. Ciğer çığlık attı, ellerinden biriyle çatıya asıldı ve açık gözünü kapattı.
Kayıp düşmesini ummuyordum. Sadece metalik yüzünde hala spreyin zarar verebileceği açık noktalar olduğu için mutluydu.
Ciğer güç bela çatının ucuna tırmandı. Canını yakmıştım… ama elimden gelen bu kadardı. Böcekler işe yaramıyordu, gizli cebimde kullanabileceğim başka bir şey yoktu ve Ciğer’e saldırırsam ona zarar vereceğim yerde ben yanardım. Buradan sağ çıkarsam ve bir daha böyle bir şey yaşarsam kesinlikle yanıma bir bıçak falan alacaktım.
Koşmaya başladım.
“Oro… Orospu çocuğu!” diye bağırdı Ciğer. Sırtım adama dönük olduğundan göremiyordum ama çatının aydınlandığını anlayınca bir ateş topunun geldiğini fark ettim. Dengem bozulunca çakıllarda kaydım ve çatının eğik ucuna, yangın merdiveninin hemen yanına çakıldım. Telaşla kendi üstüme başıma vuruyordum. Kostüm yanmıyordum ama saçlarım- hemen yanıp yanmadıklarını anlamak için elimi başıma attım.
Şansa bak, diye düşündüm, çatıda hiç zift kullanılmamıştı. Aksi halde koca çatı anında alev alırdı ve ateşlerin arasında öylece kalırdım.
Ciğer doğruldu, hala eliyle yüzünün o kısmını tutuyordu. Biraz kamburlaşarak bana yaklaştı. Körü körüne eliyle çatının yarısını saran bir ateş dalgası gönderdi. Ellerimi başıma attım ve diz çöktüğüm sırada ateş dalgası üstümden geçti. Kostüm beni korumuştu ama o kadar sıcaktı ki ses çıkarmamak için dudaklarımı ısırmam gerekmişti.
Ciğer durdu, yavaş yavaş başını çevirdi.
“Yarak. Kafalı,” diye gürledi ağır aksanıyla, sonra nefes nefese kaldı, “Yürü. Kendini gösterecek bir şey yap.”
Nefesimi tuttum ve mümkün mertebe hareketsiz kaldım. Elden ne gelirdi ki? Hala biber spreyim vardı ama yine ona saldıracak olursam herif yerimi saptayıp beni gebertebilirdim. Beni duymasına izin veremezdim.
Ciğer elini yüzünden çekti. Birkaç kez gözünü kırptı, etrafa baktı ve sonra aynı şeyi tekrarladı. Saniyeler içinde beni görecek kadar iyileşmişti gözü. Hani biber spreyinin etkisi en az otuz dakika sürüyordu? Bu yaratık nasıl olur da A-listesinde yer almazdı?
Aniden harekete geçti, ellerinde kükrüyordu ateşler ve anında gözlerimi yumdum.
Ateşin hışırtısını duyduğumda ve yana yana can vermediğimi fark edince gözlerimi yeniden açtım. Ciğer ateşten bir suretti, yandaki üç katlı binanın çatısına ateş topları gönderiyordu. Neye saldırdığını görmeye çalıştım ama ateş toplarının yarattığı anlık aydınlık patlamalarında hiçbir şey göremiyordum.
Hiç uyarı olmadan devasa bir şekil Ciğer’in üstüne indi. Öyle güçlüydü ki sokağın karşı yakasındaki insanlar bile duymuş olmalıydı. Karavanlar kadar büyük ‘nesne’ bir araçtan ziyade yaratığa benziyordu; kaplanla kertenkele karışımı bir şeydi, cildi kaslarla ve kemiklerle kaplıydı. Ciğer şimdi diz çökmüş, yaratığın devasa pençelerinden birini kendi pençeli eliyle tutmaya çalışıyordu.
Boştaki eliyle yaratığın burnuna saldırdı. Yaratıktan kısaydı ama darbe müthiş bir etki yarattı. Tepki olarak birkaç kısa adım atan yaratık biraz sarsıldıktan sonra gergedan gibi Ciğer’in üstüne çullandı. Birlikte sokağın tam ortasına çakıldılar.
Orada, bir yaprak gibi titriyordum. O kadar dengesizdim ki yaşadığım rahatlık korkuyla iç içeydi ve iki darbe daha çatıyı sarstığında neredeyse yere düşüyordum. İlkine benzeyen ama şekil ve boy olarak biraz farklı iki yaratık çatıya inmişti. Üstlerinde binicileri vardı ve kayarak aşağı indiler. İki kız, bir erkek ve boyu yüzünden erkek olduğunu düşündüğüm biri daha. Uzun olan bana yaklaşırken diğerleri Ciğer’i ve yaratığı izlemek için çatının ucuna geçti.
“Bizi büyük dertten kurtardın,” dedi adam. Sesi derin, maskülendi ama giydiği miğfer yüzünden boğuk çıkıyordu. Tamamen siyahlara bürünmüştü ki şöyle bir baktığımda esasında motor kaskından ve motorcu ceketinden oluşan bir kostüm giydiğini gördüm. Kostüm olduğunu düşünmeme neden olan şey kasktaki siperlikti. Kafatasına benzeyen şekilde oyulmuştu ve kostümün geri kalanı gibi siyah olsa da yüzeyinden ışıklar yansıyordu. İnsanların dükkandan topladıkları parçalarla yaptığı kostümlerden biriydi ve yakından hiç de fena görünmüyordu. Bana el uzatınca geri çekildim, temkinliydim.
Ne diyeceğimi bilemediğim için dışarı çıkmadan önce karar verdiğim ‘çeneni kapalı tut’ taktiğine uymaya karar verdim.
Adam elini çekerek baş parmağıyla arka tarafı gösterdi, “Ciğer’in peşimize düşeceğini duyduğumuzda epey korkmuştuk. Neredeyse bütün günü plan yaparak geçirdik. Sonunda sikerler bu işi deyip savaşmaya karardık. Normalde böyle yapmam ama neyse artık.”
Arkasında duran kızlardan biri ıslık çalarak sokağı gösterdi. Grubun sürdüğü iki yaratık çatıdan zıplayarak sokaktaki yaratığa katıldı.
Siyahlı adam susmuyordu, “Bir baktık ki o götü başı durmayan Lee bir düzine adamla orada ama siktiğimin Ciğer’i ve diğerlerinden eser yok,” diyerek güldü, üstünde kafatası olan maske giyen bir adama göre gayet normaldi.
“Lee zayıf bir adam değil ama AZS’nin lideri olmamasının bir sebebi var. Patronu yanında olmayınca bizi görür görmez kaçmaya başladı. Sanırım bunun sorumlusu sendin?” kafatası maskeli adam cevap bekliyordu. Ses etmediğimi görünce çatının ucuna yanaştı ve aşağı bakarken bana seslendi, “Ciğer’in ağzına sıçıyorlar. Ne yaptın ona?”
“Biber spreyi, arı sokmaları, ateş karıncaları ve örümcekler,” dedi kızlardan ikincisi, soruyu benim için yanıtladı. Taytı andıran dar bir kıyafet giymişti ve karanlıkta seçemediğim için rengini göremiyordum. Koyu sarı saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Kız sırıtarak kledi, “Pek iyi görünmüyor. Yarın daha da beter olacak, orası kesin.”
Siyahlı adam aniden bana döndü, “Tanışalım. Ona Laklak diyoruz. Ben Grue. Şurada köpeklerle duran kız da-“ demin ıslık çalan kızı gösterdi. Giydiği basit eteği, ordu botlarını, kolsuz tişörtü ve plastik, milyoncudan alınmış rottweiler maskeyi kostüm niyetine saymak zordu. “-ona Kaltak diyoruz, kendi istedi ama gençler kötü etkilenmesin diye ‘iyi tipler’ ve medya ona Cehennem Tazısı diyor. Son olarak da; Vekil.”
Söyledikleri sonradan dank etti kafama. Bu yaratıklar köpek miydi?
“Siktir git Grue,” Vekil karşı çıktı, kızmadığı her halinden belliydi. Beyaz bir maske giyiyordu ve Venedik’te gördüklerim kadar havalı olmasa da benerdi. Kısa siyah buklelerinin üstüne gümüşten bir taç yerleştirmişti ve fırfırlı beyaz gömleği, dizine kadar gelen botlarına soktuğu taytıyla göze enteresan geliyordu. Rönesans zamanındaki naiplere benziyordu. Şurada dans etmeye başlasa şaşırmazdım.
Tanışma faslı sona erdiğinde Grue bana uzun uzun baktı. Birkaç saniye sonra konuştu, “Hey, iyi misin? Yaralandın mı?”
“Yaralandığı için konuşmuyor değil,” dedi Laklak, hala çatıdan eğilmiş sokağı izliyordu. “Konuşmuyor çünkü utangaç.”
Laklak başını çevirdi ve bir şey diyecekmiş gibi bana baktı ama sonra durdu. Yüzündeki gülümseme kayboluyordu, “Hey, siktir olup gitmemiz lazım.”
Kaltak başını salladı ve biri kısa, ikisi uzun üç ıslık çaldı. Anlık bir duraksamanın ardından bina aniden darbelerle sarsıldı. Saniyeler içinde üç yaratık havaya zıpladı.
Grue bana baktı. Hala çatının karşı ucunda duruyordum, yangın merdiveninin hemen yanında. “Hey, seni bırakalım mı?”
Yaratıklara -köpeklere- baktım. Kanlıydılar ve kabustan fırlamışa benziyorlardı. Başımı hayır anlamında iki yana sallayınca omuzlarını silkti.
“Hey,” dedi Laklak, Kaltak’ın yanına otururken, “İsmin ne?”
Ona baktım. Konuşamadan önce kelimeler boğazıma dizildi, “Henüz… Seçmedim.”
“Pekala o zaman Böcek, bir dakikaya kalmadan bir pelerinli buraya gelir. Ciğer’le uğraşarak bize iyilik yaptığından kulaklarını iyi aç. Hamilik’ten biri gelir de iki kötü adamın savaştığını görürse kimseyi salmaz. Gitsen iyi olacak,” dedi kadın. Gülümsedi. Dudaklarının ucu kıvrılarak sırıtıyordu resmen. Basit domino tarzı maskesinin arkasındaki gözleri muziplikle parlıyordu. Kızıl saçları olsaydı tilki olduğuna inanabilirdim. Gerçi bir açıdan tilki sayılırdı.
Böylece başımın üstünden zıpladılar; yaratıklardan biri ilerlerken yangın merdivenine çarptı, metalik bir çığlık doldu kulağıma.
Neler olduğunu anladığımda neredeyse ağlayacaktım. Vekil, Laklak ve Kaltak üçlüsü gençti. Grue’nun da öyle olduğunu söylemek abartı kaçmazdı. Ciğer’in bahsettiği ‘Çocuklar’, kurtarmak için o kadar uğraştığım tipler, aslında kötü adamlardı. Üstelik beni de kendilerinden biri sanmışlardı.
……..


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.