Yukarı Çık




2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3.2 

           
Bölüm 3.1

Sarı bir kedi çalılıkların arasından kaldırımın kenarına gizlice baktı.

Sallanan otların içinden yavaşça çıktı ve yola geldi, bir beklenti içinde uzun kuyruğunu sallayıp gözlerini bana çevirdi. Ama az sonra bu ifade uyanıklığa, sonra da korkuya dönüştü. Kedi, beni yolda neşeyle ona doğru gelirken görünce onu ezeceğimi zannetmiş olmalı. Çalıya panik içinde geri kaçtı.

Ama hiç umursamadım. Sıcak güneşin ışığında yıkandım, rüzgarın eteğimi uçurmasına izin verdim ve yolda neşeyle zıplayarak ilerlemeye devam ettim. Umudun Zirvesi Akademisinin doğu tarafındaydım, avlunun yanında. Bir sürü yeni inşa edilmiş tesis çevremde sıralanmıştı, hala yapım aşamasında olan birçok bina da vardı. Binaların arasında kıvrılan yolda zıplayarak ilerlerken hiçbir kirli kediye, veya etrafta ders çalışan ve iletişim kuran sınıf arkadaşlarıma dikkat etmedim. Uzun süre evde kaldıktan sonra güneş ışığının dokunuşu da beni mutlu etmedi. Hayır, aklımda sadece hedefimle yolda ilerlemeye devam ettim.

Etrafta düşüncesizce gezecek türden bir kız olduğumdan değil. Bir sebebim vardı.

Dünyada en çok sevdiğim erkekle buluşacağım!

Bununla birlikte, iyi bir sebebim olabilir ama aklı başında hiçbir öğrenci, Umudun Zirvesi Akademisi gibi soylu bir okulun kampüsünde zıplayarak gezmemeli. Bu yüzden yanımdan geçen öğrencilerin bana garip garip bakması şaşırtıcı değildi, ama… bunun benimle hiçbir ilgisi yok.

Dünyadaki kimse ilerlememi durduramaz. Ağlayan bir kız bile. Tartışan bir çift bile. Tekerlekli sandalye kullanan bir öğrencinin ayağa kalkması bile. Anemisi olan bir öğrencinin düşmesi bile. Tek bir düşünce vücudumu harekete geçiriyordu: Onunla buluşmak istiyorum, onu çok seviyorum. O kadar belirgin şekilde zıplıyordum ki aniden kanatlarım çıksa ve gökyüzüne doğru uçmaya başlasam kimseye şaşırtıcı gelmezdi muhtemelen.

Yolda ilerlemeye devam ettim, ama…

“…Ha?“

Birden duraksadım.

“Hangi yoldan gitmeliyim?“

Şaşkınlıkla etrafa baktım ve etrafımdaki yapıların hiçbirini bilmediğimi farkettim. Kalbim sesli bir şekilde atmaya başladı.

Hayır, sorun yok. Kendimi sakinleştirdim ve sırt çantamdan bir defter çıkardım. Defterin arka sayfasında bu cümle yazılıydı:

“Umudun Zirvesi Akademisinin doğu tarafındaki biyoloji binasında bulunan, üçüncü kattaki nöroloji laboratuvarını arıyorsun.“

Vücudumun içinden ferahlatıcı bir rahatlama rüzgarının geçtiğini hissettim. Evet, doğru! Biyoloji binası!

...Şey, ama bu biyoloji binası nerede ki?

Kalbim yine güm güm atmaya başladı.

Her şey yolunda. Endişeye gerek yok. İçgüdüme kulak verirmiş gibi gergin biçimde defterin sayfalarını çevirdim ve gözlerim, kabataslak bir harita çiziminin olduğu sayfada durdu. Üstünde şöyle yazıyordu:

“Bu Umudun Zirvesi Akademisinin doğu tarafının şeması.“

Aferin bana! Düşünmeden bir zafer pozu verdim.

Sonra, avlunun ortasını süsleyen çeşmenin ucunda duruyor, çevremdeki binalarla haritayı karşılaştırıyordum. Edebiyat binası, fen bilimleri binası, fizik binası, sanat binası, matematik binası, beden eğitimi binası, dilbilim binası, görevli binası… Çeşmeden soğuk damlalar bacağıma çarparken hedefimi, biyoloji binasını aradım; sanki önceden hiç oraya gitmemiş gibi. 

“Ah, işte tam burada!“

Sonunda, açık yeşil duvarlarından tanınabilecek kare binayı buldum. Aynı defterimdeki biyoloji binasıyla ilgili notun tarif ettiği gibi görünüyordu.

“İşte!“

Çeşmenin kenarından aşağı atladım ve koşmaya başladım. Çevredeki bazı erkekler şaşkın şaşkın bana baktı. Belki de coşkulu atlayışım sırasında eteğim bir saniyeliğine uçmuştur – ama bunun benimle hiçbir ilgisi yok.

Her neyse, unutmadan hedefime varmam gerek!

Hırslı koşum beni biyoloji binasının içine yönlendirdi, orada lobinin arkasında bir kat merdiven olduğunu keşfettim. Merdivenlerden üçüncü kata çıkarken hızımı bir anlığına bile kaybetmedim. Oraya vardığımda, duvarlarda sıralanmış kapıların yanındaki tabelaları kontrol ederek koridorda koştum. En sonunda, üstünde “Nöroloji Laboratuvarı“ yazan tabelayı buldum.

Aniden koşumu durdurdum.

Hemen derin bir nefes aldıktan sonra, el aynasında saçımı ve gülüşümü kontrol ettim. Evet, her zamanki gibi tatlı! Aynı harika gülümsemeyi yaparak, en neşeli ses tonumla “İyi günler!“ diye bağırarak laboratuvarın kapısını açtım… ve o şey, bu anda olmuştu.

Bir şey kulağımın tam yanından uçtu ve havayı delen bir ıslık sesi çıkardı.

“…Aaay!“

Kafamı panikle çevirdim ve arkamda duvarın içine girmiş, çarpışmadan dolayı hala titreyen küçük bıçağı gördüm. Geriye doğru zıpladım. “Ne…Neden havada uçan bir neşter var?!“ diye bağırdım.

“Bağırma.“ diye cevap verdi, laboratuvarın içinden azarlayan bir ses.

O sesi duyduğum anda kalbim daha hızlı atmaya başladı. Laboratuvarın içine bakmak için döndüğümde kalbim güm güm etti. Odanın ortasına konulmuş yatakta bir erkek yatıyordu.

“…Geç kaldın. Bu senin gibi çirkin birine ters.“

Kirli, beyaz bir gömleği özensizce üstüne geçirmişti. Yüzüstü yatıyordu, elinde tuttuğu kalın manga dergisine odaklanmıştı. Bana bir kere bile bakmadı.

“Ayrıca senin kadar çirkin biri için fazla gürültülüsün. Bunu demişken, senin kadar çirkin birinin uçan neşterlerden korkması da garip.“

“B…Bekle bir saniye!“ Diyerek durdurdum onu, sesimden panik olduğum belliydi. “Eğer bana çirkin demeye devam edersen seni ayrımcılıktan dolayı şikayet edebilirim, biliyorsun!“

“Kime şikayet edeceksin? Ulusal Japon Çirkin İnsanlar Derneğine mi? Böyle bir dernek sırf var olarak bile ayrımcılık suçu işlemiş olurdu.“

O manga okuyan ve bana çirkin deyip duran çocuk, bu laboratuvarın sorumlusuydu. O beni tedavi etmekle sorumlu olan doktordu. Çocukluk arkadaşımdı. Dünyada en çok sevdiğim erkekti.

O “Süper Lise Seviyesi Nörolog“, Yasuke Matsuda’ydı. Sanırım.

“Ah, anladım. Sen o derneğin bir üyesisin değil mi? Bu yüzden mi çok sinirlisin?“

“D...Değilim! Ben çirkin bile değilim ki!“

“Bir daha düşündüm de, haklısın. Sen çirkin değilsin.“

Gururla göğsümü kabarttım ve memnun bir şekilde gülümsedim. “Evet, doğru! Daha şimdi aynaya bakmıştım ve–“

“Süper çirkinsin.“

“Süper çirkin mi?!!“

Şaşkınlığım normaldi ama toparlanıp sert bir cevap bulmam çok uzun sürmedi.

“Y...Yalancı! Süper çirkin değilim! Tam tersi, dünya çapında şirinim!“

Matsuda-kun telaşımı görmezden gelmeye devam etti, gözlerini dergiden hiç ayırmadı.

“Dünyanın ne düşündüğü umrumda değil. Çirkinlik özneldir ve kendi kararımı vermekte özgürüm.“ dedi, sanki şu anki konu onu hiç alakadar etmemiş gibi.

“O zaman, o zaman nerem çirkin onu söyle! Gidip estetikle düzeltirim!“ dedim umutsuzca. “Gözlerim mi? Burnum mu? Belki de ağzım? Yoksa kaşlarım mı?“

“Kalbini söylemeyi unuttun.“

“Ama kalbimi ameliyatla düzeltemem!“

“Öyle mi? Yazık sana. Dürüst olmak gerekirse, umutsuz vakasın - yüzün de beynin de kötü. Gerçi, belki kendini bir sempati sembolü haline getirirsen biraz başarılı olabilirsin. Git bir tren istasyonunun önünde durup bozuk para dilen falan. Eminim çok para kazanırsın.“

Omuzlarımı düşürdüm yılgın bir şekilde. Sonra ellerimin zemine düşmesine ve vücudumun gevşekçe eğilmesine izin verdim. Perişan olmuştum.

“…Bu arada, sen kimsin?“

“Eh?“ Beklenmeyen sorusuna şaşırmış bir şekilde kafamı kaldırdım.

“Sadece sesten tanıyamıyorum.“

“Yani şu ana kadar kimle konuştuğunu bilmediğini mi söylüyorsun?“

“Senin hatan. Bana kim olduğunu hiç söylemedin.“

“S... Söylemedim ama görünüşümden beni tanıyabilirsin değil mi? Görüyor musun? Bu benim!“

“Sana bakacak zamanım yok“ dedi Matsuda, hala kitabına gömülmüş bir şekilde. “Tam şimdi heyecanlı kısmına geldim.“

“Zamanın yok mu…? O sadece bir manga dergisi değil mi?“

“Ne varmış? Eğer, ’Hangisi daha önemli? Ben mi manga mı?’ diye soracaksan cevap her zamanki gibi aynı. Manga daha önemli.“

“Anladım! Eğer cevap ’her zamanki gibi aynı’ ise, bu demek oluyor ki sana göre manga hep benden daha önemliydi! Bu acımasızca! Bunu bilmek istemiyordum!“

“Bu güzel bir gözlem, ama lütfen sadece soruyu cevapla.“

“T...Tamam...“ dedim isteksizce, çantamdan defteri yine çıkardım ve ön kapağını inceledim.

“Ryouko Otonashi’nin Anı Defteri.“ Bu başlığı gördüğüm anda hatırladım. Kendi adımı hatırladım.

“Ee… Görüşüne göre adım şeymiş… Ryouko Otonashi?“

“Kendi adından emin olmayacak kadar aptal olan tek bir kişi tanıyorum.“

“...Ah. Benden bahsediyorsun. Muhtemelen.“

Matsuda-kun seslice iç çekti. “Ha. Yani sonuç olarak şüpheli biri değildin.“

“...Yani diyorsun ki az önce o neşteri fırlattın çünkü beni şüpheli biri falan zannettin?“

“Aynen öyle. Sonuçta, tanıdığım kişilere keskin eşyalar fırlatacak türden biri değilim.“

“Yalancı!“ İşaret parmağımı Matsuda’ya yönelttim. “Demek istediğim, benim kim olduğumu doğrulamadan önce, bana geç kaldığımı ve çirkin biri için çok gürültülü olduğumu söyledin! İşte bu da benim kim olduğumu önceden bildiğinin kanıtı!“

Pat!

Matsuda manga dergisini aniden yüksek sesle kapattı. Yataktan aşağı inmek için yastığı yükseltti ve aramızda neredeyse hiç mesafe kalmayana kadar, hızla bana doğru yürüdü.

“Eh? Ne? Neden?“

Gözlerimin içine baktı. Vücudum her saniyede daha çok ısındı.

“Sen…Hatırlıyor musun?“

“…Ha?“


Bu bölümün devamı yakında...

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3.2