Garip bir ses vardı ve kendime geldim. Doğruldum ve odanın kapısının altından atılmış bir mektup buldum.
\“Bu mektup Matsuda-kun\’dan!\“
Bu sonuca varmak mantıklıydı, ve bu yüzden zarfı almak için zıpladım ve içindeki mektubu aceleyle okudum.
\“Sevgili Bayan Süper Lise Seviyesi Acınası Unutkan Kız, Senin özenle yazdığın \“geçmiş anılarının\“ hepsini aldım. Onlardan bir sürü var ve hepsi senin Matsuda ile olan geçmişini sıralıyor. Onlarda senin geçmişinin tamamı bulunuyor, değil mi? Değil mi? Değil mi? Bu arada, yalan söylediğimi düşünüyorsan git yatağının altına bak. Tüm \“anılarını\“ burada depoluyordun ama şimdi bir tane bile kalmadı. Çünkü hepsini ben aldım. O zaman, şimdi asıl meseleye gelelim. \“Anılarını\“ geri istiyorsan bu gece 1\’de, merkezî alandaki çeşmenin yanına gel. Yalnız gel tabi ki. Zaten çağıracağın kimsen yok, değil mi? İyi o zaman. Hepsi bu. Yardımın için teşekkürler. Senden bir haber bekliyorum.\“
Mektubu okumayı bitirince vücudum kaskatı kesildi. Kaskatı idi, ama aynı zamanda bir tabaktaki jöle gibi titriyordu. Yani o kadar rahatsız olmuştum ki bu benzetme uygun gelmişti.
…Bir tehdit mi? …Neler oluyor? …Anlamıyorum…
Ama bu problem birkaç soru sorularak çözülemezdi. İlk önce, mektubun dediği gibi yatağın altına bakmalıyım! Acele ile kontrol ettiğimde hiçbir şey yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse, eski defterleri orada tuttuğumu bile hatırlamıyorum ama gerçekten öyleyse ve Matsuda-kun ile olan tüm anılarım çalındıysa bu berbat! Bu demek oluyor ki geriye sadece, şu an elimde tuttuğum defter kaldı.
…Geriye kalan sadece bu mu? Sadece tek bir değersiz defter mi? …15 yıldan fazla bir sürenin hatıraları bu deftere mi eşit?
Aniden garip bir his hücum etti. Bir şeyi kaybetmenin hissi dedikleri bu muydu? Şimdiye kadar bu tarz bir duygu, unutkan bana yabancıydı. Küçük bir yarayla yaşamayı öğrenen insanların, her zaman belli miktarda bir acıya katlanmaları gerektiğinden eminim ama durum benim için böyle değildi. Şu an hissettiğim bu yeni acıyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.
O anda basbayağı sinirliydim.
\“Kim… Bu şaka kimin fikriydi…?\“
Sesim gergindi ve titriyordu, elimde mektubu sıkıp buruşturuyordum.
\“N…Ne…? Neden…?\“
Düşüncelerimin öfke tarafından yönetilmesine izin verdim - belki de, bu ben ve Matsuda-kun\’un aşkı arasına girmek için yapılan adice bir plandır. Bence Matsuda-kun çok yakışıklı ve havalı görünüyor, bu yüzden birçok kız onun peşinde olmalı! Böyle kızlar için aramızda gelişen aşk göze batan bir şey olmalı, o yüzden aralarından biri çaresizliğine yenilmiş olabilir. Anılarımı rehin aldı ve muhtemelen çağrısına yanıt verdiğimde bana bir şey yapacak. Ah, ne kadar kaba bir kadın! Öfkem taşma noktasına ulaştı ve Etna Dağı gibi patlamak üzereydi - ama patlamadı.
\“Hmmm…\“
Sanırım nasıl düzgünce kızgın olunur, onu bile unuttum.
Ama bu tamamen doğaldı. Dünya ile benim kadar alakasız bir kişi, öfke hissine yabancıdır. Bundan dolayı, onu nasıl dışa vuracağımı hiç bilmiyordum. Galiba sadece hayal gücüyle ortaya çıkan öfkenin sınırları var. Ne olursa olsun, sinirimi açığa vuramadığım için hislerim hızla yatıştı.
\“Sanırım sadece mektubun istediği gibi yapacağım ve bunu sonra düşüneceğim.\“
Tamamen sakinleşmiş halde yatakta yattım ve belirlenen zamanı, saat 1\’i bekledim. Mektubu tekrar tekrar okudum ki neyi beklediğimi unutmayayım. Ve sonra, zaman yaklaştıkça...
\“...Ama bu bir kavgaya dönüşmez, değil mi?\“ bu can sıkan düşünceleri içimde taşırken, odamdan çıktım.
\“Ee… Merkezî alandaydı, değil mi?\“
\“Ryouko Otonashi\’nin Anı Defteri\“nde bulunan haritayı kontrol ederek, ağır adımlarla kaldırımdan aşağı doğru yürüdüm.
Gece vakti dünya. Herkes uykudaydı. Bu gece etrafta gezinen tek kişi bendim. Etrafta başka kimsenin olduğunu hissetmedim. İnsan olmayan şeylerin varlığını hissettim tabi, ama sanırım bunun hakkında çok düşünmemeliyim. Doğruyu söylemek gerekirse odama geri dönme fikri birçok kez aklımdan geçti ama anılarımı çalınmış halde bırakmak hoş gelmedi, bu yüzden ayaklarım isteksizce beni ileri itti.
Kısa süre yürüdükten sonra, demir bir çit görüş açıma girdi. Yanından yürüdüğüm yolu tamamen kapatmak için konulmuştu. Defterime göre, merkezî alana gece 10 ile sabah 7 arası girmek yasaktı ve muhtemelen bu çit bundan dolayı burada. Yani bu çiti aşamazsam hedefime ulaşamayacağım. Bu sefer cidden geri dönmeyi düşündüm ama son anda kesin bir karar verdim ve çite tırmanmaya başladım. Bir süre sonra, bir şekilde diğer taraftaki çimenliğe ayak basmayı başardım. Merkezî alanın etrafında gezmeye başladım, bana gitmemin söylendiği çeşmeyi aradım.
Karanlık arttı. Muhtemelen bu alan ağaçlarla kaplı olduğu içindi. Normalde güneş ışığı altında ışıl ışıl yeşil renkte parlayan ağaçlar, şimdi alanı bu yıldızsız gecede zifiri karanlığa boyuyordu. Karanlıkta bir süre daha yürüdüm, ta ki görüş alanım aniden artana kadar. Önümde küçük bir kare vardı. Ortasında ıssız bir sokak lambası duruyordu, çevresindekileri kısmen aydınlatıyordu. Lambanın yanında, aradığım çeşmeyi görebiliyordum. Çeşmeden çıkan su şirin, yumuşak bir sıçrama sesi çıkarıyordu. Bilincim, hedefime ulaştığımı anladığı an gerginliğim arttı.
Aşırı temkinli şekilde çeşmeye doğru yürüdüm ama sadece birkaç adım sonra durdum.
Çeşmenin diğer tarafında duran birini görebiliyordum.
Vücudunun, sadece ağaçların gölgesinin arasından çıkan üst yarısını görebiliyordum, ama bir erkeğin sırtına baktığım kesindi.
\“Şey, afedersiniz…\“ Sesimi cesaretle yükselttim ama cevap yoktu.
...Sanırım azıcık daha yaklaşmalıyım.
Ayağımın altındaki yapraklar hışırdadı. Yine de adam, sesi farkettiğine dair bir işaret vermedi. Öne adım atmaya devam ettim ve yine sesimi yükselttim.
\“Şey… Beni buraya çağıran siz miydiniz?\“
Yine cevap yoktu.
Onun… beni duymama imkanı yok.
Vücudum ağırlaştı. Artan korku hissi, iki omzumdan beni aşağı itti. Aniden, sıkıca yumruk yaptığım ellerim terle kaplandı. Yine de, gizemin cazibesi beni ileri itti ve belirsiz figürün hatları gittikçe daha belirgin hale geldi.
Takım elbise giyen bir adam. Saçları beyazdı ve boynu sayısız derin kırışıklıkla kaplıydı.
Birden, ani bir rüzgar esip geldi.
Sallanıyor, sallanıyor. Sallanıyor, sallanıyor.
Adamın vücudu rüzgarda hafifçe sallandı.
Tüm vücudumda soğuk ürpertiler hissettim. Birisi donmuş eliyle alnıma dokunmuş gibi hissettirdi. Beynimin içinde benim farklı bir parçamın, hafifçe bana durmam için bağırdığını duydum ama ayaklarım kendi isteğine göre hareket etti, adama yaklaşıp yüzüne bakana kadar.
Göz göze geldik.
Adamın genişçe açık göz çukurlarından çıkan, kan çanağı olmuş gözleri ile göz göze geldim.
Yüzü solgundu ve yüzündeki koyu damarlar ürkütücü bir desen oluşturmuştu. Çürüyen bir deniz salyangozu gibi duran dil, ağzından sarkıyordu, ense köküne ulaşıyordu.
Yerde durmuyordu.
Boynunda bir iple asılıydı.
Bu ip şimdi rüzgarda sessizce sallanıyordu.
Öyle bir görünümdü ki, sadece tanık olduğunuzda bile vücudunuzdaki tüm sıcaklığı alabilirdi - ama şimdi defterime süslü açıklamalar yazma zamanı değil! Kaçmam gerek! Bunun benimle bir ilgisi yok!
Şıp. Şıp.
Onun yerine, gözlerim garip bir sesin kaynağına baktı. Adamın ayak parmaklarından damlalar düşüyor ve altındaki küçük bir birikintide toplanıyordu.
Nedense birikintide duran bir defter vardı.
Onu gördüğüm an, beynimin arasından yoğun elektrik akımlarının geçtiğini hissettim.
Defterin ön kapağında, bulanık ama yine de net harflerle \“Ryouko Otonashi\’nin Anı Defteri\“ yazılıydı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.