Yukarı Çık




5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7 

           
Gecenin güne döndüğü saatlerde son nefes alışları ile ömrü dolmuştu Bayan Roluge’nin oğlunu görmeyi beklemiş gibi onun uykuya dalışı ile bu dünyadaki bedeninden ayrılmıştı. Sabah onun ölü bedenini hemşire yatağında bulmuştu. İnce bir kan sızmıştı dudakları arasından. Çatık kaşları düzleşmiş, solgun yüzüne bir rahatlama çökmüş gibiydi.
Pazar sabahı ölü olduğu rapor edildiğinde cenaze için araç gelmiş ve sevgili oğlu annesinin bedenin iki adam tarafından sarılıp çıkarılışını izlemişti. Milos o gün onu zincirleyen son şeyden de kurtulacak kadar şanslı ama yalnız kalmanın acısını yaşayacak kadar şansızdı. Andrjez Dejan o gün orada olarak bir vahşetin ilk sahnesine şahit olma şansı elde etmişti. Bir insanın parça parça yok edilişinin ve o parçalardan yeniden doğuşu. Roluge ailesinin sağ kalan son ferdi. Büyük mirasın son mirasçısı. Dejan ailesinin ikinci oğlu ise hala amansız vatani hayaller içinde bir kafa karışıklığı ile bu mirasçıya eşlik ediyordu.
Ölüm doğum kadar hızlı yayılmayı seven bir haberdi. Varlığını hatırlatmak için her an bir başkasının kulağına fısıldar ve bunu yaymayı severdi. Şımarıktı… Herkes gibi sürekli konuşulmak isterdi. Sonuçta o da bir tanrıydı ve varlığını korumak için bilinmek onun tek çaresiydi. Yok edici olarak gözükse de yaşam kadar saygın bir tanrıydı.
Roluge evinde ölüm hızlı yankı bulan bir tanrı olmayı hiçbir zaman başaramamıştı. Ölüm sessiz karşılanırdı. Babasının ölüm haberi geldiğinde Milos bir sandalyeye oturmuş ve elleri titreyen annesinin ellerini tutup karşısına oturtmuştu. “Her şey yoluna girecek.” Demişti. Onun öncesinde Milos bir kurşunu kalbine sıktığında babasının nutku tutulmuştu haberi aldığında. O gün Bayan Roluge sakince “Her şey yoluna girecek.” Demişti Bay Roluge’nin kulağına. Altais bir ipte sallanırken Milos çığlıklarını elleri ile bastırmaya çabalayanlar tarafından sadece tek bir şey duymuştu. “Her şeyi mahvettin Roluge…” Bu döngünün sonunda mıydı? Herkes her şey yoluna girecek diye devam etmişti o cümleden sonra. Her şeyi mahveden Milos’un her şeyi yoluna sokacağına inanmışlar gibi ölümden hemen sonra bu sözleri sarf etmişlerdi. 
Annesinin bedeni paketlenirken sadece oturmuş ve cenazecilere bakmıştı. Onların odaya girip cesedi yavaş ve sakince toplayışını odadaki sandalyede oturmuş ve izlemişti. Kimseye her şey yoluna gireceğini söylememişti. Sadece cenazenin kalkmasını beklemişti. Andrjez’de tıpkı onun gibi aniden gerçekleşen ölümü sessizce beklemişti. Ölüm onun için eski bir tanıdıktı. Adını bildiği ama yüzünü hatırlamadığı bir tanıdık.
Ölüm bir tanrı gibi çığlıklar atarak karşılanmamıştı. Sakin ve sıradan bir misafir gibi karşılanmış ve herkesten aynı sükûnet beklenmişti. İnsanlar ölümü bu kadar sakin karşılayamazdı. İlk telefon açıldığında büyük babasının asistanına annesinin öldüğünü söyleyip cenazenin teslim alınması için gidilmesi ve ölüm belgesinin imzalandığını anlatmıştı. Derin sessizlik bir yas çığlığı ile kendini bölmüştü. Kız kardeşi ölen palavracı teyze birden çığlıklara tıp ölümü heyecan ile karşılamıştı. Roluge ailesinin soy adı ile ölse de o hala kanında Marillion olarak ölmüştü. Kız kardeş isyan etti, ölümü bir tanrı gibi çığlıklarla karşıladı. Yaşlı baba göz yaşı döktü ve öğlen gri bulutlar gök yüzünü kaplarken yasın sembolü siyahlara dolandılar. Nemli donmuş toprak cenazeciler tarafından kazam ile açılırken son kıyafetleri en güzel kıyafetleri olarak bilinen Bayan Roluge tabutunda, onu sevdiği ve tanıdığını iddia edenlerce ziyaret ediliyordu. Milos sakimce annesinin tabutu başında dururken Andrjez üstünde askeri üniforması ile orada Milos’un birkaç adım gerisinde dikiliyordu. Bir askerin en onurlu kıyafeti üniformasıydı. Milos ve Andrjez cenazede askeri okul kıyafetleri içinde dimdik dururken yaşlı büyük baba girmişti içeri.
“Bir askerin en onurlu kıyafeti üniformasıdır.” Emekli General Marillion içinde bu sözler geçerliydi. Madalyaları dizliydi göğsünde. Yıldızlar ve rütbesi vardı apoletlerinde. Yaşlılığına rağmen hala heybetli ve iktidar sahibi bir yürüyüşü vardı. Yavaş adımları sert ve bastığı yeri inletiyordu. Milos ona doğru gelen adama soğuk bir yüzle bakıyordu. Andrjez rütbesinin tek bir yıldızını omzunda taşımayan bir yedek subay adayı idi. Birden saygın şekilde selam vermişti. Milos ise sadece bakıyordu.
“Kaybımız derin ama dik durmayı öğrenmişsin.” Demişti. Milos sessiz ve kindardı. Hayat ona dik durmanın bedelini ağır ağır ödetiyordu. Başını dik tuttukça daha çık kafasına vurulacağını biliyordu.
Kenarda ağıt yakan kemanlar eşliğinde büyük babasından bir yas konuşması duyacağını hissediyordu.  Kemanlar gıcırtılı, insanlar yas tuttuğunu belli etmek için matem havasındaydı.
“Roluge mirasının tek varisi sensin. Ama mirasın sahibi benim. Sevgili torunum kızımı kaybettim ve o bana bir erkek torun vererek mirasımı korumam için imzaladığım anlaşmayı fes etmeden öldü. Şimdi o anlaşmayı fes edip doğacak oğlum için mirası sahibine teslim edeceksin.” Demişti. İnsan acımasız ve çiğ süt emmişti. Milos bir an için gülümsemişti. Yüzünde soğuk ve korkunç bir gülümseme vardı. Öyle sakindi ki bir seri katilin kurbanını gördüğü andaki sakinliği ve bıçağı sapladığı andaki soğukluğu vardı yüzünde. İçten içe heyecanlı ama yüzü bunu gizleyecek kadar durgun. Andrjez onun param parça oluşunun ilk vahşet anlarına şahit oluyordu. Bir insan senelerce büyümek için uğraşır. Boyu uzar, irileşir… Erkek olmak için iri bir penis, kadın olmak için iri göğüsleri olmaya başladığında çocukluktan çıktığı söylenir.  İlk reglini olan kız artık doğurgan bir kadındır. İlk erkekliğini kaldırıp meni atıp üremeye hazır olan oğlan ise erkektir. Toplumsal kurallar. Sadece büyümek üzerine ve gelişmek üzerine kuruludur. Ama insanlar ne zaman olgunlaşır bu bilinmez. Kimisi senelerce yavaş yavaş olgunlaşır, kim ise sadece birkaç saat içinde…
“Annem hep bu hayatta o giderse tek kalacağımı ve kendimi gizlemem gerektiğini söylerdi. Senin yanına gelmektense her şeyi bırakıp gitmemi öğütlerdi. Onu sadece babamdan dolayı ya da benden dolayı sevmediğini düşünürdüm. Bizler senin soylu kanına yakışmayan varlıklar olduğumuzu düşünürdüm. Meğer sorun kan değil para imiş.” Birkaç adım atmıştı Marillion ailesinin en büyük ferdine. Ellerini arkasında birleştirmiş ve param parça olmuş bedeni derin bir nefes almış gibi yavaş yavaş konuşmaya başlamıştı. O nefesi boşa harcamak istemeyerek.
“Doğmamış çocuğunun aç ya da susuz kalmamasını sağlarım. Endişen olmasın. Roluge ailesi Marillion ailesi gibi paraya tapan pislikler değildir.” Birkaç kelime bir araya gelmiş ve tehlikeli bir düşman yaratmaya yetmişti. Vahşet sadece yere akan kanla olmazdı. Gaddarca bir adamın acılı bir çocuğa para vermesini söylemesi ve acısını es geçip umursamazca onu hırpalaması ile gerçekleşebilirdi. Hayata öfkeli bir adamın tutunmaya çabalayan bir bedenin eline basmasıyla gerçekleşirdi.
“Bir gün göğsüne bir kurşun daha sıkacak ve benim mirasım sen ve kız kardeşin gibi iki kadına kalacak. Siz evlenip malımı yedireceksiniz. Bunun olmasına müsaade etmem. Mirasımı bana geri ver. Sonuçta evlendim ve genç bir kadın erkek doğurur. Erkek kardeşiniz mirasıma sahip çıkar. Senin intihar meraklısı oğlun bunu yapamayacak. Ya da korkudan nasıl öleceğini bilemeyen kocan…”
Milos bu lafları duymuştu. Annesine bağıran büyük babasının bu keskin laflarını duymuş ve babasının ölümü o hastaneden daha çıkamadan gerçekleşmişti. Onu son defa görememişti bile öfkeli olduğu adamın sevilmemesi onu daha da öfkelendiriyordu. Karman çorman olmuş düşünceler… onu boğan aile ilişkileri ve monoton bir arzu…
“Senin oğlun benim evimde beslenecek bir yetim olmaz. O yüzden endişe etme. Şimdi gidip kızının yasını tut.” Demiş ve bir adım geri çekilip ona sırtını dönmüştü. Hakaret sadece ağır bir küfür ile olmazdı. Bir topluluğun önünde var olan birisini görmezden gelir gibi sırtını dönmekte yeterli olurdu. Aşağılamak için birisinin yüzüne tükürmeye gerek yoktu. Onunla ellerini arkana alıp konuşmak onu kendinden aşağı görmekti…
Toplumun belirlediği kuralları kendine silah yapmaktan başka çaresi olmayan bir anarşist olmuş Milos. Param parça olmuş ve parçalarını toplamaktansa yeniden ölmeyi tercih edecek kadar yorgundu.  Kendini toplamak için yalnız olmamak gerekirdi. Korkusu kalmayan birisi artık neyi silah olarak kullanacağını umursamazdı. Sonuçta onu korkutabilecekleri son şeyi ölmekti. Silahsız ölmektense bir silahla birkaç kişiyi vurup ölmeyi tercih ederdi.  
Cenaze bitip taziyeler alınırken matem havasını bahane etmişler ve herkes suskundu. Toprak cesedi hızla kaybedince gri gökyüzü eşliğinde herkes mezarlığı terk etmeye koyulmuştu. Havada kar kokusu vardı. Milos kar yağacağını hissetmiş gibi başını yukarı doğru kaldırmıştı. Koyulaşmış bulutlar yer yüzüne doğru birbirinden farklı binlerce kar tanesini bırakmak için hazırdı. Ama bekliyordu.
Kaderin planı ve seçimler uyuşmalıydı. Zeplinler iki kaderi birbirine bağlayacak o son dokunuşu yapmadan önce kar yağmayacaktı. Kışın temsilcisi beyaz örtü yer yüzünü kaplamayacaktı. Milos için kaderin anlamı dini bir inanç gibiydi. İnandıkça gerçek olmasından korkulan bir ilahlaştırmaya dönüşüyordu. İnsanlık kendini her zaman yüce olana inandırmak zorunda hissetmiştir. Bunun sebebi çaresiz kaldığında yardım ettiğine inandığı yüce varlığın gölgesi altında güvencede olmak. İnsan o yarattığı ve inandığı gücün altında ruhunu sakinleştirip iyi olanı düşünebilir.
“İnsanın en büyük düşmanı hafızası değil mi?” demişti Milos arabada yanında oturan Andrjez’e göz ucu ile bakıp. Andrjez onun ağlamamış olması ve soğuk duruşundan tedirgindi. İnsanlar yas tutarken göz yaşı döker ve rahatlardı.
“Aslında hafızamız bizim için bir nimet der rahipler. Hatırlamak insanı insan yapan şeydir.” Demişti. Milos ona bakıp geri başını cama çevirmişti. Şoför onları eve götürmek yerine öndeki aracı takip ediyordu.
“Belki de…” demişti sadece. Asıl ağır misafirlerden taziyeleri kabul etmek için büyük babasının evine doğru gidiyorlardı. Miras çok fazla olmalı diye düşünüyordu Andrjez. Belki de altmış yaşına varmış emekli generalin bu kadar hırslanmasına sebep olacak kadar çok miras ile Milos kendini kurtarabilirdi. Hayatını kürara ve bu savaşın içinden çekip gitmek için bu parayı kullanabilir diye düşünüyordu.
Milos ayaklarını izliyordu. Sıkıntılı hasta hissettiğinde hep bu hareketi yapardı. Andrjez onun kendini kötü hissetmesini anlamlandırmaya ihtiyaç duymuyordu. Cenaze Bayan Roluge içindi. Ve oğlu artık tek başına bu hayatla mücadele etmek zorundaydı. Geniş demir kapı açılıp içeri doğru araçlar girmeye başladığında Andrjez Milos’u izlemekten vaz geçmişti. Bu bahçeli büyük ev Marillion ailesinin eviydi. Milos’un mirasının bir parçasıydı sadece. Andrjez sakince eve bakıyordu araba durduğunda öndeki araçlardan insanlar iniyordu. Milos ise bir süre öylece arka koltukta oturmayı tercih etmişti. Andrjez inmek için kapının kolunu tuttuğunda Milos onu bileğinden yakalamıştı. “Yapmayalım. Bu insanları çekebilecek halde hissetmiyorum.” Demişti. Andrjez ona bakmıştı. Şoför çoktan Milos’un kapısını açıp çıkması için kenarı çekilmişti bile. Andrjez onun girmekten korktuğu eve baktı göz ucu ile. Oraya giren kalabalığa ve gözü yaşlı yas tutanlara…
“Gitmek mi istiyorsun?” demişti. Milos başını sallayınca Andrjez onlara ait olmayan arabadan bir çırpıda inip hemen Milos’un kapısına doğru yürümüştü. Şoför onu görünce daha da geriye doğru çekilmişti.
“Yürüyelim o zaman. Şehirde dolaşır biraz konuşuruz.” Demişti. Milos ona bakıp bir süre öylece durmuştu. “Fakat…” Andrjez ilerdeki kalabalığa bakıp arabaya eğilmişti.
“İyi olmayacağın bir yerde kalma. Benden yardım istiyorsun. Hadi.” Demişti. Onu arabadan çıkarıp girdikleri kapıya doğru yürümüştü. Gerçekten den kapıdan sessiz sedasız çıkıp gitmişlerdi. Kimse durmalarını istememişti. Öylece çıkıp şehrin sokaklarına karışmak için dolaşmaya başlamışlardı. 
“Yeni yıl bu gece kutlanacak.” Demişti Andrjez artık sessizliği bozmak isteyerek. Milos yorulmuştu. Banka doğru yürüyorlardı. Gözlerine kestirdikleri köprü üstündeki banka oturup akan yolu izlemek istemişlerdi. Oturduklarında Milos derin bir nefes almıştı.
“Yeni yıl balosu olacaktı bu akşam. Baloya gitmek için birisine söz vermiş miydin?” dedi. Andrjez gülmüştü. “Sınıfta bir kız teklif edince geri çeviremedim. Ama bensiz gitmek zorunda. Peki sen?” dedi. Milos başını sallamıştı.
“Emma! Onunla uzun süredir arkadaşız ve beni yalnız bırakmak istemeyerek teklif etti. Kabul etmiştim. Ama bu ölüm ve hastalık olayını bilmeden.” Dedi. Andrjez geriye doğru yaslanıp başını çevirip altlarında akan trafik ve yoğunluğa bakmıştı.
“Şehirde de büyük parti verilirdi. İnsanlar toplanıp dans eder ve içki içip yemek yerdi.” Milos bunu duyunca gülmüştü.
“Büyük babam sürekli gösterişli davetler ve partiler vermeyi sever. Her yıl başı gecesi büyük bir parti verir ve bütün herkes orada olurdu. Annem ona en büyük hediyeyi verdi. Bir yılbaşında huzurlu bir gece…” istemsizce gülmüştü. Andrjez ona bakmaya başlamıştı.
“Nasıl hissediyorsun?” Milos bunu duyunca ona bakıp gülümsemesini hemen dağıtmıştı.
“Garip… Sanki hiçbir şey olmamış gibi…”
“Kaybetmemiş gibi mi?”
“Evet, eve gidince annemi orada görecekmişim gibi geliyor.”
“Ama biliyorsun o…”
“Elbette biliyorum Andrjez. Öldü… Sadece bu kadar kolay olmasını beklemedim. Ben Altais’in ölümünden sonra daha zor olur sandım…”
“Uykuda ölmek… Ne sen ne ölen acı çeker.” Andrjez bunu söylediğinde buruk bir ifade ile gülümsemişti. “Abim babamın ölümünü asla atlatamadı. Onu bedeni paramparça görmüş olmanın ağırlığı var üstünde hep. Eve geldiğinde babamın odasına girmez. Pek eve de gelmez. Geldiğinde kalmaz evde… Annem hep babamın huzurlu öldüğünü düşünmek ister. Tıpkı uyuyarak ölmek gibi.” Milos onun omzuna elini koymuştu.
“Ölülerin acı çekmemesi ama onları hatırlayan bizlerin acı çekmesi korkunç bir ceza değil mi? Hafızamız bizim için en büyük eziyet Andrjez.” Demişti. Andrjez şimdi onun demek istediğini anlamıştı.
“Güzel anıların olmadı mı hatırlayacak?” Andrjez ona doğru çevirmişti bedenini. Milos gülmüştü. “Oldu tabi ki. Kaosun içinde yaşıyor gibi görünebilirim ama bir sürü güzel hatıram var. Ama insan güzeli hatırlamak için programlanmış bir varlık değil. Kötü olanı hatırlamakla yükümlü.” Dedi. Andrjez omuz silkmişti. “Benim için öyle değil. Ben güzel şeyleri daha çok hatırlıyorum. Kötü olan şeyleri hatırlayıp ne yapacağım ki?” dedi.
“Yani ders çıkarabilirsin!”
“Düşünsene birinin ölümünden çıkaracağın ders ne olabilir ki? Ölmemek mi bunu zaten yapıyoruz Milos. Zaten yaşamak zorundayız. Yaşarken her şeyi zorlaştırmak zorunda değiliz. Zaten eninde sonunda herkes ölecek. Kaçınılmaz son bu.” Demişti.  Milos ona bakıyordu. Başını yavaşça sallamıştı.
“Herkes ölecek bunu biliyorum. Sadece sonunda herkes ölecek diye yaşamaya çabalayanların elini bırakmak mı gerek?” dedi. Andrjez ona bakıp iç çekmişti.
“Abim her zaman herkesi kurtaramazsın der. Bu hayatta kendini kurtar önce Milos. Acı çekmek sadece seni daha da kötü hale getirecek. Yaşam gerçekten zor ve ölüm bizler için kolay bir çıkıştan ötesi değil. O yüzden bırak zor olan yaşamı öleceğin güne kadar kendini kurtarmaya çalış.” Demişti. O gün söylediği sözlerin ileride canını yakacağından habersizdi. Tecrübesizdi, gençti ve ölümün hafife alınması gerektiğini düşünecek kadar aptaldı. Milos yaşamın ona verdiği ağırlığın altında kalmamak için çabalarken yükü bir pirinç tanesi kadar olan Andrjez’in öğütlerini dinlemeyecek kadar açık gözlü olmak istemişti. Ama o an için ona doğru gelen şey boş vermişlik ve gülümsemeye çabalamaktı. İnsan kendini kurtarmak için birilerini harcardı.
Savaş vardı dört cephede. Dört cephede de binlerce insan ölüyordu. Birileri yaşamak için öldürüyordu. Ölüm ve yaşamın nihai yarışıydı bu. Skor tablosuna kim daha fazla çentik atacak diye hızlı bir yarış… Doğanlar yaşamın tablosuna, ölenler ölümün tablosuna işliyordu. İnsanlar ise birer çentik birer çizgi olup gidiyordu bu dünyadan. Milos ve Andrjez bir zamanlar yaşamın tablosunda birer çentik olmayı başarmıştı. Şimdi ölüm onlar için tablosunda yer ayarlamıştı. İyi ya da kötü bir hayat sürüp ölüp gidecek olmanın bilincinde olmak insana amaçsızlık verirdi. Andrjez ölümün kurtuluş olduğunu düşünürken bunun sebebi her zaman sadece kafasında kurduğu hayallere ulaşmak ve hızlı bir hayattan sonra onuru ile ölmek değildi.
Milos’un dışa yansıttığı karmaşık dünyasının benzeri Andrjez’in iç dünyasıydı. Amaçsızlık ve umutsuzluk onun için ölümü bir kurtuluş var saymıştı. İyi bir asker olmak isterdi, abisini, annesini ve ölen babasını onurlandırmak isterdi. Ama sadece bunun için yaşamaya değer miydi bilmiyordu. Sıcak savaşın olduğu bir cephede topçu atışı sırasında ya da bir yakın muhabere esnasında ölmeyi hedefliyor olması garipti. Dışarıdan güçlü ve ileriye dair planları olan bu genç Milos gibi karamsar ve yıkılmış olan kişiye nazaran ölmeyi daha çok istiyordu. Milos yaşamak için çırpınırken o sessizce ölmek için sinsi planlar yapıyordu. Bundan kimsenin haberi yoktu ama ölmek onun için öldürmek kadar zevkli olacakmış gibi hissediyordu.
“Birisini öldürmek isterdim.” Demişti Milos’a bir defasında. “Nasıl hissettirdiğini merak ediyorum. İnsanlar ölümün kökünden çözüm olduğunu düşünüyor bende denemek isterdim.” Diye devam etmişti. Milos öldürmek istemezdi. Gerektiğinde bunu yapardı ama mecbur kalmak bile istemiyordu. Yaşamanın ne kadar değerli olduğunu bilmediğini düşünüyordu Andrjez’in. Onun gerçekten birisinin ölümünün ne ifade ettiğini anlamadığını düşünüyordu.  Derin bir iç çekmişti Milos. Yavaşça ayağa kalkmıştı.
“Yarın dönüş için dinlenelim. Eve gidelim.” Demişti. Andrjez sessizce onun ardından kalkmıştı. Salınarak köprünün diğer tarafına yürümüşlerdi. Aşağı inip eve çıkan sokağa girdiklerinde eski bir şarap dükkânın önünde durmuştu Andrjez. İçeri doğru bakıp Milos’a seslenmişti.
“Birer kadeh içki içmek ister misin?” demişti. Milos dükkâna bakıp gülümsemişti. “Evde oldukça kaliteli şaraplar var birini açmamıza engel olacak kimse yok. Paranı boşa harcama.” Demişti. Milos bunu söyleyince Andrjez adımlarını hızlandırmıştı.
“Ciddi misin? Yani öylece ailenin mirası sayılan içkileri açıp içecek miyiz?” demişti. Milos başını sallayıp gülümsemişti.
Eve yaklaştıklarında gök yüzü daha bir huzursuz hava daha keskin bir soğukluğa sahipti. Üşüyerek girmişlerdi eve. Andrjez çamur olmuş botlarını çıkarmak için oturmuştu. Milos ise eve olan saygısızlığını belli etmek ister gibi çamurlu botları ile içeri girmeye yeltendiğinde Andrjez onu kolundan yakalamıştı. “Bunu yapma! Otur ve botlarını çıkar.” Demişti. Milos onun hemen yanına oturup bağcıklarını çözmüştü. Gün kararmak üzereydi. Büyük salona girip ışıkları yakmıştı. Andrjez’e seslenmişti.
“Gel ve şu dolabın kilidini kırmam için yardım et!” demişti. Andrjez içeri doğru girip onun büyük ahşap dolabın bir kapağındaki anahtar yuvasını zorladığını görmüştü. Yanına doğru gelip oturup elindeki ufak çakıyı alıp bakmıştı. Bir süre yuvayı kurcaladıktan sonra kilit sesi gelmişti. Sonunda dolabı açmışlardı. Milos kapakları aralayıp dolu şarap ve viski şişelerine bakıp başını neşe ile sallamıştı.
“Babamın alkole olan düşkünlüğünü azaltmak için annem buraya kilitlemişti hepsini. Birini alıp bitirelim. Yarın normal yaşamımıza dönmek zorunda kalacağız nasıl olsa.” Demişti. Andrjez elini çenesine dayayıp ciddiyetle şişelere bakmaya başlamıştı. Bir uzman gibi “hım” sesi çıkardıktan sonra hızla bir şişe seçmişti. “Sanırım bu iyi.” Demişti. Milos onun aldığı şişeye bakıp gülmüştü. “Leş gibi tadı olacak. En iyisi kırmızı şarap alalım. Viski içmek istemiyorum.” Demişti. Andrjez elindeki viski şişesini daha sıkı kavramak için kolunun altına doğru almıştı. “Bundan içmemiz lazım.” Demişti. İkisi bir süre şarap ve viski için tartıştıktan sonra iki şişeyi de açmışlardı. Yılın son günüydü. Bu akşam bütün radyolarda güzel şarkılar ve huzurlu sohbetler olacaktı. Milos yemek için bulduğu son ev yapımı makarnayı pişirmişti. Andrjez ise ikisi için kutlama tadında olacak olan yemeğe dair masa hazırlamıştı.
Her şey hazırdı. Masada kendilerince bir kutlama yemeği hazırlamışlardı.  On sandalyeden sadece karşılıklı iki sandalye doluydu. Servislerden ikisine yemek konulmuştu. Milos kadehini eline aldığı sırada Andrjez radyoya doğru fırlamıştı. “Manastır radyosunu açalım ve onların ne yaptığını duyalım.” Demişti. Marş okunurken denk gelmişlerdi. Milos ayağa kalkmaya yeltenmeden imparatorluk marşını aşağılar biçimde başını sallamıştı. “Aptallar…” diye mırıldanmıştı. Hiçbir zaman tutku ile marşını söylememişti. Manastırda her pazartesi ve önemli günde çalan marştan hep iğrenmişti. Sesi çirkin kadın ve erkeğin bozuk uyumunu dinlerken hep küfrederdi. Andrjez ise onların söyleme tarzını komik bulduğu için istemsizce kıkırdamıştı. Marş bittikten sonra radyo manastırda yapılacak olan baloyu ve bu sene ki başarıları saymaya başlamıştı. Başarılı öğrencilerin isimleri okunurken Milos ve Andrjez kendi isimlerini duymuşlardı.  Milos hemen kadehini kaldırmıştı.
“Hey ismimiz okundu. Başarılı listesinde yer alıyoruz. Bunun şerefine.” Demiş ve sonra bu bir oyun haline gelmişti. Her tanıdık isim için bir kadeh biraz içki…  Sonun da ise artık savaş başarıları için kadeh kalkarken yemek bitmiş ikinci şişe şarap açılmış, viski yarılanmıştı. İçmekte kötüydüler. Çoğunu içmeden etrafa saçmışlardı bile. Ve saat ilerlerken yıl başının son anlarına yaklaşırken balonun başladığını bildirmişlerdi. Eşli danslara geçilmeden önce uzun bir kurmay konuşması başlamış ve bitince hoş bir piyano melodisi yükselmeye başlamıştı. Yaylılar ona eşlik ederken Andrjez ayağa kalkmıştı.
“Yılın son dansını benimle…” Milos hızla oturduğu yerden fırlamıştı.
“Elbette.” Demişti. Müzik ritim almaya başlarken herkes geleneğin parçası olan yılın son dansını yapmak için müziğe ayak uydurmaya başlamışlardı. Andrjez nazikçe Milos’u beline dolamıştı elini.
“Vals biliyor musun?” demişti. Milos elini onun omzuna doğru koymuştu. “Elbette!” demişti. Diğer elini nazikçe tutmasına izin vermişti. Bir adım ileri bir adım geri… Salın ve dön. Kraliyet ailesinin gururlu dansı. Vals insanın nazik adımları ile karşısındakine bir aşk teklifi olarak isimlendirilebilirdi. Bir adım at ve eşinin adımını takip et. Çeneler ileri gözler birbirine bakacak… Milos sadece kafasında bir zamanlar ona bu dansı öğreten kadının dediklerini anımsayarak Andrjez’e bakıyordu. Radyodan cızırtılı müzik devam ederken şarabın yarattığı baş dönmesi ve mide bulantısı yerini ayakları yerden kesiyormuş gibi bir his vermeye başlamıştı. Düşünceleri hızla dağılırken ona bakan Andrjez’e bakıp gülümsemişti. Ama onun durgun yüzündeki acıyı anlayamamıştı. Neden gülümsemediğini anlamıyordu. Sadece salınarak dans ederken yorgun ve acı çekiyor gibi duruyordu.  Müzik durağanlaşırken birden her şey susmuştu. Radyonun cızırtısı kalmıştı geriye. Şehri derin bir sessizliğe boğulmuştu. Öylece kalmışlardı. Andrjez elini tutan ele bakıp onu belinden daha sıkı sarmıştı.
“Altais ile sen…” demişti. Milos ona bakıp bir an için ne olacağını bilmemenin verdiği korkunun içinde panikle titremişti. “Dedikodular gerçek değil dimi? Siz ikiniz hiç onların dediği gibi…” Milos onun neden bunu sorduğunu anlamamıştı.
“Gerçek olmasının bir önemi mi var?” demişti. Andrjez onun yüzüne bakıp kalmıştı. Ne diyeceğini bilemeden bir süre durmuştu. Milos onun omzundan gelini çekmiş ama Andrjez onu bırakmak istemiyor gibiydi. Korku bedeninde bir soğukluk yaratmıştı.
“Yok. Bir önemi yok.” Demişti. Asılı kaldığı boşlukta attığı çığlıklar duyulmaz diye daha da şiddetli bağırıyordu. Milos’un Altais’i seviyor olduğu gerçeğini görmekten kaçamazdı. Ona âşık olmuş ve onun için bu kadar çirkinliğe katlanmış olmalıydı. En saygı ve hayranlık duyulası bir şeydi. Altais’in yerinde olmak istemişti bir an için. Nasıl hissedeceğini merak etmişti.
“Bunu yapma!” demişti. Milos’un sözleri birden onu bir rüyadan uyandırmış gibi oldu. Onu öpmek mi? Onu öpmeyi düşünmüş ve bunu yapacaktı.
“Orduda biriler bunu duyarsa canını yakarlar. Dedikodulardan daha fazlası… Normal olduğunu biliyorum. Öyle kal ve duygularının karmaşasına kapılma.” Demişti. Kolları arasından sıyrılmıştı. Andrjez başından kaynar sular akmış gibi olduğu yerde kalmıştı. Hareket edemiyordu.
“Düşündüğün gibi birisi değilsin. Normalsin. Alkol insana yanlış düşündürür.” Demişti Milos geri sandalyeye otururken. Andrjez ona durumu anlatmak istemişti. Ölmüş birisini kıskandığını, nedensizce onu ezberlediğini ve her hareketinin ne anlama geldiğini söylemek istemişti. Bu kadar cesur olabileceği tek gece buymuş gibi hissetmişti. Ona doğru döndüğünde. Bir gürültü patlamıştı kulağında. Sıcak alevler ile gelen çığlık sesleri ile olduğu yerde kalmıştı. Camların patlayıp perdelerin savrulduğunu görmüştü.  
Hidrojen dolu bir zeplin alçak uçuş yaparken atılan fişeklerden birisi ile çarpışmış ve ardı ardına gezen üç zeplin gürültü ile başkentin ortasına düşmeye başlamıştı. Gecenin yarısı yılın ilk günü büyük zeplin kazasının en yakınında bulunan   apartmanlardan birisinde Andrjez aşkını ilan edecekken camlardan gelen alev ve gürültü ile bütün her şeyi unutmuştu. Anlık bir refleks olarak sırtı cama dönük oturan Milos’u kolundan kapıp koşmuştu. Sonrası ise boğucu duman, sis ve sıcaklık ile yavaş yavaş yok olamaya başlayan gerçeklikti….
İnsan neyi ne zaman yapacağını planlasa da sonuç istendiği gibi olmazdı. Her zaman bir aksilik ve bir eksik yolunu tıkardı. O gece başkentin ortasında yaşanacak felaket kimse tarafından unutulmayacak ve yeni bir saldırı taktiği olarak kullanılması ön görülse de Andrjez yıllar boyunca bir daha aynı cesareti bulamayacaktı. İnsan kendi yarattığı dünyanın içinde bir defa doğup bir defa ölseydi her şey daha kolay olurdu. Daha cesur, daha atılgan ve daha doğrucu olurdu. Ama kendi yarattığı dünyada binlerce defa ölüp dirilen insanlar zamanın onlara çok şans vereceğine inanacak kadar da saftı.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.