Yukarı Çık




27   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   29 

           
Temsilci parşömeni yavaşça açtı. Carol onun yavaş hareketini izlerken gerildi.
 
‘‘Sharon.’’
 
"Evet."
 
Elimi sıkıca tutan Carol’un koyu yeşil gözleri titriyordu. Gözleri bir çocuğun gözleri gibi görünmüyordu.
 
O suratı neden yapıyordu? Üzücüydü.
 
"Her şey yoluna girecek. Sen ve prensin ilişkisi fena değil. Aksine, birbirinizden hoşlanmıyor musunuz? "
 
"Sadece birbirimizden nefret etmiyoruz. Bu kadar."
 
Carol’un benim fikrimi çürütmemesinden memnun kaldım. Bu birbirlerini sevmekle hemen hemen aynı şeydi. Huhuhu.
 
Carol'un yanağını nazikçe okşadım.
 
"Herhangi bir sorun olmayacak. Bu sadece bir nişan. Hala benimle düklükte olacaksın ve hiçbir şey değişmeyecek. "
 
"Nişanlansam bile mi?"
 
"Elbette."
 
Başımı salladım.
 
Carol ve Julien 20 yaşında evleneceklerdi. İlişkilerindeki dönüm noktası hala çok uzaktaydı.
 
"Ama ... Sen iyi misin?"
 
"Hmm? Neden ben?" Diye sordum, bütün gün midemde olan boğucu hissi yatıştırmak için içkiyi yudumlarken, içim içkiden dolayı batıyormuş gibi hissediyordum.
 
Yanlış bir şey mi yedim? Neden böyleydim?
 
‘‘Julien'in benimle nişanlanması iyi mi?’’
 
"Tabi ki öyle. Yoksa ikiniz beraber zaman geçirirken beni dışarıda mı bırakacaksınız? "
 
Bu bir ihanet olur.
 
Gözlerimi iyice açarken Carol iç çekti ve başını salladı.
 
"…Hayır. Benim için bir tek sen varsın!"
 
Onun sevimli gülümsemesinden  yüzünde rahatsız ifade de olduğunu fark etmedim.
 
"… Üzgünüm Julien."
 
Kalabalığın uğultusu yüzünden Carol'un küçük mırıldanmasını duymamıştım.
 
‘‘Ah, bu doğru. Eve gittiğimizde, sen hediyeni açarken sıcak çikolata içelim. "
 
"Hediye?"
 
"Evet. Sana olan doğum günü hediyem. "
 
"Yaşasın!"
 
Carol gülümserken başını okşadım.
 
Dilek bileziği yapmak için bazı renklerde iplikler almıştım. Fazla değildi ama Kore'de önemli bir şey olduğunda sık sık yaptığım bir şeydi.
 
Turkuaz ve mavi iplikler Carol'a yakışırdı ve bunun onun da hoşuna gideceğini düşünmüştüm.
 
"İmparatorluk ailesi, Dük'ün kızının doğum günü için parşomende belirtilenleri duyurmak istiyor. Veliaht prens Julien Urcan von Cosabalta ve dükün kızı Carol Benice von Gratoni nişanlanacaktır. Nişan töreni, sonbaharın ilk ayının 15. gününde yapılacaktır. "
 
Temsilcinin sesi salonun dikkatini çekmişti. Parşömeni kapatan temsilci podyumdan uzaklaşarak diz çöktü ve parşömeni platformun önünde oturan Duke Gratoni'ye teslim etti.
 
"Emri aldık! Gratoniler, imparatorluğa her zaman sadık kalacaktır! "
 
Doğal olarak bakışımı Julien'e çevirdim. Sarsılarak rahatlayan İmparatoriçe'yi destekliyordu. Gözlerimiz buluştu.
 
Oho. Ne kadar ilginç.
 
Prensin bakışları doğruca bana yönelmişti.
 
Huhuhu.
 
‘‘Neden bir sapık gibi gülüyorsun?’’
 
"Ben sadece ... sadece mutlu hissediyorum."
 
Ben her şeyi biliyordum. Özellikle, Julien'in bana neden baktığını da tam olarak biliyordum. (Bu cümlede bütün diyeceklerim tükeniyor…)
 
Carol'a bakmak istediğinden emindim ama utandığı için bana bakıyordu. Yoksa neden buraya bu kadar dikkatle bakacaktı ki?
 
Bu kadar hararetli bakışları varken neden bunu bir sır olarak saklamaya çalıştıklarını anlamıyordum.
 
Prens'e sırıttım.
 
Her şeyi biliyorum, genç aşık.
 
Carol’un yüzünü daha iyi görebilsin diye onu ileri doğru ittim.
 
Başkasının ilişkisi konusunda neden bu kadar heyecanlandığımı bilmiyordum.
 
"Ne oldu?"
 
"Önemli değil. Burada durursan her şeyi daha iyi göremez misin?"
 
Carol, sözlerimi sorgulamadan babasına bakmıştı.
 
"... Sharon, iki aydan beri babamın yüzünü ilk kez görüyorum."
 
Dikkatim, benimle el ele tutuşup, ellerimizi sallayarak gülen Carol’a çevrildi.
 
"Bu komik mi?"
 
‘‘Hayır, komik değil. Bu nasıl bir aile? Gerçekten… Ben sadece Sharon’a sahibim. Senin için de aynı, değil mi?’’
 
Carol'un sesi melodiyle titreyen su gibi hafifçe titriyordu.
 
Bu kırılganlığı duyunca Carol’un elini daha sıkı tuttum.
 
Carol yanakları şişmiş bir şekilde yanıt bekliyordu.
 
Canlandırıcı bir şekilde, "Ben de sadece kendime sahibim" dedim.
 
Şakaya benzer cevabıma gülen Carol için üzüldüm ama ciddiydim.
 
Ne kadar düşünürsem düşünsem, bu roman dünyasında güvenebileceğim tek kişi kendimdim.
 
Birbirleri hakkında nasıl hissettiklerini bile bilmeyen bu mıknatısları nasıl birbirine yapıştırabilirim?
 
Bundan sonra bunu düşünmek zorundaydım.
 
Eğer ikisi birbirlerinden hoşlanırsa, Julien'in kadın kahraman "Freya" ile bağlantı kurması için hiçbir neden yoktu.
 
Freya, Julien ve Carol’un nişanlandığı gün belirecekti. Yani hala zaman vardı.
 
Freya ve Julien'in tanışması daha iyi mi olurdu? Veya… Durdurmalı mıydım?
 
Tekrar müdahale etmeli miydim?
 
Yani, şimdi bu şeyler hakkında endişelenmek biraz komikti. Zaten her şeye dahil olmaya başlamıştım.
 
Başımı kaldırıp inatla onun benim en iyisi olduğumu söyleyen Carol'a baktım.
 
"…Uykum var."
 
Birdenbire endişelenmekten yorulmuştum. Carol eliyle başını tuttu.
 
"Bütün gün uyudun!"
 
"Uyuduktan sonra bile uykuluysam ne yapmalıyım ..."
 
Uykulu bir kedi gibi esnerken ağzımı kapattım. Carol bana iç çekti.
 
"Yakında bitecek. Eve gidelim, hediyeyi açalım ve uyuyalım. "
 
Endişelerimi geride bıraktım.
 
***
 
‘‘Buluşmalarına izin vereceğim.’’
 
"Buluşmalarına izin vermeyeceğim."
 
Bir çiçeğin taçyapraklarını koparıyordum. Bunun sebebi sıkılmış olmamdı. Şu anda Julien'in kaldığı ikinci saraya gelmiştim.
 
Carol sabah doğar doğmaz kaçmıştı.
 
Kız midilli gibiydi.
 
Ya da belki değildi. Bugün babasıyla ciddi bir konuşma yapacağını söyleyip prensle yalnız buluşmamı söylemişti.
 
Babasıyla konuşacak bir şeyi varsa ona nasıl müdahale edebilirdim?
 
"Huh? Phew. Buluşmalarına izin verme ..."
 
"Bir araya gelmelerine izin verme" de taçyaprağının düşmesini izlerken bir an düşündüm.
 
Kadın kahraman Freya, düşmüş bir vikont kızıydı ve Julien, nişan gününde Levina Hall'da hizmetçi olarak çalışırken karşısına çıkmıştı.
 
Orijinal romanda, ikisi doğal olarak birbirlerine çekilmiş ve aşık olmuşlardı.
 
Freya, prens ile tanıştığı için çiçek açan bir karakterdi.
 
Onunla tanışamazsa, Freya'nın hizmetçi olarak yaşamaya devam etmekten başka seçeneği kalmayacaktı.
 
Becerilerini gösterecek zamanı olmayacaktı.
 
Kızın güzel dantel dokuma yeteneği vardı.
 
Bayanların elbiselere harcadıkları astronomik miktarlar düşünüldüğünde, popüler bir dantel üreticisinin ne kadar kazanabileceğinden bahsetmeye gerek bile yoktu.
 
"Ne yapmalıyım?"
 
Çömelip çiçek yapraklarını toplarken alçak bir ses duydum.
 
"…Ne yapıyorsun?"
 
Başıma büyük bir el dokundu.
 
"Ha?"
 
Tanıdık bir kokuydu. Julien gül gibi kokuyordu. İmparatoriçe'nin zevki mi yoksa kendi zevki mi bilmiyordum ama çekiciydi ve prensin saçına yakışıyordu.
 
‘Erkek olmasına rağmen gül kokusu ona gerçekten yakışıyor.’
 
Gül kokusu ağır bir ahşap kokusuyla birleştiğinde Julien'in daha olgun görünmesini sağlıyordu.
 
‘‘Elimi koymak için iyi bir yer gibi görünüyordun.’’
 
Yaramaz sesinde biraz kahkaha vardı.
 
"Ne…?"
 
"Çok tatlı, ama neden sabahın bu kadar erken saatlerinde kendini sarkıtıyorsun?"
 
Bana yardım ettiğinde tatlı olarak adlandırılmanın övgüsü hemen üstümden geçmişti.
 
‘‘Ahh. Ne demek sarkıyorum? Şu anda derin bir meditasyon yapıyorum. "
 
‘‘Elbette öyle yapıyorsun’’
 
Bahçede çömeldiğimi ve bir hiç uğruna kendi kendime sohbet ettiğimi düşünmüş olmalı. Önümde görünen yapraklar rüzgarda dalgalandı ve yükseklere yükseldi. Yanımızdan geçen sayısız yaprağa bakarak ne kadar rahatsız olduğumu anlayabilirdiniz. Hayatları benim ellerimdeydi.
 
Aptal çocuk.
 
Julien vücudumu kaldırırken ...
 
"Huh? Tekrar mı büyüdün?"
 
Julien tarafından tutulmaktan rahatsızlık duymamıştım.
 
"Hımm belki?"
 
Bana bakarken kirpiklerini fark ettiğimde dondum. Beyaz ten ve zıt kırmızı kirpikler yüzünden ruhum neredeyse vücudumdan kaçıyordu.
 
‘O kadar güzel görünerek pis oynuyor.’
 
Dahası, arka planda uygun şekilde zamanlanmış gibi bir rüzgar esmişti ve her tarafa rengarenk yapraklar saçılmıştı. Hayran kalmıştım. Bir resme bakıyor gibiydim.
 
"Ne düşünüyorsun? Yine mi uykulusun?"
 
Prens beni dikkatlice sehpanın yanındaki sandalyeye koydu. Bir anda dikkatim dağılmıştı.
 
"Ha, hayır. Çok güzel!"
 
"Ha? Gerçekten ne diyorsun?"
 
Julien alnımı dürttü ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Bir jaguar gibi gerilmiş ince prensin görüntüsüne bakarken yutkundum.
 
Hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.
 
Henüz tam olarak çiçek açmamış bir çiçek tomurcuğu ...
 
‘Ben böyle davranamam! Ben sapık değilim! '
 
Henüz yetişkin olmasa da, daha havalı hale geliyor ve güzelleşiyordu
 
Belki de boş bakışlarım uykulu hissettirdiğinden, Julien "Aptal. Uyumayı kes. Gözlerini aç." Dedi
 
Sanırım bir noktadan sonra gözlerim kapanmıştı. Ancak sıcak sonbahar güneş ışığında uykuya dalmam benim suçum değildi.
 
Havanın hatasıydı.
 
Ayrıca uykulu olmamın sebeplerinden biri de hafif bir gülümsemeye sahip olan prensin nazik havasıydı.
 
"Gerçekten ... Sen kedi değilsin."
 
Julien burnumu dürttü. Kaşlarım çatıldı çünkü gıdaklatmıştı ve o zaman güldü.
 
Gerçekten uyuyacakmışım gibi hissetmiştim, o yüzden gerildim.
 
‘‘Bugün geç kaldın.’’
 
"Evet. Annem beni çağırmıştı. Carol'a verecek bir şeyi olduğunu söyledi."
 
Kırmızı ipekle kaplı bir kutu tuttuğunu ancak o zaman fark ettim.
 
"O nedir?"
 
"Bu, imparatorluk ailesinde nesilden nesile geçen bir taç. Annemin acelesi vardı. Denemek…… ister misin? Sana yakışacaktır."
 
Prens kutuyu açtı ve bana içindeki tacı gösterdi.
 
Taç, üzerinde vücuda iyi geldiği söylenen mavi bir mücevherle süslenmişti. Sadece onlara bakarak bile pahalı olduğunu söyleyebilirdin.
 
Yine de güzeldi.
 
Taca dikkatlice dokundum.
 
‘‘Giyemem. Carol’un. "
 
"Ne olmuş yani? Sadece bir an için. "
 
Prens gülümsemeyle beni baştan çıkarmaya çalışıyordu.
 
‘‘Onunla güzel görüneceksin. Tıpkı bir prenses gibi. "
 
Julien gülümseyerek fısıldamaya ve beni ikna etmeye devam ediyordu.
 
Bu çocuk kime hangi repliği satmaya çalışıyor?
 
Ben her zaman güzelim!
 
‘‘İyiyim çünkü ben her zaman güzelim. Bana güzel görüneceğimi söylemene gerek yok. Bundan yoruldum."
 
Julien“… Sadece bir kez dene. Kırılmaz ”diye yumuşak bir şekilde yanıtladı.
 
Oh. Uyum mu sağladı?
 
Ama neden denemem konusunda ısrar ediyordu?
 
"Lütfen? Sadece bu seferlik."
 
Julien hüzünlü köpek yavrusu gözleriyle bana dırdır yapıyordu.
 
Agh. Neden her zaman ben dezavantajlı duruma düşüyorum ...
 
Çocukların neden böyle olduğunu bilmiyorum. İkisi de tilki, yemin ederim.
 
Bu ifadeye karşı zayıf olduğumu nasıl biliyorlardı?
 
"İ, iyi!"
 
Cesurca tacı kaldırdım ve başıma koydum.
 
‘‘Ama Carol için sır.’’
 
"…Elbette."
 
 
Prense yandan bakış attım.
 
Gülüyordu. Gülüşü sonbaharın berrak gökyüzünden daha güzeldi.
 
"Çok güzel Sharon. Gerçekten ... güzel."
 
Elbette, çünkü bendim. Bu yüz rastgele bir yüz değildi. Bu, yazar tarafından dünyanın en iyisi olarak tanınan güzellikti!
 
Tacı çabucak çıkardım ve indirdim.
 
Julien'in soluk ifadesi şüpheli görünüyordu.
 
İlk başta o yapmamı öylemişti!
 
"Öyle görünme. Carol'da daha güzel görüneceğini biliyorum. "
 
"Ne…?"       
 
‘‘Demek istediğim, hoşnutsuz görünüyordun.’’
 
Aksi takdirde bana öyle bakmazdı. Benim yerime Carol’u hayal ettiği açıktı.
 
Zaten yakalandın dostum.
 
Carol'a doğum gününde ki bakışı her zamankinden farklıydı.
 
Bir karar verdim.
 
Başka bir seçeneğim yoktu.
 
Freya'yı kenara almak zorundaydım. Mirasımla, onu desteklemek hiç sorun olmayacaktı. Harcayacak başka hiçbir şeyim yoktu.
 
Ablan senin için elinden geleni yapacak Julien!
 
Sadece güzel aşkına odaklan.
 
‘‘Bunu Carol'a ileteceğim. Sanırım seni görmek istemiyor çünkü hâlâ utangaç hissediyor. "
 
Prensin cevabı yoktu.
 
İyiliğimden derinden etkilenmiş olmalıydı.
 
Bu kadarı hiçbir şeydi!
 
************************************
Uzun süre oldu farkındayım ama geri döndüm. Hemen iki bölüm daha atacağım.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


27   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   29 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.