Yukarı Çık




32   Önceki Bölüm 
           
“Arka saraya döneceğimi sanıyordum.” Maomao’ya giymesi için pamuktan bir elbise vermişlerdi. Arka sarayda hizmetçi olarak kendisine tahsis edilen eski püskü elbiseyi hatırladığında şu anda üzerinde bulunan elbise oldukça ihtişamlı görünüyordu. “Üzgünüm ama orada kovuldun ve yakın zamanda geri dönmen pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden bundan böyle burada çalışacaksın.” Jinşi’nin hizmetkarı Gaoşun, Maomao’ya hem sarayı gezdiriyor hem de çeşitli bina ve konutların isimlerini öğretiyordu. Sarayın büyüklüğü göz önüne alındığında yorucu bir gezinti olacağı kesindi. 

Arka saray iç avlunun bir parçasıydı ve imparator ile ailesine tahsis edilmişti. Fakat artık bu çok iyi bildiği yerde değil, dış avluda, yani pek çok idari işte çalışan memurla aynı yerde çalışacaktı. “Doğu kanadında çok fazla askeri personel ile karşılaşabilirsin. Bu yüzden uzak durman en iyisi.”

Maomao yakınlardaki bitkilere bakarken başıyla onayladı. Biliyordum, diye düşündü. Arka sarayda çok daha fazla malzeme yetişiyordu. Pek çok çeşidi yetişen faydalı bitkileri eken kişinin orada belli bir süre çalışmış olan babası Luomen olduğundan şüpheleniyordu. Bu da o kadar dar bir alandaki şifalı bitki bolluğunu açıklıyordu. Birlikte yürüdükleri esnada Gaoşun, birçok farklı şey hakkında bilgi veriyordu. Maomao aniden boynunda tuhaf bir karıncalanma hissetti. Arkasına baktığında dış avluda hizmet eden bazı kadınların kendisinde baktığını ya da daha iyi bir tabirle, ters ters baktıklarını gördü.

Erkekler arasında, sadece birbirlerinin anlayabileceği şeyler olduğu gibi kadınlar arasında da buna benzer bir şey vardır. Erkekler farklılıklardan doğan sorunları fiziksel olarak çözme eğilimindeyken, kadınlar genellikle duygusal yollara başvurmayı tercih ederler. Maomao’ya bakan bu kadınlarsa yeni gelen birini süzüyor gibiydi. 

Bundan hiç hoşlanmadım, diye düşündü Maomao. Kızlara bakıp dil çıkardı, sonra Gaoşun’un peşinden diğer binaya doğru ilerledi.

Maomao’nun dış saraydaki görevlerinin arka sarayda yaptığı şeylere çok benzer olduğu ortaya çıktı: kendisine söylenen odaları temizlemeli ve yapması söylenen farklı farklı birçok küçük ev işini yapmalıydı. Aslında Jinşi, Maomao’yu saraya getirdiğinde onun için daha farklı ve büyük planları vardı ama ne yazık ki hiçbirini gerçekleştirmeyi başaramadı çünkü Maomao, girdiği sınavı geçememişti.

“Sınavı nasıl geçemezsin?!”

Nasıl geçebilirdim ki?

Jinşi de Gaoşun da şaşkına dönmüştü. Görünüşe göre ikisi de Maomao’nun bu sınavı rahatlıkla geçeceğini düşünüyordu. Kerhaneler mahallesinde yetiştirildiği süre boyunca Maomao, okuma yazma öğrenmiş, şarkı söylemek ve müzik aleti çalmak konusunda da temel bir eğitim almıştı. Şimdi girdiği sınav ise diğer memurluk sınavları kadar zor değildi, bu yüzden biraz çalışırsa rahatlıkla geçebileceğini düşünmüşlerdi.

Yüksek beklentilerinizi karşılayamadığım için beni bağışlayın, diye düşündü Maomao. Aynı zamanda öfkeyle bir pencereyi siliyordu. Jinşi’nin çalışma odasının koridorundaydı. Buradaki binalar daha yüksek boyutlu inşa edilmiş olsa da mimarisi arka sarayla karşılaştırıldığında daha sadeydi. Her yıl yenilendiği belli olan vernikli duvarlar, parlak kırmızı rengine boyanmıştı.

Açıkçası Maomao ders çalışmayı hiç sevmiyordu ve ilgisini çekmeyen konularda, bir şeyleri hatırlamakta normal insanlara göre daha çok zorlanıyordu. Şifalı bitkiler ve ilaçlar neyse de bir insan neden tarih öğrenme zahmetine katlanırdı ki? Ona ne faydası olacaktı? Yasalar ise sürekli değişiyordu. Öyleyse ezberlemenin ne manası vardı? Maomao ne yazık ki bu yönde çaba harcamak istemiyordu. Bu yüzden de testi geçememesi gayet doğaldı.

En azından çalışması için kendisine verilen ders kitaplarını okuma niyetiyle açıp biraz bakmıştı. Ama öyle çok sıkılmıştı ki her seferinde uyuyakalmıştı. Bu yüzden Maomao, bu sonucun başından belli olduğunu söyleyip kendini teselli etti ve bu fikri onaylarcasına başını salladı.

Burasının bu kadar kirli olmasını beklemiyordum.

Bir yandan böylesine büyük bir yerde gözden kaçabilecek pek çok küçük nokta olmasının gayet olduğunu düşünüyor, diğer yandan buradaki temizlik işinin biraz gevşek yapıldığından şüpheleniyordu. Burada çalışan kadınlar arka sarayda çalışan kadınlara kıyasla alınıp satılmıyor, çalıştıkları işleri sınavla kazanıyorlardı. Hepsi iyi eğitimliydi ve aileleri vardı, bu yüzden itibar sahibiydiler. Muhtemelen hizmetçileri kendilerinden aşağı görüyorlardı. Etrafta biraz kir görseler bile bu konuda kıllarını bile kıpırdatmayacakları açıktı.

Zaten onların işi de bu değil, diye düşündü Maomao.

Dış sarayda çalışan hanımlar daha çok kâtip gibi çalışıyorlardı. Temizlik görevi kesinlikle işlerinin bir parçası değildi ve ayrıca yapmalarına da gerek yoktu. Ama bu aynı zamanda temizliğin onlara yasak olduğu anlamına gelmiyordu. Eski imparatorun zamanında hükümet, köle sahibi olmaktan vazgeçmiş ve yetkililer bunun yerine ufak tefek ayak işlerini yapmaları için uşak ve hizmetçi tutmaya başlamıştı. 

Maomao ise şimdi doğrudan Jinşi’nin hizmetinde çalışan bu hizmetçilerden biriydi. 

Gördüklerine dayanarak Maomao, arka sarayda çalışan kadınların genellikle saray kadını, dış sarayda çalışan kadınların ise saray hanımı olarak adlandırıldıkları çıkarımını yapmıştı. Bu çıkarımının doğru olup olmadığından emin olmasa da Jinşi ve yanındakilerin konuşurken bu ayrıma dikkat ettiklerini gözlemlemişti. 

Pekâlâ, sırada ne var acaba? Jinşi’nin çalışma odasına geri döndü. Büyük bir odaydı ama çok gösterişli döşenmemişti, hatta aslında oldukça sadeydi. Ne de olsa odanın sahibi meşgul bir adamdı; odasından çıktıktan sonra oraya nadiren geri dönüyordu. Bu durum, Maomao’nun temizlik yapmasını kolaylaştırıyordu ama bir sorun vardı.

“Kusura bakma ama ne yaptığını söyleyebilir misin?”

Birdenbire etrafında tanımadığı bir sürü kız olduğunu fark etti. Hepsi Maomao’dan çok daha iri ve uzundu. 

Ne kadar iyi beslersen, o kadar büyük oluyor demek, diye düşündü Maomao. Farkında olmadan bakışları kızların boylarına ve göğüs hatlarına takıldı. Onunla konuşmaya çalışan kızın boyu oldukça uzundu ve bu da çok güzel bir büyüme süreci geçirdiğini gösteriyordu.

“Beni dinliyor musun sen?” dedi karşısındaki kız, Maomao aklından bu tuhaf düşünceleri geçirirken. 

Kısacası, kızlar Maomao’nun, Jinşi’nin şahsi hizmetçisi olmasını kıskanmışlardı; neden böylesi bir ayrıcalığı olduğunu bilmek istiyorlardı. Fakat Maomao, ne yazık ki Jinşi’nin zihninin nasıl çalıştığını bilmiyordu; sadece onu işe aldığını biliyordu. Maomao, Gyokuyou gibi yabancı ve iyi bağlantıları olan, Rifa kadar tatlı ya da ablası Pairin gibi çekici biri olsaydı kimse itiraz etmeye cüret edemezdi. Ama aksine Maomao, cılız, bitkin bir tavuktan başka bir şeye benzemiyordu. Kızlarsa buna dayanamamıştı. Maomao’yu, herkesi büyüleyen hadımın yanında görmek deliye dönmelerine sebep olmuştu; onun konumunu almak için her şeylerini verebilirlerdi. 

Maomao, kısa süre düşündü. Ne yapmalıydı? Çok hızlı konuşan biri olduğu söylenemezdi, aslında çoğu zaman çok şey düşünür ama bu düşüncelerini asla sesli olarak ifade etmezdi. Ancak sessiz kalmasının bu hanımları, söyleyebileceği herhangi bir şey kadar sinir edebileceğini fark etti.

Doğrudan konuya girmeye karar verdi. “Yanlış anlamadıysam beni kıskandığınızı mı söylemeye çalışıyorsunuz?” Kızları daha fazla kızdırmak için oldukça yeterli bir cümle seçmişti. Ancak yanağına bir tokat yedikten sonra belki de yanlış kelimeleri seçmiş olabileceğini anladı.

Etrafında beş kişi vardı ve Maomao kendisini oracıkta öldürmelerini hiç istemiyordu. Ama birden onu acımasızca koridorun karanlık bir köşesine sürüklediler. Bu noktada artık tüm kozlarını oynamaya ve konuşarak bu durumdan kurtulmaya karar verdi. “Özel muamele gördüğümü düşünüyor olamazsınız değil mi?”

Yüzleri daha da asıldı. Maomao bir darbe daha yemeden konuşmaya devam etti. “Düşününce bu çok mantıksız, hepiniz farkındasınız. Benim gibi çirkin birinin adeta cennetten düşmüş bir meleğe benzeyen biriyle ne işi olabilir?” Konuşurken gözlerini yere çevirmişti ama hepsinin yanaklarındaki hafif seğirme dikkatinden kaçmadı. Sanırım işe yaradı, diye düşündü. “Herkes tarafından arzulanan asilzadenin bu kadar zevksiz olacağını mı düşündünüz? Önüne güzel bir ziyafet konduğunda, kim bile isteye çöpe atılmış bir tavuk kemiğini kemirmek ister?” “Bunun için çok ilginç zevklere sahip biri olması gerekir.”

Son olarak eklediği sözler, hanımların bir kez daha farkına varmasını sağladı.

“Çok bilmiş biri değilim ama böylesine güzel ve ruhani bir gülümseye sahip birinin, bu tür şeylere eğilimi olabileceğine inanıyor musunuz? Açıkçası bence o daha farklı- “

“K-Kes artık! Bu resmen saçmalık!”

“Evet oldukça gülünç!”

Birden kızlar kendi aralarında konuşmaya başladı. Maomao, bundan paçayı sıyırdığını düşünüyordu ama içlerinden birinin onu şüpheyle izlediğini gördü. “Yine de bunların hiçbiri, işe alındığın gerçeğini değiştirmiyor.” Dedi nispeten sakin tonda konuşan saray hanımı. İçlerinde en uzun boylusuydu, yüzünde soğukkanlı bir ifade vardı ve sakin biriydi. Maomao, bu kadının az önceki tartışa boyunca sakinliğini koruduğunu ancak şimdi fark edebilmişti. Diğerleri gibi o da Maomao’dan biraz uzaklaşmıştı ama uzaktan onu izlemeye devam ediyordu. Bir parçası olmasa da ne yöne gittiğini görmek için bir kalabalığı takip edecek birine benziyordu. 

Söyledikleri onları vazgeçirmek için yeterli değilse… Maomao düşündü ve sonra şöyle dedi: “İşte asıl sebep bu.” Sol kolunu yukarı kaldırdı ve elbisesinin kolunu sıyırdı. Sonra bileğinden dirseğine kadar uzanan bandajı açmaya başladı. 

İçlerinden biri “Iyy!” diye bağırdı ve hepsi suskun bir şekilde Maomao’ya bakmaya başladı. Maomao’nun kolu, korkunç yara izleriyle kaplıydı.

Maomao, son zamanlarda yaptığı deneylerin kolunda birçok yanık izi bıraktığını düşündü. Asil ailelerden gelen bu hanımlar, oldukça iğrenmiş olmalılardı.

“Çok sevgili asilzadenizin kalbi, tıpkı gülümsemesi gibi, öylesine saf ve öylesine yüce ki… Öyle ki benim gibi birine yiyecek ve yatacak yer verme zahmetine katlandı.” Konuşurken bir yandan sargıyı koluna yeniden sarıyordu. Dokunaklı sözlerini söylerken yere ağırbaşlı bir bakış atmaya ve vücudunu hafifçe titreterek konuşmaya özen göstermişti.

Kızlardan biri “Hadi gidelim artık” dedi. Görünüşe göre artık Maomao, pek ilgilerini çekmiyordu ve oradan hemen ayrıldılar. Uzun boylu olan, ona bir kez daha baktı ama kısa süre sonra o da diğerleriyle birlikte gitti.

Başardın. Sonunda bitti, diye düşündü Maomao kendi kendine. Esnemek için biraz gerindi ve temizlik bezini tekrar eline aldı. Tam toz almak için başka bir yere geçecekken başını duvar dayamış bir şekilde duran bir hadımla karşılaştı.

"Ne yaptığınızı sorabilir miyim, Efendi Jinşi?"

“Hiçbir şey. Ya sen? Bunu sürekli yaşıyor musun? Özellikle onlarla? Ayrıca neden sol kolunu tutuyordun?”

“Sorun değil. Açıkçası, arka saraydaki kızlarla uğraşmak çok daha zordu. Bu arada sormamda sakınca yoksa, neden öyle duruyorsunuz?”

Maomao koluyla ilgili soruyu duymazdan gelmişti. Görünüşe göre Jinşi bulunduğu noktadan her şeyi görememişti. Maomao, Jinşi’nin duruşunun özellikle soylulara uygun olmadığını düşündü. Başını ellerinin arasında tutuşuna bakılırsa, Jinşi’nin arkasında duran Gaoşun da aynı fikirdeydi.

“İzin verirseniz, temizliğe devam etmek istiyorum efendim.” Jinşi geri döndüğü için, artık çalışma odasını temizlemesi mümkün olmayacaktı. Tozu alınması gereken başka bir yer bulması gerekiyordu. Maomao bezini ve kovasını alıp oradan ayrılmaya koyuldu ama giderken Jinşi’nin arkasından mırıldandığını duyabiliyordu: “Eğilimler…”

Yanlış bir şey söylediğimi sanmıyorum, diye düşündü Maomao. Jinşi, saray hanımlarıyla olan konuşmanın son anlarına tanık olmuş olsa bile, Maomao, üzülmesi için herhangi bir sebep göremiyordu. Bunu yerine temizliğe odaklanmaya karar verdi.

Kışın buralarda pek bir şey olmuyor sanırım.

Odasında bağdaş kurarak oturmakta olan Maomao, kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş, kendi kendine homurdanıyordu. Öğleden sonra, gündelik işlerinin arasında bahçeden biraz ot toplamak için mola vermişti ama topladığı otlar çok azdı ve sayıları üzerinde çalışmak için yeterli değildi. Elindekilerden başka bulamayacağını anladığında, onları güzelce temizledi ve kurumaları için odasının duvarına astı. Dış saraya geldiğinden beri yaptığı bir şeydi bu. Maomao’nun odası, kesinlikle görülmeye değer bir manzara halini almıştı. Her yerde kurumuş otlar asılıydı.

Yatılı bir hizmetçiye göre kendisine nispeten güzel bir oda tahsis edilmişti ama yine de küçük olduğu yadsınamazdı. Çünkü düşününce arka saraydaki odası da bu kadardı. Aralarındaki tek fark, Yeşim Köşk’ünde mutfağı kullanmaya izni olmasıydı ve oradaki pek çok çeşitli malzemeye erişimi olduğu için istediği karışımları yapmak çok kolaydı. Ayrıca bu sayede arka sarayda kaldığı süre boyunca yaşadığı can sıkıntısını da bastırmıştı.

Ne yapsam? Ne yapsam? diye düşünürken Maomao, hasır sepetinin üzerine dikkatle yerleştirdiği pavlonya ağacından yapılma sandığa baktı. İpekten bir halatla kapatılmış olan sandığın içinde böcekten yetişen bir bitki vardı. Buna tırtıl mantarı deniyordu ve Jinşi kerhaneler mahallesine gelirken parayla birlikte onu da getirmişti. Onu gördüğü an Maomao, hiç düşünmeden sözleşmeyi imzalamayı kabul etmişti. Ama şimdi çok ucuza gittiğini düşünmeye başlamıştı. Yine de daha önce hiç görmediği bu bitkiye duyduğu arzunun üstesinden gelmesinin imkânsız olduğunu biliyordu.

Sandığın kapağını açtı, içindeki bitkiye baktı ve istemsizce gülümsediğini fark etti. Daha sonra bu gülümseme, kocaman bir sırıtışa dönüştü ve Maomao gülmekten yanaklarının acıdığını hissetmeye başladı.

Hayır, olmaz! Kes şunu, dedi kendi kendine. Önceki gün bu özel bitkiye duyduğu heyecanı bastıramadığı için sesli şekilde gülüşü, yanındaki evlerde oturanların rahatsız olup kapısına gelmesine sebep olmuştu. Meğer gecenin bir yarısı mutluluktan bağırmanız ayıptı ve insanlar o saatte uyumaya çalışıyordu.

Maomao gülümsemesini bastırmak için elini yüzüne götürdü, sonra ise yatağına uzandı. Hizmetçi olarak çalışan biri, işine henüz kimse uyanmadan yani günün erken saatinde başlamalıydı. Hizmet ettiği kişi pek çok yönden eksik biri olabilirdi ama yine de birçok kişinin hayranlıkla baktığı ve oldukça yüksek mevkili biriydi. Yani onu rahatsız etmek pek mantıklı bir davranış olmazdı. 

İnce çarşafını ve altına serdiği birkaç kat kumaşı yukarı çekti ve gözlerini kapattı.

“Şu anki odan biraz küçük, değil mi?” diye sordu güzel harem ağası kahvaltı sırasında. 

Maomao birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra yanıtladı, “Benim gibi bir hizmetçi için oldukça cömert bir hediye olduğunu söyleyebilirim.” O bile gerçek duygularını dile getirmekte zorlandığını anlamıştı. (“Aslında evet. Çok küçük. Mümkünse yakınında bir kuyu bulunan şömineli bir odayı yeğlerim.”)

“Gerçekten mi?” 

Maomao bu kez susmayı tercih etti. 

Harem ağası yeni uyanmıştı ve kahvaltı yaparken, henüz güne başlamaya hazır olmadığını düşünüyordu. Normalde dağınık olan saçları basit bir tokayla toplanmıştı. Çünkü saçlarının özensiz görünmesi sorun olabilirdi.

Maomao’nun yanında odada Gaoşun da vardı, tıpkı yaşlılığın ilk dönemine adım atan baş nedimeler gibiydi. Sadece onların burada bulunmasına izin veriliyordu ve Maomao, bunun nedenini anlamakta çok zorlanmamıştı. Başka bir kadın, Maomao’nun gördükleri karşısında kendine hâkim olamayabilir, hatta bir erkek bile aynı duruma düşebilirdi. Nihayetinde Maomao, Jinşi’nin günaha davetiye çıkarabilecek bir kişi olduğu sonucuna vardı.

Çiftleşme dönemindeki bir böceğe benziyordu. Bazı böcekler dişilerini cezbetmek için egzotik kokular üretirdi. Tek bir dişi düzinelerce hatta yüzlerce erkeği kendine çekebilirdi. Maomao’nun, öncesinde, malzeme olarak ihtiyaç duyduğu böcekleri bu yolla topladığı bilinmektedir. 

Bu açıdan bakıldığında Jinşi’nin yaydığı koku tehlikeli derecede güçlü sayılabilirdi. Bu eşsiz kokuyu yakalayıp bir tütsüye dönüştürebilseydim, eminim çok para kazanırdım, diye düşündü Maomao. Potansiyel aşk iksiri malzemesine, yani Jinşi’ye işte böyle bakıyordu. Belirli konulara farklı açılardan baktığında dikkatinin çok çabuk dağılması, Maomao’nun olumsuz özelliklerinden biriydi. Bu yüzden sık sık etrafında olup biten konuşmalara takip etmekte zorlanıyordu; sonuç olarak dinlemediği şeyleri başını aşağı yukarı sallayarak onaylama alışkanlığı da edinmişti.

“İstersen senin için yeni bir oda tahsis edebiliriz.”

Ne?

Kendinden emin bir şekilde bakan Jinşi, Suiren’den daha fazla lapa istedi. Suiren, Jinşi’ye hizmet eden sayılı saray nedimelerinden biriydi. Maomao’ya göre ellisini çoktan geçmiş gibi görünüyordu. Yeni bir kâse yulaf lapası koyup, üzerine siyah sirke dökerken Suiren’in yüzü oldukça kayıtsızdı.

Maomao, konuşmayı tam olarak takip edemese de Jinşi’nin ona daha güzel bir oda vermeyi teklif ettiğini anlamıştı. Ancak gözleri, yine olumsuz şekilde bakan Gaoşun’un gözleri ile buluştu. Jinşi’nin her zaman yorgun görünen yardımcısı, sanki Maomao’ya bir şeyler anlatmak istiyordu ama Maomao bakışına cevap olarak sadece kafası karışık birinin yüz ifadesini takındı.

Bir şey söylemek istiyorsan doğrudan söylemen gerek, diye düşündü. Zihnini okuyamam. Yine de bunu yüksek sesle ifade etmekten vazgeçti çünkü bazen kendisinin de pek açık konuşmadığını biliyordu.

“O zaman, kuyunun yanında bir kulübe.” Diye teklif etti. İşte bu, gerçek arzusunu ifade ettiği anlardan biriydi.

“Kulübe.” Diye tekrarladı Jinşi.

“Evet efendim, bir kulübe.”

Maomao için bu yer, karışımlarını hazırlarken rahatsız edilme ihtimalinin en düşük olduğu yerdi. Ancak Gaoşun’un başını olumsuz şekilde salladığı ve ona korkunç bakışlar attığı gerçeğini görmezden gelmek imkansızdı. Bu adamın eğlenceli bir yanı olduğunu biliyordum, dedi Maomao kendi kendine.

“Kulübe olmaz.” Dedi Jinşi kesin bir ifadeyle.

Yani, peki. Bu cevap oldukça makul, diye düşündü Maomao ama ağzından sadece “Ah, elbette efendim.” Kelimeleri döküldü.

Kahvaltıdan sonra Jinşi, işleriyle ilgilenmeye gitti. İşlerini sık sık çalışma odasında yapardı ve sabahları özel konutunu temizlemek genellikle Maomao’nun göreviydi.

“Burada olmana çok seviniyorum canım. Böylesi büyük bir yeri temizlerken insanın yaşlandığını hissetmemesi çok zor.” Dedi Suiren gülümseyerek. Maomao gelmeden önce bütün binadan o sorumluydu. Ama elli yaşına geldiğinde insanın vücudu ağrımaya başlıyordu. “Buraya aldığımız ilk hizmetçi kızın sen olmadığını söylemem gerek. Ama bilirsin, bir şeyler yaşandı ve hiçbiri çok uzun süre kalmadı. Bence işler senin için diğerlerinden farklı olacak Şaomao.” Neşeli hizmetkar da Maomao’ya tıpkı Gaoşun gibi seslenmeye başlamıştı.

Oldukça konuşkan olmasının yanı sıra, Suiren’in engin tecrübeleri, onu aynı zamanda işini hızlı yapan birine dönüştürmüştü ve asla durmak bilmiyor gibiydi. Sırada yatak odası temizliği vardı. Maomao, onu durdurmaya çalıştı çünkü bu açık bir şekilde hizmetçinin işiydi. Fakat Suiren sadece, "İyi ama o zaman öğleden sonraki işlerimiz için hiç zamanımız kalmaz," demekle yetindi.

Demek durum buydu. Suiren, önceki hizmetçilerle yaşanan şeylerden dolayı odaların temizliğini şahsen kendisi yapıyordu.

Hırsızlık mı yaptılar acaba? Diye düşündü Maomao. Ayrıca muhtemelen sadece para peşinde değillerdi, aniden bu kişilerin başka emelleri olabileceği aklına geldi.

Suiren’in anlattığına göre, sorun sadece ortadan kaybolan eşyalar değildi. Bazen birdenbire eskisinden daha fazla eşyaya sahip olurlardı. “Çekmecelerinde bilmedikleri iç çamaşırlarını bulan herkes korkardı.” Dedi Suiren. “Saç kılından yapılmaydılar! Sonra, üzerlerine özenle işlenmiş bir isim de vardı.” Maomao, korkudan irkildiğini hissetti. Duymayı beklediği hikâye kesinlikle bundan daha farklıydı.

“Sizin için çok zor olmuş olmalı.”

“Ah, Maomao, öylesine korktum ki!”

Maomao, başka bir pencereyi özenle silerken bir yandan da meşhur harem ağasının dışarı çıkarken maske takmasının hayatını çok daha kolaylaştıracağını düşünüyordu.

Jinşi’nin odasını temizlemeyi bitirdiler ve ardından yemek yediler. Sonra çalışma odasına geçeceklerdi. Maomao için, bu odayı temizlemek, kişisel eşyalarının olduğu bir yeri temizlemekten çok daha kolaydı. Çünkü bu oda, daha az özenliydi. Ancak temizlik yaparken çok önemli birileri tarafında görülmemeleri gerektiğinden ihtiyatlı davranmaları da gerekiyordu.

Bugün ne yapacağım? Diye düşündü Maomao. Jinşi’nin evinde ziyaretçileri olduğunda Maomao’nun çok fazla boş vakti oluyordu. Böyle zamanlarda sık sık işi olduğu bahanesiyle dış avluya gezintiye çıkardı. Şimdiye kadar batı tarafını tamamen gezdim.

Maomao’nun zihninde bir harita belirdi. Bu haritaya göre gezinmeyi çok istiyordu ama bir şey onu engelledi. Birden askeri bölgeye yaklaştığını fark etti. Çalıların arasında dolaşan bir hizmetçi kızı hoş karşılamayabilirlerdi. Çok kolay bir şekilde bir casus sanılabilir ve tutuklanabilirdi. Ayrıca Gaoşun’un buradan özellikle uzak durmasını tavsiye ettiğini hatırladı.

Zaten… Askeriye aklına gelince… Yüzündeki her kasın istemsizce gerildiğini hissederdi. Bu şekilde gerilmesi, aslında burasının ne kadar uzak durulması gereken bir yer olduğunu göstermek için yeterliydi ama aynı zamanda keşfedilmemiş bir arazide başka tür bitkiler yetişiyor olabilirdi.

Maomao, kollarını kavuşturmuş ve derin düşüncelere dalmış bir halde öylece dururken aniden kafasına sert bir şeyin çarptığını hissetti. 

Ne oluyor be? Başını ovuşturarak arkasını döndü ve karşısında uzun boylu biri olduğunu gördü. Dış sarayda çalışan bir saray hanımı. Onu daha önce görmüş gibiyim, diye düşündü Maomao ve sonra kalabalığın içinden gelip ona saldıran genç kadını hatırladı. Çok basit bir makyaj yapmıştı ve Maomao, kaşlarının çok kalın olduğunu fark etti. Dolgun dudakları vardı ama somurtkan biriydi ve yüzüne sadece allık sürmüştü. Genel olarak düzgün görünüyordu ama aynı zamanda potansiyeli boşa harcanmış gibiydi.

İstese çok daha güzel olabilir, diye düşündü istemeden. Kemikli ve güzel bir yüzü vardı ama yaptığı makyaj onu olduğundan az çekici kılıyordu. Kaşlarını biraz inceltse, dudaklarına biraz ruj sürse ve saçlarına gösterişli bir topuz yapsa kolayca arka sarayın meşhur çiçeklerinden biri sanılabilirdi. Yine de ilk bakışta bu genç kadındaki potansiyeli fark etmek oldukça zordu. Sadece Maomao gibi hayatını sokak kızlarının genelevde büyüleyici güzellikteki kızlara dönüşmesini izleyerek geçirmiş olan biri böyle bir şeyi fark edebilirdi.

“Senin gibiler buradan daha ileri gidemez.” Dedi karşısındaki kadın. Dobra tavrına karşın sesi oldukça yorgun geliyordu. Keşke vurmadan önce konuşmayı deneseydi, diye düşündü Maomao.

Sonra, dış saraydaki bir saray hanımı olarak Maomao gibi bir hizmetçiye söyleyecek başka bir şeyi olmadığını hatırlatmak istercesine hızlı bir şekilde yanında geçip gitti. Elinde sıkıca tuttuğu, bezle sarılmış bir paket taşıyordu.

Ne? Maomao havayı kokladı. Sandal ağacı kokusuna eşlik eden keskin bir acı koku vardı havada. Başını uzatarak merakla kızın gittiği yöne baktı.

Belki de askerlerden birine hizmet ediyordur, diye düşündü. Kadın, az önceki konuşmadan önce askeriyenin olduğu taraftan geliyordu. Ama orada sık sık zaman geçiriyorsa çok hafif bir makyaj yapması daha akıllıca olurdu. Askeri kamp, kerhaneler mahallesinde arka sokaklar kadar tehlikeli olmayabilirdi ama kanı kaynayan bir sürü genç ve onlar kadar genç olmayan erkeğe ev sahipliği yapıyordu. Güzel bir genç kızın buradan uzak durması kendisi için en iyisi olurdu.

Maomao hala az önceki kokunun ne olduğunu merak ediyordu. Bir zil sesi duymasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Sanırım ne olduğunu öğrenemeyeceğim, diye düşündü. Bugünlük buradaki işi bitmişti. Jinşi’nin çalışma odasına doğru yürümeye başladı. Odaya vardığında efendisinin orada olmayacağını umuyordu.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


32   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.