Yukarı Çık




72   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   74 


           
14 Şubat (Pazar) – Ayase Saki





Kulağımda bir metalik ses yankılanıyordu. Kapının kapanma sesi olduğunu fark etmem birkaç saniyemi aldı. Yavaşça gözlerimi açıp yastığımın yanındaki saate baktım… 08:54. Neredeyse dokuz olmuş, ha? Sonuçta pazar günü, biraz daha… Bekle, hiç vaktim yok! Saat 10’da vardiyam başlıyor! Tam anlamıyla uyuyakalmışım!

Bu farkındalık anında battaniyeyi üzerimden attım ve odanın soğuk havası bedenime çarpınca irkilerek titredim. Klimanın kumandasına uzanmak istedim ama şu an her saniyeye ihtiyacım vardı.

“Huuup!“

Bu ani çıkışımla vücuduma enerji kazandırıp hemen üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Normalde odanın biraz ısınmasını beklerdim ama bugün bunu yaparsam kesinlikle geç kalırım. Hesaplarıma göre, eğer her şey plana uygun giderse işe vardiyamdan 15 dakika önce varabilirim—tabii koşarak gidersem.

Zihnimde, odanın köşesinde duran dijital saatin bana gösterdiği zamana uyumlu olacak şekilde hızlı bir aksiyon planı çizdim. O gün ne giyeceğimi bile düşünmeye vaktim yoktu. Zamandan kazanmak için, birbirine uyumlu kıyafetlerden oluşan bir kombin seçtim.

Aksesuarlarımı spor çantama tıktım—çünkü iş yerine vardığımda da takabilirdim—ve banyoya koştum. Işık hızında dişlerimi fırçalayıp saçlarımı kontrol ettim. Yataktan kalktığımı belli eden hiçbir iz yok. Ama ciddi anlamda odamda büyük bir ayna olması lazım! Neyse, yüzümü yıkadım ve tenimin kokusunu kontrol ettim. Eğer hoşuma gitmezse, genellikle parfümümün yanında biraz deodorant da kullanırım ama şu an böyle bir lüksüm yok. Neyse ki gayet temiz ve ferah görünüyorum. Muhtemelen fazlasıyla derin bir uyku çektiğimden. Gereğinden fazla bile denilebilir.

Sanırım Yomiuri-san üniversiteye başladığında nemlendirici kullanmanın gerekli olduğunu söylemişti.

Odaya geri dönüp telefonum, cüzdanım ve diğer gerekli eşyalarımı kontrol ettim, sonra montumu giydim. Daha hızlı hareket edebilmek için atkımı ve eldivenlerimi çantama koydum ve odadan fırladım.

“Saki-chan.“

Biri adımı seslendi, ben de hemen arkamı döndüm. Üvey babam, elinde anahtarlarını şıngırdatarak kanepeden kalktı.

“Seni ben götüreyim.“

Uyuyakaldığım için başkasını zahmete sokmanın saçma olacağını düşünerek reddetmek istedim ama o sözler boğazımda düğümlendi.

“Uhm… Teşekkür ederim, bu gerçekten büyük bir yardım olur.“

“Sorun değil,“ dedi, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle. Bu gülümseme göğsümde sızı hissetmeme neden oldu.

Üvey babamla birlikte aceleyle apartmanın otoparkına giderken, içimden düşünmeye başladım. Öz babam, baba olabilecek tek kişi değil. Ama kafamdaki kategorilere göre, Asamura Taichi benim için uzun bir süre sadece ’Annemin kocası’ olmuştu. Asamura Yuuta için de durum farklı değildi. Sadece aynı evde yaşıyorduk, o kadar.

Ancak, yılbaşında Asamura ailesini ziyarete gittiğimizde, hem üvey babam hem de Asamura-kun, annem ve benim aileye uyum sağlamamız için ellerinden geleni yapmışlardı. O ortamda birer destek direği gibi hareket etmişlerdi.

Bu yüzden, eğer bir gün benzer bir durumla karşılaşırlarsa, onlar için aynı şeyi yapmayı istedim. Gerçekten bir aile olmak istedim. O artık bir yabancı değil. Taichi-san benim üvey babam.

Bunları düşünürken arabaya bindim.

“Emniyet kemerini taktın mı?“

Ah, evet. Yılbaşında da aynısını sormuştu. Panikle kemeri takmaya çalıştım ama sıkıştı.

“T-Taktım.“

“Güzel, o zaman çıkalım. Seni doğrudan kitapçının önünde bırakacağım değil mi?“

“Evet.“

Araba hızlanınca, sırtım koltuğa yapıştı. Bu yolu yürüyerek gitsem on dakikadan fazla sürerdi ama böyle beş dakikada varacağız. İşim kolaylaştı.

“Tekrar teşekkür ederim.“

“Zaten Akiko-san’ı almaya gideceğim, arada bunu da halletmiş olurum.“

“Ah, annem alışverişte mi?“

“Evet. O yüzden bunu iyi bir baba olduğumu gösterme fırsatı olarak değerlendirdim.“

Bunu özellikle söylüyor ki kendimi kötü hissetmeyeyim. Ne kadar nazik biri. Annem gerçekten çok iyi bir seçim yapmış.

“Yine de… teşekkür ederim. Bu gerçekten büyük bir yardım oldu.“

Annemin güvenebileceği biri Ve tahminimce, aynı şey onun için de geçerli. Bu, tamamen ailene yaslanmak anlamına gelmiyor, daha çok birbirine güvenebilmek demek. Sanırım Asamura-kun da daha önce buna benzer bir şey söylemişti… başkalarına düzgünce güvenebilmekle ilgili.

Bugüne kadar bunu bilinçli olarak yapmaktan kaçındım ama artık üzerinden yarım yıl geçti.

Yaşadığımız apartmandan hızla uzaklaşıyorduk. Orası, annemle taşındığımız yer. Ve bana verilen tavsiye, iş yerindeki kıdemlisinden gelmişti. Benim için.

Her şey, Yomiuri-san ile başlamıştı.

“Sorun değil, yetişeceğiz.“

“Ah… Evet.“

Parmaklarımla hafifçe yanaklarımı ovuşturdum.

Birazdan vardiyam başlayacaktı. Bu iş, müşteri istekleriyle ilgilenmemi gerektiriyordu. Onların önünde gergin görünmemeliydim. Ve tahminimce şu an tam olarak öyle görünüyordum.

“Sadece… bazı kötü anıları hatırladım.“

Üvey babam bana baktı ve başını yana eğdi. Böyle garip bir yanıt verdiğim için özür dilerim.

“Şey… Derslerine bayağı hevesli görünüyorsun. Her gece geç saatlere kadar çalışıyorsun öyle değil mi?“

Sanırım ortamın gerginliğini dağıtmak için konuyu değiştirdi.

“Şey, aslında… İngilizce konuşmalara biraz fazla kaptırdım.“

“Konuşmalar mı? Zorlanıyor musun?“

“Tam olarak değil…“ Acı bir gülümsemeyle yanıt verdim. “Akıcı olduğumu söyleyemem ama fena değilim. Sadece… Haftaya Singapur’a gidiyoruz, o yüzden…“

“Ah, okul geziniz yaklaşıyor, değil mi?“

Başımla onayladım.

“Ve… Bu aynı zamanda üniversite giriş sınavlarım için de önemli. Ama şu an asıl odaklanmak istememin sebebi, oraya gittiğimde elimden geldiğince iyi konuşabilmek. Bir süredir dinleme pratiği yapıyorum ama…“

Üvey babam sonuna kadar dinledi ve başını salladı.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVtjtKvMJ0L_KTxXcpUiOR9-l_c8-OgqVjpJVrnwtmJgWMHEuWIOkDanapZVRmEnKZDQDyNpHWoEghwsTnBSW5nXMaYXYUe2HanlLMPjTjFLRvVlb6HnomqqZmtI8Hae11nSa9_MNsSEA572Cl6WGmR6ypKx1zvSDZFBBKOLeUoecRajS2fvMCMI3EZA/s2048/Chapter%202-1.jpeg

“Gerçekten konuşabilmek, sadece çalışarak hemen kazanabileceğin bir beceri değil sonuçta.“

“Evet, aynen öyle.“

“Ama… bence şu an olduğun nokta gayet iyi. Sonuçta sadece sınavın için çalışmıyorsun. Kelimeler ve dil, iletişim kurmak için var. Yerel halkla konuşabilmek istemen bence oldukça takdir edilesi bir motivasyon.“

Bu kadar doğrudan övgü almaya alışık olmadığım için biraz utanmış hissettim.

“Yine de, biraz daha kendimi geliştirmeyi isterdim.“

“Sonuçta okul gezisi, giriş sınavları kadar büyük bir dönüm noktası değil. O yüzden bunu bir deneme süreci gibi düşünebilirsin.“

“Bu da doğru.“

“Ama fazla da abartma. Akiko-san yeterince uyumazsan çok endişelenir.“ Endişeli bir ses tonuyla söylediği için, başımı kararlı bir şekilde salladım.

Tam o anda araba durdu. Kitapçının olduğu binaya varmıştık.

“İyi bir vardiya geçir.“

“Teşekkür ederim… Ah, bu arada. Buzdolabına çikolata koydum. Sana özel, hangisi olduğunu anlarsın.“

Kapıyı kapattığımda üvey babamın yüzündeki mutlu gülümsemeyi görmek, bu aileyi gerçekten sahiplenmem gerektiğini bana bir kez daha hatırlattı.

İş düşündüğümden hızlı geçmişti ve artık eve gitme vakti gelmişti. Ofise gidip müdüre çıkacağımı haber verdim. Bana “İyi iş çıkardın. Bugün harika bir iş çıkardın.“ diyerek beni övdü. Muhtemelen geç kalma korkusuyla ekstra çaba harcadığım için böyle söyledi ama bu sözleri hiç beklemediğimden, biraz şaşırmıştım.

Soyunma odasında kıyafetlerimi değiştirirken, bugün ne kadar çok övgü aldığımı fark ettim. Üstelik bunlar özellikle benden daha büyük insanlardan geliyordu. Dahası, bunların hiçbiri üzerinde bilinçli olarak çalıştığım şeyler değildi.

Bu arada, vardiyam sırasında birileri zorunlu çikolata dağıtıyordu ama bu tür şeylere hiç ilgi duymamış ve hiçbir zaman gerekli görmemiştim.

Ancak şimdi düşündüğümde, müdür bana hiç Asamura-kun’un küçük kız kardeşi gibi davranmamıştı. Beni hep ’Ayase’ olarak görmüştü.

Ona minnettarlığımı göstermek için biraz çikolata vermediğime pişman oldum. Ve aynı anda, kendimi bu tür şeyleri düşünürken bulmam beni şaşırttı.

Başkalarına karşı duyduğum minnettarlık ve duygular hakkında hiç endişelenmeyeceğimi varsaymıştım hep. Ama şimdi—

Soyunma odasından çıkmak üzereydim ki tam kapıyı açacakken Yomiuri-san içeri girdi.

“Oh! Gerçekten buradaymışsın. Neredeyse saniyeyle birbirimizi kaçırıyorduk.“

“İyi akş… Hayır, günaydın, Yomiuri-senpai.“

“Özür dilerim, sevgili Phelps-chan.“

“Huh?“

“Seni imkânsız bir göreve zorlamayacağım, o yüzden ’İyi akşamlar’ selamımıza geri dönebilir miyiz?“

Bunun ne anlama geldiğini hiç anlayamadım ama ellerini dua eder gibi birleştirince reddetmem zor oldu.

“Ah, tabii. İyi akşamlar.“

“Şu an eve mi gidiyorsun?“

Yanımdan geçerek soyunma odasına girdi ama sonra beni tekrar içeri çağırdı. Omzunda büyük bir mağaza poşeti taşıyordu ve içinden iki küçük paket çıkardı.

“Al bakalım, ganimeti paylaşıyorum. Biraz şekerleme aldım. Tercihin var mı?“

“Nasıl farklılar?“

“Bunlar tatlı. Bunlar ise acı.“

…Acı şekerleme mi?

“Bunlar kırmızı biberli şeker. Seyahatten dönen bir arkadaşım getirdi.“

Ahh. O yüzden “ganimeti paylaşıyorum“ dedi az önce. Tuzlu şekerlemelerin (aslında tatlı olanlar) mantığını anlayabiliyorum ama kırmızı biberli şeker? Bu… sadece acı değil mi?

“Ufak şeylere takılma. Eğlenceli bir çeşit, hadi al! Bir keresinde durian aromalı şeker de almıştım, biliyor musun?“

O keskin kokulu olan mı?

“Aynen öyle. Üstelik beklediğin o meyvemsi tatlılık da yoktu. Resmen o koku doğrudan şekerin içine hapsedilmişti. Bir tane bile yemek dilimi uyuşturmaya yetiyordu!“

“…Ben kırmızı biberli olanı alayım, teşekkürler.“

Tatlı olanları başka birine bırakırım. Açıkçası acı şekerin nasıl bir şey olduğunu merak ettim.

“Buyur. Tamam, artık işim bitti. Şimdi abine çikolata verdiğim için bana kıskançlık beslemek zorunda kalmayacaksın.“

“Öyle davranmazdım.“

Bunu kim kıskanır ki? Ayrıca… Demek Asamura-kun’a çikolata verecek? Eh, sonuçta iş arkadaşları, gayet mantıklı. Bunda tuhaf bir şey yok.

“Neyse… Ben çıkıyorum o zaman.“

“Ah, bir şey daha! Haftaya okul gezisine gidiyorsun, değil mi? Kıskandım! Benim için de bol bol eğlen, tamam mı?“

“Çok teşekkür ederim. Öyle yapacağım.“

Odaya adımımı attım, ama bir şey fark ettim. Ben… haftaya okul gezisine gideceğimizi hiç söylemiş miydim?

Ön mağazanın içinden geçerken gizlice Asamura-kun’a göz attım. Muhtemelen bunu ondan duymuştur. Hem de onunla hemen ardından aynı vardiyada olacak…

Bugün 14 Şubat. Yani gün boyunca Shibuya ve çevresinde yürüyen birçok çift gördüm. Muhtemelen hepsi Sevgililer Günü buluşmalarına çıkmıştı. Maaya olsa, “Buluşmaya çıkacaksanız Cumartesi yapın!“ gibi bir şey söylerdi ama sanırım bu her zaman geçerli bir kural değil. Etrafta o kadar çok çift var ki.

Eve vardığımda, üvey babam ve annem birlikte akşam yemeği yiyorlardı. Uzun zamandır böyle bir sahne görmemiştim.

“Çikolata için teşekkürler. Harikaydı,“ dedi üvey babam, beni içeri girerken fark edip.

Bu sözler, annemin iç çekmesine sebep oldu. Muhtemelen çikolatalı pastasının tamamını da yediği içindi. Belki de ona daha az kalorili bir şey vermeliydim.

Annemin benim için ısıttığı öğleden kalma beyaz güveci yerken, düşüncelerim yeniden Asamura-kun ve Yomiuri-san’a kaydı. Şu anda ne yapıyorlardı? Ve sonra fark ettim ki… ikisini birlikte düşünmek beni rahatsız ediyordu.

Ben hep bu kadar açgözlü ve bencil biri miydim?

Bu duygu, odama geçip ders çalışmaya başladığımda bile içimde bir yerde sıkışıp kaldı. Ve hiçbir şeye odaklanamıyordum.

Başımdaki düşünceleri atmak için başımı sağa sola salladım. Böyle devam edemem.

“Başka bir yerde çalışmalıyım,“ diye kendi kendime mırıldandım ve çalışma malzemelerimi alarak odamdan çıktım.

Oturma odasına geçtikten sonra yeniden başladım. Kulaklıklarımı taktım ve aklımdaki gereksiz düşünceleri uzaklaştırmaya çalışarak tamamen İngilizceye odaklandım. Önüme birkaç İngilizce metin koydum ve aynı anda onların ses kayıtlarını dinlemeye başladım.

Amacım, çeviriye bakmadan duyduğum kelimeleri anlamaya çalışmaktı. Yani doğrudan çeviri yaparak değil, duyduğum İngilizceyi kendi İngilizcemle anlamaya çalışıyordum. Sonuçta İngilizce konuşan insanlar, önce kafalarında çeviri yaparak konuşmazlar.

Ama… söylemesi kolay, yapması zor… Hayır, bu fazla Japonca oldu.

Bakayım… Easier said than done, değil mi?

Duyduğum İngilizceyi, yine İngilizceyle yeniden ifade etmeliyim… Ama bunu yaptığımı hiç hissetmiyorum.

İngilizce konuşmalar çok karmaşık…

“Sonuçta okul gezisi, giriş sınavları kadar büyük bir dönüm noktası değil. O yüzden bunu bir deneme süreci gibi düşünebilirsin.“

Üvey babamın söylediği bu sözleri zihnimde tekrar tekrar oynattım. Dil ve kelimeler, iletişim kurmak için var. Bir başkasının duygu ve düşüncelerini anlamak ve kendi duygularını ifade etmek için. Bu, sadece sınavlar için değil, gelecekte de önemli bir parçam olacak.

Sadece elimden geleni yapmak yetmez.

Ve nihayet, zihnim Japonca kelimelerden arınmaya başladı. İngilizceyle daha fazla düşünmeye başladım.

Fakat içimdeki karmaşa o kadar büyüktü ki oturma odasının kapısının açıldığını bile fark etmedim.

Başımı kaldırdım ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Bunun Japonca olması ise, ana dilin ne kadar öğrenilmiş olursa olsun ikinci bir dile her zaman baskın geleceğini gösteriyordu.

“Hoş geldin.“

Karşımda, omzunda spor çantası asılı duran Asamura-kun duruyordu. Muhtemelen işten yeni dönmüştü. Kulaklıklarımı çıkardım ve ayağa kalktım. Bunu yaparken telefonuma göz attım… Saat daha erken.

Demek vardiyası biter bitmez eve gelmiş.

“Akşam yemeği ister misin?“

Başıyla onayladı, ben de hazırlıklara başladım. Neyse ki üvey babam beyaz güveçten çok yemediği için Asamura-kun’a fazlasıyla yetecek kadar kalmıştı.

Odasına yöneldi ama aniden mutfağa geri döndü. Hiçbir şey söylemeden buzdolabını açtı ve çantasından bir şey çıkarıp içine koymaya çalıştı.

Tam o sırada gözüm ona takıldı ve farkında olmadan seslendim.

“O…“ Gözlerim elindekilere kilitlenmişti. Çikolataydı.

Muhtemelen Yomiuri-san’ın verdiği çikolataydı. Zaten ona vereceğini belli etmişti ama Asamura-kun fazla tepki vermedi. Beklediğim gibi aldığını söyleyip paketi gösterdi.

Ama… o paket bana fazlasıyla tanıdık geldi.

“Ah.“

Bu, küçücük bir parçası bile tatlı bir çörek kadar pahalı olan ünlü bir marka çikolataydı. Bir lise öğrencisi olarak, sadece zorunlu çikolata vermek için böyle bir şey alacak maddi durumum yoktu.

İstemeden “Bu, zorunlu çikolata değil mi?“ diye sordum. Hemen ardından kendimden utandım.

Asıl amacım sadece emin olmak değil, başka bir cevabı kabul edip edemeyeceğimi sorgulamaktı.

Bu kadar dar görüşlü olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ve son darbeyi vuran şey…

Yomiuri-san’ın sözleri zihnimde yankılandı.

 “Böylece abine çikolata verdiğim için kıskanmazsın.“

Tam olarak tahmin ettiği gibi olmuştu.

Daha fazla konuşmamaya karar verip yemeği hazırlamaya odaklandım.

Ana yemek olarak beyaz güveç vardı, yanında deniz yosunu ve dolaptan çıkardığım haşlanmış sebzeler. Saat geç olduğu için ağır bir şey vermek istemedim. Üvey babam annemin pastasını ve benim çikolatamı yediği için fazla yememişti, bu yüzden biraz tatlı da kalmıştı.

Ve… buzdolabındaki kırmızı kutu. Çikolata.

Tüm yemekleri masaya koyup Asamura-kun teşekkür ettiğinde, ağzımdan yine bir şey kaçtı.

“Bir saniye, bir şey daha var.“

Şaşkın bir şekilde bana baktı. Önüne kırmızı bir şişe koydum.

“Tatlı biraz şekerli olacak, o yüzden biraz baharatın dengeli olacağını düşündüm,“ dedim, berbat bir bahane uydurarak. “İstediğin gibi kullanabilirsin. Neyse, ben ders çalışmaya dönüyorum.“

Neredeyse kaçmaya çalışıyormuşum gibi bir ses tonuyla söyledim bunları ve çalışma malzemelerimi alarak odama döndüm.

Masanın başına oturup başımı ellerimin arasına aldım.

“Tanrım… Ne kadar zavallıyım.“

Önümde Yomiuri-san’ın verdiği küçük şekerleme duruyordu. Paketini açtım ve ağzıma attım.

“Mgh… Acı!“

Gerçekten… ben ne yapıyorum?

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvPEQ6Tr6_xkG72eInx4ZYjEPDRlrkkzmVIQ50mvFHB47l-DI9QfQdgOLbyyfGKLHEwd068ry8N6jKfuHNv2Td5BsELwHzrAVFQAqye_T7Wj1m7zhD6D0_GlV8T_0gSAAiuNQto8NuL9P9KlkCpk_6aMTCXZp5yaSacHmYuuKt8X3j2TkmfCEtyjeMFg/s2048/Chapter%202-2.jpeg

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


72   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   74