Keskin hatlı ve yapayalnız yükselen bu dağ, diğer zirveleri gölgede bırakıyor, sivri kenarlarıyla gece gökyüzünü kesiyordu. Parlak bir ay, yamaçlarını hayaletimsi, solgun bir ışığa boğuyordu.
Yamaçlardan birinde, eski bir yolun kalıntıları kayalara inatla tutunmuştu. Yer yer, yıpranmış taş döşemeler karın arasından görünüyordu. Yolun sağında, aşılmaz bir duvar gibi dik bir uçurum yükseliyordu. Sola doğru ise, dipsiz bir düşüşü işaret eden, sessiz, kapkara bir boşluk denizi uzanıyordu. Güçlü rüzgarlar dağa çarpıyor, çaresiz bir öfkeyle uluyordu.
Birdenbire, ay ufukta battı. Güneş batıdan doğdu, gökyüzünü hızla geçti ve doğuda kayboldu. Kar taneleri yerden fırlayıp bulutların arasına geri döndü. Sunny, zaman akışını tersten izlediğini fark etti.
Bir an içinde, yüzlerce yıl geriye sardı. Kar çekildi, eski yolu açığa çıkardı. Yerdeki insan kemiklerini fark eden Sunny’nin sırtından soğuk bir ürperti yayıldı. Bir an sonra, kemikler kayboldu ve yerlerine, zincir şakırtıları arasında dağdan geri geri inen bir köle kafilesi belirdi.
Zaman yavaşladı, yavaşladı, durdu ve sonra normal akışına geri döndü.
[Aday! Kâbus Büyüsü’ne hoş geldin. İlk Sınavın için hazırlan…]
’Bu... bu da neyin nesi şimdi?’
Adım. Adım. Bir adım daha.
Soğuktan tir tir titrerken, Sunny’nin kanayan ayaklarından künt bir ağrı yayılıyordu. Üzerindeki eski püskü tuniği, dondurucu rüzgara karşı neredeyse hiçbir işe yaramıyordu. Bilekleri ise en büyük acı kaynağıydı: Demir prangalar tarafından kötü şekilde yaralanmışlardı ve buz gibi metal, çatlamış derisine her dokunduğunda acı verici bir şekilde sızlıyordu.
’Bu nasıl bir durum ki böyle?!’
Sunny yukarı ve aşağı baktı, yol boyunca kıvrılarak uzanan uzun bir zincir gördü. Düzinelerce, gözleri boşluğa bakan insan – tıpkı onun gibi köleler – kısa aralıklarla bu zincire bağlanmıştı. Önünde, geniş omuzlu ve sırtı kanlar içinde bir adam, ağır adımlarla yürüyordu. Arkasında çabuk, umutsuz bakışlı, kurnaz görünümlü bir adam, bilmediği ama nedense yine de anladığı bir dilde sessizce söyleniyordu. Zaman zaman, antik tarz zırhlar içindeki silahlı atlılar yanlarından geçiyor, kölelere tehditkar bakışlar fırlatıyorlardı.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, işler gerçekten kötüydü.
Sunny paniklemişti ama daha çok şaşkındı. Doğrusu bu koşullar İlk Kâbuslar’ın olması gerektiği gibi durmuyordu. Genellikle, yeni seçilmiş adaylar, kendilerini hareket etme imkanı sunan bir senaryoda bulurlardı: ya ayrıcalıklı ya da savaşçı sınıfların üyesi olurlar, en azından herhangi bir çatışmayla mücadele etmeye çalışmak için gerekli silahlara erişim sağlarlardı.
Güçsüz bir köle, prangalanmış ve zaten yarı ölü olarak başlamak, ideal olmaktan akla gelebilecek en uzak durumdu.
Ancak, Büyü denge kadar zorlukla da ilgiliydi. Yaşlı polisin dediği gibi infaz değil sınavlar yaratıyordu. Bu yüzden Sunny, bu berbat başlangıcı dengelemek için güçlü bir şeyle ödüllendirileceğinden oldukça emindi. En azından güçlü bir Yönelim.
’Bakalım... nasıl yapılıyordu bu?’
Çocukken okuduğu popüler mangaları hatırlayarak, Sunny konsantre oldu ve “statü“, “kendim“ ve “bilgi“ gibi kelimeleri düşündü. Gerçekten de, odaklanır odaklanmaz, önünde havada parıldayan runik yazılar belirdi. Bir kez daha, bu antik alfabeyi bilmemesine rağmen, arkasındaki anlam bir şekilde açıktı. Hızla Yönelim’ini tanımlayan kelimeleri buldu... ve sonunda, sakinliğini kaybetti.
’Ne?! N’oluyor *mk?!’
İsim: Güneşsiz. Gerçek Ad: — Rütbe: Aday. Ruh Çekirdeği: Uyuyan. Hatıralar: — Yankılar: — Nitelikler: [Mukadder], [İlahi İşaret], [Gölgelerin Çocuğu]. Yönelim: [Tapınak Kölesi]. Yönelim Açıklaması: [Köle, söz etmeye değer hiçbir beceri veya yeteneği olmayan, işe yaramaz bir zavallıdır. Tapınak Kölesi de aynıdır, sadece çok daha nadir bulunur.]
Söz söyleyemez bir halde, Sunny runik yazılara baktı, belki de sadece hayal gördüğüne kendini ikna etmeye çalışıyordu. Kesinlikle bu kadar şanssız olamazdı... değil mi?
’İşe yaramaz Yönelim yokmuş! Hass*ktir oradan!’
Bu düşünce aklına gelir gelmez, adımlarının ritmini kaybetti ve sendeleyerek, ağırlığıyla zinciri aşağı çekti. Hemen arkasındaki kurnaz adam tiz bir sesle bağırdı: “Or... or*sbu çocuğu! Nereye bastığına dikkat et!“
Sunny, sadece kendisinin görebildiği runik yazıları aceleyle yok etti ve dengesini toplamaya çalıştı. Bir an sonra, tekrar sağlam adımlarla yürüyordu — ancak bunu yapmadan önce zinciri bir kez daha istemeden çekmişti.
“Seni küçük velet! Seni öldüreceğim!“
Sunny’nin önündeki geniş omuzlu adam başını çevirmeden kıkırdadı. “Niye zahmet ediyorsun ki? Zayıf olan zaten gün doğarken ölmüş olacak. Dağ onu alacak.“
Birkaç saniye sonra ekledi: “Seni de ve beni de alacak. Belki biraz daha geç oalcak. İmparatorluk’un bizi bu ayazda böyle zorlayarak ne yapmaya çalıştığını gerçekten bilmiyorum.“
Kurnaz adam nefesi kesilerek konuştu. “Kendin için konuş, aptal! Ben hayatta kalmayı planlıyorum!“
Sunny sessizce başını salladı ve tekrar düşmemeye çalıştı. ’Ne kadar da tatlı bir ikili.’
Birdenbire, arkadan bir yerden üçüncü bir ses sohbete katıldı. Bu ses nazik ve zeki geliyordu. “Bu dağ geçidi normalde yılın bu zamanında çok daha sıcaktır. Gerçekten şanssız olmalıyız. Ayrıca, size bu çocuğa zarar vermemenizi tavsiye ederim.“ “Nedenmiş o?“
Sunny başını hafifçe çevirdi, kulak kabartıyordu.
“Tenindeki işaretleri görmedin mi? O bizim gibi hırsızlık, suç veya talihsizlik yüzünden köleliğe düşmüş biri değil. O köle doğmuş. Daha doğrusu bir tapınak kölesi. Çokta uzak olmayan bir zaman önce, İmparatorluk Gölge Tanrısı’nın son tapınağını yok etti. Sanırım çocuk bu yüzden buraya düştü.“
Geniş omuzlu adam arkaya bir bakış attı. “Ne olmuş yani? Yarı unutulmuş, zayıf bir tanrıdan niye korkalım ki? Kendi tapınaklarını bile kurtaramamış.“
“İmparatorluk, kudretli Savaş Tanrısı tarafından korunuyor. Elbette birkaç tapınağı yakmaktan çekinmezler. Ama biz burada hiçbir şey veya hiç kimse tarafından korunmuyoruz. Gerçekten bir Tanrı’yı kızdırma riskini alıyor musun?“
Geniş omuzlu adam homurdandı, cevap vermek istemedi.
Konuşmaları, güzel, beyaz bir ata binen genç bir asker tarafından kesildi. Sade bir deri zırh giymiş, mızrak ve kısa kılıçla silahlanmış, ağırbaşlı ve asil görünüyordu. Sunny’nin sinirine dokunmuştu. Bu velet gerçekten de çok yakışıklıydı. Eğer bu bir dizi olsaydı, asker kesinlikle başrol olurdu. “Burada ne oluyor?“
Sesinde özel bir tehdit yoktu, hatta belli belirsiz bir endişe tınısı vardı.
Herkes duraksayınca, nazik sesli köle cevapladı: “Önemli bir şey değil, efendim. Hepimiz yorgun ve üşümüş durumdayız. Özellikle de oradaki genç arkadaşımız. Bu yolculuk, onun gibi genç biri için gerçekten çok zor.“
Asker Sunny’ye acımayla baktı.
’Neye bakıyorsun? Sen de benden çok büyük sayılmazsın zaten!’ diye düşündü Sunny.
Elbette, yüksek sesle hiçbir şey söylemedi.
Asker iç çekti ve kemerinden bir matara çıkarıp Sunny’ye uzattı. “Biraz daha dayan, evlat. Yakında gece için duracağız. Şimdilik, al biraz su iç.“
’Evlat mı? Evlat?!’
Yetersiz beslenmeden kaynaklanan zayıf bedeni ve kısa boyu nedeniyle Sunny sık sık kendinden daha genç sanılırdı. Genellikle bunu kendi avantajına kullanmaktan çekinmezdi ama şimdi kendisine evlat denilmesi gerçekten sinirini bozmuştu.
Yine de gerçekten çok susamıştı.
Tam matarayı almak üzereydi ki havada bir kırbaç şakladı ve aniden Sunny büyük bir acı hissetti. Sendeledi zinciri bir kez daha çekti ve arkasındaki kurnaz kölenin lanetler savurmasına neden oldu.
Başka bir asker, bu daha yaşlı ve öfkeliydi, atını birkaç adım geride durdurdu. Sunny’nin tuniğinin sırtını kesip kan akıtan kırbaç ona aitti. Büyük olan asker genç meslektaşını küçümseyen bir bakışla süzerken kölelere bakmadı bile. “Ne yaptığını sanıyorsun?“
Genç askerin yüzü karardı. “Sadece bu çocuğa biraz su veriyordum.“
“Suya kampa vardığımızda diğerleriyle birlikte kavuşacak!“
“Ama…“
“Kes sesini! Bu köleler senin arkadaşın değil. Anlaşıldı mı? Onlar insan bile sayılmaz. Onlara insan gibi davranırsan, olmayacak şeyler hayal etmeye başlarlar.“
Genç asker Sunny’ye baktı sonra başını eğdi ve matarayı kemerine geri taktı.
“Seni bir daha kölelerle ahbaplık ederken görmeyeyim çaylak. Yoksa bir dahaki sefere kırbacım senin sırtında olur!“
Niyetini göstermek istercesine yaşlı asker kırbacını havada şaklattı ve tehdit ve öfke saçarak yanlarından hızla geçti. Sunny, kinle onu izledi. ’Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama önce senin gebermene izleyeceğim.’
Sonra başını çevirdi ve hala başı eğik bir şekilde geride kalan genç askere doğru baktı.
’Ve sen de, ikinci olacaksın.’
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.