Operasyonun bir önceki gecesi, ileri karakolun loş hangarları metal ve ozon kokusuyla doluydu. Soğuk hava, demir duvarlar arasında sıkışmış, ekibin üzerine bir ağırlık gibi çöküyordu. Kaptan Thorne, yorgun ama kararlı yüzüyle ekibin önünde duruyordu. Arkasındaki metal sandığın kapağını gürültüyle açtı; içinde, koyu gri renkte, vücuda oturan altı üniforma düzenli bir şekilde katlanmış, sessizce bekliyordu.
“Dinleyin,” dedi Thorne, tok sesi hangarın soğuk duvarlarında yankılanarak. “Bunlar sıradan teçhizat değil. Her bir üniforma, Yaşam-Bağ sistemine entegre. Giydiğiniz anda kalp atışlarınızı, kan basıncınızı, vücut ısınızı ve en önemlisi Kızıl Veba aktivasyon seviyenizi anlık olarak merkeze iletecek.” Gözleri, ekibin her bir üyesinin üzerinde ağır ağır gezindi, sözlerinin ağırlığını hissettirerek. “Operasyonda birimiz düşerse, merkez bunu saniyeler içinde fark edecek. Ama sadece merkez değil.” Elini üniformanın göğsündeki küçük panele koydu, parmakları metalin soğuğunu hissetti. “Bu sistem, bizi birbirimize de bağlıyor. Merkeze giden veriler kadar detaylı olmasa da, birimizin hayati fonksiyonları durursa, diğerlerimizin üniforması bileğimize uyarıcı bir elektrik şoku gönderecek. Sahada kimseyi geride bırakmayız. Anlaşıldı mı?”
Ekip, tek bir ağızdan gürledi: “Anlaşıldı, Komutan!” Ancak Leo, bu sesleri duymuyordu. Zihni, hangarın boğucu gerçekliğinden kopmuş, kendi karanlık boşluğunda sürükleniyordu. Tek bir kelime, bir çekiç gibi beynine inip duruyordu: Patriot. Kraliçenin uyarısı, kulaklarında uğuldayan bir fırtına gibi yankılanıyordu: Onun anısına girersen, ölürsün. Nasıl engel olacaktı? Mühür, zihninin en derinlerinde sarsılmaz bir kale gibi duruyordu, ama içindeki o şey – o kontrol edilemeyen, öfkeli güç – durmaksızın duvarları yumrukluyor, temelleri sarsıyordu. Aklı, bunun imkânsız olduğunu fısıldasa da, kalbi korkuyla soruyordu: Ya sarsılmaz olan sarsılırsa? Ya o çelik kapılar, bu öfke karşısında pes ederse? Bedeni titriyordu, soğuk terler ensesinden süzülüyordu. O bir asker değildi. Dördüncü seviye hiç değildi. O, bu cehennemin ortasına fırlatılmış, güçsüz bir çocuktu.
Kaptan Thorne, Leo’nun bembeyaz yüzünü fark etti ve ağır adımlarla yanına yaklaştı. “Leo,” dedi, sesi sert ama içinde bir iz endişe taşıyarak. Elinde bir üniforma tutuyordu. “Al bunu. Giy.”
Leo, titreyen elleriyle üniformayı aldı. Kumaş, soğuk ve yabancıydı, sanki onu bir kurban gibi sarmak için tasarlanmıştı. Emre itaat etti, üniformayı giydi. Vücuduna tam oturan kumaş, zayıflığını daha da belirginleştiriyordu. Operasyon sabah başlayacaktı. Gece, sırayla tutulan nöbetlerle geçecekti, ama Leo için o gece, sonsuz bir karanlık gibi uzanıyordu.
Aynı anda, Hükümet Merkez Komuta Üssü’nün Savaş Odası’nda, devasa holografik ekran odanın merkezindeki yuvarlak masayı aydınlatıyordu. Ekranda, Patriot operasyon ekibinin Yaşam-Bağ sisteminden gelen altı veri akışı yan yana sıralanmıştı. Teknisyen Arden, gözlerini ekranlara dikmiş, verilerin stabil akışını kontrol ediyordu. Beş askerin verileri, beklendiği gibiydi: düşük seviyeli, stabil Kızıl Veba aktivitesi – dondurma ameliyatı geçirmiş her enfekte için standart bir tablo.
Ama altıncı veri akışı, Arden’ın nefesini kesti. “Bu… imkânsız,” diye mırıldandı, ekrana doğru eğildi. Altıncı akış, tamamen temizdi. Sıfır Veba aktivitesi. Sıfır anomali. Mükemmel bir insan sağlığı tablosu. “Yüzbaşım!” diye bağırdı, sesi odada yankılandı. “Buraya bakmanız lazım!”
Veri Analiz Subayı Yüzbaşı Anya, sakin adımlarla yaklaştı. Ekrana baktığında, onun da yüzü gölgelendi. “Tüm sensörleri yeniden başlat, Arden. Bu bir sistem hatası olmalı.”
Yeniden başlatma, çapraz kontroller, sistem teşhisleri… Hiçbir şey değişmedi. Altıncı veri akışı, inatla aynı sonucu veriyordu: Bu kişi hasta değildi. Anya’nın sesi gerginleşti. “Kim bu asker? Kan grubu ve dosya numarasıyla karşılaştır.”
Birkaç klavye tıkırtısından sonra, ekranda bir isim ve bir yüz belirdi: Leo.
Bu bilgi, bir yangın gibi komuta merkezinde yayıldı ve dakikalar içinde Albay Ferid’in masasına ulaştı. Ferid, haberi aldığında, sandalyesinde donakaldı. Nasıl olabilir? Yeteneğini sakladığını düşündüğü çocuk, şimdi hastalığını mı saklıyordu? Yoksa… hiç hasta değil miydi? Zihninde bir fırtına kopuyordu, ama vakit kaybetmeden Savaş Odası’na indi.
Odaya adım attığında, gerilim neredeyse elle tutulur bir hal almıştı. Başhekim Dr. Aris Thorne, Genetik Uzmanı Dr. Lena Petrova, Strateji Subayı Binbaşı Vural ve üssün en kıdemli komutanlarından Tümgeneral Eisenhower, holografik masanın etrafında toplanmış, hararetli bir tartışmanın içindeydi.
“Bu veriler saçmalık!” diye gürledi Tümgeneral Eisenhower, yumruğunu masaya indirerek. “O çocuk dördüncü seviye! Bizzat hastane raporlarını gördüm! Bu yeni icatlarınız bozuk olmalı!”
Dr. Petrova, genç ve analitik bir kadın, sakinliğini koruyarak yanıt verdi. “Generalim, sistemde hata yok. Veri akışı kusursuz. Üç farklı sistemde çapraz kontroller yaptık. Biyolojik olarak, şu anda sahada olan Leo adlı askerin vücudunda Kızıl Veba’ya dair tek bir iz bile bulunmuyor.”
Başhekim Dr. Aris, yaşlı ve tecrübeli bir doktor, ellerini masaya dayadı, sesi ağır ama kararlıydı. “O zaman ikinci bir ihtimal var: İlk testler hatalıydı. Leo, en başından beri hasta değildi. Laboratuvarda bir karışıklık olmuş olabilir.”
“Mümkün değil!” diye itiraz etti Binbaşı Vural, keskin bakışlı bir stratejist. “Komutan Eryon’un durumunu unutuyor musunuz? Sıradan, hastalıksız bir insan, tecrübeli bir komutanı o hale getiremez. O çocukta insanüstü bir güç var, bunu kendi gözlerimizle gördük. Bu, ancak yüksek seviyeli bir enfekteyle mümkün. En mantıklı sonuç, üniformanın hasarlı olduğu ve yanlış veri gönderdiğidir.”
Dr. Petrova, başını salladı. “Binbaşım, üniforma hasarlı olsa, veri akışında kesintiler ya da bozulmalar olurdu. Bu ise temiz, kesintisiz bir ‘sağlıklı’ verisi.”
Tartışma alevlenmişti. Herkes bir ağızdan konuşuyor, sesler birbirine karışıyordu. Operasyonun derhal iptal edilmesi gerektiğini savunanlar, bunun yalnızca bir teçhizat hatası olduğunu ve devam edilmesi gerektiğini düşünenler… Ama kimse, tek bir kişi bile, masaya dördüncü bir ihtimali koymuyordu: Leo iyileşmiş olabilir miydi?
Tümgeneral Eisenhower, sonunda sabrını kaybetti ve masaya sertçe vurarak gürledi: “Yeter! Bu kargaşada hiçbir yere varamayız!” Odadaki herkes sustu, bakışlar ona çevrildi. “Bu durum hakkında önerisi olan varsa, el kaldırsın. Mantıklı fikirler duymak istiyorum, boş laflar değil!”
Yedi kişi el kaldırdı: Başhekim Dr. Aris Thorne, Genetik Uzmanı Dr. Lena Petrova, Strateji Subayı Binbaşı Vural, Veri Analiz Subayı Yüzbaşı Anya, iki kıdemli teknisyen ve Albay Ferid.
İlk sözü Dr. Aris aldı. “Operasyonu derhal iptal etmeliyiz,” dedi, sesi ağır ama kararlı. “Bu veri, ya bir hata ya da bilinmeyen bir durum. Leo’nun durumu netleşmeden sahaya gönderilmesi, ekibi riske atar.”
Dr. Petrova, sakince itiraz etti. “İptal etmek, Patriot’un rehineleri kurtarma şansını tehlikeye atar. Veriler temiz, bu yüzden Leo’nun sağlıklı olduğunu kabul edip operasyona devam etmeliyiz. Belki de laboratuvarın ilk testleri hatalıydı.”
Binbaşı Vural, keskin bir sesle araya girdi. “Sağlıklı mı? Komutan Eryon’un göğsüne kılıcı saplayan bir çocuk, sıradan olamaz. Üniformanın sensörleri arızalı. Operasyona devam etmeden önce tüm ekipmanı değiştirmeliyiz.”
Yüzbaşı Anya, daha temkinli bir öneri sundu. “Sensörlerin doğruluğunu test etmek için Leo’yu üsten çekip laboratuvarda tam bir tarama yapmalıyız. Operasyon bir gün ertelenebilir.”
Birinci teknisyen, telaşla konuştu. “Sistemlerimizde hata yok, ama üniformaların kalibrasyonu yanlış yapılmış olabilir. Tüm ekibin üniformalarını yeniden kalibre edelim.”
İkinci teknisyen, daha radikal bir fikir attı ortaya. “Belki de Leo’nun verileri kasıtlı olarak manipüle ediliyor. Dışarıdan bir siber saldırı olabilir. Tüm veri akışını kesip manuel kontrolle devam etmeliyiz.”
Son olarak Albay Ferid, sakin ama otoriter bir şekilde öne çıktı. “Binbaşı Vural’ın Eryon olayında söyledikleri doğrudur,” dedi, sesi odadaki gerginliği keskin bir bıçak gibi böldü. “Çocuğun sıradan olmadığı açık. Dr. Aris’in de belirttiği gibi, bu prototip ekipman hatalı olabilir. Emin olmalıyız.” Parmaklarını holografik haritaya bastırdı, gözleri masanın etrafındaki herkesi taradı. “Kaptan Thorne’a emir gönderin. Ekipteki bir başka asker, mesela Dev Brakk, kendi üniformasını çıkarıp Leo’ya giydirecek. Leo’nun üniformasını ise kendisi giyecek. Eğer Brakk’ın verileri ‘sağlıklı’ olarak gelmeye başlarsa, sorun üniformadadır. Eğer Leo’nun verileri yeni üniformada da ‘sağlıklı’ gelirse… İşte o zaman elimizde daha büyük bir sorun var.”
Ferid’in önerisi, odadaki gerilimi bir nebze dindirdi. Diğer öneriler mantıklı olsa da, Ferid’in planı hem pratik hem de durumu netleştirecek bir test sunuyordu. Tümgeneral Eisenhower, homurdanarak başını salladı. “Kabul,” dedi. “Albay Ferid’in planıyla ilerliyoruz. Operasyon, bu test tamamlanana kadar beklemeye alınacak.”
Herkes odadan dağılırken, Ferid, holografik ekranda parlayan Leo’nun ‘temiz’ verilerine bakakaldı. Zihninin en karanlık köşesinde bir düşünce parladı: Ya iyileştiyse? daha sonra Etrafındaki generallere, doktorlara, her şeyi bildiğini sananlara baktı ve içinden Şu sözler geçti: Zavallılar… Bir makinenin bozulmasını, bir askerin hata yapmasını anlarlar, ama bir mucizeyi asla. Çünkü mucizeler, onların hesaplarına sığmaz. Bu yıkıntılar onların evi oldu ve bu evde umuda yer yok.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.