Özellikle de benimle birlikte öne çıkan Lee Hyunsung ve Jung Heewon’un etkisi büyüktü.
Savaş düzeni de doğal olarak üçümüz önde, diğer üçümüz arkada şeklinde oluştu. Savaşın başlamasının üzerinden henüz bir dakika bile geçmemişti ki, birkaç yer sıçanı boyunları delinmiş bir şekilde yere yığıldı. Lee Hyunsung bir yer sıçanını daha alt ettikten sonra alnındaki teri silip, “...Sanırım yaşayabilirim.” dedi.
Genel statlarını yükselttiklerinde insan ırkı o kadar da güçsüz değildi. Yine de Lee Hyunsung’un zihinsel direnci çok özeldi.
Normal bir insan canavarlarla karşılaştığında bu kadar soğuk kanlı olamaz.
Gelecekte Çelik Kılıç ismini almasının bir nedeni vardı. Fakat daha inanılmaz olan kişi Jung Heewon’du. “Model düşündüğümden daha basit sanki?” dedi.
Belki de kendo yeteneğindendir; ama kılıcını her uzattığında hedefteki yer sıçanının bacaklarından veya kuyruğundan bir yer kesiliyordu.
Bu yüzden dayanıklılığı azalsa da darbelerinin gücü düşündüğümden daha iyiydi. Kılıcı havada korkunç bir şekilde hareket ediyordu.
“Lanet olsun, birini kaybettim!”
Konuştuğu gibi sesi titredi. Tek zayıflığı dayanıklılığının düşük olması ve dolayısıyla da yetersiz kalmasıydı.
Parti üyelerinin arasında dolaşan yer sıçanları orta derecede zekiydi.
Dizilişi bozmayı başardıktan sonra avcı içgüdülerini kullanarak en zayıf düşmana doğru yöneldiler.
“Bana bırakın!”
Fakat yer sıçanları yanlış rakibi seçmişlerdi. Lee Gilyoung’un elinden fırlayan körelmiş bir alet, bir yer sıçanının kafasına çarptı. Vuruş daha çocuk olduğundan biraz zayıf olsa da yeterliydi. Diğerleri halletmesine yardım edebilirlerdi.
Yoo Sangah’ın mızrağı yer faresinin vücudunu deldi. Yer sıçanı birkaç kez kıvrandı. Yoo Sangah kafası karışsa da elini mızraktan çekmedi.
Yer faresi tüm enerjisini kaybetti ve yere yığıldı. Açıkçası Yoo Sangah’ın uyum sağlamasının zor olacağını düşünsem de gerçekten şaşırdım. Genellikle burada duran Han Myungoh gibi panik yapmak normaldi.
“U-Uhhhh...” Herkes uğraşırken biri arkada saklanıyordu. Aslında doğru düzgün saklanmayı bile beceremiyordu, kaval kemiğine yakın yeri kanıyordu.
Son yer faresini de dikenle deldiğimde etraf sessizleşti. Dikendeki kanı silktim ve diğerlerine baktım.
Han Myungoh hariç herkeste ufak tefek sıyrıklar olsa da önemli bir yaralanma olmadı. Harika bir ilk zaferdi.
Lee Hyunsung alnındaki teri silip mızrağını yere saplarken Yoo Sangah ve Lee Gilyoung rahatlayıp oturdular. Jung Heewon, civardaki yer sıçanlarının sayısını sayarken iç çekti.
“Dokja-ssi, sen kaçını hallettin?”
“Dördünü.”
“Tsk, ben iki tane öldürdüm.”
“Ben üç.”
Lee Hyunsung’un gururlu sözlerini duyduğumda bir şekilde gururum incindi. Statlarıma rağmen sadece bir fark vardı. Yeteneğimi kullandım ve Lee Hyunsung’un nitelik penceresine baktım.
[Karakter Bilgisi]
Ad: Lee Hyunsung
Yaş: 28
Sponsor: Çeliğin Efendisi
Özel Nitelikler: Adaletsizliğe Göz Yuman Asker (Sıradan)
Özel Yetenekler: Kasatura Becerisi Sv.2, Kamuflaj Sv.1, Sabır Sv.1, Adalet Duygusu Sv.1, Silah Eğitimi Sv.2.
Stigma: Muazzam Dağ İtişi Sv.1
Genel Statlar: Dayanıklılık Sv.12, Güç Sv.9, Çeviklik Sv.9, Büyü Gücü Sv.6.
Genel Değerlendirme: Nitelik evrimi giderek yaklaşıyor. Bu kişinin sana olan güveni oldukça yüksek, arkasındaki sponsoru ise sana karşı temkinli.
*‘Başlangıç Paketi’ kullanımda.
Hah, başlangıç paketi. Demek bu yüzden güçlüydü. Çeliğin Efendisi, Lee Hyunsung’dan oldukça hoşlanıyor gibi görünüyordu.
Başlangıç Paketi, bir enkarnasyonun ortalama genel statları seviye 10’un altındaysa kullanılabilen bir jeton paketiydi. Genel statları bir seviye arttırıp, başlangıçta yararlı olan, Silah Eğitimi yeteneğini öğrenmeyi sağlayan bir paketti.
“Dokja-ssi, rengin atmış gibi...”
“Ah, Yok. Sadece bir anlığına düşünüyordum.” Şimdi biraz kıskandım...
Aslında alacak kadar jetonum var ama almadım. Ortalama statlarım 10. seviyeyi aştığından almak sadece bana zarar verir. Lanet, Dokkaebi Çantasını biraz erken açtım.
“Ummm... Bi’ de, biz bunları nasıl pişireceğiz? Böyle yiyemeyiz.”
“Şimdi yiyemeyiz ama bir yolu olacak.”
Fazla sakin bir cevap vermiş olacağım ki, parti üyeleri arasında bir sessizlik oluştu. Ağzını açan ilk kişi Lee Hyunsung’du.
“Affedersin, bir şey sormak istiyorum.”
“Evet?”
“Dokja-ssi, acaba... bulunduğumuz durum hakkında bir şey mi biliyorsun?”
Whoops, bir hata yaptım.
“Şey...”
Birden okuduğum romandaki regresörleri hatırladım, hemen ardından Yoo Joonghyuk’un sözleri aklıma geldi.
Böyle bir şeydi bu. Bir regresörün hissi. Genelde bu tür şeyler bir regresörün başına gelirdi. Aklıma bazı cevaplar geldi. Utanmadan sadece bir önsezi olduğunu söyleyebilirdim ya da Yoo Joonghyuk gibi yalan da atabilirdim.
[Takımyıldızı ‘Gizemli Entrikacı’ cevabını dört gözle bekliyor.]
[Birkaç takımyıldızı cevabını merakla bekliyor.]
Ama bir okuyucunun bakış açısından en iyi cevap...
“A-Aaaaack!”
Hiçbir şey söylememe gerek kalmayacak bir durum yaratmaktı.
“Bir tane kalmış.” Jung Heewon’un bağırmasıyla Lee Hyunsung koştu.
Fakat gizlenen yer sıçanının hareketleri herkesten daha hızlıydı. Diğer yaratıklardan da daha büyüktü.
“K-Kurtarın beni...!”
Han Myungoh’u bir bacağından tutarak tünele doğru sürükledi. En yakında olan Yoo Sangah mızrağını savurdu ama durum daha da kötüleşti çünkü Han Myungoh ona tutunmuştu.
“Tut şunu!” Lee Hyunsung mızrağını uzatsa da mızrak sadece yere değdi. Yer sıçanı ve iki kişi çoktan yerin altında kaybolmuştu.
[Takımyıldızı ‘Altın Başlığın Esiri’, bu sinir bozucu kişiye sinirleniyor.]
Jung Heewon sinirle haykırdı, “Ah... şu amca yüzünden kanser olacağımı biliyordum”
“...Özür dilerim. Çok geç kaldım.” Lee Hyunsung üzgün bir sesle konuştu. Sorun olmadığını göstermek için hafifçe omzuma vurdum.
“Kimse bir şey yapamazdı.”
“Peşlerinden kovalamalı mıyız?“
Kayboldukları deliğe baktım.
Sırandan bir delik olmadığı etrafına enerji yaymasından belliydi. Karanlık, kasvetli bir his veriyordu. Arkaya çekilip telefonumu açtım. Şarjı sadece %5 kalmıştı. Şafak vakti dışlanmış gruptan biriyle bir şarj aleti karşılığında yemek takas etmiştim.
[Özel niteliğinin etkisi nedeniyle okuma hızın arttı.]
Kısa bir süre sonra istediğim bölümü bulabildim.
「... ‘Karanlığın Sınırı’, yer sıçanlarının yaşam alanı ve ‘Karanlık Kök’ten yayılan bir tür alt uzay. Oksijen yerine kara eter soluyan yer sıçanları ‘Karanlığın Sınırı’na yakın olmadıkları sürece doğal olarak büyüyemezler...」
Kabaca bildiğim bir gerçek olsa da tekrar gözden geçirmek faydalıydı. Doğru, burası Karanlığın Sınırının girişiydi. Okuduktan donra telefonu cebime koydum.
“Dokja-ssi?” Lee Hyunsung hayal kırıklığıyla bana bakıyordu. Başımı salladım.
“Gireceğiz.”
“Ah, o zaman...”
“Yine de çok fazla insanla girmek tehlikeli. Lee Hyunsung-ssi ve Jung Heewon-ssi burada, sınırda bekleyecekler. Bir şey olursa sinyal vereceğim.” Şaşıran Jung Heewon sordu,
“Herhalde... sadece Gilyoung ile girmeyi düşünmüyorsun herhalde?”
“Gilyoung’un yeteneği peşlerinden gitmemize yardımcı olacak.”
Şiddetle karşı çıkmaya çalışacağı anda elimi kaldırdım ve Lee Hyunsung’u çağırdım. “Lee Hyunsung-ssi. Jung Heewon-ssi’nin durumu iyi olmadığından ona iyi bak.”
“Bekle bir saniye. Ben iyiyim!”
“Jung Heewon özgüvenli olman güzel ama umursamaz olma.”
“...”
Jung Heewon’un nefesi düzensizdi. Zehirli sis yuzünden tam olarak iyileşmemişti. İkisini arkada bırakıp Lee Gilyoung’la deliğe girdim. Belli ki dik bir yamaçta aşağı doğru kazılmış bir delikti.
Ancak zemine adım atar atmaz yerçekimi sanki zemine dikmiş gibi ayakta durabiliyorduk.
Bunun nedeni Karanlığın Sınırı tarafından yayılan büyü gücüydü.
“Bu yol.”
Karanlık o kadar yoğundu ki hiçbir şey göremiyordum, bu yüzden sadece Lee Gilyoung’la ilerleyebilirdim.
Kara eterin ışığı absorbe etme özelliği olduğundan el feneri olsa da açmak anlamsızdı. Lee Gilyoung’un Kapsamlı İletişim yeteneği olmasaydı jeton kullanmak zorunda kalabilirdim.
“Affedersin hyung.” Lee Gilyoung bana seslendi.
“Bilerek mi yaptın?”
“...Ne?”
“Noona ve ahjussi canavar tarafından yakalandığında, gitmelerine izin verdin.”
Bir an tereddüt ettim. Karanlıkta Lee Gilyoung ‘un parmak uçları tuhaftı. Nasıl bildiğini soramadan Lee Gilyoung konuştu, “O an, yüzüne bakıyordum.” Böyle küçük anlarda bile beni izliyordu. Çok korkutucu bir çocuk. Bu kadar hızlı kavrayan birinden saklamanın manası yoktu.
“Evet, haklısın.”
Cevap korkunçtu ve kafamda bir mesaj bombardımanı koptu. Aslında bu takımyıldızları için bir gösteriydi.
[Takımyıldızı ‘Gizemli Entrikacı’ parlayan gözleriyle sana baskı yapıyor.]
“Neden yaptın?”
“Yer sıçanlarının alışkanlıkları yüzünden.” Dürüstçe cevap vermeye karar verdim. “Yer sıçanlarının avlarıyla hazinelerini aynı yerde tutma alışkanlığı var. Nadir görünen birçok şeyi toplarlar. Mesela bir eşya. Fakat yollar o kadar karmaşık ki, doğrudan takip etmediğim sürece bulamazdım.”
Lee Gilyoung bir süre sessiz kaldı. Konuşmaya devam ettim, “Han Myungoh’u almasını bekliyordum. Onun Yoo Sangah’a tutunacağını düşünmemiştim.”
“O zaman amacın noona’yı veya ahjussi’yi kurtarmak değil, eşyaları almak?”
“Evet. Hayal kırıklığına mı uğradın?”
“Hayır.” Lee Gilyoung’un küçük eli parmağımı sıkıca kavradı. “Hyung, yalan söylememelisin.”
“...”
“Hyung öyle biri olsaydın, metroda beni kurtarmazdın. Sana inanıyorum.”
Lee Gilyoung çocuk gibi davranmasa da hâlâ çocuktu.
Lee Gilyoung bilmiyordu: Olgun olmakla yetişkin olmak tamamen farklı şeylerdi.
[Bazı takımyıldızları gözyaşlarına boğuldu.]
[200 jeton sponsor olundu.]
Bu dünyada böyle bir olgunluktan yaralanacak zalim yetişkinler vardı. Delik düşündüğümden daha uzun olduğundan aşağıya doğru uzun bir süre ilerlemek zorunda kaldık.
“Hyung.“
“Efendim.”
“Hyung, sen bir tanrı mısın?”
“...Ne?”
“Ya da ana karakter?”
Çocuklar bazen keskin sorular sorarlardı. Bunun nedeni hikâye ile gerçekliğin net bir şekilde ayrılmadığı bir dünyada yaşamalarıydı. Lee Gilyoung bu sorunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu.
“Bir ana karakter değilim. Aksine ana karakteri hep kıskanmışımdır.”
“Ama yine de bu dünya hakkında bir şeyler biliyorsun?”
Cevap vermeden önce bir süre düşündüm.
“Aynen öyle.”
“O zaman sana bir şey soracağım.”
“Yapabilirsem cevaplarım.”
“Tüm senaryoları tamamladığımızda... bir dilek tutabilecek miyiz?”
“Dilek?” biraz kafam karıştı.
“Genelde böyle hikâyelerin sonunda bir ödül olur. Bu hikâyenin sonunda da öyle bir şey var mı?”
Karanlıkta Lee Gilyoung’un nefesi titriyordu. Lee Gilyoung’un, annesini kaybettikten sonraki ifadesi aklıma geldi. Bu dünyaya uyum sağlayanlar, bunun acısını farklı şekillerde tattılar. Bazıları deliydi, bazıları fanatik, bazıları da mantıksız bir iyimserliğe tutunmuştu.
“Evet, var.”
Bu yerin karanlık olmasına minnettardım. Lee Gilyoung şu an yüzümü göremezdi.
“Neredeyse geldik hyung.”
Etrafı saran kara eterin hızla çekilmesi Karanlık Kökün yakında olduğunun kanıtıydı. Gerildim ve dikeni sımsıkı tuttum.
[Birkaç takımyıldızı nefeslerini tutuyor.]
Toprağın altında bir yerlerdeki yer sıçanlarının sesini duydum. Ses yaklaştıkça mekân algısı hızla genişledi. Karanlıkta sanki biri ateş yakmış gibi bir ışık vardı.
Ardından ışığın ötesinde yırtık pırtık bir kutu gördüm. Doğru yere geldiğime emin olduğum anda kulaklarımda mesajlar çınlamaya başladı.
[Yan senaryo güncellendi.]
[‘Yer Altı Sıçanının Hazine Odası’na giriş yaptın.]
*Lee Hyunsung’un bazı yetenek seviyeleri, Dokja’nın ilk kontrol ettiğinden daha düşük. İngilizce çevirmen, kendi çevirisinde bir hata olmadığını belirttiğinden, muhtemelen bu yazarın hatası.
Çeviri: Sansanson Son Kontrol: Hono
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.