> “Bir yıl. Hadi bakalım… Bu yılda kaç elementimi Konsepte taşıyabileceğim?”
Diyerek evime doğru ışınlandım.
—————————————————————
...
Yarım yıl süren yoğun antrenmandan sonra evime dönmek bana gerçekten iyi geldi. Zaman akıyordu ama benim için antrenman sırasında sanki donmuş gibiydi; sadece güç, teknik ve sınırlarım vardı. Şimdi ise… evin kokusu bile kalbimde bir şeyleri uyandırıyordu.
Ailem ve kızlar… onları gerçekten özledim. Acaba onlar da beni özlemiş midir? Yoksa antrenmandan dönünce beni yine o klasik patırtıyla mı karşılayacaklar?
Evin girişine doğru ilerlerken içimde hem bir huzur hem de hafif bir heyecan vardı. Yarım yıl boyunca güçlenmiştim ama… duygularım hâlâ aynıydı.
Kapıya doğru yaklaştığım anda birden içeriden tanıdık sesler yükseldi.
Syr:
> “Nimara! Onu ilk ben sarılıcam, çekil şuradan!”
Nimara:
> “Elaria, bir dur! Daha kapıyı bile çalmadı!”
Elaria:
> “Ben aurasını aktif olarak takip ediyorum, iki saniye içinde burada olacak!”
Celeste:
> “...Hadi ama ciddi olamazsınız, belki Kael fazla mükemmel biri olabilir ama bu tepki… aşırı değil mi?”
Celeste bu soruyu sorduktan sonra Syr, Nimara ve Elaria, Celeste’ye sanki kafasında sorunları olan biriymiş gibi baktılar.
Celeste:
> “(ノ `□’)ノ”
...
Gülümsememi tutamadım. Demek ki… özlemişler.
Aslında Syr ve Elaria’nın böyle tepki vereceğini biliyordum ama… Nimara’nın da diğer ikisi gibi tepki vermesini hiç beklemezdim.
Elimi kapı koluna uzattım. O an kalbim hem yumuşadı hem de bir adım daha güçlü hissettim. Bu eve dönmek, gücümün gerçek sebebini hatırlatıyordu.
Kapıyı açtım.
> “Ben geldim.”
Ve o an… ev adeta patladı.
Kapıyı açar açmaz, üç farklı enerji bir anda üzerime çöktü; Syr’ın hareketli, Nimara’nın kontrollü, Elaria’nın keskin aurası bir araya gelince evin ortasında adeta bir enerji patlaması oluştu.
Syr, hiç vakit kaybetmeden koşarak bana sarıldı.
> “Kael! Oldukça uzun bir zaman oldu, seni gerçekten çoook özledim!”
Onun güçlü sarılması bende hem rahatlatıcı hem de heyecan verici bir etki bıraktı.
Nimara, biraz daha sakin ama gözleri parıldayarak geldi:
> “Senin yokluğun… evde bir eksiklik gibiydi. Ama geri geldin işte. Ve… gerçekten güçlenmişsin.”
Elaria, hafifçe kaşlarını çatarak gülümsedi:
> “Bütün antrenmanlarını izledim. Her adımında güç ve disiplin vardı. Ama… umarım hâlâ bizden çok uzaklaşmamışsındır.”
> “Elaria, benim antrenman yerimi bulmayı nasıl becerdin? Antrenman yaptığım yer şu an buradan tam olarak 1 milyar kilometre uzakta.”
> “Hehe, İhtiyar Henry’den senin aura izini bulup beni sana götürmesini istedim… ama geldiğimizi fark etmedin mi? Sonuçta burası senin boyutun.”
> “...Fark etmemem normal. Kendimi antrenmana gömmüştüm ve… size gerçekten güveniyorum. Yani sizin aura izinizi bilinçsiz bir şekilde fark edemem. Ama Henry beni nasıl bulmayı becerdi? Sonuçta ‘Aura Gizleme’ becerisini hepiniz biliyorsunuz.”
Sorumu duyduktan sonra Elaria devam etti:
> “Bu Henry’nin bir becerisi sayesinde oldu. Tek seferde en fazla üç kişi olmak üzere, daha önce aurasını ‘kayıt ettiği’ kişileri ne kadar uzakta veya nerede olursa olsun hissedebiliyor. Gerçi becerisi Efsanevi kademe olduğu için en fazla başlangıç aşaması Efsanevi kademelere kadar işe yarıyor… ve sen ise sadece Gümüş Kademesin.”
Elaria’nın dediklerinden sonra düşüncelere daldım. Gerçekten de beni hissetmek yerine, becerileriyle bulmalarını engelleyecek bir beceri yaratmamıştım… neyse, bununla ilgili beceriyi daha sonra yaratırım.
Konuşmamızın bittiğini anladıktan sonra Syr ve Nimara, Elaria’nın daha önce beni Henry ile bulmayı başardığını ama kendilerine haber vermediğini öğrenince tartışmaya başladı.
Celeste ise kollarını çaprazladı, hafifçe öne eğildi ve dudaklarını büzdü:
> “Seninle ilgili hislerim karmaşık. Güçlenmiş olman… bir yandan etkileyici, bir yandan da… biraz korkutucu.”
Ben ise sadece gülümsedim. Bu dört farklı tepki, dört farklı kişilik ve dört farklı duygu karışımı… hepsi bir araya gelince sanki evimi tekrar ev yapan şey buydu.
> “Siz… gerçekten beni özlemişsiniz, değil mi?”
Elaria ile tartışan Syr, gözlerini kocaman açtı ve aniden bağırdı:
> “Özlemişiz mi?! Tabii ki özlemişiz! Ama bunu böyle mi söyleyeceksin? Hadi, hadi… bizi böyle beklettin!”
Nimara, hafifçe gülerek başını salladı:
> “Böyle söylemene gerek yoktu. Biz zaten hissediyorduk. Senin gelmeni bekledik.”
Elaria, hafifçe arkamdan omzumdan tutup yüzüme baktı:
> “Senin yokluğun bize zamanın değerini öğretti. Ama… geri geldiğine göre işler daha eğlenceli olacak.”
Celeste, hâlâ hafif temkinli ama gözlerinde sıcak bir ifade belirdi:
> “Sana söyleyecek çok şeyim var… ama önce bu geri dönüşün kutlanmalı. Senin yokluğunda her şey biraz donuk geçti… ve doğum günün yarın.”
Ben derin bir nefes aldım. Bu cümleler, yarım yılın yorgunluğunu ve sıkıntısını bir anda silip götürdü.
> “Siz… her zaman burada oldunuz, değil mi? Ben gidince, sizin için bir şeyler değişti mi?”
Syr, gözlerini kısıp hafifçe dudaklarını ısırdı:
> “Tabii ki değişti. Ama biz hep buradaydık. Yani belki ben her zaman burada değildim ama… neyse! Her adımını hissettik. Ve şimdi… geri geldin.”
Nimara, Elaria ve Celeste bir anda hafifçe birbirlerine baktılar ve gülümsemeye başladılar.
> “Öyleyse… bu yıl sadece elementlerimi Konsepte taşımakla kalmayacağım,” dedim, gülümseyerek. “Aynı zamanda sizi de daha çok anlayacak ve birlikte güçleneceğiz.”
Syr, hemen yanakları kızarıp bağırdı:
> “Bak Kael, lafı uzatma… şimdi sarıl!”
Nimara, Elaria ve Celeste ise hafifçe gülerek birbirlerine baktılar ve evin ortasında o an sessiz bir anlaşma gibi bir uyum oluştu.
Ama düşüncelere daldım… Konsepte gerçekten tek başıma mı ulaşmak zorundaydım? Syr, Nimara, Elaria ve Celeste ile deneyemez miydim?
Bu düşünceden sonra şunları ekledim:
> “Hmm… aslında biraz düşündükten sonra diyorum ki, neden hep birlikte Konsepte geçmeye çalışmıyoruz? Henry de bize Konseptin ne olduğunu ve nasıl hissedebileceğimizi anlatabilir.”
Bir anda dört kızın da gözleri yavru köpekler gibi parladı. Sonuçta yarattığım element alanları ve verdiğim beceriler sayesinde üstün elementler hariç neredeyse her elementte ustalaşmışlardı.
Bu beceriler, onlara verdiğim elementle ilgili güçlerdi; yani element taşları veya alanları olmadan bile elementleri anlamaya başlayabilirlerdi.
Ve hızlıca göz attığımda fark ettim ki ilerlemeleri gayet iyiydi.
———○ Elementler ○——— (Syr, Nimara, Elaria ve Celeste)
• Su Elementi: 100% • Ateş Elementi: 100% • Rüzgâr Elementi: 100% • Toprak Elementi: 100% • Buz Elementi: 100% • Doğa Elementi: 100% • Yıldırım Elementi: 100% • Işık Elementi: %20–30 • Karanlık Elementi: %20–50 • Boşluk Elementi: %10–22 • Yaşam Elementi: %0,1–3 • Uzay Elementi: %4–14 • Ölüm Elementi: %2–9
>“..İlerlemeleriniz gerçekten, oldukça iyi sadece Yaşam Elementinde sorun yaşamışsınız.. sonuçta ’Yaşam’ oldukça karmaşık bir şey...
Derin bir nefes aldım ve devam ettim:
> “Yaşam… düşündüğünüz kadar basit değil. Ateş, dönebilir. Su, akar. Rüzgâr eser, toprak durur. Ama yaşam… yaşam hem hepsi, hem hiçbiri.”
Kızlar susmuştu. Gözleri bir anda ciddileşti. Ben ise konuşurken fark ettim: Yaşamı anlamak, güçlenmekten çok daha ağır bir yoldu.
> “Yaşam Elementinin zorluğu, gücünde değil… anlamında. Çünkü yaşam — sadece yaşadıklarımızdan oluşmaz. Yaşayamadıklarımızdan, kaçırdıklarımızdan, asla gerçekleşmemiş binlerce olasılıktan da şekillenir.”
Durup onları tek tek süzdüm.
> “Bir insanın kırılan bir kolu iyileştirmek kolaydır. Ama kırılmış bir anı, kırılmış bir pişmanlığı iyileştirmek? O… çok daha derin bir şey.”
Elaria’nın gözleri hafif titredi. Syr, dudaklarını ısırdı. Nimara bile ilk defa, açıkça, düşünceli görünüyordu.
> “Yaşam Elementi bu yüzden zor. Çünkü içinde sadece beden değil… ruhun yükü de var.”
Sonra avcuma doğru küçük bir kıvılcım çıkardım; içi beyaz, dışı soluk altın tonlarında titreşen yaşam özünden bir parça.
> “İçimizde taşıdığımız tüm yollar var bunun içinde. Gerçekleşenler… Gerçekleşmeyenler… Ve gerçekleşseydi hayatımızı tamamen değiştirecek olan o görünmez ihtimaller.”
Kael’in sesi daha da derinleşti, biraz da hüzünlüleşti:
> “İşte asıl mesele bu. Yaşam, düz bir çizgi değildir. Yüzlerce, binlerce, milyonlarca olası yolun birbiriyle çarpışmasıdır. Ve her biri… kendi acısını, kendi güzelliğini içinde taşır.”
Kızlar nefes bile almamıştı. Devam ettim:
> “Bir insanın yaşam enerjisiyle temas ettiğinizde, sadece ‘şu anını’ görmezsiniz. Onun olmak zorunda kalmadığı halleri, Seçmediği yolları, Yarım kalan ihtimalleri de hissedersiniz. İşte bu… bir elementin taşıyabileceği en ağır yüktür.”
Yavaşça gülümsedim.
> “O yüzden yaşamda zorlanmanız normal. Çünkü yaşam… sadece güç değil. Bir insanın tüm potansiyelini ve tüm kırılganlığını aynı anda taşımaktır.”
Son bir kez avucumdaki ışığa baktım.
> “Ve bu element… Gerçekten anlamak isteyenlere önce ‘yaşamayı’, sonra da ‘kaybetmeyi’ öğretir.”
Sessizlik çöktü. Ama o sessizlik bir ağırlık değil, bir farkındalıktı.
Kael’in sesindeki son cümle ise hem gerçek hem de evrenseldi:
> “Yaşam Elementi zor çünkü… hayat zor. Ama bir şey zor diye değersiz olmaz. Aksine… zorluk, onu eşsiz kılar.”
Kael kısa bir süre sessiz kaldı. Gözleri dalgın, sesi ise düşüncelerinin derinliğinde yankılanır gibiydi.
> “...Biliyor musunuz?” dedi, yavaşça. “Gerçekliğin Konsepti ya da Kanun ve Yasası—için Yaşam ve Ölüm elementleri en temel gereksinimlerdendir.”
Syr başını kaldırdı; Elaria nefesini tuttu. Kael devam etti.
> “Tabii... Gerçekliği zaten anlayarak doğmuş bir göksel varlık değilseniz… ya da daha doğduğunuz anda Gerçekliği kavrayacağınız kaderinize kazınmamışsa.”
Gözlerini kapattı. Konuştuğu her kelime, evreni tartıyormuş gibi ağırdı.
> “Yaşamı anlamak… sadece yaşamayı anlamak değildir. Yaşamın değerini bilmek, değerini hissetmek gerekir.”
Nefesi derinleşti.
> “Bu dünyada hiçbir varlığın varlığı gereksiz değildir. Bir evsiz de… bir kral da. Her biri, bu adaletsiz düzenin içinde kendi yolunu taşır. Her birinin farklı bir yükü, farklı bir yarası, farklı bir sebebi vardır.”
Sesi yumuşadı; düşünceli, neredeyse hüzünlü.
> “O evsiz… belki ailesini ayakta tutabilmek için en kötüsünü yaşamaya mahkûm. O kral… belki en güzel hayatı yaşar gibi görünür ama…”
Kael’in gözleri birden açıldı. Bakışı sertleşti, sözleri keskinleşti.
> “...Ama o kral da kendi evini, kendi halkını, kendi dünyasını korumakla yükümlüdür. Ve o kral… bir gün ben olacağım.”
Kael ellerini kaldırdı. Avuçlarına baktı; sanki milyonlarca olasılığın ağırlığı avuçlarının içindeymiş gibi. Aurası yavaşça yükseldi; odayı dolduran basınç herkesi nefessiz bıraktı.
> “Ben Kael Oksileon.” “Zayıfın dostu… zalimin düşmanı.” “Sonsuzluklar arasında, karanlıkta yön bulan koruyucu.” “Ve bir gün—sonsuz gerçeklikler içinde adaletin değişmez sesi olacağım.”
Aura bir anda genişledi, sonra tamamen söndü. Kael’in gözlerinde kibir yoktu—yalnızca kararlılık. Ona yakışan da buydu.
Kızlar birkaç saniye boyunca tek kelime edemedi.
Syr ilk konuşan oldu:
> “...Sen böyle konuşunca, insanın hem korkası hem de sana sarılası geliyor.”
Nimara kollarını bağladı, ama sesi titriyordu:
> “Bu cümleleri kuran kişi… o yarım yıl önceki Kael değil.”
Elaria hafifçe gülümsedi:
> “Farkındayım. Ama… olması gereken buydu, değil mi?”
Nimara’nın düşünceli bakışları Kael’e kaydı. İçinden, “Acaba ne yaşadı da böyle konuşuyor?” diye geçiriyordu. Kael onlara birden fazla yaşamı olduğuna dair bazı şeyler söylemişti ama… şu an hatırladığı tek geçmişinin Dünya gezegeninde geçen yirmi yıllık hayatı olduğunu biliyorlardı.
Ama Kael’in şimdi konuşma biçimi… sıradan 20 yaşındaki bir gence benzemiyordu. Nimara’nın gözlerinde, karşısındaki kişinin çok şey görmüş, çok şey yaşamış… bir İmparator ya da Kral gibi durduğunu fark eden bir hayranlık parladı.
Celeste ise sessizdi. Sonunda hafifçe fısıldadı:
> “Gerçekten… çok daha başka bir yola yürüyorsun.”
Ve o anda odadaki ağır hava nihayet dağıldı. Ama herkes biliyordu:
Bu, Kael’in kaderinin yalnızca başlangıcıydı.
Tam o sırada, Kael geldiğinden beri sessizce onları izleyen annesi Maria ve babası Carlos sonunda konuşmaya başladı.
Maria, hafif titreyen bir nefesle:
> “...Oğlum, seni böyle konuşurken görmek beni her zaman derin düşüncelere sürüklüyor.” dedi ve Kael’e doğru ilerleyip ona sıkıca sarıldı. “Hoş geldin Kael… gerçekten uzun bir zaman geçti.”
Kael annesinin o tanıdık sıcaklığını hissederken aynı zamanda bir şeylerin farklı olduğunu da fark etti. Hafifçe başını yana eğdi.
> “Anne… sana ne oldu?”
Maria, oğlunun endişesini görünce hafifçe gülümsedi. Ama gülümsemesinin arkasında gölgeler vardı.
> “Sadece… uzun zamandır unuttuğum, hatta unutmam gereken bazı şeyleri yeniden hatırladım.” dedi, derin ve dalgın bir bakışla.
Annesinin kötü anılarına döndüğünü anlayan Kael, onu sıkıca sarıldı. Sanki çözülmemesi gereken tek bir bağ bile bırakmak istemiyormuş gibi…
Maria oğlunun güvenli ve sıcak kollarında duygulandı. Güzel mavi gözlerinden sessizce yaşlar süzüldü.
Bunu hisseden Kael, ona zarar vermeden ama kararlı bir güçle daha sıkı sarıldı.
Bu görüntüyü izleyen kızlar ve Carlos’un içi hem ısındı… hem de biraz burkuldu.
Carlos ise, karısının anıları nedeniyle değil; oğlunun artık kendisinden bile daha güvenilir bir güç ve karaktere sahip olduğunu gördüğü için gülümsedi. Bu gururu ifade edecek başka bir şey bulamıyordu.
Maria sakinleştikten sonra Kael’in kollarından yavaşça ayrıldı ve odasına geçmek istediğini söyledi.
Carlos, birkaç dakika boyunca Kael ile kısa bir konuşma yaptıktan sonra başıyla selam verdi.
> “O zaman ben Maria’nın yanına geçiyorum.”
Kael ise hafif bir tebessümle:
> “Tamam baba. Annemle ilgilen. Şu an oğlundan çok… eşine ihtiyacı var.”
Sözlerindeki olgunluk Carlos’u şaşırttı ama hoşuna da gitti. Başını onaylar şekilde salladı ve Maria’nın yanına doğru yürüdü.
O anda Kael, babasındaki değişikliği fark etti: Carlos’un artık Efsanevi kademeye yükselmiş olduğunu.
“Düzen Becerisi sayesinde fiziksel istatistikleri neredeyse tamamen dengelenmiş ama Zeka hâlâ arkada kalıyor…”
Omuz silkti.
“Ama pek de önemli değil. Sonuçta bana bağlı 1 milyarlık bir mana kapasitesi var… Hatta istersem bunu yarın herkes için 10 milyara çıkarabilirim.”
Derin bir nefes aldı.
“Her neyse… yarının işlerini yarına bırakalım. Şimdilik Henry’i bulmam gerekiyor.”
...
Bölüm Sonu
•Tekpi Bırakmayı
•Yorum Atmayı, unutmayın!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.