Yukarı Çık




47   Önceki Bölüm 

           
Albay Ferid, kapıyı zorlayan canavarların hırıltıları ve metal tırmalama sesleri arasında sıkışıp kalmıştı. Ölüm sadece birkaç santim ötedeydi; onu bu yaratıklardan ayıran tek şey, sırtını yasladığı soğuk çelik kapıydı.

Tam o anda, sessiz odada bir ses yankılandı.

Bızzz... Bızzz...

Ferid’in kalbi tekledi. Elindeki telefon titriyordu. Ekranda numara yoktu. Sadece yanıp sönen yeşil bir “Arama“ simgesi vardı. Bu, ona haritayı gönderen kişiydi.

Tereddütle parmağını ekranda kaydırdı ve telefonu kulağına götürdü.

Hattın diğer ucundan, önce derin, bıkkın bir iç çekiş, ardından boğuk, kendi kendine edilen bir mırıldanma duydu:

“...Bu işten nefret ediyorum. Ama tasmamı tutan bu canavarı eğlendirmekten başka şansım yok...“

Ferid kaşlarını çattı. “Kimsin sen? Ne tasmasından bahsediyorsun?“

Karşıdaki ses bir anda değişti. O bezgin mırıltı gitti, yerini yaşlı, otoriter ama derin bir keder taşıyan bir adamın sesi aldı. Bir tiyatro oyuncusunun sahneye çıkışı gibiydi.

“Ben bu cehennemin mimarlarından biriyim, Albay. Ya da senin anlayacağın dille... Sığınağın Baş Doktoru Dr. Axel.“

Ferid’in öfkesi kabardı. “Baş Doktor mu? O zaman bu katliamın sorumlusu sensin! Aşağıdaki bu ucube şovunun, bu canavarların...“

“Sorumlusu benim, evet,“ diye kesti yaşlı adamın sesi. “Ama mimarı ben değilim. Mimar, senin o çok sevdiğin Hükümet.“

Ferid donakaldı. “Ne saçmalıyorsun?“

“Yukarı bak Albay,“ dedi Dr. Axel. Sesi titriyordu. “O asılı duran meslektaşlarıma bak. Onlar Hükümet tarafından infaz edilmedi. Onlar, yaptıkları şeyin vicdan azabına dayanamadıkları için, topluca ipleri boyunlarına geçirdiler. Kendi elleriyle yarattıkları o canavarların çığlıklarını duymamak için kendilerini öldürdüler.“

Ferid, gözlem camından dışarı, havada sallanan o beyaz önlüklü ormana baktı. İntihar... Bu açıklama, gördüğü manzarayla örtüşüyordu.

Dr. Axel devam etti, sesi artık bir fısıltı gibiydi ama her kelimesi Ferid’in zihnine bir çivi gibi çakılıyordu.

“Duyunca kulağa çılgınca geldiğinin farkındayım, Albay. Ama sen de benimle şu konuda hemfikirsin; o üniformayı giyerken masum ve adil sandığın Hükümet’in, bu karanlık yüzünü bilmiyordun. Ve sana bunu anlatmanın hiçbir faydası yoktu. Bunu kendi gözlerinle görmen lazımdı.“

“Neyi görmem lazımdı?“ diye sordu Ferid, sesi çatallaşarak.

“Kimi koruduğunu...“ dedi Dr. Axel. “Senin canını vererek korumaya çalıştığın şey halkın değil, Albay. Sen sadece piramidin en tepesindeki o elitleri koruyorsun. Onlar rahat yaşasınlar, bir tutam acı çekmesinler, hastalıkları iyileşsin diye yapılan deneyleri görüyorsun, değil mi?“

Ferid’in gözleri, kapının altından sızan gölgelere, kapıyı tırmalayan o yaratıklara kaydı.

“O canavarların...“ Dr. Axel’in sesi kederle doldu. “...o yaratıkların kim olduğunu sanıyorsun? Onlar laboratuvarda tüplerde üretilmedi. Onlar, savaşta ölen askerlerin yetim kalan çocukları... Yetimhanelerden toplanan kimsesizler... Savaşlarda esir alınan, kimsenin arayıp sormayacağı o kayıp askerler...“

Ferid’in midesine bir yumruk indi.

“Bu cehennemde gördüğün her bir canavar... Piramidin en alt kısmı, Albay. Elitlerin basıp yükseldiği o ceset yığını.“

Sessizlik, dışarıdaki canavarların çığlıklarından daha ağır bir şekilde odaya çöktü. Ferid’in sadakati, inancı, vatan sevgisi... Hepsi o laboratuvarın zeminindeki kan gölünde boğuluyordu.

“Bana...“ dedi Ferid, boğazı düğümlenerek. “Bana bunu neden anlatıyorsun?“

“Çünkü bir çıkış yolu var,“ dedi Dr. Axel. Sesi umut ve isyan doluydu. “Ben bir direniş başlattım, Albay. Tüm bu zulümlere, bu şeytanlıklara bir dur demek için. Masumların yaşaması için ruhumu bile sattım, gerekirse bir şeytanla bile anlaşma yaptım. Ama buna değdi.“

“Direniş mi?“

“Evet. Bize katıl, Albay Ferid. Yeteneğin, rütben ve en önemlisi... şu an hissettiğin o öfke bize lazım. Eğer kabul edersen, seni o odadan, bu cehennemden çıkarabilirim.“

Ferid, kapıyı zorlayan canavarlara, yani o “yetim çocuklara“ son kez baktı. Hükümet’e olan sadakati, o an, o kapının ardındaki tırmalama sesleriyle birlikte parçalandı.

Derin bir nefes aldı.

“Kabul ediyorum,“ dedi Ferid, sesi buz gibiydi. “Ne yapmam gerekiyor?“

Telefondaki ses, tatmin olmuş bir tonla yanıtladı.

“Güzel. Şimdi beni iyi dinle. Buradan çıktığında, hiçbir şeyi çaktırmayacaksın. Hükümetin senden şüphelenmesine asla izin vermeyeceksin. Sen hâlâ onların sadık Albayısın. Rolünü oyna. Bizim gözümüz ve kulağımız olacaksın.“

“Nasıl çıkacağım?“

“Birazdan sana bir mesaj gelecek. O rotayı takip et. O yol seni güvenli bir çıkışa götürecek. Ve oradan çıktığın an... bu telefonu yok et. Biz seninle tekrar iletişime geçeceğiz.“

“Anlaşıldı,“ dedi Ferid.

“Hoş geldin, Albay. Artık yalnız değilsin.“

Hat kapandı.

Sahne değişti.

Ferid’in bulunduğu odadan kilometrelerce uzakta, sığınağın gizli bir kontrol odasında değil, cesetlerle dolu bir kan gölünün ortasında bir adam duruyordu.

Etrafı, parçalanmış asker cesetleri ve Hükümet’in “özel güvenlik“ birimlerinin kalıntılarıyla doluydu.

Adam, telefonu yavaşça kapattı ve cebine koydu. Yüzünde, az önceki o yaşlı, kederli ve idealist doktorun ifadesinden eser yoktu.

Arkasını döndü.

Orada, gölgelerin içinde, ellerini arkasında birleştirmiş, olan biteni bir tiyatro oyunu izler gibi keyifle seyreden Doktor dikiliyordu. Maskesinin ardındaki gözler, sapkın bir neşeyle parlıyordu.

Scout (o anki bedeniyle yaşlı, beyaz sakallı bir adam), Doktor’a bezgin bir ifadeyle baktı.

“Eee?“ dedi, kendi sesiyle değil, hâlâ o yaşlı adamın hırıltılı sesiyle. “Nasıldı? Rolümü iyi oynadım mı, efendim?“

Doktor, maskesinin altından hafifçe kıkırdadı.

“Gerçekten de zevkli bir gösteriydi, Scout. Özellikle ’masumların yaşaması için bir şeytanla anlaştım’ kısmı... Çok şiirseldi. Kendimden bahsederken bu kadar edebi olman gözlerimi yaşarttı.“

Scout, yüzünü buruşturdu. Omuzlarını dikleştirdi ve Doktor’a ciddi, neredeyse takıntılı bir bakış attı.

“Bu bedendeki adım Scout değil,“ dedi, sanki bu detay çok önemliymiş gibi. “Bu karakterin bir adı, bir geçmişi var. Bana ’Dr. Axel’ deyin lütfen. Metoda sadık kalalım.“

Doktor, elini umursamazca salladı.

“Binlerce bedenin var, Scout. Bunlardan sadece 173 tanesi Hükümet’in içinde, kritik noktalarda uyuyan hücreler gibi bekliyor. Her birinin ismini, travmalarını, favori renklerini ezberleyeceğimi zannediyorsan yanılıyorsun.“

Doktor, yerdeki bir cesedin üzerinden atlayarak çıkışa yöneldi.

“Dr. Axel, Hemşire Mary, General Kael... Hepsi benim satranç tahtamdaki piyonlar. Ve piyonların ismi olmaz, sadece işlevleri olur.“

Scout, Doktor’un arkasından bakarken derin, yorgun bir iç çekti. Dr. Axel’in yaşlı gözlerinde, köleliğin verdiği o sonsuz bitkinlik vardı.

“Bir gün...“ diye mırıldandı kendi kendine. “Bir gün o piyonlardan biri şah mat yapacak.“

Ama bu fısıltı, sığınağın kanlı duvarları arasında kaybolup gitti. Oyunun kurucusu çoktan bir sonraki hamlesini düşünerek uzaklaşmıştı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

47   Önceki Bölüm