Kızlar, Henry ile birlikte evlerine dönmek üzere yola koyulmuşlardı. Fakat o sırada Syr, Celeste’yi hafifçe kolundan tutup durdurdu. Diğerleri uzaklaşırken ikisi geride kaldı; Syr, Celeste’yle biraz yalnız konuşmak istiyordu.
Syr derin bir nefes aldı:
> “Celeste… Kael’e karşı bir şeyler hissettiğini anlamamak imkânsız. Ama hislerini neden inkâr ettiğini hâlâ çözemiyorum. Eğer istersen bunun hakkında konuşabiliriz…”
—————————————————————
...
[3.Şahıs bakış açısı]
Syr’in sözleri Celeste’yi olduğu yerde dondurdu. Yüzü hızla kızardı; sanki birisi içini açık etmiş gibi.
Celeste:
> “E-e-ehh?! Nasıl… nasıl anladın?!”
Syr omuzlarını hafifçe kaldırıp gülümsedi:
> “Bakışların, Celeste. Bakışların, davranışların… o küçük detayların hepsi çok şey söylüyor. Kael’in hâlâ fark etmemiş olmasına gerçekten şaşırıyorum. …Gerçi belki de fark etti ama ilk adımı senin atmanı istediği için hiçbir harekette bulunmuyor. Sonuçta, eğer ilk adımı hep Kael atacak olsaydı… onu kabul edecek sayısız kadın olurdu.”
Bunu dedikten sonra bir adım daha yaklaştı, sesi yumuşadı:
> “…Lütfen bana söyle Celeste. Sen benim değer verdiğim bir kız kardeşimsin. Seninle sonsuza kadar birlikte yaşamaktan memnuniyet duyardım.”
Syr gülümserken Celeste, tüm bunları duyduktan sonra kıpkırmızı olmuş, gözlerini kaçırıp düşüncelere dalmış hâlde karşısında kalakalmıştı.
...
Celeste, titrek bir sesle konuşmaya başladı:
> “Ben… ben Kael’le birlikte olmaya uygun değilim diye düşünüyordum…”
Syr başını yana eğdi, merakla:
> “Neden böyle düşünüyorsun Celeste?”
Celeste tereddüt ederek devam etti:
> “Siz… siz hepiniz onunla beraberken ben yoktum. Sonra ben daha doğru düzgün bir gün bile geçirmemişken Kael bize… 25 tane Süper Efsanevi kademe beceri verdi.” “Bir tane Süper Efsanevi beceri kitabını galaksinin öbür ucuna gitsen bile bulamayabilirsin… ama o bize yirmi beş tane verdi!”
Syr kaşlarını hafifçe çattı:
> “Bunda sorun olan ne? Lütfen anlat.”
Celeste’nin sesi biraz daha güçlendi ama duyguları aynı kaldı:
> “Kael… o fazlasıyla mükemmel ve güçlü. Hem de bizden küçük olmasına rağmen. Ama yine de bizim için sürekli bir şeyler yapıyor. Element Alanları sayesinde elementleri anlamamız inanılmaz derecede kolaylaştı. On yılda kat edilecek ilerlemeyi bir günde yapabilir hâle geldik.”
> “Sonra o kitapları verdi… 25 tane Süper Efsanevi beceri kitabı. İçlerinde element temelli olanlar bile var.”
Celeste gözlerini yere indirdi:
> “Demek istediğim şu ki… Kael bize sürekli bir şey veriyor, ama ben… sadece ondan alıyorum. Ben ise ona hiçbir şey veremiyorum gibi hissediyorum.” “Bu yüzden kendimi ona vermeye cesaret edemiyorum. Çünkü böyle yaparsam… kendimi çok açgözlü hissetmiş olurum.”
Celeste’nin son cümlesi havada asılı kaldı. Söylediklerini duyunca içini sıkıştıran duygu, pişmanlık ya da kırgınlık değildi; daha çok, kendisini yetersiz görmesinin verdiği bir ağırlıktı. O sırada Syr, hafifçe derin bir nefes aldı ve Celeste’ye yaklaşarak elini onun omzuna koydu.
Syr yumuşak bir sesle konuştu:
> “Celeste… sen gerçekten bunu mu sanıyorsun? Açgözlü olduğunu mu?”
Celeste başını öne eğdi, tek kelime edemeden.
Syr devam etti:
> “Kael’in sana verdiklerini bir borç gibi görüyorsun. Ama Kael… hiçbir şeyi karşılık bekleyerek yapmaz. O, sevdiği insanlara bir şeyler vermeyi seven biri. Bu onun doğası. Senin ‘karşılık veremediğini’ sanman… tamamen kendi yarattığın bir gölge.”
Celeste derin bir nefes aldı, hâlâ utanmış gibiydi:
> “Ama… ben onun seviyesinde değilim. Güç anlamında, tecrübe anlamında… hatta belki duygusal olarak bile. O her şeyi bizden önce fark ediyor. Herkesten önce anlıyor. Ve bana öyle davranıyor ki… sanki ben daha fazlasını hak ediyormuşum gibi.”
Syr hafifçe güldü.
> “İşte tam da bu yüzden seni seviyor olabilir.”
Celeste şaşkınlıkla başını kaldırdı.
Syr gözlerini kısarak devam etti:
> “Kael, gücün peşinde koşan bir aptal değil. O, zayıf ya da güçlü olmanın bir anlamı olmadığını çoktan çözmüş birisi. Senin onun yanında durmandan hoşlanma nedeni ‘gücün’ değil Celeste… kalbin.”
> “Kael’in gözünden bakmayı denesen anlardın: Onun dünyasında en değerli şeyler, herkesin kolayca fark edemediği detaylarda saklıdır. Sende de o detaylardan çok var.”
Bu sözler Celeste’yi tamamen susturdu. Gözleri dolmuş gibi titredi.
Bir süre sessiz kaldılar. Rüzgâr saçlarını hafifçe savururken, Celeste konuşacak doğru kelimeleri bulmaya çalıştı.
> “Ya… ya onun yanında durmaya gerçekten layık değilsem?”
Syr hafifçe gülümsedi, Celeste’nin saçını okşadı. Sesi bu kez daha ciddi, daha netti:
> “Layık olup olmamak diye bir şey yok, Celeste. Kael’in seçtiği insan sensin. O seni yanına koyduysa… bunun bir sebebi vardır. Kael asla rastgele seçimler yapmaz.”
Kısa bir duraksamadan sonra ekledi:
> “Ve ayrıca… Kael’in yanında durmak için güçlü olmak zorunda değilsin. Onun için önemli olan tek şey… yanında durmak istemen.”
Celeste’nin gözleri büyüdü, kalbi hızla atıyordu.
Syr hafifçe geri çekildi, gözlerinde şefkatle karışmış bir ciddiyet vardı:
> “Eğer ondan hoşlanıyorsan… bunu söylemek zorunda değilsin. Ama kaçmayı da bırakmalısın. Çünkü… istemediğin hâlde geri durman bizleri de üzüyor. Kael’i, beni, Elaria’yı, Nimara’yı…”
Celeste gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. Sanki kalbinde bir düğüm çözülüyordu.
> “Ben… deneyeceğim. Kael’den kaçmayı bırakmayı… bir adım olsun yaklaşmayı deneyeceğim.”
Syr gülümsedi, onu kucakladı:
> “İşte benim kız kardeşim böyle olur.”
Gökyüzünde yıldızlar belirirken, Celeste ilk kez kendi duygularını saklamaya çalışmadan gülümsedi. İçinde beliren hafif sıcaklık, yıllardır unuttuğu bir hissi hatırlatıyordu: umut.
...
[Kael’in Bakış Açısı]
Celeste ve Syr konuşurken, onların farkında olmadığı bir şey vardı. Kael, evin üst katındaki odasında oturuyor, meditasyon hâlinde yeni Element Alanlarını düzenliyordu. Fakat Celeste’nin yükselen sesi kulaklarına ulaşınca gözlerini yavaşça açtı.
Kapı tamamen kapalı değildi; aralık boşluktan gelen titreşimlerle konuşmanın büyük kısmını duyabiliyordu.
Başını hafifçe yana çevirdi, dikkat kesildi.
Celeste’nin çatallanan sesi, utangaçlığı, kendini yetersiz görmesi… hepsi Kael’in yüzünde hafif ama okuması zor bir ifade oluşturdu.
> “Demek böyle hissediyorsun…”
Syr’in onu savunması, açıklamaları, Celeste’ye verdiği güven ise Kael’in yüzüne çok hafif bir gülümseme getirdi.
İkisini dinlerken elini çenesine götürdü; ne şaşkındı ne de rahatsız. Daha çok… doğal akışın kendi kendine ilerlemesine izin veren biriydi.
> “Celeste… sen gerçekten kendini böyle mi görüyorsun?”
Kael hafifçe başını salladı. Kendini hiçbir zaman üstün gören biri değildi, ama Celeste’nin “ona layık olmadığını” düşünmesi hoşuna gitmemişti.
> “Ben size bir şey verdiysem… bunun sebebi hak ettiğiniz içindir. Güçlü olmanız için değil, önemli olduğunuz için.”
Bir süre sessiz kaldı; gözlerini kapattı, konuşmaların yankısı hâlâ sürüyordu. İkisinin arasındaki bağ güçleniyor, Celeste ilk kez duvarlarının arkasından çıkmaya başlıyordu.
Kael hafifçe gülümsedi.
> “Eğer gerçekten bir adım atmak istiyorsan… bunu engellemem.” “Ama seni zorlamayacağım da. Hangisini seçersen… o senindir, Celeste.”
Ardından derin bir nefes alıp doğruldu.
Konuşmaları hâlâ devam ediyordu ama o artık müdahale etmeyi düşünmedi. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu.
> “İlk adımı atarsan… karşılık vermekten çekinmem. Ama atmadan da asla üzerine gitmem.”
Kael’in gözlerinde hem yumuşak hem de olgun bir kararlılık belirdi.
> “…Ve Celeste… kendini asla küçümseme.”
Bunu sadece kendi kendine mırıldandı. Söylediğini kimse duymadı.
Kapıyı kapatarak meditasyon hâline geri döndü. Kalbi sakince atıyordu—ama hafif bir sıcaklık orada kalmıştı.
...
Bölüm Sonu
Yazar Notu: Biraz kısa oldu ama kusura bakmayın
•Tekpi Bırakmayı
•Yorum Atmayı, unutmayın!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.