Yukarı Çık




57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59 

           
58.Bölüm: 12.Kısım – Birinci Şahıs Ana Karakter Bakış Açısı (4)


   [Ne demek ‘Nasıl geçti’? Her şey tamamen altüst oldu. Ne tür yeteneklerin var senin? Neden İdare Bürosu, resmî bir talepte bulunmasına rağmen seninle ilgili hiçbir bilgiye erişemiyor?]

Ben de merak ediyor, Nitelik penceremi görmek istiyordum.

   ‘Peki ne oldu? Ceza mı alacağım?’

   [Nereden duydun bunu? Hey, seni savunmak için ne kadar uğraştığımdan haberin var mı? Yöneticiler, lütfen beni dinleyin. Şu piç, Kim Dokja, öyle tuhaf biri değil! Sadece hayata gereğinden fazla asılan bir adam!]

Gerçekten de son derece ikna ediciydi.

   [Neyse ki çaresizce yaptığım yalvarış işe yaramış gibiydi; söylediklerimi büyük ölçüde dikkate aldılar. Şu ana kadar tamamladığın tüm senaryoları analiz ettiler ve sahip olduğun yetenek sayısının fazla olmadığına, ayrıca ustalık seviyenin de çok yüksek olmadığına karar verdiler. Veri ekranına bakıldığında bile, senaryo ekolojisini bozabilecek bir seviyede olmadığın açıkça görülüyor.]

Beklediğim gibi oldu, o pasif becerileri boşuna öğrenmemiştim. Sahip olduğun yetenekler ne kadar etkileyiciyse, Büro’nun dikkatini o kadar fazla çekerdin.

   [Üstelik başka bölgelerde de gürültü çıkaran tipler var… Büro şu anda aşırı yoğunluktan dolayı çok meşgul.]

   ‘Yani sorun kalmadı mı?’

   [Aksini savunanlar da vardı, ancak talimatlar üst kademeden geldi. Görünüşe göre emri yüksek seviye bir dokkaebi bizzat vermiş.]

Beklenmedik bu sözler karşısında şaşırdım. Yüksek seviye bir dokkaebi devreye mi girmişti?

   [Ah… detayları orta seviye dokkaebi’ye sor. Zaten burada olmamam lazım. Artık izleyen çok göz var. Dikkatli ol. Burası orta seviye dokkaebi’nin yetki alanı ve sana karşı ciddi bir kini var.]

   ‘Kin mi?’

   [Bilmiyor musun? Onlar için olasılık incelemesi vergi denetimi gibidir. Her hâlükârda… bir süre zor günler geçireceksin.]

Bihyung ortadan kayboldu. Ardından havada büyük bir kıvılcım patladı ve orta seviye dokkaebi resmî bir takım elbiseyle ortaya çıktı. Bir süre etrafına baktıktan sonra boğuk bir sesle konuştu.

   […Herkesten özür dilerim. Küçük bir sürtüşme yaşandı ve ödül gecikti. Geç oldu ama şimdi ödüllerinizi vereceğim.]

   [Gizli senaryoyu temizlediğin için 3.000 jeton kazandın.]

   [5. Sınıf bir ateş ejderhasını avlayan ilk kişi olduğun için 15.000 jeton kazandın.]

   [Felaketi ilk önleyen kişi olduğun için ‘İmyuntar’ın Koruma Sembolü’nü elde ettin.]

   [Gelecekte İmyuntar’ın iyi niyetini kazanacaksın.]

Neyse ki ödüller normal şekilde ödendi. Üstelik İmyuntar’ın Koruma Sembolü de cabasıydı. Bunu aldığıma göre yaklaşan beşinci senaryo o kadar da kötü geçmeyecekti.

Benimkiler kadar olmasa da, diğerleri de senaryo tamamlama ödüllerini almış olmaktan dolayı oldukça sevinçli görünüyordu.

Bu arada… cimri piçler. Bir ‘felaket’ avladım ve aldığım ödüller bunlar mıydı?

Sonra orta seviye dokkaebi yeniden konuştu.

   [Bu arada, sıkı çalışmanız senaryoda küçük bir soruna yol açtı.]

Tonunda alaycı ve uğursuz bir şey vardı.

   [Büro’yla yapılan görüşmeler sonucunda, bu bölgedeki enkarnasyonların ortalama yetenek seviyesinin senaryonun zorluk derecesiyle uyuşmadığı rapor edildi. Bu nedenle, kendi takdir yetkimi kullanarak bölgemdeki zorluk seviyesini ayarladım.]

…Ne? Zorluk ayarlaması mı?

   [Dördüncü senaryonun süre sınırı ciddi ölçüde azaltıldı.]

Orta seviye dokkaebi bana bakarken ağzı tuhaf bir şekilde yukarı kıvrıldı.

…Hayır, bu piç?

   [Dördüncü senaryonun bitmesine 48 saat kaldı.]

   [Önümüzdeki 48 saat içinde hedefi ele geçirmeyen tüm grup temsilcileri ve üyeleri ölecek.]

Demek böyle oynayacaksınız, ha?

Jung Minseob, yere düşen eşyaları toplarken bana bakıyordu. Herkes muhtemelen mesajı duymuştu.

   “Şu an Changsin İstasyonu kimde?”

   “T-Tiran Kral.”

Seul’ün yedi kralından biri… Tiran Kral.

İç çekerek konuştum.

   “O zaman Chungmuro’ya dönüyoruz.”

Bu arada, Yoo Joonghyuk’un iyi olup olmadığını bilmiyordum. Neyse önce Dördüncü senaryoyu bitirelim.

      * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 

Anguk İstasyonu’ndan Chungmuro’ya olan mesafe düşündüğümden uzundu. Yol boyunca biraz sohbet ettik. Jung Heewon ve Lee Hyunsung önde yürürken, ben Lee Sungkook ve Jung Minseob’la arkadaydım.

Ateş Ejderhası’nın cesedinin tamamını taşıyamadığımız için, yarısını Takas’ta satışa koydum. Diğer yarısını da koydum ama bilerek saçma derecede yüksek bir fiyat belirledim. Satmak için değil, takası depo gibi kullanmak için bir numaraydı. Bihyung homurdandı ama görmezden geldim.

Jung Minseob ağzını açtı.

   “Bu arada, Temsilci-nim.”

Sürekli ‘Temsilci-nim’ diye hitap edilmesi, gerçekten büyük bir şirketin başkanıymışım gibi hissettiriyordu.

   “Adınız Kim Dokja mı?”

   “Evet.”

   “Ah… biraz alışılmadık bir isim…”

   “Eşsiz, değil mi?”

   “…Evet. Dürüst olmak gerekirse, siz bizden daha çok bir kâhin gibisiniz.”

Sesi oldukça kısıktı.

   “Ah… keşke okumayı bırakmasaydım…”

Bu gecikmiş bir pişmanlıktı.

O anda içime bir şüphe düştü. Sormak istediğim bir şey vardı ama unutmuştum.

   “Jung Minseob-ssi, sana bir şey sormak istiyorum.”

   “Evet.”

   “Kâhinler nasıl bu kadar hızlı toplandı?”

Bu, hep tuhaf bulduğum bir noktaydı. İlk senaryonun başlamasının üzerinden bir aydan az geçmişti. Buna rağmen bu adamlar çoktan bir grup hâlinde hareket ediyordu. Üstelik havariler daha da beterdi.

Birinci şahıs bakış açısından bakıldığında, gizli senaryolarla elde edilebilen gelişmiş silahları ele geçirmiş olmaları bir yana, Gangseo bölgesinde hatırı sayılır sayıda istasyonu da kontrol altına almışlardı. Benim mantığıma göre, bu büyüme açıklanabilir değildi.

   “Bizi toplayan biri vardı.”

   “Toplayan mı?”

   “Evet. İlk senaryo biter bitmez bulunduğum istasyona geldi.”

İlginçti. Bunu nasıl yapmıştı ki? O zamanlar istasyonlar arasında hâlâ bariyerler olmalıydı.

   “Kendini bir havari olarak tanıttı ve Büyük Vahiy Kitabı’nı okuduğunu söyleyip Kâhinleri kendisini takip etmeleri için topladı. Tuhaf olan, bunun farklı istasyonlarda eşzamanlı gerçekleşmesiydi. Tek bir kişinin yapmış olması zor…”

   “Yani hepiniz bu havari tarafından bir araya getirildiniz ve sizi grup sohbetine o çekti.”

   “Evet, ona Birinci Havari diyoruz.”

   “O Kâhinlerin kralı, değil mi? ‘Vazgeçen’ diye anılmaktan nefret eden?”

   “Ah… zaten biliyormuşsunuz. Evet, o.”

   “Peki neden böyle anılmaktan hoşlanmıyor?”

   “Bilmiyoruz. Vahiy Kitabı’nı tamamını okuduğunu iddia ediyor, belki bununla ilgilidir… Söylentilere göre, vahyin bir ‘kaydına’ bile sahip olabilirmiş.”

…Ne?

   “Vahyin ne kadar uzun olduğunu düşünürsek, bu aslında mümkün. Aksi hâlde birinin tamamını okuması pek olası değil…”

Bir kayıt mı? Olamaz… Benden başka sonuna kadar okuyan biri olabilir miydi?

Hikâye ilerledikçe bu kişinin kimliği giderek daha şüpheli hâle geliyordu. Kullandığı bilgilere bakılırsa bir ‘okur’a pek benzemiyordu…

Bunları düşünürken Chungmuro’ya yaklaştık. Kısa süre önce ayrılmış olmama rağmen, Chungmuro İstasyonu’nun havasını içime çekerken memleketime dönmüş gibi hissettim.

Yoldaşlarımı istasyona girmeden durdurdum.

   “Bir saniye.”

Düşününce hâlâ çıplaktım. Neden kimse bir şey söylememişti?

Lee Sungkook’a döndüm.

   “Lee Sungkook-ssi, lütfen pantolonunu çıkar.”

Önden Chungmuro İstasyonu’na girdim; Lee Sungkook ise iç çamaşırıyla arkamdan yürümek zorunda kaldı.

Uzaktan Yoo Sangah’ın beni karşıladığını gördüm. Nemli gözlerine baktığımda ne kadar zorlandığını anlayabiliyordum.

Bir şey bana çarptı; sağ bacağıma sarılmış Lee Gilyoung’u gördüm.

   “İyi misin?”

Toz içindeki Lee Gilyoung başını salladı.

Lee Jihye ağır yaralıydı ve hâlâ uyanmamıştı. Gong Pildu beni görür görmez homurdanıp başını çevirdi.

  [Takımyıldızı ‘Savunma Ustası’, geç dönüşünü kınıyor.]

Bunu anlayabiliyordum; sonuçta enkarnasyonu neredeyse ölüyordu.

   “Yoo Sangah-ssi!”

Lee Hyunsung ve Jung Heewon, Chungmuro’da neler olduğunu bilmedikleri için dehşetle insanlara doğru koştular. Peronun etrafındaki insanlar kanlar içindeydi. Yoo Sangah’ın omzu sıkıca sarılmıştı. Rayların bir kısmı kanla kaplıydı. Şiddetli çatışmanın izleriydi her yerdeydi.

Jung Minseob kekeledi.

   “H-Havariler?”

2., 3., 4. Ve 7. Havarilerin kafaları rayların üzerine yan yana dizilmişti. Yüz ifadeleri, ölmüş olduklarını fark etmemiş gibiydi.

Bunu kimin yapabileceğini biliyordum.

Lee Gilyoung’a sordum.

   “Yoo Joonghyuk nerede?”

Konuşurken Hoehyeong Tüneli tarafından uğursuz bir varlık hissettim. Uzaktan bile kim olduğunu anlamıştım. Kibirli ve kendinden emin yürüyüşü, mutlak bir üstünlük havası yayıyordu; ihtişamının zirvesindeki başkahraman tam da oydu.

   “Yoo Joonghyuk?”

Yüz ifadesi değişmeden bana baktı. Sinema Zindanı’nda olanlar hakkında bir şey söylemesini bekliyordum ama… o da neydi?

Kesilmiş bir insan başını hâlâ elinde tutuyordu.
Yoo Joonghyuk başı bu tarafa fırlatırken biri çığlık attı. Oyuncak gibi yuvarlanan baş, üzerinde ‘1’ yazılı bir pelerinle örtülüydü.

Birinci Havari’ydi.

Yoo Joonghyuk gerçekten inanılmazdı. Bu adamı sonuna kadar kovalamış ve öldürmüştü.

Yarı rahatlamış, yarı tedirgindim. Hâlâ sorularım vardı ama havari böyle öldüyse…

Tam o anda çok saçma bir şey oldu.

   “Sen! Planımı mahveden sensin, değil mi?”
Kesik baş birden bana sordu.

   “Waaack! Ne?”

Jung Minseob çığlık atıp yere düştü.

Gözler bana bakarken kendinden emin bir şekilde gülümsüyordu.

Bu imkânsızdı. Kafası kesilmişken bile kullanılabilen yetenekler, Hayatta Kalmanın Üç Yolu’nda bile son derece nadirdi. Ölümsüz Beden yeteneğiyle mümkün olabilirdi ama o yetenekle bile kafası kopukken bu hâlde kalamazdı. Üstelik kesik boyundan hiç kan akmıyordu…

Dur. Belki de?

Düşüncelerim birbirine bağlanmaya başladı; Seongguk ile Minseob’dan duyduğum bilgi kırıntıları zihnimde bir araya oturuyordu.

Senaryonun hemen başında Seul’un dört bir yanında ortaya çıkan ve vazgeçenleri kendi tarafına toplayan bir adam…

Vahyin tamamını okuduğunu iddia eden bir adam...

 Bariyerleri dilediği gibi geçebilen, kafası kesildiğinde kanamayan bir adam…

 Avatar yeteneği…

Emin olmuştum. Karşımda duran şey sahteydi.
Kesik baş konuşmaya devam etti.

   “Vay canına, gerçekten etkileyici. Yoo Joonghyuk gibi davranıp havarileri ve ejderhayı yenmek… Sen kimsin?”

Anlıyorum. Bu adam benim kimliğimi bilmiyordu.

   “Asıl sen kimsin?”

Bildiğim kadarıyla Hayatta Kalmanın Üç Yolu’nda Avatar yeteneğini kullanabilen kişi sayısı çok azdı.
Ve bu tür bir yeteneği kazanan kişiler genellikle belirli mesleklere yönelirdi.

Yaratıcılık odaklı, aşırı stres altında çalışan ve sık sık kişilik bozukluğu veya parçalanmış kişiliklerle mücadele eden mesleklerdi bunlar.

Gözlerimi yavaşça onunkilerle buluşturup sordum.

   “Sen… acaba bir yazar mısın?”




Çeviri: Sansanson
Son Kontrol: Hono

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59