Yukarı Çık




35   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   37 

           
Bölüm 36: Bu Saygıdeğer Kişi Muhtemelen Aklını Kaybetti
Yetişkin içerik(?)



Chu Wanning onu desteklemek için düşünmeden uzandı. Kaplıca suyunun içerisinde ikisi de birbirlerine yapışmış bir vaziyette dururken Mo Ran, tüm vücudunda bir kıvılcımın, sürünerek derisinin altına girdiğini hissetti.
 
Kırmızı Nilüfer Pavilyonu'nda da Chu Wanning'i yarı çıplak tutmuştu, ama o zamanki tehlikeli koşullar altında, durumu özümseyecek zaman bulamamış, bu yüzden de pek üzerinde durmamıştı.
 
Ama şu anda, bir eli Chu Wanning'in göğsünde duruyor ve diğer eli de Shizun'unun belini destekliyor,  suyun altında bacakları değiyordu, ayrıca, kaplıca suyu ciltlerini daha kaygan ve daha sıcak hale getirmişti. Mo Ran'ın beyni tamamen kısa devre yaptı.
O, Chu Wanning'e...
Sadece beline dokunmaktan başka bir şey yapmamasına rağmen...
Vücudu, hızla akan bir nehir gibi, ona tepki vermişti.
 
"Sh-shizun, ben------"
Telaşla kalkıp kaçacakken bel altındaki sıcak bölge, diğer kişiye temas etti.
 
Chu Wanning'in gözleri aniden irileşti, güzel yüzü dehşete kapılarak anında geri çekildi. Tam o anda kirpiklerine takılı kalan su damlacığı da gözünün içine girdi. Daha çok telaşlandı ve gözlerini sıkıca kapatarak ovuşturdu ama yüzündeki suyu silecek havlusu yoktu.
 
"Shizun, benimkini kullan."
Mo Ran'ın yüzü kıpkırmızı yanıyordu, aşırı utanmıştı. Yine de her şey normalmiş gibi davranarak havlusuyla Chu Wanning'in yüzündeki su damlacıklarını sildi.
 
Chu Wanning zümrüdüanka gözlerini tekrar açtığında yüzünde, gizliden gizliye panikleyen şaşkın ve sıkıntılı bir ifade vardı. Ne var ki bu ifade yalnızca birkaç saniye daha yüzünde kaldıktan sonra kendini zorla sakinleştirdi. Hiçbir şey hissetmemiş gibi davranarak boğuk bir sesle konuştu: "Bana aromaterapiyi uzat."
 
"A... ah tamam."
Mo Ran, gergince yengeç yürüyüşü yaparak havuzun kenarına gitti ve bankın üzerindeki aromaterapi kutusunu aldı.
"Shizun hangi kokuyu istiyor?"
 
"Fark etmez."
 
Mo Ran'ın zihni bulanıktı. Uzun bir süre kutuya baktıktan sonra arkasını dönerek gayet içten bir şekilde konuştu: "Burada 'Fark etmez' diye bir koku yok ki."
 
"..."
 
Chu Wanning ağır bir iç çekti: "Erik çiçeği, haitang."
 
"Tamam."
Mo Ran iki tane kokulu sabun alarak Chu Wanning'e verdi.
Parmak uçları onunkilerle temas eder etmez bir kıvılcım dalgası daha geldi.
 
Ne kadar isterse istesin geçmişteki anıların hepsini silkip atması mümkün değildi.
Eğer bu, geçmişte yaşansaydı, çoktan havuzun kenarında onunla dolaşmış olurdu. Gözlerinin önüne davetsiz bir görüntü geldi; Chu Wanning zemine yarı diz çökmüş, onun hararetli ve vahşi tutkularına dayanıyor, alırken gözleri kısılarak tüm vücudu kontrolsüzce titriyor ama en sonunda zevk onu ele geçirene kadar düzülüyordu.
 
Mo Ran daha fazla katlanamıyordu; o cinsel arzular gözlerini kan çanağına döndürmüştü. Chu Wanning'e bir kez daha bakmaya cesaret edemedi. Şu anda Shi Mei'e bakmasının bile Chu Wanning'e bakmasından daha güvenli olacağını hissediyordu.
 
Bu... nasıl olabilirdi...
 
Bu nasıl olabilirdi?
 
Çabucak yıkanmayı bitirdi ve diğer üç kişinin hala havuzun içinde olmasını fırsat bilerek onlara belli belirsiz sözcüklerle uykulu olduğunu ve erkenden yatacağını söyledi.
 
Odasına girer girmez hızla kapıyı kilitledi.
Mo Ran daha fazla dayanamayarak kendini rahatlatmaya koyuldu. Böyle bir zamanda Chu Wanning'i görmek istemiyordu. Şu anda, onu düşüneceğine Shi Mei'in saf imajını kirletmeyi yeğlerdi; en azından şaşkın kalbinin bunu kabullenmesi, daha kolay olurdu.
 
Fakat ne vücudu ne de zihni onu dinledi, gözünün önünden geçen tüm görüntüler, geçmişte onun ve Chu Wanning'in arasından geçenlerin görüntüleriydi ; zevk arayışındayken birbirleriyle boyun boyunalardı. 
Bu gece, sanki bir barajın kapakları açılmıştı da art arda gelen titreme dalgalarının eşliğinde, tüm o yakıcı anılar, zihnini basıyor gibiydi.
 
Kendine adeta sert davranıyordu, sanki o adamın üstündeymiş gibi. Ve perişanlığın eşiğindeyken kabul etmek istemezmişçesine kafasını geriye doğru attı, ama yine de nefesi kesik kesik ve boğuk çıkıyordu.
 
Farkında bile olmadan onun adını söyledi.
"Wanning..."
 
Ağzından adı çıkar çıkmaz, bastırılmış bir hırıltı çıkardı ve kendini zapt etmeksizin boşaldığında, hafifçe titrerken avucu yapışkan bir ıslaklıkla kaplandı...
 
İşi bitirdikten sonra Mo Ran eğilerek kafasını soğuk duvara yasladı. Gözleri şaşkınlıkla kaplıydı.
 
Utanç, suçluluk duygusu, tiksinti, şehvet.
Yeniden doğduktan sonra bile Chu Wanning'e karşı bu kadar güçlü tepkiler yaşayacağını asla tahmin edememişti.
 
Birden, kendine karşı tiksinti duygusuyla doldu.
Geçmiş hayatında Shi Mei'i asla ele geçiremediğinden tüm tutkusunu diğer ilişkilerine vurmuştu. Ama birlikte olduğu kişilere ne kadar tutkulu bir aşk süsü verse de, ona göre bu ilişkilerin aslında hiçbir anlamı yoktu.
 
Mum ışığı söndükten sonra sadece seks vardı, kimle olursa olsun, bu değişmeyen bir şeydi.
 
Rong Jiu'dan birazcık hoşlanmasının nedeni de sırf Shi Mei'e benzediği içindi.
 
Fakat Chu Wanning'e karşı hissettiği bu duygular tamamıyla farklıydı. Düşündükçe fark etti ki, cinsel olmasa bile birlikte yaptıkları her şey, ona, tüm o fahişelerle yattığı zamanlardan çok daha yoğun bir zevk veriyordu. Hem sadece fiziksel değildi de...
 
Daha fazla bunun üzerine düşünmeyi reddetti.
 
O Shi Mei'e aşıktı, bu her zaman böyle olmuştu ve her zaman da böyle olacaktı. Duyguları asla değişmeyecekti.
 
Aynı anda hem gerilmiş, hem sinirli hem de rahatsız hissediyordu.
 
 O, bunu istemiyordu.
 
İş şehvete gelince Chu Wanning'den başkasını düşünemiyordu.
Hissettiği şehvet kaybolduğunda ise, ister kafasındaki bir tel saç ister kaçamaklı bir bakış olsun, Chu Wanning'le hiçbir alakasının olmasını istemiyordu.
 
Panik içinde, paranoya sayılabilecek derecede, kendi kendine düşündü, onun, hoşlandığı, derinden sevdiği kişi...
...Shi Mei idi...
 
 
O sırada, Chu Wanning'in kafası da aynı şekilde sıkıntı içindeydi.
Hiç beklenmedik bir şekilde, Mo Ran'ın arzusunu görmüş hatta hissetmişti. Gencin bedeni çoktan olgunlaşmaya başlamıştı, artık çok daha baskındı; heyecanlandığı zaman, dövülmeyi bekleyen demir gibi kavurucu bir sıcaklıktaydı.
 
Chu Wanning, ne kadar anında sakin ve boş bir ifade takınsa da, ve ne kadar daha sonra bu konuyu açmayacak olsa da bu temas sersemlemesine neden olmuş, onu kuşkuya düşürmüştü.
 
Daha kötüsü, onun vücudu da tepki vermişti.
Neyse ki, ince bir yüzü olduğundan, her zaman, kaplıcalarda bile, üstüne en azından bir bornoz giyerdi. Bornoz tüm vücudunu kaplıyordu ve kimse bir şey görmedi, yoksa tekrar insan içine çıkacak yüzü olmazdı.
Ama Mo Ran neden...
 
O gece yatağa uzanarak saatlerce, uzun uzun düşündü. Düşünmeye bile cesareti yoktu----- belki Mo Ran'ın da ondan hoşlandığını...
 
Böyle bir düşünce tamamen bir kuruntuydu ve fazlasıyla utanç vericiydi.
 
Temkinli 'Belki Mo Ran da----' düşüncesinin üzerine, "benden" kelimesi daha gelemeden Chu Wanning sinirle kendini çimdikledi. Berrak zümrüdüanka gözleri saklanmak istercesine parıldadı.
 
Cümlenin tamamını düşünmeye dahi cesaret edemiyordu.
Hem, sert bir kişiliği vardı, hemen insanlara vuruyordu, kelimeleri zehirliydi, huysuzdu, görünüş olarak Shi Mei'in yanına bile yaklaşamazdı, ayrıca artık genç bile değildi. Mo Ran erkeklerden hoşlanıyor olsa bile ondan hoşlanacak kadar kör olamazdı.
 
Dışarıdan soğuk ve kibirliydi.
Ama aslında, başkaları tarafından, ona o kadar uzun zamandır soğukluk gösterilmişti ve o kadar uzun zamandır korkulmuştu ki o, bu uzun ve yalnız yolu yürürken kendisi hakkındaki görüşü gittikçe ufalanarak toza dönmüştü.
 
 
Ertesi gün hepsi uyandı.
Mo Ran ve Chu Wanning hanın koridorunda, her ikisi de kalplerinde birtakım sırlar gizleyerek, karşılaştı.
Bakıştılar ama ikisi de konuşmaya kalkışamadı.
Sonunda, her şey normalmiş gibi devam eden kişi Mo Ran oldu. Chu Wanning'e gülümsedi: "Shizun."
 
Chu Wanning rahatlamıştı; bunun gibi bir durum ile nasıl baş edilir gerçekten bilmiyordu. Mo Ran'ın, dün hiçbir şey olmamış gibi davrandığını görünce, o da ona uyarak hafifçe başını öne eğdi ve selamladı.
 
"Madem ikimiz de uyandık, Shi Mei'i de uyandıralım. Çabucak toparlandıktan sonra Ağarma Zirvesi'ne gitmek için ayrılabiliriz."
 
Ağarma Zirvesi yıl boyu karla kaplı olurdu, ve son derece soğuktu. Bir kültivatör için bile o derecedeki bir soğuğa direnmek zordu. Chu Wanning, sıcaklık düştüğünde giysinler diye öğrencilerine birer çift eldiven ve kış pelerini almaya gitti.
 
Dükkan sahibi nargilesini içerek gülümsedi, dudakları kırmızıya boyanmıştı ve müşterileri karşılıyordu. Mo Ran'ı gördüğünde konuştu: "Ne yakışıklı bir delikanlı! Üstünde altın ejderhası olan bu siyah pelerine bir baksana; işlemesi ne kadar da kaliteli. Ejderhanın gözlerindeki ışığı görüyor musun? Onu işlemek beni üç aydan fazla aldı!"
 
Mo Ran mahcup bir şekilde güldü: "Hanımefendinin lafları çok içten ama ben sadece dağa gidip silah arayacağım. Böyle gösterişli ve resmi bir şeyi giymeme gerek yok."
 
Bu müşteride başarılı olamayınca Shi Mei'e döndü. "Ay, bu genç prens kıyaslanamaz bir güzelliğe sahip, hatta bu şehirdeki kızların hepsinden çok daha güzel! Efendi, izin ver göstereyim, bu şakayık ve kelebek desenli kırmızı pelerin sana çok yakışacak. Bir denemeye ne dersin?"
 
Shi Mei zorlukla gülümsedi. "Hanımefendi, onlar kadın kıyafeti değil mi?"
 
Xue Meng kıyafet alışverişinden nefret ederdi, onlarla birlikte gitmemişti ve olduğu yerde bekliyordu. Chu Wanning ona, köşelerinde beyaz tavşan işlemeli, mor astarlı siyah bir pelerin seçti.
 
Dükkan sahibi konuştu: "Efendim, bu pelerin size birazcık küçük. Genç birine daha iyi oturur."
 
"Öğrencim için."
 
"Oo, ooo!" Dükkan sahibi hatasını fark ederek hızla gülümsedi. "Ne kadar iyi bir öğretmen."
Chu Wanning belki de hayatında ilk defa, ondan "iyi bir öğretmen" diye bahsedildiğini duymuştu. Dondu, yüzü yine normaldi, ama durduğu yerden uzaklaşırken adımları uyumsuzdu ve birkaç adım boyunca, aynı taraftaki kolları ve bacakları birlikte hareket etti.
 
Sonuç olarak, Mo Ran açık gri, Shi Mei mehtap beyazı, Chu Wanning ise köşelerinde koyu mor işlemesi olan düz beyaz bir pelerin seçti. Ödemeyi yaptıktan sonra Xue Meng'ın yanına geri döndüler.
 
Pelerinini görünce Xue Meng'ın gözleri büyüdü.
"Ne oldu?" dedi Chu Wanning, tepkisini anlayamayarak.
"Bir, bir şey yok."
Chu Wanning onu duyamayacağı kadar uzağa yürüdüğünde Xue Meng pelerine baktı ve söylendi, "Mor mu? Ben mor sevmem ki."
Chu Wanning'in onu duyup soğuk bir sesle, "Saçmalık. Pelerini giymeyeceksen dağa çıplak da tırmanabilirsin."
"..."
 
Ağır ağır yolun sonuna doğru ilerlediler ve gece olmadan Ağarma Zirvesi'nin eteklerine ulaştılar.
Ağarma Zirvesi ruhani enerji bakımından zengindi, bu yüzden içerisinde bir sürü canavar ve yaratık barındırıyordu. 
 
Neyse ki, Chu Wanning yanlarında olduğundan o tür şeylerden korkmalarına gerek yoktu. Chu Wanning büyüyle üç tane haitang yaprağı oluşturdu, yapraklara ruh kovucu özellikler verdi ve her birini öğrencilerinin bel kuşaklarına koyduktan sonra "Gidelim" dedi.
 
Mo Ran gece göğünün içine gizlenmiş zirvelere baktı, sanki devasa ve ölümcül bir yaratık hiç hareket etmeksizin yerinde duruyordu. Kalbine bir sürü duygu boşalmaya başladı.
 
Geçmişte onun, Mo Ran'ın, güneşe ve aya, ruhlara ve şeytanlara, kültivasyon dünyasından memnun olmadığını söylediği, kendini yeni imparator olarak ilan ettiği yer Ağarma Zirvesi'ydi.
 
Bunu yaptığı sene, Ağarma Zirvesi'nde kendine bir eş, bir cariye, aldığı seneyle aynıydı.
Hala o karısının yüzünü hatırlıyordu, Song Qiutong, onun eşsiz bir güzelliği vardı. Bazı açılardan Shi Mei'e fazlasıyla benzerdi.
 
Taxian-Jun, görgü kurallarına uyan veya şerefli birisi değildi, o yorucu evlilik seremonileriyle hiç uğraşmamıştı. O zaman yaptığı tek şey, Song Qiutong'un narin elini alarak kırmızı duvaklı kadını, bin basamak yukarıya çekmek ve onunla yaklaşık bir saat boyunca yürümek olmuştu. 
 
Sonuç olarak Song Qiutong'un ayakları yürümekten ağrımıştı.
Mo Ran sinirli birisiydi, duvağını açıp ona bağıracaktı ki, ay ışığının altındaki o acıyla dolu gözleri, onun tıpkı uzun zaman önce vefat eden birisine benzemesine neden olmuştu.
Sinirli sözcükler boğazında kayboldu, titrek bir nefes alarak konuştu:
"Shi Mei, seni taşıyayım."
 
Kıdem olarak, eğer Song Qiutong onunla aynı sektte okumuş olsaydı gerçekten onun shi-mei'i olurdu. 
Bu yüzden Song Qiutong, bu sesleniş karşısında sadece bir anlığına duraksadı ve düşündü, Mo Ran Rufeng Sekti'ndekileri tamamen öldürdüğüne göre Rufeng artık, doğal olarak SiSheng Zirvesi'nin bir bölümü sayılabilirdi. Ve durum böyleyse ona shi-mei diye seslenmesi yanlış sayılmazdı, bu yüzden Song Qiutong, gülümseyerek "Tamam." dedi.
*ÇN: Hatırlatma, shi-mei kız kouhai demek.
 
Ve böylece, son birkaç bin basamakta, Taxian-Jun, ölümlü diyarının imparatoru, gölgelerin efendisi, bir ayağı diğerinin önünde, istikrarla kırmızılar içindeki gelinini zirvenin tepesine doğru taşıdı.
 
Kafasını eğdi ve zeminde tuhaf biçimli gölgelerin birbiriyle iç içe girişini izledi.
Birazcık güldü, kuru boğazıyla konuştu, "Shi Mei, artık ölümlü diyarının efendisi benim. Bugünden sonra kimse sana zarar veremeyecek."
 
Sırtındaki kadın buna ne diyeceğini bilemeyerek biraz tereddüt etti ve sonunda sadece bir "Mm." sesi çıkardı.
Sesi yumuşaktı. Belki de fazla yumuşak olduğundan, bir kadının sesi miydi anlamak zordu ve tonunun anlaşılması güçtü. 
 
O anda Mo Ran'ın gözlerinin kızarmakta olduğunu gören kimse yoktu. Mırıldandı, "Üzgünüm, seni bugün için çok beklettim."
 
Song Qiutong; Mo Ran'ın, uzun zamandır ona karşı hisleri olduğunu söylediğini sanarak hafifçe cevapladı, "Kocacığım..."
 
Kadının sesi net ve berraktı, kulağa sabah çiği gibi hoş geliyordu.
Ama Mo Ran aniden durdu.
 
"Ne oldu?"
 
"...Bir şey yok."
 
Yürümeye devam ederken Mo Ran'ın sesi boğukluğunu yitirerek sertleşti.
Bir an duraksadıktan sonra konuştu, "İleride, bana A-Ran diye seslensen daha iyi olur."
 
Song Qiutong hazırlıksız yakalanmıştı, Taxian-Jun'e bu adla seslenecek cesareti yoktu, "Kocacığım, ben... korkarım ki..."
 
Mo Ran'ın sesi agresifleşti, "Beni dinlemeyeceksen seni bu dağdan aşağı atarım!"
 
"A, A-Ran!" Song Qiutong hemen cümlesini değiştirdi. "A-Ran, hata ettim."
 
Mo Ran daha fazla konuşmadı.
Kafasını eğerek sessizce ilerlemeye devam etti.
Zemindeki gölgeler, yine sadece gölgeydi.
 
Tekrar düşününce, her şeyin sadece bir gölge olduğunu görmek hiç de zor değildi.
 
Görmek istediği toz pembe şeylerin hepsi sahteydi.
 
Sonuç olarak sahip olduğu her şey bir illüzyondan ibaretti.
Her şey boşunaydı.
 
 
 
"Shi Mei."
 
"Mn?" Mo Ran'ın yanında yürüyen kişi yüzünü ona çevirerek cevap verdi. Birbirine sürten yaprakların sesi, fışırdayan çimenler, ay ışığı; bunların hepsi, önündeki kişinin yüzünü aydınlatıyordu.
"A-Ran, ne oldu?"
 
"Yürümekten... yorulmadın mı?" Mo Ran onların önünde yürüyen Chu Wanning ile Xue Meng'a göz attı ve fısıldadı, "Yorulduysan, seni sırtımda taşıyabilirim?"
 
Shi Mei henüz cevaplayamadan Chu Wanning kafasını onlara çevirdi.
Mo Ran'a soğuk bir bakış attı ve konuştu, "Shi Mingjing'in bacakları mı kırık? Senin onu taşımana mı ihtiyacı var?"
 
"Shizun," Shi Mei aceleyle araya girdi, "A-Ran sadece şaka yapıyordu, kızma."
 
Chu Wanning'in kaşları yakınlaştı ve çatıldı, yüzüne oldukça sinirli bir ifade geldi. "Saçmalık. Sanki kızmamı gerektiren bir şey var."
Konuşmayı bitirdikten sonra kıyafetinin kolunu savurarak arkasını döndü.
 
Mo Ran: "..."
 
Shi Mei: "..."
 
"Shizun kızgın gibi görünüyor..."
 
"O nasıldır bilirsin," Mo Ran Shi Mei'in kulağına fısıldadı. "Kalbi bir iğnenin ucundan bile küçük, soğukkanlı ve kalpsiz. İnsanların arkadaşlarına iyilik yapmasına bile dayanamıyor."
Burnunu kırıştırdı ve sesini daha da kısarak sonuca vardı, "Cidden en kötüsü."
 
Birdenbire önlerinden Chu Wanning'in sesi yankılandı. "Mo Weiyu, eğer tek kelime daha edersen kendini dağın aşağısına fırlatılmış bulacaksın!"
 
Mo Ran sözüne uymuşçasına sustu, ama gizlice Shi Mei'e sırıtarak ağız hareketiyle 'Gördün mü, ne demiştim ben?'
 
 
Yazarın notları:
 
Bugün, kültivasyon okulundan bir öğretmen öğrencilere cümle içinde "mümkün değil"i kullanmaları için ödev verdi.
 
Mo Ran: Birini sevmek sadece vücudunu sevmek midir? Mümkün değil.
Chu Wanning: Birini sevmek, söze vurulması gereken bir şey midir? Mümkün değil.
Shi Mei: Benim görünüşüm bir kızınki gibi mi? Mümkün değil.
Xue Meng: Heteroseksüel bir adam olarak lavanta renkli* bir pelerin giyer miyim? Mümkün değil. 
*ÇN: Lavanta moru, homoseksüelliği temsil eden bir renkmiş.
Madam Wang: Heteroseksüel bir adam olarak onu giymeyip üç gey adamla dağa çıplak bir şekilde tırmanır mısın? Mümkün değil.
Xue Zhengyong: Kıdemli Yuheng bu kadar geyken kanatları altında hiç heteroseksüel birileri olabilir mi? Mümkün değil.
Song Qiutong: Bir piyon olarak imparator bu yaşamda benimle evlenir mi? Mümkün değil.
*ÇN: Cannon fodder = piyonlar yani önemsiz karakterler, sadece ana karakterin gelişmesi için koyulan karakterlerdir. Genel olarak ölürler lol.
Meatbun(yazar): Aptal husky bugün bir pislikti, yorumlarda onu azarlayan küçük melekler var olmamazlık eder mi? Mümkün değil.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


35   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   37 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.