Yukarı Çık




39   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   41 

           
Bölüm 40: Bu Saygıdeğer Kişi Buna İnanamıyor, Kahretsin
 
Edebi-Hasret'in içindeki silah Tianwen'di, daha doğrusu, tıpkı Tianwen gibi altın bir söğüt asmasıydı, üstündeki desenlerden tut yapısına kadar her şeyi aynıydı.
 
İstemeden hasret çekmek söğüt dalını kırar.
 
Chu Wanning söğüt asmasını Mo Ran'a verirken yüzünde ilginç bir ifade vardı, sonra, avucunda ışık belirmeye başladı ve Tianwen'i çağırdı. İkisi de birbirlerinin aynadaki yansımasıydı, hiçbir farkları yoktu.
 
Böyle bir şeyin olacağını hiç kimse düşünmemişti, Mo Ran bile gözlerine inanamıyordu----- önceki yaşamında binlerce kez Tianwen'e maruz kalan kişi bizzat kendisi olduğundan, Jincheng Gölü'nden tıpatıp aynı silahın ona çıkmasını hiç beklemiyordu.
 
Tam olarak neler oluyordu?
Aynı anda herkesin bakışları Yüce Gouchen'e döndü.
 
Yüce Gouchen de şaşırmış görünüyordu: "...Yani şimdi, dünyada, aynı anda iki tane odun elementsel ruh özü mü var?"
 
Xue Meng sordu: "Odun elementsel ruh özü ne demek ki?"
 
"Ah, durum şöyle," Gouchen açıkladı, "Bildiğiniz gibi dünyada beş element var. Ruhani çekirdeği oluştururken, herkes, elementlerden biri veya ikisiyle uyum gösterir. Doğuştan belirli bir elementin içinde en çok bulunduğu kişi, o elementin ruhani özüdür; mesela geçmişteki Wushan Tanrıçası, toprak elementinin ruhani özüydü. Fakat, genelde, her nesilde sadece tek bir ruhani öz olur----- şu anda odun elementinin ruhani özü zaten bir tane var, o, yıllar önce ilk odun elementsel silahını verdiğim kişi."
 
Bakışları Chu Wanning'e döndü.
 
"Ben, üst-düzey beş kutsal silahı yaparken, başta her elementten yalnızca birer tane silah yapmayı düşündüm. Dört element için her şey planlandığı gibi gitti fakat odun elementsel silahı dövülme aşamasında ikiye ayrıldı."
 
"Bunun göklerin takdiri olduğunu düşünerek iki parçaya ayrılan söğüt asmasını her bir parçasını iki ayrı silah yaptım. Ama yine de, bu silahların, aynı zaman dilimlerinde sahip bulamayacaklarından son derece emindim, bu yüzden, ikisini de, ileride gerçekleşebilecek olan ahlaksız entrikalardan korumak için birini brokar bir kutuyla Ji Baihua'ya teslim ettim. Böyle olacağını hiç tahmin etmezdim..."
 
Gouchen kafasını salladı ve tam devam edecekti ki birdenbire, Mo Ran'ın elindeki söğüt asmasının altın ışıltısı gittikçe değişerek azgın cehennem ateşi gibi parlak kırmızı bir alev ışığı saçmaya başladı. Mo Ran'ın düşünceleri hala karmakarışıktı ve düşünmeden ağzından kaçırıverdi: "Ah! Kahretsin!"
 
Chu Wanning onu durdurmaya çalıştı ama artık çok geçti.
Ve böylece hem o hem de Yüce Gouchen, Mo Ran'ı acıma hissiyle izledi. Mo Ran da çok geçmeden bu bakışların nedenini anlayarak hatırladı:
 
Kutsal bir silahın ilk kez renk değiştirmesi, yeni efendisini kabul ettiğini ve kendisine bir ad istediğini gösterirdi...
 
Ne yazık ki, artık çok geçti. Hepsi birden, çaresizce, söğüt asmasının gümüş sapında görkemli ve güçlü bir yazıyla üç yeni karakterin belirişini izledi----
 
Ah! Kahretsin [Jiangui].

Kutsal silah "Ah! Kahretsin."
Mo Ran: "... AAAAAAAAAH!!!!"
Xue Meng ve Shi Mei kutsal silahların nasıl adlandırıldıklarını bilmeseler de parçaları birleştirmek fazlasıyla kolaydı. Xue Meng kahkahadan iki büklüm olmuştu: "Zaten böyle bir ismi ancak sen verebilirdin! Hahahaha, iyi isim, iyi isim. Shizun'un Tianwen'i ve senin 'Ah! Kahretsin'in, Ahahahahahaha!"
 
 
Mo Ran çoktan kutsal bir silah bulduğundan Xue Meng ve Shi Mei de beğendikleri silahlardan birer tane seçti------ Xue Meng uzun bir kılıç seçti, Shi Mei ise bir tane kısa flüt ile yetindi. İkisinin de silahları renk değiştirmedi, belli ki henüz yeni efendilerine boyun eğmiyorlardı.
Ama bunda sorun yoktu, daha sonra bir şekilde halledilirdi.
Ve böylece, hepsi akşam yemeği için keyifle binaya geri döndüler. Yüce Gouchen daha önce Jincheng Gölü'ne hiç ölümlü getirmemişti; bu yüzden cömertçe, onlara, ayrılmadan önce geceyi burada geçirmelerini teklif etti ve bir ev sahibi olarak onlardan hiçbir şeyi esirgemedi. Ziyafet masaları et ve şarap ile doluydu ve eğlencelerine enerjik bir davul sesi eşlik ediyordu. Yemekten herkes azıcık sarhoş çıkmıştı.
 
Sonrasında Gouchen, kahyasına konukları odalarına götürmesini söyledi.
 
Misafir odaları silah odasının yanındaydı. Devasa ağaca baktığında, Mo Ran yeni aldığı "Jiangui"i hatırladı ve tekrardan incelemek için söğüt asmasını çağırmadan edemedi.
 
İstemeden hasret çekmek söğüt dalını kırarmış.
Ji Baihua tam olarak ne biliyordu, neden böyle bir şey söylemişti, ve bu kelimlerle tam olarak ne demek istemişti?
Birazcık sarhoştu ve vücudundaki alkol, düşüncelerini bulanıklaştırıyordu ama, yine de anlayamıyordu----- Ebedi-Hasret bozuk değilse, Chu Wanning onu nasıl açabilmişti?
 
Tabii ki Chu Wanning'i sevmiyordu. Chu Wanning'in ona sırılsıklam aşık olması mı... Güldürmeyin onu.
 
Böyle düşünerek Shizun'una baktı.
Ama beklenmedik bir şekilde Chu Wanning de ona bakıyordu. Gözleri buluştu ve Mo Ran tatlı-ekşi bir his eşliğinde kalbinin, üstüne küçük sivri bir şey batırılmış gibi hafifçe titrediğini hissetti. Hiç düşünmeden hemen Chu Wanning'e sırıttı, ama bu his yalnızca bir anlığına kaldıktan sonra içi birden pişmanlıkla doldu.
Chu Wanning'den hoşlanmadığı apaçık olmasına rağmen, bazenleri, ona baktığında neden bu kadar huzurlu ve sıcak hissediyordu?



Chu Wanning ise o sırada her zamanki gibi sakin gözüküyordu. Mo Ran'ın Jiangui'i çağırdığını gördü ve o da Tianwen'i çağırdı.
Mo Ran'a doğru yürüdü.
Anlaşılan Jiangui biraz huysuzdu; bir başka güçlü odun elementselinin yaklaştığını hissetti ve agresif rekabetçiliğini göstermek istercesine kırmızı ateş kıvılcımlarıyla cızırdadı, birkaç kıvılcım Xue Meng'a sıçradı.
 
Buna karşın Tianwen, kendisinden başka bir tanenin varlığını ne kadar sezmiş olsa da, Chu Wanning ile uzun zaman kaldığından onun davranışlarına ve huyuna uyum sağlamıştı, bu yüzden, kendisi de bir rekabetçi olmasına rağmen, altın ışığı, Jiangui gibi zavallı bir şekilde çıldırmadı, onun yerine yavaş yavaş arttı ve efendisinin onu durdurmadığını görünce Jiangui'e özel bir silahın, savaşı nasıl karşılaması gerektiğini göstermek istermişçesine gittikçe daha da göz kamaştırıcı bir parıltı yaymaya başladı.
 
İki kutsal silah, esasen aynı daldı.
Biri taze ve deneyimsizdi, diğeri yüzlerce savaş sonucunda olgunlaşmıştı.
Biri, sabırsız, coşkun ve toy bir genç gibi, kırmızı ışıkla alevleniyor; diğeri, en uzun doruğun üstünde dikilen gururlu ve kibirli bir efendi gibi, altın ışığını yayıyordu.
 
Chu Wanning düşünceli bir sesle kendi ellerindeki söğüt asmasına baktı, sonra bakışları, sık ve alçaltılmış kirpiklerinin ardından Jiangui'e döndü. Konuştu: "Mo Ran."
 
"Shizun?"
 
"Şeyi kaldır..."  Jiangui[Kahretsin] demek biraz utanç vericiydi. Chu Wanning duraksadı, sonra devam etti: "Söğüt asmanı kaldır, hadi bir maç yapalım."
 
Mo Ran'ın beynindeki lapa kaynadı ve fokurdadı ama anlayamadı. Burun köprüsünü çimdikledi ve zorlukla gülümsedi: "Shizun, lütfen böyle şakalar yapma, acı bana."
 
"İlk üç hamleyi senin yapmana izin veriyorum."
 
"Daha önce hiç söğüt asması kullanmadım ki ben..."
 
"İlk on hamle."
 
"Ama----"
 
Daha fazla kelime sarf etmeyerek Chu Wanning bileğini salladı ve parlak altın ışık direkt Mo Ran'a doğru yöneldi! Tianwen'e olan korkusu artık iliklerine kadar işleyen Mo Ran'ın ödü bokuna karıştı ve hamleyi engellemek için anında Jiangui'i kaldırdı. Söğüt asmaları yeri ve göğü ayırarak savaşta düğümlenen ejderhalar gibi havada birleştiler, sürtünmeden dolayı altın ve kırmızı kıvılcımlar durmaksızın etrafa saçılıyordu!
 
Mo Ran daha önce bu değişik silahı nasıl kullanacağına hiç çalışmamıştı, fakat çok uzun bir süre Chu Wanning'in saldırı tarzını izlemişti, ve bunu, doğuştan gelen özel yetenekleriyle birleştirerek Chu Wanning'in saldırılarına karşı kendini savunmayı başarabildi, zar zor da olsa.
 
Dondurucu göl suyunun içinde karşılıklı birkaç düzine hamle daha değiştiler. Chu Wanning kendini tutuyordu ama yine de Mo Ran'ın ona karşı kendini savunabilmesi oldukça sıra dışıydı ve beklentilerini aşmıştı.
Tianwen'in altını ile Jiangui'in kızılı dans ediyor, arkalarından ışıklarının izleri onları takip ediyordu, görülmeye değer bir görkemdi. Söğüt asmaları önceden durgun olan suyu delip geçiyor, canlandırarak dalgalandırıyor ve yırtıyordu----- altın ve kızıl düğümleniyor, birbirleriyle başa baş savaşıyor, ayrılmak istemiyorlardı!
 
Chu Wanning'in bakışları övgü doluydu, ne var ki, dövüşmekten yorgun düşen ve zorlukla nefes almaya çalışan Mo Ran bunu hiç fark etmemişti.
Chu Wanning: "Tianwen, geri dön."
Daha az önceki vahşi ve acımasız söğüt asması, gizli buzun kaynak suyuna erimesi gibi, anında yumuşadı, parıldayarak uysalca Chu Wanning'in avucuna döndü.
 
Mo Ran nefes almaya çalışırken göğsü inip kalkıyordu, Jiangui elinde hala kıvılcımlar saçmaya devam ediyordu. Bir süre sonra bacaklarındaki tüm güç kayboldu ve yerdeki kara, poposunun üstüne düştü, yüzü sıkıntıyla doluydu: "Yeter, yeter, Shizun bana zorbalık ediyor."
 
Chu Wanning: "... Sana on hamle hakkı verdim."
 
Mo Ran huysuzca söylendi: "On hamle nasıl yeterli olabilir, yüz tane ancak yeterdi! Uf ellerim, kollarım kopacak. Shi Mei, Shi Mei kollarımı ovsana." Xue Meng alay geçercesine gülerken Mo Ran söylenmeye devam ediyor, Shi Mei ise ikisini de yatıştırmak için elinden geleni yapıyordu.
 
Chu Wanning sessizce onlara baktı ve daha fazla konuşmadı.
 
Dondurucu gölün yeşil sularında, Chu Wanning'in dudaklarının kenarları, belli belirsiz ama içten bir gülümsemeyle hafifçe hareket eder gibi oldu, fakat gerçekten gülümsediğinden emin olmanın bir yolu yoktu, ayrıca sadece bir anlığınaydı, hemen sonrasında çoktan arkasını dönmüş, avlunun ortasındaki devasa ağacı ve aşağı sarkan binlerce dalını seyrederken bir elini arkasına koymuştu; ne düşündüğü bilinmez.
 
O gece Mo Ran, beyaz ve yumuşak kumu olan temiz zeminli bir misafir odasında oturuyordu, duvarlar deniz mavisine boyanmış, suyu delip geçen ışık demetleriyle hafifçe parıldamaları için üstlerine bir büyü yapılmıştı. Pencere yarı açıktı, inci perde akşam esintisiyle nazikçe dalgalanıyor, masanın üzerinde gece-parıltısı incisinden yapılma bir lamba odayı kolay bir havayla aydınlatıyordu.
Odanın merkezinde, içi, kat kat yumuşak saten kumaşla doldurulmuş kocaman bir deniz kabuğu duruyordu.
Mo Ran yatağa gömüldü ve Jiangui'i tekrar çağırdı, elinde tutarak uzun bir süre ona baktı. Belki de gerçekten fazla yorulmuştu, çünkü Jiangui'i birazcık inceledikten sonra uyuyakaldı.
Mo Ran'ın göğsüne uzanan Jiangui de, efendisinin uykusuna eşlik edermiş gibi loş kırmızı bir ışıkla titreşti...
 
Mo Ran ne kadar süredir uykuda olduğunu bilmiyordu ama uyandığında ilk hissettiği şey buz gibi bir ürpertiydi ve bunu, hemen bileğinden gelen bir acı patlaması takip etti.
Derin bir nefes aldı ve kafasını tutarak yavaşça doğruldu. Bilinci geldikçe bileğinden gelen tuhaf acı daha da arttı, ve şok içinde, bileğine bir kesik atıldığını, hatta yaranın çoktan kanlı bir şekilde kabuk bağladığını öğrendi.
 
Neler oluyor?
----Burası da neresi??!
 
Mo Ran'ın gözleri hızla açıldı.
Ayılır ayılmaz kendisini; içerisinde, tavanındaki küçük havalandırma boşluğundan başka hiçbir şey olmayan, karanlık ve tamamıyla yabancı bir taş odada buldu. Gölün soğuk ışıkları, boşluktan, birkaç metreyi zar zor bulan dar alana giriyor; kaygan ve rutubetli, grimsi yeşil taş duvarlar, içeri giren zayıf ışık ile hafifçe parıldıyordu.
 
 
 
 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


39   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   41 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.