Yukarı Çık




42   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   44 

           
Bölüm 43: Bu Saygıdeğer Kişi Kurbanlık???
>>hafif kanlı
 
Mo Ran daha cevap veremeden arkasından, kulak tırmalayıcı, tiz bir ses geldi: "Yol açın, yol açın! Geçmeme izin verin!"
Bu, fuban mıydı?!
 
Ağır taş yığınını taşıyarak, fuban, önceki gibi aynı eczaneye zorlukla yürüdü, ve bağırdı: "Daha fazla dayanamıyorum! Çabuk, doktor kurtar beni!"
 
Dışarı beyaz saçlı bir deniz adamı süzüldü, kuyruğu diğerlerinin kuyruklarından farklıydı, onunki, uzunluğunca, akışkan altın gibi görkem içinde parıldıyordu. Saçı sıradan tokalarla geriye tutturulmuş, omuzlarında dökülüyordu; yüzü, kırışık olmasına rağmen, düz bir burun ve kıvrımı hoş dudaklar ile orantılıydı, ve o altın renkli gözler sisli bir çisenti gibi durgundu; gençliğinde ne kadar yakışıklı olduğunu tahmin etmek zor değildi.
 
Mo Ran titredi.
Bu, öncekinden farklıydı; o turkuaz renkli deniz ejderhası nereye kaybolmuştu?
 
Yaşlı adam uzaktan onlara baktı ama bir şey demedi, onun yerine kapının eşiğine giderek eğildi ve fubanın sırtındaki taşları teker teker aldı.
 
Son taşın da çıkarılması ile illüzyon parçalandı ve fuban patladı, kanı, bir sisin bulanıklığı gibi suda yayıldı. Bununla hemen hemen aynı anda, pazar yerindeki tüm canavarlar ve yaratıklar kısa bir anlığına duraksadı, sonra, vücutları, kemikleri yokmuş gibi yere yığılarak çürümeye, göl suyunu kanın pis kokusuna bulamaya başladı.
 
Su kıpkırmızıydı, renk, kan vücutlarından çıktıkça daha da koyulaşıyordu. Uzaktaki şeyleri görmek gittikçe zorlaştı, etraflarındaki alan bulandı da bulandı ve biraz sonra, görüş alanları tamamen kırmızı ile kaplandığından birbirlerinin ellerini bile göremez oldular.
 
Chu Wanning konuştu: "Mo Ran."
 
Mo Ran onu iyi biliyordu, bu yüzden daha fazla konuşmasına ihtiyacı yoktu: "Shizun, ben buradayım, endişelenme."
 
Chu Wanning az konuşan biriydi, daha doğrusu, kelimelerle arası iyi değildi. Bir an sessiz kaldı ve sonra sadece şunu dedi: "Dikkatli ol."
 
Bulanık kanlı suyun içerisinde Mo Ran, Shizun'un gök yıkılsa da renk değiştirmeyecek olan yüzünü göremese de sesindeki endişeyi kolayca sezebiliyordu. Günlük hayatta Chu Wanning'in sıcaklığını çok nadiren hissederdi, bu yüzden göğsü birden ısındı. Diğerinin elini daha da çok sıktı ve onu cevapladı: "Tamam."
 
Birbirlerinin yakınında, sırt sırta, dururken, göremeseler de diğer kişinin kalp atışını ve nefes alışverişini hissedebiliyorlardı. Chu Wanning durum tehlikeli olunca Tianwen'i çağırdı, Mo Ran da şimdiye ruhani enerjisini geri kazandığı için onu takip ederek Jiangui'i çağırdı.
 
İkisi de kutsal silahlarını çağırdıktan sonra Mo Ran aniden haykırdı: "Shizun, şuraya bak!"
 
Chu Wanning, daha az önce o yaşlı deniz adamının taş yığınını temizlediği yerdeki eczaneye doğru bakmak için kafasını çevirdi, ve zeminde, farklı boyutlarda, birkaç düzine beyaz ışık noktasının oluştuğunu gördü. İkisi el ele o tarafa doğu yürüdü, ve beklenildiği gibi, o ışık noktaları fubanın taşlarıydı.
 
Yaşlı deniz adamı az önce, düzinelerce taşı üç titiz sıraya dizmişti, her parça nazik bir ışıltı ile parıldıyordu.
 
Yavaşça, taşların önünde bir figür belirdi. Beliren kişi, anlaşılan yine, az önceki ak saçlı deniz adamıydı.
Mo Ran konuşmayı denedi: "Sen kimsin?"
Adam cevap vermedi, sadece Chu Wanning'e baktı, ardından Mo Ran'a, sonra ise kelimesizce elini kaldırdı ve yerdeki taşlara işaret etti.
 
Mo Ran sordu: "Taşları almamızı istiyorsun?"
 
Ak saçlı deniz adamı başıyla onayladı, sonra tek bir parmağını uzattı.
 
"Sadece bir tane... mi almamızı söylüyorsun?"
 
Ak saçlı adam ilk başıyla onayladı sonra kafasını iki yana salladı, Mo Ran'a işaret etti, ve sonra Chu Wanning'e işaret etti.
 
Mo Ran anladı: "İkimiz de birer tane mi almalıyız?"
 
Bu sefer ak saçlı deniz adamı şiddetle başını yukarı aşağı salladı ve durduğu yerde dikilerek ikisine de dik dik bakmaya devam etti.
 
Mo Ran sordu: "Shizun, dediğini yapmalı mıyız?"
 
"Yapalım bari, başka fikrimiz yok ne de olsa."
 
Böylece ikisi de birer tane taş seçti ama beklenmedik bir şekilde, parmakları taşlara değdiği an, gözlerinin önünde birtakım çarpıtılmış renk çaktı ve etraflarındaki dünya son süratle dönmeye başladı.
Her şey tekrar durgunlaştığında, o sonsuz kırmızı kaybolmuştu.
Dikkatli bakınca fark ettiler, kutsal silah odasına geri ışınlanmışlardı!
 
"Shizun!!"
 
"Shizun, A-Ran!!"
 
Ve Xue Meng ile Shi Mei de buradaydı. Chu Wanning'i görerek hem şaşırmış hem de mutlu olmuşlardı, onları karşılamak istercesine önlerine koştular. Chu Wanning, o ışıltılı taşların bir ışınlanma büyüsü ile kaplı olacağını düşünmemişti ve az önceki hızlı dönüş yüzünden hala midesi bulanıyordu. Bir elini alnına koydu, diğer eli hala sıkıca Mo Ran'ınkine sarılıydı.
 
Kanlı gölün içindeyken elleri, bir kez bile ayrılmaksızın iç içe kalmaya devam etmişti.
Chu Wanning, statüsü nedeniyle, Mo Ran ile el ele tutuşacak fırsatı çok nadiren bulurdu. Çoğunlukla, birazcık uzaklarında durur, yapabildiği tek şey, uzak mesafeden, öğrencileri arasındaki yakınlığı izlemek olurdu.
Ve bu yüzden, temkinli bir şekilde, şu anda avucunda bulunan ender sıcaklığa, son derece değer veriyordu...
 
"Shi Mei!"
Ne var ki, ona göre böyle değerli bir hazine olan o sıcaklık, diğer kişiye göre belki bir çift yıpranmış ayakkabı kadar değersiz, kayda değmeyen bir şeydi, belki de hiç fark edilmemişti bile.
 
Shi Mei'i gördüğü an, Mo Ran elini oldukça sıradan bir şekilde bıraktı.
Chu Wanning'in parmak uçları titredi, ve bir anlığına onu tutmak istiyormuş gibi oldu.
Fakat bunu yapabilmek için bahanesi neydi?
 
Artık, birini sevecek cesareti yoktu.
Geriye acınası derecede az kalan onurunu da kaybetmek istemiyordu.
 
Mo Ran'ın Shi Mei'e kolayca gülümseyişini, sıradan bir şeymiş gibi ona sarılıp saçını okşayışını izlerken,
Chu Wanning'in parmak uçları aşağı indi.
Biraz utançla, biraz da sıkıntıyla.
 
Neyse ki,
Yüzü alışık olarak hissizdi, duyguları dışarı çok net bir şekilde yansımıyordu.
Belki yaşlandığından ya da böyle katı biri olduğundandır ki, o ışınlanma çemberindeki dönüşten sonra göğsünün hafifçe soğuklaştığını hissetti.
 
Ama o kadar da kötü değildi, parmak uçlarında, geride hala birazcık sıcaklık kalmıştı.
Yakında kaybolacak olan son sıcaklık ipliğine tutunarak yavaşça doğruldu, yüz ifadesi ile bakışlarını düzgün ve tertipli olmaları için ayarladı.
 
"Shizun, iyi misin? Yüzün çok solgun..."
 
Chu Wanning Xue Meng'a başını salladı: "İyiyim."
 
Bir an duraksadıktan sonra sordu: "Siz de mi buraya o deniz adamı tarafından ışınlandınız?"
 
Xue Meng ona cevap veremeden birden kulaklarına bir sürü fokurdama sesi gelmeye başladı. Chu Wanning arkasını döndü, gördüğü şey, yarısı kanla kaplı bir yüzdü ve hemen sonrasında kaynar sıcaklıktaki eritme havuzundan, sıvının sıçrama sesi ile bozuk şekilli birisi yüzeye çıktı.
Bu kişi kesinlikle bir ölümlü değildi, ya da, kesinlikle canlı değildi, çünkü hiçbir ölümlü böyle kızgın eriyik metalin içine batırılıp sağ kalamazdı. Bu kişi ise, her tarafı soyulup yanmış olmasına rağmen hala net bir şekilde nefes alabiliyordu. Kolları ve bacakları zincirlenmişti, zincirler, acı çekmesi için onu eritme havuzunun içine bağlı tutuyordu.
 
Yavaşça gözlerini açtı ve önündeki insanların önünde tekrar tekrar başını eğdi, bakışları, eritme havuzuna yaklaşmaları için yalvarıyordu.
Konuşamasa da kendisini ifade edebilmek için farklı yöntemleri vardı. Grup onun, kanlı etinin kemiğine zar zor yapıştığı kollarını sallayışını ve havuzdan, küçük bir dalga erimiş metali yukarı çıkararak havada antik harflerden, sıra sıra bir sürü cümle oluşturuşunu izlediler.
 
Xue Meng irkildi: "Bu ne tür bir yazı? Neden tek bir harf bile okuyamıyorum?"
 
Chu Wanning: "Bu, antik Cangjie alfabesi, henüz size öğretmedim."
 
Mo Ran: "O zaman----- ne diyor?"
 
Chu Wanning ilerledi ve dikkatle yazıyı inceledi: "...O... yardım istiyor."
 
Efsaneye göre, antik Cangjie alfabesi Semavi Alem'in yazısıydı. İnsan dünyasında ise hemen hemen kayıp bir sanattı; artık bu alfabeyi pek az insan biliyordu, Chu Wanning gibi başarılı bir zongshi bile hepsini okuyamıyor, sadece ana fikrini anlayabiliyordu.
 
Chu Wanning bir süre yazıyı incelemeye devam etti, yavaşça yorumladı: "Kendisinin söğüt ağacının ruhu olduğunu söylüyor, adı Zhaixin Liu[Kalp koparan söğüt]. Daha bir fidanken Yüce Gouchen onu Tanrılar aleminin yedinci katından buraya getirmiş. Gouchen daha sonrasında bilinmeyen nedenlerle bu dünyayı terk etmiş. Zhaixin Liu o zamandan beri onu görmemiş, hala yaşıyor mu onu bile bilmiyormuş."
 
"Ama o burada olmasa bile Zhaixin Liu binlerce sene boyunca, onun verdiği emirlere her zamanki gibi uyarak Jincheng Gölü'nü ve kutsal silah odasını korumuş. Buradaki ruhani enerji ile beslenerek zamanla insan formuna bürünmüş ve günler sorunsuzca geçiyormuş, ki bir gün birisi----" Chu Wanning aniden okumayı bıraktı.
 
Mo Ran sordu: "Ne oldu?"
 
"...Bu üç karakteri bilmiyorum. Anlaşılan bir tür isim." dedi Chu Wanning, bir elini kaldırarak karmakarışık kıvrımlı harflere işaret etti, "Neyse, bu kişi Jincheng Gölü'ne gelmiş. Güçlü ve acımasızmış, göldeki her şeyi katletmiş ve onları kontrol etmek için Zhenlong Satranç Formasyonu'nu kullanıyormuş. Zhaixin Liu da buna dahilmiş."
 
Mo Ran anında haykırdı: "O kişi muhtemelen sahte Gouchen!"
 
Bu kelimeleri duyan Zhaixin Liu'nun gözleri ışıldadı ve onu onaylarmışçasına başını iki kez salladı.
 
"...Hah, tahminim gerçekten doğruymuş." Mo Ran sırıttı, biraz utanç içinde, ve kafasını kaşıdı, "Haha, bayağı zekiyim eh."
 
Chu Wanning hafifçe ona baktı, sonra devam etti:
"O zamandan beri, Zhaixin Liu'nun tek bir gün bile şuuru yerine gelmemiş ve hep bilinçsizlik durumundaymış. Neyse ki, bir zamanlar ona bedensel ve ruhsal olarak bağlı olan diğer iki söğüt dalı-Tianwen ve Jiangui- uyanmış. Onların gücünü ödünç aldığından Zhaixin Liu'nun bilinci bir süreliğine geri gelmiş. Eğer öyle olmasaymış şu anda muhtemelen kontrolü kaybeder ve buradaki herkese zarar verirmiş."
 
"Buradaki herkes"in şüpheliliğini ya da tedirgin ediciliğini duyan gençlerin üçü birden, kafalarını kaldırarak eritme havuzuna baktılar, adamın kendini böyle tanıtmasını nasıl karşılayacaklarını bilemediler.
 
Mo Ran başladı: "Liu-qianbei[Kıdemli söğüt]-----"
Xue Meng: "Liu-qianbei?"
"Ne diyeyim, Zhai-qianbei[Kıdemli koparan] mi?" Mo Ran kötü kötü Xue Meng'a baktı, sonra devam etti, "Muhtemelen hoşuna gitmeyecek olan bir şey söyleyeceğim ama sanırım anlattığın şeylerde bazı tutarsızlıklar var."
 
Zhaixin Liu konuşamasa da denilen şeyleri anlayabiliyordu. Yüzünü çevirerek Mo Ran'a baktı.
 
Mo Ran: "İlk sahte Gouchen'in kontrolü altında olduğunu, sonra ise Tianwen ve Jiangui'nin etkisi ile bilincini geri kazandığını söyledin. Ama bana Jiangui'i veren kişi, bizzat sahte Gouchen'di, silahı vermenin sonuçlarını o nasıl bilmesin ki?"
 
Zhaixin Liu kafasını salladı ve Chu Wanning'in önündeki karakterler değişti.
 
"Ben Tanrılar Alemi'ndenim. Benim hakkımda az şey biliyor ve kutsal silahların benim bilincimi etkileyebileceğinden bihaber. Üç yasaklı tekniğe ulaşma uğraşında benim gücümü çekmesi gerekiyor ama benim ömrüm sona ermek üzere. Bu yüzden de telaş içinde ömrümü uzatmak için yeni yollar arıyordu. Fakat ben yaşamaya gerçekten devam etmek istemiyorum, bu kötü adama yardım etmek yerine ölmek bana daha uygun olur, ne yazık ki onun kontrolü altındayım ve kendi irademle hareket edemiyorum..."
 
Bunun üzerine Chu Wanning düşünceli bir şekilde duraksadı: "Mo Ran'ı buraya getirme nedeni de bu yüzden olmalı. Mo Ran odun elementsel özü olduğundan, muhtemelen, sahte Gouchen kendi ruhani gücüyle Jiangui'ninkini birleştirerek Mo Ran'ı sana kurban olarak vermeyi planlıyordu."
 
Zhaixin Liu başıyla onayladı.
 
Mo Ran hala tam olarak anlayamamıştı: "Ama o sahte Gouchen'in dediğine göre iki tane odun elementsel özü var. Shizun da bunlardan biri, neden sadece beni kilitledi?"
 
Zhaixin Liu yazdı: "Kurbanlık, daima ne kadar genç ise o kadar iyi olur, ve kurbanlık, bir ağaç ruhuna kurban ediliyorsa ona daha iyi bakılmalıdır. Kurbanlığın açlığı ve arzuları doyurulmuş, her ihtiyacı tatmin edilmiş olmalıdır, ayrıca kurbanlığın, canı alındığında, sevincin doruğuna ulaştığı bir illüzyonun içinde olup hiçbir şeyden haberi olmaması gerekir. Aksi takdirde kurbanlığın pişmanlıkları olacaktır, bundan çıkan habis enerji ise benim solmamı yavaşlatmak yerine, tam tersine hızlandıracaktır."
 
Bunun üzerine, Mo Ran'ın düşünceleri o hücrede Chu Wanning'in dış görünüşüne bürünen tilki ruhuna döndü.
Demek bunun nedeni arzularını doyurmaktı, bu, bir domuzu kesmeden önce şişmanlatıp daha da lezzetli olmasını sağlamak gibi bir şeydi.
 
Shi Mei yerine Chu Wanning'i görmesinin nedeni de böylece açığa kavuşmuş oldu. Shi Mei'e o kadar çok değer veriyordu ki onu kirletmek istemiyordu. Arzularına gelince Chu Wanning'e, Shi Mei'den daha çok şehvet duyduğu doğruydu...
 
Mo Ran'ın yüzündeki tuhaf yüz ifadesini gören Chu Wanning, onun hala rahatsız olduğunu düşündü ve onu rahatlatmak için sordu: "Ne hakkında düşünüyorsun?"
"H-hiç."
Mo Ran'ın yüzü kızarmaya başladı. Chu Wanning bir anlığına ona boş boş baktı ve sonunda ne olduğunu anlayarak anında ağzını kapattı. Bir süre geçti ve utanç içindeki bir öfkeyle arkasını döndü.
 
Ne rahatsızlığı? Bu herif kesin az önceki o sözde "arzular"ını hatırlıyordu, hatta hayal bile kuruyor olabilirdi.
Chu Wanning içerlemiş bir kızgınlıkla kıyafet kolunu salladı ve buz gibi bir yüzle mırıldandı: "Utanmaz."
Mo Ran: "..."
İyi ki Chu Wanning, o illüzyonda arzularını tatmin eden kişinin kim olduğunu bilmiyordu, yoksa anlık bir öfke sonucu derisini canlı canlı yüzebilirdi.
 
Mo Ran düşüncelerine dalmıştı ki kutsal silah odasının zemini aniden sallanmaya başladı. Xue Meng irkilerek bağırdı: "Ne oluyor?"


Çevirmen notu: Bir iki gün aksattığım için fazladan bölüm attım bugün. 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


42   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   44 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.