Yukarı Çık




44   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   46 

           
Bölüm 45: Bu Saygıdeğer Kişi Geleceğini Biliyordu
>> kan ve acı
 
Xue Meng göğe doğru öfkeyle bağırdı: "Sen ne tür boktan bir tanrısın! Kör müsün? İçeri zorla girdiğimizi nerede gördün? Kaçırılan biziz, doğru bil!"
 
Shi Mei konuştu: "Faydası yok, o gerçekte burada değil, bu, sadece arkasında bıraktığı bir ses. Sahte Gouchen, Zhaixin Liu'nun muhakemesiyle oynayıp bizi davetsiz misafirler gibi görmesini sağlamış olmalı."
 
Ses devam etti:
"Kutsal silahlara yaraşır kimseler erdemi ve azmi doğal olarak anlamak zorundadır, kalbine sadık kalmalı ve olağanüstü illüzyonların cazibesine müsait olmamalıdır. Sizler, madem geldiniz, benim sınavıma gireceksiniz. Eğer sınavı geçerseniz sizlere güvenli geçidi ve bir tane kutsal silahı bahşedeceğim. Lakin, sizler bencil ve tereddütlü olursanız, o zaman bir kutsal silahın efendisi olmaya da layık değilsinizdir!"
 
Chu Wanning kan lekeli dudaklarının arasından kasvetlice konuştu: "Erdem... bu senin erdem dediğin şey, başkasını kan kum saati olarak kullanmak mı?"
Yüce Gouchen'in onu duyamadığını tabii ki biliyordu, ama yine de, hissettiği öfke, kelimeleri ona zorla söyletmişti. Her kelimeyi dile getirmesi, yaralarını sıkıp zorlukla nefes almasına neden olsa da, o boyun eğmez ağzını kontrol edemiyordu işte.
 
Ses, hiçbir şekilde etkilenmeyerek, silah odasında yankılanmaya devam etti: "Huyunuzu test etmek üzere her biriniz az sonra Zhaixin Liu'nun rüya illüzyonuna dalacaksınız. Eğer illüzyondan zamanında uyanamazsanız, bu arkadaşınız son damlasına kadar kanayıp yok olacak."
 
Bu sözler üzerine üçünün de rengi soldu.
Shi Mei mırıldandı: "Ne..."
 
Yani diğer bir deyişle, üçü de birer illüzyona sokulmak üzereydi.
Ve zamanında ayılamazlarsa, onlar harika bir rüyanın içinde kısılıp kalmışken Mo Ran ölümüne kanayacaktı?
 
Xue Meng afallamıştı, sonra öfkeyle bağırdı: "Ya sen ne tür bir tanrısın!!! Ölümsüzlüğe kültive etmek senin gibi olmaksa, hayatım boyunca bir daha asla herhangi bir kılıca dokunmayacağım!!"
 
Chu Wanning de sinirden kendini kaybetti: "Ne saçmalık!"
 
"Shizun!" Shi Mei aceleyle onu sakinleştirmeye çalıştı, "Sinirlenme, lütfen yarana dikkat et."
 
Ve Yüce Gouchen -o piç- yavaş yavaş şiir okumak için bula bula bu zamanı bulmuştu:
"Su eşit zemine aktı ikisi de kendi yollarına döküldü. Yaşam yazgıdır, hem yalan söylediğin gibi düşünürken, hem yürüdüğünde iç çekerken. Teselli için bardağını doldur, şarkı kadehlerin kaldırılması ile kesilir, buna rağmen yol hala her zamanki gibi zorluklarla doludur. Kalp ne odundan ne taştandır, nasıl hissetmesin; dillendirilmeyen kelimeler ve atılmamış adımlar, söyleyecek bir şey bırakmaz."
 
Xue Meng cidden sinirinden kendinden geçecekti: "Ne halt geveleyip duruyorsun sen!"
 
Shi Mei açıkladı: "Bu, Bao Zhao'nun 'Zorlu Yollar' adlı şiirinden, genel anlamı ise şu; her insanın kendi yazgısı vardır, ne diye pişmanlıkta debelenip teselli için içerler, kadehlerin kaldırılması şarkıyı keser. İnsanların kalpleri taştan yapılma olmadığına göre duygusuz olmak imkansızdır ve çoğu şey söylenmeden geçer gider."
 
Yüce Gouchen uzun bir iç çekti: "Bu kocaman dünyada kaç kişi başkasını kurtarmak için kusursuz bir rüyayı terk eder? Dünya sürekli savaşlarla ve katliamlarla dolu. Eğer kutsal bir silah vicdansız birinin ellerine geçerse, suç benim olur, ve silahların yaratıcısının ta kendisi olan ben, böyle günahlar için kendimi nasıl affedebilirim..."
 
Birdenbire kutsal silah odası loşlaştı, ve havada uçuşan ışıltılı parçalar tamamen durdu. Sanki şahane bir göğün yıldızları teker teker yere alçalıyormuş gibi zemini aydınlatıyor, yukarıdan hafif bir ışık vuruyordu.
 
Soyut bir ses havada fısıldadı: "Uyu..."
 
Hafif şeffaf ışığın, anlaşılan, bir tür hipnoz etkisi vardı. Shi Mei'in ve Xue Meng'ın kültivasyonları daha düşük olduğundan çabucak uykuya daldılar.
 
"Uyu..."
 
Chu Wanning dişlerini sıktı ve etkiye direnebilmek için kendini inatla zorladı, fakat kurucu bir tanrının gücü mağlup edilemezdi ve o da sonunda, uyuşukluğa daha fazla dayanamayarak rüyaya daldı.
 
Kutsal silah odasında:
Kan kum saatindeki Mo Ran, hala uyanık olan tek kişiydi. Öksürdüğünde boğazında kan köpürüyordu. Küçülmüş şelalenin karşısında o üçünün, rüyalarında hapsolduklarını belli belirsiz görebiliyordu.
Chu Wanning, Shi Mei ve Xue Meng, hepsi uykudaydı.
 
Gouchen'in kelimelerini duymuştu; büyünün bozulmasının ve onun kurtarılmasının tek yolunun üçünden birinin tam zamanında uyanması olduğunu biliyordu.
Ve zaman geçti, başı daha da dönmeye, vücudu daha da soğuklaşmaya başladı, ama kimse uyanmadı.
 
Belki de ektiğini biçiyordu; önceki hayatında Chu Wanning'e davranış şekli buydu, şimdi ise, kanının damla damla aktığını hissetme sırası ona gelmişti.
Ne kadar da gülünç.
 
 İçlerinden hangisi sırf onu kurtarabilmek için, hayatının rüyasından, en çok istediği şeyden ayrılabilirdi ki?
Xue Meng kesinlikle yapmazdı.
Chu Wanning... boş ver, onu düşünmeyecekti.
Olsa olsa Shi Mei olurdu.
 
Sersemlemiş bir halde düşüncelerine daldı, ne var ki fazlasıyla kan kaybetmişti ve bilinci üzerinde sahip olduğu hakimiyeti gittikçe azalıyordu.
 
Mo Ran kafasını eğip ayaklarının aşağısına baktı. Bakır saatin dibinde toplanan kan içerideki su ile karışarak parlak sıvıyı açık kırmızıya boyamıştı.
 
Birden merak etti, acaba o da Gouchen'in illüzyonuna düşseydi, ne görürdü?
 
Acaba narin, şeffaf wontonları, Shi Mei'in nazik gülümsemesini, Chu Wanning'in övgüsü ile onayını ve son olarak, SiSheng Zirvesi'ne ilk geldiğindeki esintiyle göğe doğru uçuşan haitang çiçeklerini mi görürdü...
 
"Mo Ran..."
Birinin ona seslendiğini duydu.
 
Mo Ran'ın kafası hala alçaltılmış vaziyetteydi. Bayılacağını hissediyordu; belki de çoktan halüsinasyonlar görüyor, gaipten sesler duyuyordu.
 
"Mo Ran."
 
"Mo Ran!"
 
Bu bir halüsinasyon değildi!
Anında kafasını kaldırdı.
Onu karşılayan görüntü göz bebeklerinin küçülmesine neden oldu----
 
Haykırırken sesi neredeyse boğuk çıkmıştı: "Shi Mei!!!!"
Bu Shi Mei'di!
Rüyadan uyanan, mükemmelliği bırakan ve mutluluktan vazgeçen, her şey istediği gibi olmasına rağmen onu hatırlayan,
Shi Mei idi...
 
O narin kişinin şelaleyi geçip ona doğru yürüyüşünü izlerken Mo Ran birden tıkandığını hissetti.
 
"Shi Mei... sen..."
 
Ne söyleyeceğinden emin değildi. Gözlerini kapadı, sesi boğuktu.
 
"Teşekkür ederim... mutlulukla dolu bir rüyanın içinde bile, sen... sen yine beni hatırladın..."
 
Shi Mei suyun içinde güçlükle ilerliyordu, gözleri ve kaşları, sırılsıklam kıyafetleri ile daha çarpıcı bir siyaha dönmüştü. Mo Ran'ın onu ilk gördüğü zamanki gibi şefkatli bir görünüşü vardı, önceki hayatta sayısız rüyasında belirdiği zamanki gibi şefkatliydi, vücudu üşüdüğünde ve uzanacağı kimsesi olmadığında onu anımsadığı zamanki gibi şefkatliydi.
 
Shi Mei konuştu: "Aptallaşma, ne diye bana teşekkür ediyorsun."
 
Mo Ran, ayaklarının kanıyor olduğunu ancak ona yaklaştığında fark etti. 
 
Zemin ne zaman böyle kavurucu bir sıcağa bürünmüştü hiçbir fikri yoktu; anlaşılan Yüce Gouchen, arkadaşı için birisinin ne kadar ileriye gidebileceğini test etmeye niyetliydi, bu yüzden rüyanın cazibesi acımasız işkencelerle doluydu.
 
Shi Mei'in çizmeleri çoktan yanmış ve delik deşik olmuştu. Eğer yürüyor olmasaydı, zemin olduğu gibi kalırdı fakat o, yürüme konusunda ısrar ederse her adımına, hareket edemeyeceği derecede sıcak olmasa da yakıcı acı veren bir alev dalgası eşlik ederdi.
 
Ama o merhametli kişi, kendisi açık açık acı içinde olmasına rağmen, yalnızca bir kez aşağı baktı, sonra ise öncekinden çok daha azim dolu bakışlarla bir ayağı diğerinin önünde, Mo Ran'a doğru yürüdü.
 
"Mo Ran birazcık daha dayan."
Dedi.
"Seni oradan indireceğim."
 
Gözleri buluştu, ve Mo Ran, ona "gelme" demesinin manasız olacağını fark etti.
Bakışları aşırı azimli, aşırı inatçıydı.
Shi Mei'in yüzünde daha önce hiç böyle bir ifade görmemişti.
 
Eğer Mo Ran daha sakin bir vaziyette olsaydı, bir şeyi kesin tuhaf bulurdu.
Shi Mei ona her zaman "A-Ran" diye seslenirdi, o, ona ne zaman Mo Ran demişti ki?
Shi Mei'in merhametine o kadar odaklanmıştı ki şu an önündeki kişinin aslında Shi Mei değil de-----
Chu Wanning olduğunu fark edememişti.
 
Antik söğüdün son tekniğinin adı Kalp Koparımı idi.
Bu sözde Kalp Koparımı, iki insanın ruhlarını ve kalplerini değiştirmekti.
 
Chu Wanning rüyadan kurtulup uyandığında Shi Mei ile vücut değiştirmiş olduğunu gördü. Zhaixin Liu'nun büyüsü, bilincini Shi Mei'in vücuduna aktarmıştı, Shi Mei için ise tam tersiydi. Ama Shi Mei uykusuna devam ediyordu ve bu yüzden vücut değiştirdiğine dair en ufak fikri yoktu.
 
Chu Wanning'in açıklama yapacak vakti yoktu, ve Mo Ran, gerçekleri bilmeyerek, önündeki kişinin gerçekten Shi Mei olduğunu düşündü.
Shi Mei'in acıya dayanıp ona ulaşacağına sonuna kadar inanıyordu, ölümün eşiğinde bile onun merhametini unutmadığı gibi. İnsanlar inatçı varlıklardı.
 
Fakat bu gerçekten fazlasıyla acımasızcaydı.
Chu Wanning sonunda bakır saate ulaşıp Mo Ran'a doğru yükselen sarmaşıkları tırmanmaya başladı, ve sarmaşıktan birdenbire bir sürü küçük, yakıcı diken çıktı.
Chu Wanning hazırlıksız yakalanmıştı, elleri anında yandı ve delindi. Tutunup tırmanmaya devam etmeye çalıştı ki, Shi Mei'in vücuduyla kültivasyonu zayıf olduğundan dikenler derisine ve etine battı, sonra sarmaşıktan aşağı düştü.
"...!"
Chu Wanning alçak sesle sövdü, kaşları acıyla çatılmıştı.
Shi Mingjing'in şu işe yaramaz vücudu!
 
Mo Ran: "Shi Mei!"
Chu Wanning yere hızla yıkıldı ve derisinin zemine temas ettiği yerler anında kavruldu. Kaşlarını sıkıca çatarak alışkanlıkla dudağını ısırdı ve bağırmayı reddetti.
Kendi yüzünde olsa, bu tip bir yüz ifadesi inatçı ve vahşi görünürdü, ama Shi Mei'in nazik, güzel yüzünde bu ifade nedense, sadece yürek parçalayıcı görünüyordu.
Her türlü, onun tırnağı kadar bile olamıyordu.
 
"Shi Mei..."
Mo Ran konuşmak için ağzını açtı ama onun yerine gözyaşları süzüldü.
Kalbi, sanki bir bıçak ile doğranıyormuş gibi hissediyordu. Bulanık görüşü ile o ince çelimsiz bedenin, o narin insanın, yavaş yavaş, azar azar, sarmaşığı tırmanışını izledi.
Dikenler ellerine batıyor, alevler derisini yakıyordu.
Her şey parlak kırmızıya boyanmıştı, arkasından, yayılmış kan lekeleriyle kaplı bir iz oluşuyordu.
 
Mo Ran gözlerini kapadı, boğazının içinde kan köpürüyordu. Boğuldu ve her kelimesi titredi:
"Shi...Mei..."
 
O kişi artık yakınındaydı. Mo Ran, onun gözlerinde anlık bir acı parıltısı gördü; gerçekten çok acı çekiyor olmalıydı, Mo Ran'ın sesi bile ona bir tür işkence gibi geliyordu.
Yüz ifadesi tereddütsüzdü, ama o gözlerin, neredeyse yalvardığı söylenebilirdi.
"Bana daha fazla seslenme."
"..."
"Mo Ran, az daha dayan, seni... oradan... indireceğim..."
 
Konuşurken gözleri; bir kılıcın, kınından çıkarılışı gibi, kararlılık ile parladı. Genelde nazik olan o yüzde, bu ifade, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzeldi.
Chu Wanning bakır kum saatinin üzerine atladığında kıyafetleri dalgalandı.
 
Yüzü solgundu ve neredeyse yığılacakmış gibi dengesiz duruyordu. Göğsünün inişi ve kalkışı olmasa bir ölüden pek farksız gözüküyordu.
O anda Mo Ran, Shi Mei böyle acı çekeceğine, kendisi ölümüne kanasa daha iyi olurdu diye düşündü.
Sesi bile parçalanmış gibi çıktı: "Özür dilerim."
Chu Wanning bu özrün ona olmadığını biliyordu. Açıklamak istedi ama Mo Ran'ın göğsünde, çıkıntısı gözüken ve muhtemelen sarmaşıkların enerji kaynağı olan, Yüce Gouchen'in gümüşi mavi kılıcını görünce, ona olanları açıklarsa Mo Ran'ın şok dolayısıyla kendine daha çok zarar vereceğinden korktu; bu yüzden onun "Shi Mei"i olmaya devam ederek sordu:
 
"Mo Ran, bana güveniyor musun?"
 
"Sana güveniyorum." Mo Ran hiç tereddüt etmeksizin cevap verdi.
 
Chu Wanning kirpiklerinin altından ona bir bakış attı ve kılıcın kabzasını kavradı; kılıç, ana atardamara yakındı, en küçük kayma, Mo Ran'ın hayatına mal olabilirdi.
 
"..." Chu Wanning'in eli, kılıcı kavradığı yerde azıcık titredi ve hareket etmedi.
 
Mo Ran'ın gözlerinin kenarları hala kırmızıydı ama aniden gülümsedi: "Shi Mei."
 
"...Mn."
 
Mo Ran: "...Ben, ölmek üzere miyim?"
 
"...Ölmeyeceksin."
 
"Eğer ölmek üzereysem, o zaman... sana sarılabilir miyim?"
 
Çok temkinli sormuştu, gözleri gözyaşları ile o kadar ışıldıyordu ki Chu Wanning'in kalbi bile yumuşadı.
 
Fakat Mo Ran'ın gözlerindeki kişinin bir başkası olduğunu hatırladığında o yumuşaklık anında tekrar dondu.
 
Ansızın bir tiyatro oyununun sahnesindeki önemsiz mizahi karakter gibi hissetti, kadın başrolün dalgalı güzel kıyafet kollarının arkasına saklanmış, hiçbir şekilde fark edilmiyordu.
Bu duygusal ve sıcacık hikayede, o gerçekten istenilmiyordu.
Veya, belki de tek kullanılış amacı, palyaçonun çirkin suratını giymek, çizilen abartılı bir gülümsemeyle diğer insanların sevinçlerini ve acılarını, nefretlerini ve sevgilerini daha iyi yansıtmaktı.
Ne kadar gülünç.
 
Ne var ki Mo Ran, onun bu düşünceleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Chu Wanning'in gözlerindeki titrek ışığı gördü ve bunun Shi Mei'in isteksizliği yüzünden olduğunu düşündü, hızla konuştu: "Sadece kısa bir süreliğine. Kısacık bir süre yeterli."
 
Yumuşak bir iç çekiş, zar zor duyuldu.
"Aslında, ben..."
Mo Ran: "Ne oldu?"
"... Boş ver." dedi Chu Wanning, "Bir şey yok."
Yakınına eğildi, ama yanlışlıkla o kılıca çarpacak kadar yakına değil, sonra uzanarak Mo Ran'ın omzunun üstüne bir kolunu nazikçe sardı.
 
Mo Ran'ın kulağına fısıldadığını duydu: "Shi Mei, uyandığın için teşekkür ederim, o rüyanın içinde, yine de beni hatırladığın için teşekkür ederim."
Chu Wanning aşağı baktı, kirpikleri bir kelebeğin kanatlarını çırpışı gibi titreşti, sonra hafifçe gülümsedi: "Lafı bile olmaz."
Duraksadı, sonra konuştu: "Mo Ran."
"Hm?"
Chu Wanning ona sarıldı, hala rüyadaymış gibi saçını okşayarak yumuşakça iç çekti, "En harika rüyaların nadiren gerçek olduğunu biliyor muydun?"
Sonra geriye çekildi, sarılışları, bir yusufçuğun hafifçe suya değmesi gibi çabucak bitmişti.
 
Mo Ran yukarı baktı. Shi Mei'in ne demek istediğini gerçekten anlamamıştı; bildiği tek şey, o kısacık sarılmanın Shi Mei'in ona gösterdiği bir merhamet parçası olduğuydu, tıpkı acıma hissinden dolayı verilen bir parça şeker gibiydi.
Tatlı ve ekşi, dilinin üstünde hafif bir mayhoşluk hissi.
 
O kılıç çıkarılır çıkarılmaz, kan, şiddetli bir fırtına tarafından koparılıp uçuşan bir sürü haitang çiçeği gibi havaya fışkırdı.
Mo Ran'ın göğsünü keskin bir acı yırttı. Ölmek üzere olduğunu düşündü, ve peşini bırakamadığı bir sürü şey, düşüncelerini sel gibi bastı. Aniden ağzından kaçırıverdi: "Shi Mei, aslında, ben hep seni sevdim. Ya sen..?"
 
Kılıcın yere düşme sesi ile sarmaşıklar anında dağıldı, coşkun su şelalesi ansızın durdu ve kutsal silah odası önceki sakinliğine geri döndü.
 
Ben hep seni sevdim.
Ya sen..?
 
Mo Ran'ın bedeni limitine ulaşmıştı ve görüş alanını karanlık kapladı.
Shi Mei'in kollarına yığılırken bir çift kanlı el onu tuttu. Hayal mi görüyordu emin değildi ama, Shi Mei gözlerini yavaşça kapattığında o ince kaşları çatılmıştı ve Mo Ran, gözlerinden aşağı doğru parlak bir ıslaklığın süzüldüğünü gördü.
Shi Mei'in hafifçe fısıldadığını duydu: "Ben de."
Mo Ran: "!"
Hayal görüyor olmalıydı, aksi takdire Shi Mei onu cevaplarken neden böyle sefil görünsün ki.
"Ben de... seni seviyorum."
 
Mo Ran sonunda daha fazla dayanamayarak bilinçsizliğe daldı.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


44   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   46 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.