Yukarı Çık




45   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   47 

           
Bölüm 46: Bu Saygıdeğer Kişi Uyandı
 
Kendine geldiğinde Mo Ran, hala kutsal silah odasının içinde olduğunu gördü.
Uzun bir süredir uykudaymış gibiydi ama gözlerini açtığında o kadar da geçmediğini fark etti, hatta uykusu, tek bir gözünü kırpması kadar sürmüş olabilirdi.
 
Büyü başarıyla kırıldığından mıydı bilmiyordu ama, uyandığında yerde yatarken tek bir yarasının bile olmadığını fark etti. O vahşi yara, korkunç kan, hepsi sadece birer kabustu, vücudunda tek bir iz bile kalmamıştı.
 
Mo Ran beklenmedik bir şekilde hem şaşırdı hem de sevindi, sonra Shi Mei'e doğru baktı. Shi Mei'in bilincini ne zaman kaybettiğini bilmiyordu ama o da zarar görmemişti.
Yoksa, Yüce Gouchen'in testini geçince Gouchen illüzyonu kırmakla kalmayıp illüzyon içinde aldıkları yaraları da mı iyileştirmişti?
 
...
Gerçi şimdi düşününce, Yüce Gouchen onlara zarar verme niyetinde değildi, bu, başlangıçtaki onları test etme amacına daha uygundu. Yine de, olanlar Mo Ran'a hala gerçek gibi gelmiyor, canını zar zor kurtarmış gibi hissediyordu.
 
Dördünün içinden ilk uyanan kişi oydu.
Sonra ise Shi Mei idi. Shi Mei'in kirpiklerinin yavaşça kırpışıp açıldığını gören Mo Ran sevinerek hevesle haykırdı, "Shi Mei! İyiyiz! Çok iyiyiz! Çabuk, bana bak!"
Shi Mei'in gözlerinde ilk şaşkın bir ışık parladı, sonra gittikçe bilinci daha da yerine geldi ve gözleri aniden irileşti, "A-Ran?! Sen----"
Henüz tamamlayamadan Mo Ran tarafından sıkıca sarılmıştı.
Shi Mei istemeden şaşırdı ama yine de nazikçe omzuna hafifçe vurdu, "Neyin var senin..."
"Sana öyle acı çektirdiğim için özür dilerim."
Shi Mei'in kafası karışmıştı, "Yani pek bir şey değildi, rüya gördüm o kadar."
"Ama acı yine de gerçekti!" Mo Ran haykırdı.
"...Ne acısı?" Shi Mei sordu.
 
Tam o anda Xue Meng de uyandı, rüyasında ne gördüğünü tanrı bilir ama birden bağırdı, "TERBİYESİZ HÖDÜK! NE CÜRETLE BENİ ELLERSİN!" ve hızla yerinde doğruldu.
Shi Mei, uyandığını görerek yanına yürüdü, "Genç efendi."
"Huh... Neden sensin? Neden buradasın?" Xue Meng hala rüyanın içinde olduğunu sanıyordu.
Mo Ran'ın keyfi yerindeydi bu yüzden Xue Meng'a karşı da oldukça yumuşak davrandı, onu olanlar hakkında bilgilendirirken gülümsüyordu. Durumun gerçekliği ancak o zaman Xue Meng'a yansıdı.
"Demek bir rüyaymış... Ben de şey sanmıştım..."
 
Uygunsuzluğunu saklamak için Xue Meng boğazını temizledi ve normalde en güçlü olan Chu Wanning'in hala uyuyor olduğunu gördü, henüz ayılmamıştı, bunu beklemediğinden şaşırdı.
"Shizun nasıl hala uyanmadı?"
 
Yanına gidip Chu Wanning'in yaralarını incelediler. Chu Wanning illüzyon etkinleşmeden önce yaralandığından ve Yüce Gouchen'in tasarımına göre sadece illüzyon içinde alınan yaralar iyileştiğinden, omzunun büyük bir kısmı hala kan içindeydi; bu, şok edici bir manzaraydı.
Mo Ran iç çekti, "Biraz daha bekleyip görelim."
 
Bir tütsünün yanacağı kadar süre geçti ve Chu Wanning kendine gelmeye başladı.
Zümrüdüanka gözlerini açtı, uyandığında gözleri, içlerinde beyaz bir örtü oluşacak kadar kar yağmış gibi boş ve soğuktu. Gözleri hareket edene kadar uzun bir süre geçti ve bakışları Mo Ran'a alçaldı.
Şu anda, o da aynı Xue Meng gibi uyku halinden tamamen çıkamamıştı. Mo Ran'a baktı, sonra yavaşça ona uzandı, sesi çatlayarak, 
"Sen..."
 
"Shizun." Mo Ran onu onayladı.
 
Mo Ran'ın ona seslendiğini duyarak Chu Wanning'in eli havada asılı kaldı ve sonunda yüzüne biraz sıcaklık gelmiş gibi oldu, sonra birden gözleri de aydınlandı,
"Hım..."
 
"Shizun!!"
Xue Meng Mo Ran'ı kenara itti ve Chu Wanning'e atılarak elini kavradı, 
"İyi misin? Daha iyi hissediyor musun? Shizun, uyanması en uzun süren sendin, endişeden ölecektim!"
 
Chu Wanning Xue Meng'ı gördüğünde hafifçe sersemlemişti, gözlerindeki ince sis tabakası gittikçe kayboldu. Mo Ran'a daha yakından baktığında, gördü ki, o da ona bakmasına rağmen aynı zamanda Shi Mei'in elini sıkıca tutuyor, bir anlık bile olsun bırakmıyordu.
 
"..."
Böylece, Chu Wanning tamamen ayıldı; yüz ifadesi, soğudu ve kurumuş göldeki bir balık gibi derinlemesine öldü.
 
Shi Mei endişeyle sordu, "Shizun, iyi misin? Omzun acıyor mu?"
 
Chu Wanning sakince cevapladı, "İyiyim. Acımıyor."
 
Xue Meng'ın desteğiyle yavaşça doğruldu. Mo Ran biraz afallamıştı; Chu Wanning omzundan yara almıştı, o zaman kalkarken adımlarını neden yara aldığı yer ayaklarıymış gibi dikkatli atıyordu?
 
Mo Ran, Chu Wanning'in de az önceki illüzyonda olanlardan bihaber olduğunu düşünerek olanları kısa bir şekilde anlattı.
Shi Mei, zaten açıklamasını ilk duyduğunda bile bir şeylerin ters olduğunu düşünmüştü ve şimdi tekrar dinleyince, kafası daha da karıştı, kendini tutamayıp sordu,
"A-Ran sen, seni kurtaran kişinin ben olduğunu mu söyledin?"
"Evet."
Shi Mei bir an ses çıkarmadı, sonra yavaşça konuştu, "Ama ben... Ben başından beri rüya görüyordum, hiç uyanmadım."
 
Mo Ran şaşırdı, sonra hemen güldü, "Şaka yapmayı bırak."
"Şaka yapmıyorum." dedi Shi Mei, "Rüyamda... Rüyamda annemi ve babamı gördüm, ikisi de hala hayattaydı. O rüya çok gerçekçiydi, onlardan... Onlardan ayrılabileceğimi düşünmedim, ben gerçekten----"
 
Tamamlayamadan Chu Wanning açık bir şekilde konuştu, "Bu garip bir şey değil. Gouchen muhtemelen bir başkasını kurtardığını hafızandan silmiştir. Her halükarda, onu kurtaran ne ben ne de Xue Meng olduğuna ve o da senin onu kurtardığını söylediğine göre, onu kurtaran kişi sensin."
 
Shi Mei: "..."
 
"Yoksa ne? Gouchen'in, bir tür, insanların ruhlarını değiştirme yöntemi olduğunu falan mı sandın?" Chu Wanning soğukça konuştu.
 
Chu Wanning boşuna acı çekmiş olmak istemiyordu ve başlangıçta Mo Ran'a gerçekleri söylemek istemişti.
Ayrıca Mo Ran'ın, illüzyondaki kişinin, Shi Mei değil de aslında Shi Mei ile kalpleri yer değiştiren onun olduğunu fark etmesini ummuştu, 
Fakat en son, Mo Ran'ın Shi Mei'e karşı olan itirafı, Chu Wanning için gerçekten çok utanç vericiydi.
 
Uyandığında, Mo Ran'ın parlak, siyah gözlerine bakmıştı. 
Chu Wanning'in, belki de Mo Ran'ın, içten içe onu azıcık da olsa umursadığını düşündüğü bir an bile olmuştu.
Böyle mütevazı bir beklenti; böyle zayıf ve çaresiz bir düşünce, gizlice yüzeye çıkana kadar gerçekten çok uzun zaman geçmişti.
 
Ama bunların hepsi kafasındaydı.
Döktüğü kan, acısını çektiği yaralar... Mo Ran, bunlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve bilmesi için bir sebep de yoktu.
 
Chu Wanning aptal değildi. Mo Ran bir şey söylemese de, o güzel ve nazik insana ne kadar değer verdiğini görmek son derece kolaydı. Kenarda toz içinde kalmış bir oyuncak bebek gibi olan şahsına, Mo Ran niye baksın ki.
Ama yine de Chu Wanning, Mo Ran'ın dudaklarından "Ben seni hep sevdim" sözünü duyduğunda ona karşı tamamen kaybettiğini ve bu sözlerle mağlubiyete uğradığını hissetmişti.
 
Mo Ran için illüzyondaki o sarılma, Shi Mei'in ona bahşettiği bir iyilikti.
Fakat Mo Ran'ın hiçbir zaman bilemeyeceği şey; o sarılmanın, aslında onun başka birine bahşettiği bir iyilik olduğuydu.
 
Chu Wanning Mo Ran'ın ona asla aşık olmayacağını düşündüğünden hislerini bastırmak için elinden geleni yapıyor, onu asla zorlamıyor, onu asla rahatsız etmiyor, ona asla dokunmuyordu.
Bu pervasız çekim, o tutkulu, saplantılı karışıklıklar ancak gençliğin toprağında yetişirdi. Gençliğinde o da onun yanında kalacak, ayın altında onunla bardak tokuşturacak birinin varlığını ummuştu, bekledi ve bekledi ama o kişi asla ortaya çıkmadı. Sonraları, günler birbirini kovaladı, kültivasyon dünyasındaki itibarı yükseldikçe yükseldi ve herkes, ona karşı olan hayranlıklarını kısa keserek onun laf anlamaz bir karakter olduğunu etrafa yaymaya başladı.
 
Tıpkı bir kozanın içinde saklanıyor gibiydi ve zaman, sürekli onun etrafına ipek örüyordu. Başlangıçta kozanın dışarısından sızan hafif bir ışık görebiliyordu, fakat yıllar geçtikçe ipek artıyor, koza, artık ışığı göremeyeceği kadar kalınlaşıyordu. Kozanın içerisinde bir tek kendisi ve karanlık vardı.
 
Aşka inanmıyordu, tesadüfi karşılaşmalara da inanmıyordu, ve kesinlikle herhangi bir şeyin arkasından koşuşturmak istemiyordu. Kozayı zorla ısırıp yara bere içerisinde kalıp beceriksizce dışarı çıktığında, onu bekleyen biri olmazsa ne yapardı?
 
Mo Ran'ı seviyor olabilirdi ama bu çocuk fazla gençti, ona fazla uzaktı ve fazla yakıcıydı. Chu Wanning, bir gün böyle bir ateş ile yanıp kül olmamak için ona yaklaşmak istemiyordu.
 
Böylece kaçmak için her tür yolu denemişti.
 
Neyi yanlış yaptığını bilmiyordu.
 
Ne yapmıştı da, böyle küçük bir hayal bile, buzlu bir fırtınanın içerisinde boğulmuştu.
 
"Shizun, şuraya bak, çabuk!" Xue Meng'ın ani bağırışı Chu Wanning'in zihnini tekrar kendine döndürdü, ve sesi takip ettiğinde azgın eriyik metalin eritme havuzunda tekrardan dönmeye başladığını gördü. Antik ağaç ruhu, suların arasından alevlerle kaplı bir şekilde tekrar yüzeye çıkıyordu. Fakat ağaç ruhunun gözleri arkaya devrilmişti, bilinçsiz bir vaziyette olduğu belliydi. Ellerinde Yüce Gouchen'in o parlayan, kutsal gümüş kılıcını tutuyordu.
 
"Kaçın! Çabuk!" Chu Wanning emretti.
 
Kendini tekrar etmesine gerek yoktu; öğrencilerin hepsi çıkışa doğru hızla koştu.
Manipüle edilen ağaç ruhu, kafasını göğe doğru kaldırarak çığlık attı, vücudunun her yerindeki zincirler gürültüyle tıngırdayıp şangırdadı. Kimse konuşmamasına rağmen dördü birden kulaklarında bir ses işitti.
"Durdur onları, bir tanesi bile kaçmayacak."
 
Xue Meng dehşet içinde bağırdı: "Kulaklarımda birisi konuşuyor!"
 
"Ona kulak verme," Chu Wanning cevap verdi, "Bu Zhaixin Liu'nun tekniği, Kalbin Ayartması! Siz sadece kaçmaya odaklanın!"
 
Bunu dedikten sonra diğerleri de hatırladı. Zhaixin Liu henüz bilinci yerindeyken onlara bundan bahsetmişti. Kalbin Ayartması tekniği, kalplerindeki açgözlülüğü ve arzuyu kullanarak insanları birbirine düşürüp birbirlerini katletmelerini sağlıyordu.
 
Ve beklendiği gibi ses Chu Wanning'in kulağında da tısladı, "Chu Wanning, yorulmadın mı?"
 
"Değerli Zongshi, Gece Göğünün Yuheng'ı. Böyle değerli bir kişiliksin ama kendi öğrencini ancak gizliden gizliye sevebiliyorsun. Ona o kadar şey verdin ama o bunları hiçe saydı. Gözü asla seni görmedi, o sadece o nazik ve güzel shi-ge'yı seviyor. Ne kadar acı."
 
Chu Wanning'in ifadesi çelik gibi karanlıktı. Kulaklarındaki sesi tamamıyla duymazlıktan geldi ve çıkışa doğru koşmaya devam etti.
 
"Yanıma gel, bu atasal kılıcı al, Shi Mei'i öldür, ve aranıza kimse giremesin. Yanıma gel, senin dileğini gerçekleştirmene yardımcı olabilirim, biriciğinin sadece seni sevmesini sağlayabilirim. Yanıma gel..."
 
Chu Wanning öfkeyle bağırdı, "Alçak! Defol git buradan!"
 
Diğerleri de o sesin kendilerine verdiği farklı koşulları açık açık duymuşlardı ve hızları yavaşlasa da yine de onun ayartmalarına karşı koyabildiler. Onlar çıkışa yaklaştıkça Zhaixin Liu sanki delirmişçesine daha çok kıvranıyordu, kulaklarındaki tıslamalı bağırışlar hemen hemen eğri büğrü çıkmaya başlamıştı.
 
"İYİ DÜŞÜNÜN! BU KAPIDAN ÇIKINCA BAŞKA FIRSATINIZ OLMAYACAK!"
 
Herkesin kulaklarındaki sesler farklıydı, çığlıklar keskince kopuyordu.
 
"CHU WANNİNG, CHU WANNİNG, HAYATININ SONUNA KADAR GERÇEKTEN YALNIZ MI KALACAKSIN?"
 
"MO WEİYU, YENİDEN DİRİLTME HAPLARININ NEREDE OLDUĞUNU BİR TEK BEN BİLİYORUM, YANIMA GEL, SANA SÖYLEYEYİM-----"
 
"SHİ MİNGJİNG, KALBİNİN EN DERİN BOŞLUĞUNDAKİ ARZUYU BİLİYORUM, BİR TEK BEN SANA YARDIM EDEBİLİRİM!"
 
"XUE ZIMİNG, SEÇTİĞİN KUTSAL SİLAH SAHTE! JİNCHENG GÖLÜNDE YÜCE GOUCHEN TARAFINDAN DÖVÜLMÜŞ OLAN SADECE BİR TANE SİLAH VAR. GERİ DÖN VE BU ATASAL KILIÇ SENİN OLSUN! TANRILARIN SİLAHINI İSTEMİYOR MUYDUN? CENNETİN DEĞERLİSİ OLMAK İSTEMİYOR MUYDUN? KUTSAL BİR SİLAHIN OLMADAN KİMSEYLE YARIŞAMAZSIN! YANIMA GEL..."
 
"XUE MENG!" Mo Ran ansızın, yanında koşan kuzeninin kaybolduğunu keşfetti.
 
Mo Ran, kafasını hızla çevirdi ve Xue Meng'ın, adımlarını yavaşlatıp sonunda durduğunu, eritme havuzunda aşağı yukarı inip çıkan gümüşi mavi kılıcı süzmek için bakışlarını o tarafa çevirdiğini, gördü.
 
Mo Ran'ın kalbi sarsıldı.
Xue Meng'ın kutsal silahlara karşı ne kadar saplantılı olduğunu biliyordu. Bu piçin morali ilk aldığı silahın sahte olduğunu öğrendiğinde kesin bayağı bozulmuştu. Zhaixin Liu'nun, onu Atasal Kılıç ile ayartmaya çalışması gerçekten en iyi taktikti.
 
"Xue Meng, inanma ona, gitme!"
 
Shi Mei de ona katılarak bağırdı, "Genç Efendi hadi gidelim, neredeyse çıkıştayız!"
 
Kaybolmuş gibi gözüken Xue Meng, arkasını döndü ve yankılanan sesler gittikçe daha da büyülü hale gelirken ikisine baktı, "Seni kıskanıyorlar, senin kutsal bir silahının olmasını istemiyorlar. Mo Weiyu'yü düşün; çoktan kendi silahını kazandığından tabii ki senin hiçbir şey kazanamamanı istiyor. İkiniz kardeşsiniz, ama eğer sen ondan daha iyi olamazsan Sisheng Zirvesi'nin şerefli lider pozisyonu doğal olarak ona düşecek."
 
Xue Meng mırıldandı, "Kapa çeneni."
 
Önünde, Mo Ran ona tedirginlikle bir şeyler bağırıyor gibiydi ama Xue Meng denilenleri hiçbir şekilde duyamıyordu, yapabildiği tek şey kafasını elleriyle sarmalayıp tekrar tekrar haykırmak oldu, "KAPA ÇENENİ SEN! KAPA ÇENENİ!"
 
"Xue Ziming, artık kutsal silah odasında sana uyacak herhangi bir silah yok. Eğer atasal kılıcı kaçırırsan, gelecekte yalnızca Mo Weiyu'ye köle olacaksın. O vakit geldiğinde, o senin efendin olacak, onun önünde diz çökmek, her emrine itaat etmek zorunda kalacaksın! Bir düşün, onu öldürürsen, bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek! Kardeş katliamı tarihte görülmedik bir şey değil, ve o senin sadece kuzenin! Tereddüt edecek ne var? Gel---- izin ver de sana kılıcı vereyim..."
 
"XUE MENG!"
 
"GENÇ EFENDİ!!!"
 
Xue Meng ansızın büyüye karşı koymayı bıraktı ve gözleri hızla açıldı, gözbebekleri kıpkırmızıydı.
 
"Yanıma gel...Sen cennetin değerlisisin... Sen milyonlarca kişilik bir orduyu yönetmeye layıksın..."
 
Chu Wanning sertçe bağırdı, "XUE MENG!"
 
"Gel... Kültivasyon dünyası ancak sen Sisheng Zirvesi'nin lideri olduğunda huzuru bulacak... Tüm o acı çekenleri düşün, çektiğin tüm o haksızlıkları düşün... Xue Zıming, izin ver de sana yardım edeyim..."
 
Farkına varmadan Xue Meng, çoktan köpüren eritme havuzunun önüne varmıştı, Zhaixin Liu'nun ruhu ona Yüce Gouchen'in Atasal Kılıcı'nı sundu, gözlerinin beyazı kanlı damarlarla geriye döndü.
"Çok güzel. Bu kılıcı al ve gidip onları durdur!"
 
Xue Meng titreyen elini yavaşça kaldırdı ve o kutsal gümüşi mavi kılıcı aldı.
 
"Öldür onları."
 
"Mo Weiyu'yü öldür."
 
"Git... AAAAHHHHH!!!!!"
 
Xue Meng uzun kılıcı ansızın kınından çekti, kılıç elinde şahane gümüş bir çiçek gibiydi. Elinin tersiyle salladı ve hızla bir hamle yaptı, cennetin değerlisinin yakışıklı çehresi atasal kılıcın ruhani aurasında harika bir şekilde yansıyor ve kılıcın ışıltısı ile parlıyordu, gözleri hiç olmadığı kadar berrak ve parlaktı, ve gözlerinde hiçbir şekilde kana susamışlık yoktu.
O hamle, Mo Ran'a doğrultulmamış, onun yerine doğrudan Zhaixin Liu'nun vücudunu nişan alarak karnını delip geçmişti!
Anında, yer titredi ve antik söğüt sallandı.
 
Büyü kırılmış, kutsal silah odasının içi çatlayıp yıkılmaya başlamıştı.
Xue Meng zar zor nefes aldı; büyüden kurtulmak için her şeyi denemişti. Zhaixin Liu'ya kötü kötü baktı, genç yüzü gençlikle dolu bir azim ve masumiyet ile kaplıydı. O parıldayan gözlerde hem gurur hem de toyluk ışıldıyordu.
 
Anka yavrusu, sadece dövüş sanatlarının prensiplerinden yapılma değildi.
 
"Beni sersemletmeye kalkışma ve benden başkasına zarar vermeyi aklından bile geçirme."
 
Xue Meng konuşmayı bitirdikten sonra zorlukla nefes aldı ve uzun kılıcı hızla kırdı!
Ansızın, Zhaixin Liu'dan şiddetli pis bir kan kokusu çıktı, o ölüme doğru çökerken bilinci bedenine döndü ve onunla birlikte olan kinci enerji tamamıyla kayboldu.
Göğsünü kavrayarak, yığılan vücudunu zorlukla doğrulttu, yüzünü kaldırdı, ağzını kapayıp açtı, ve ne kadar ses çıkmasa da dudaklarının şeklinden dediklerini çıkartmak zor değildi.
 
"Beni... durdurduğunuz... için... teşekkür... ederim..."
 
Zhaixin Liu'nun orijinal vücudu antik zamanlardan kalmaydı, o, atasal kılıç ile gücü denk olan bir ruhtu, ve ikisi birbirine ters düştüğünde iki taraf da ciddi kayıplar yaşadı. Xue Meng'ın elindeki Atasal Kılıç da ruhani aurasını kaybetmiş, loşlaşarak sönmeye başlamıştı.
Milyonlarca yıllık ağaç ruhu, tüm formunu tek bir anda etrafa saçtı.
 
Milyonlarca parıltı suya karıştı, ateş böcekleri gibi altın ışıklarıyla parlak bir şekilde kırpışıp akıştılar, dördünün etrafını çevreleyip dans ettiler ve bir daha görülmemek üzere kayboldular.
 
"Genç efendi, bu tarafa gel, çabuk! Burası çökecek!" Shi Mei çağırdı.
Yer sallanıyordu, daha fazla kalamazlardı.
Xue Meng arkasına bakıp kutsal silah odasına son bir bakış attı, imha edilmiş olan atasal kılıcı, bir çınlama sesi ile fırlatarak geride bıraktı. Sonra arkasında tuğlalar ve kiremitler bir çığ düşmesi gibi yıkıldı.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


45   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   47 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.