Yukarı Çık




47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49 

           
Bölüm 48: Bu Saygıdeğer Kişinin İhtiyar Ejderhası
 
 
Hazır lafı açılmışken, Mo Ran da ona katılmadan edemedi.
Shizun haklıydı.
O sahte Gouchen'in üzerinde hafif bir koku vardı. Mo Ran sadece ona öyle geldiğini düşünmüştü ama şimdi Chu Wanning de bunu fark edince yanılmış olamayacağını düşündü.
 
Bu ölümün kokusuydu.
----Tanrı olmayı bırak, bu Gouchen canlı bir insan bile değildi!
 
Diğer bir deyişle, tüm bunların arkasındaki, silahların tanrısının kılığına sokulmuş bu cesedin iplerini çeken kişiydi. Kuklacının kendisi burada değildi bile.
 
Düşünceleri, Jincheng Gölü'nün yönünden gelen alçak ve acılı bir kıkırdama ile kesildi.
Bunun hemen sonrasında sahte Gouchen'in ölümüne solgun vücudu bir ok gibi sudan fırladı. Hem görünüşü hem de tavrı dehşet verici bir hale gelmişti, tüm vücudu, deri değiştiren bir yılan ya da kozasını yırtmaya çalışan bir ipek böceği gibi kırış kırıştı.
 
"Gece Göğünün Yuheng'ı, Beidou Ölümsüzü. Chu-zongshi, gerçekten isminin hakkını veriyorsun."
 
Sahte Gouchen gölün kristalimsi suyunun üzerindeki havada duruyordu, cildinde küçük parçalar soyulurken yüzü eğri büğrü bir sırıtış ile kıvrıldı.
"Rufeng Sekti, zamanında senin gibi birinin parmak uçlarından kayıp gitmesine nasıl izin verebildi ki?"
 
Chu Wanning'in sesi buzluydu: "Tam olarak kimsin sen?"
 
"Kim olduğumu bilmene gerek yok." Sahte Gouchen konuştu, "Ve kim olduğumu bilmene izin vermeyeceğim de. Beni, sadece; uzun bir zaman önce ölmüş olması gereken fakat sırf sizin gibi doğrucu ve gururlu tiplerin canını almak için cehennemin dibinden çıkan birisi olarak düşünebilirsin!"
 
Wangyue haykırdı: "Utanmaz! Zhaixin Liu imha edildi! Kutsal ağacın yardımı olmadan yalnızca kendi güçlerinle yasaklı teknikleri kullanmanın ya da daha fazla azgınlık yapmanın imkanı yok!"
 
Sahte Gouchen küçümsemeyle dudağını büktü: "Seni ihtiyar yılan balığı, son nefesini vermek üzeresin ve hala bana engel olmaya çalışıyorsun. Konuşmaya hakkının olduğunu da nereden çıkardın? Defol git!"
 
Chu Wanning aniden konuştu: "Peki ya sen, beyaz bir satranç parçası olarak, herhangi bir konuşma hakkının olduğunu düşünüyor musun?"
 
"Beyaz satranç parçası", isminden de anlaşılacağı üzere, Zhenlong Satranç Formasyonu'nda bulunan özel bir parçaydı.
Kullanıcı, ruhunun bir parçasını ölü bir vücuda yerleştirip bu ikisini birleştirerek saf yeşim kadar beyaz bir satranç parçası oluşturabilirdi.
"Beyaz satranç parçası", sadece emirlere itaat eden, sıradan "siyah satranç parçası"ndan farklıydı. Diğer bir deyişle, beyaz satranç parçası kullanıcının bir tür kopyası gibiydi; kopyalarının ruhani güçleri orijinalinden daha zayıftı ama birbirlerinden bağımsız bir şekilde düşünüp hareket edebilirlerdi ve görüp duydukları şeyler orijinal kullanıcıya iletilirdi.
 
Sahte Gouchen'in ne olduğu ortaya çıkmasına rağmen onun buna karşı olan tepkisi yalnızca gülüp el çırpmak oldu: "Çok güzel, güzel! Güzel!"
 
O üç "güzel"den sonra sahte Gouchen'in yüzü daha çok parçalanmaya ve buruşmaya başladı. Anlaşılan büyü, sonuna yaklaşıyor ve beyaz satranç parçasını daha fazla destekleyemiyor, cesedin gerçek formu ortaya çıkmaya başlıyordu.
 
"Chu Wanning, kendine çok da güvenme. Bunun beni durduracağını mı sanıyorsun? Zhaixin Liu yok olmuş olsa da orijinal halim başka ruhani enerji kaynakları bulabilir. Ama diğer taraftan sen..."
Konuşurken, saniyeler geçtikçe daha da loşlaşan gözleri, aniden Chu Wanning'in üzerinden geçerek kötü bir niyetle Mo Ran'a döndü.
 
Mo Ran ani bir tedirginlik dalgasına vuruldu.
 
Sahte Gouchen yavaş ve alaycı bir şekilde konuştu: "Bu dünyada o üç yasaklı tekniği bilen tek kişinin ben olduğumu sanıyorsan korkarım ki senin de çok fazla zamanın yok."
 
Chu Wanning'in kaşları çatılarak alçaldı ve sert bir şekilde konuştu: "Bununla ne ima ediyorsun?"
 
Fakat sahte Gouchen aniden konuşmayı kesti. Donup kaldı, sonrasında, patlayarak pis kokulu bir sürü parça haline geldi, arkası güneşin ışığıyla parlayan, yeşim beyazı bir satranç parçası, vücudundan hızla fırladı ve havada dönüp bir lop sesi ile Jincheng Gölü'nün içine düştü.
 
Gölgeler ardındaki kuklacı, anlaşılan Zhaixin Liu'nun desteğini kaybettikten sonra tüm ruhani enerjisini harcamıştı.
Aynı zamanda, yaşamak için Zhaixin Liu'nun ruhani enerjisine dayanan Wangyue de, sendeleyerek bir pat sesiyle yere düştü. Mırıldandı: "Ah..."
 
Xue Meng şaşkın bir şekilde bağırdı: "Wangyue!"
 
Mo Ran da bağırdı: "Wangyue!"
 
Dördü birden ihtiyar ejderhanın etrafına toplandılar. Wangyue zar zor hayata tutunuyordu, dudaklarında renk yoktu. Onlara baktı ve batan güneş gibi hırıltılı bir sesle konuştu.
"O... O adamın saçmalığına inanmayın. Kelimelerinde... doğruluktan çok yanlışlık vardı..."
 
Shi Mei'in yüzü tamamen endişe ve acıyla kaplıydı, yumuşakça konuştu, "Kıdemli, lütfen daha fazla konuşmayın, izin verin de sizi iyileştireyim."
 
"Hayır, gereği yok. Hocan bile yapamadıysa... sen..." Wangyue birkaç kez öksürdü, sonra zorlukla nefes alarak devam etti, "Bunca yıl, bir sürü insan buraya silah arayışında geldi. Ama... o kötü adam geldiğinde Zhaixin Liu, efendisinin arkada bıraktığı kutsal silahların o adam tarafından kullanılmasını istemedi ve hepsini yok etti. Geride kalanlar sadece... sadece Zhaixin Liu'ya güç olarak denk olan bir söğüt asması ve, ve Yüce Tanrının kılıcıydı..."
 
Bunun bahsi üzerine Xue Meng'ın yüz ifadesi karardı, ağzı sessizce tek bir çizgi haline geldi.
 
"Söğüt asması... bu genç Daozhang'a gitti." Wangyue Mo Ran'a baktı, "O gün, göl kenarında, sana geçmişte kötü olsan da seni durdurmayacağımı ve sadece senin gelecekte doğruluğu seçmeni umacağımı söylemiştim... ama aslında... aslında, efendimin arzularına bağlı kalırsam, kutsal silahlar yalnızca erdemli insanların olmalıdır. Bu yüzden, umarım ki... sen..."
 
Mo Ran, artık konuşmasının bile zor olduğunu gördü ve sözünü kesti: "Endişelenme, Kıdemli, ben anladım."
 
Deniz adamı mırıldandı: "Güzel... güzel... o zaman... huzur içinde yatabilirim..."
Göğe doğru baktı, dudakları hafifçe titriyordu.
 
"Birisi Jincheng Gölü'ne silah arayışına giderse gölden bir yaratığın ondan... ondan bir istekte bulunacağı söylenir. O isteklerin çoğu... arayıştaki kişinin ahlaki kişiliğini ölçmek içindi, ama bazı istisnalar vardı..."
 
Wangyue'nin sesi gittikçe alçaldı, gözlerinin önünde onlarca binlerce yıl, bir atlı karınca lambası gibi dönerek geçti.
 
"Benim, efendim ile bir anlaşmam vardı; o gittiğinde, ben burada kalıp asla ayrılmadan Jincheng Gölü'nü koruyacaktım... ama binlerce sene burada bekçilik yapacağımı kim bilebilirdi ki... gençliğimde gördüğüm manzaralar, dağlar ve nehirler... bir... daha... asla... onları... göremedim..."
 
Kafasını çevirip Mo Ran'a doğru yalvaran bakışlarla baktı, gözleri sıcak bir ıslaklıkla kaplıydı.
 
Mo Ran o anda, onun ne demek üzere olduğunu anlamıştı.
 
Tıpkı onun da beklediği gibi Wangyue yumuşakça konuştu: "Küçük Daozhang, dağın eteklerindeki erik ağaçları yıl boyu görkemle çiçek açar, gençliğimde onlardan pek hoşlanırdım. Kutsal silahını aldın ama, acaba... acaba..."
Mo Ran tam, "evet, sana bir dal getiririm" diyecekti ki daha "evet" kısmını bile söyleyemeden Wangyue'nin gözlerindeki ışık ansızın kayboldu.
 
Jiangnan'ın, çiçek açan bir dal şeklindeki baharın hediyesinden başka, pek az şeyi var.*
*ÇN: Bir şiirden alıntı; Jiangnan fevkalade bahar manzaraları olan güneydeki bir eyalet.
 
Uçları karlanmış tepeler uzakta görkemle yükseliyor, güneş, suları kırmızı tonlu ışığıyla kaplarken gölün üzerinde parlak altın ışıldayarak dans ediyor, gölgeler ve serpintiler ışık hüzmelerini parlak kırmızıya kırıyordu.
Wangyue vefat etmişti.
O, dünyanın yaratılışındaki ilk ejderhalardandı ve bir zamanlar yeri göğü sarsacak kadar güçlü olmuş, efendisine kulluk içinde boyun eğmiş, onu dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşımıştı.
Herkes, onun itaatkarlığını mührün zorladığını söylese de aslında, binlerce yıllık sözünü tutmasının nedeni, Gouchen'e karşı olan saygısıydı.
 
Bu uçsuz bucaksız dünyada geriye başlangıcı hatırlayan sayılı kişi kalmıştı. Wangyue, Yüce Gouchen'in damarlarında iblis kanının gezdiğini, annesinin zorla elinden alındığını biliyordu; Gouchen iblislerden nefret ediyordu ve iblis istilasında Fuxi'nin yanında durmuş, Fuxi için kendi iblis kanını dünyadaki ilk gerçek kılıcı dövmek için kullanmış, iblis ırkını bu diyardan atmasına yardım etmişti.
 
Fakat yerle gök birleştikten sonra Fuxi, Yüce Gouchen'e yarı iblis olduğu için şüpheyle yaklaşmış ve ona kin gütmüştü. Yüce Gouchen aptal değildi; yüz yıl sonra kendi isteğiyle tanrılar aleminden ayrıldı ve insanların alemine geldi.
 
Yolculuğu sırasında sayısız ıstırap ve katliam gördü. "Kılıcı" en baştan yaratmaması gerektiğini düşünerek vicdan azabıyla dolmuştu. Bu yüzden insanlar aleminde önceden bıraktığı bir sürü silahı toplayarak hepsini Jincheng Gölü'ndeki silah odasına kapattı, Zhaixin Liu'yu oranın bekçisi yaptı ve göldeki yaratıklara, arayış içinde gelenlerden sadece erdemli olanların silahlara uygun olduğunu söyledi.
 
Ama Gouchen artık yoktu, Wangyue ise vefat etmişti.
Bundan böyle, Jincheng Gölü'nün içinde daha fazla kutsal silah veya deniz halkı yoktu. Günahların ve pişmanlıkların, çarpıtmaların ve bağlılıkların hepsi, Zhaixin Liu'nun gümbürtülü düşüşü ile birlikte kül ve duman gibi etrafa dağılmıştı.
 
Bir anlığına kimse konuşmadı. Vahşi kar fırtınasının içinde  Jincheng Gölü'nün yanındaki taş tablette yazan kırmızı kelimeler -----"Buranın İlerisindeki Yol Zorludur"---- hala ilk gördüklerindeki ile aynıydı, ve şu anda durgunlaşmış olan göl, dibine batan bütün felaketler ile acıları saklıyordu.
 
Göl şu anda tıpkı; Ağarma Zirvesi'ne ilk tırmandıklarında, onların, "Buranın İlerisindeki Yol Zorludur" sözünün arkasında yatan kanlı hikayeden tamamıyla bihaber oldukları zamanki gibiydi.
 
Mo Ran kafasını kaldırarak göğe baktı. Kar fırtınasının arasındaki uçurumda yalnız bir kartal uçuyordu.
 
Birden düşündü; önceki hayatta Wangyue ona güçlü uzun bir kılıç vermişti ama bu hayatta o kılıç sadece bir taklitti ve gerçeği, onu görme şansı bile olamadan, muhtemelen Zhaixin Liu tarafından imha edilmişti.
 
Kısa bir süre geçti ve zihni, davetsiz eski anıları hatırlamaya başladı.
 
O sene, Jincheng Gölü'ne bir silah arayışı içinde gelmişti.
Wangyue sudan çıkmış, yumuşak ve arkadaş canlısı altın gözlerle onu incelemiş, sonra da------
 
"Dağın eteklerindeki erik ağaçları çok güzel açmış, gidip bana bir dal getirebilir misin?" demişti.
 
Mo Ran gözlerini kapadı ve bir kolunu gözlerinin üstüne koydu.
Önceki hayatta, gölün dibindeki olayları bilmediğinden Wangyue'nin isteğinin sadece gereksiz ve yapmacık olduğunu düşünmüştü...
 
 
 
Sisheng Zirvesi'ne vardıklarında günler geçmişti.
Chu Wanning'in omzu ciddi hasar almış, diğer üç genç de bitkin düşmüştü, bu yüzden Sisheng Zirvesi'ne tamamen geri dönmeden önce birkaç gün Dai Şehrinde dinlendiler.
 
Xue Meng, Xue Zhengyong'a ve Madam Wang'a, olanlardan bahsetmedi; gururundan dolayı, anne babası ister hayal kırıklığıyla ister acımayla tepki versin, ona göre bunların hepsi yarasına tuz basmak gibi olacaktı. Chu Wanning bunu fark etti ve kalbi acıdı, bu yüzden tüm gün Xue Meng için kutsal bir silah bulmanın ya da bir ölümlünün kutsal bir silahın gücüne denk olmasının yollarını aramak için kendini eski parşömenlere ve kitaplara gömdü.
 
Bunun dışında, bu sahte Gouchen de kimdi ve gerçek benliği neredeydi? Ayrıca o "beyaz satranç parçası"nın patlamadan önce dediği son şey ne anlama geliyordu?
 
Endişelenecek daha çok şey vardı; Kırmızı Nilüfer Pavilyonu'ndaki kütüphanenin mumu, su saati akıp tükenene kadar tüm gece yandı, zemin karmakarışık yazıları olan parşömenlerle kaplandı ve belgelerin derinliklerinde Chu Wanning'in bitkin yüzü vardı.
 
"Yuheng, omzunun şu haline bak, böyle dikkatsiz olma." Xue Zhengyong, elinde bir fincan ılık çay ile yanında oturmuş söyleniyordu, "Kıdemli Tanlang iyileştirme sanatlarında harika, biraz zaman ayır da ona bir görün."
 
"Gereği yok, çoktan iyileşmeye başladı bile."
 
Xue Zhengyong cıkladı: "Olur mu öyle şey, kendine bir bak, geri döndüğünden beri berbat görünüyorsun. Seni görenlerin onundan dokuzu her an bayılacakmış gibi göründüğünü söylüyor. Bana sorarsan, o yaranda tuhaf bir şey var, bir tür zehir falan olabilir, dikkatli olmakta fayda var."
 
Chu Wanning ona baktı: "Bayılacak gibi mi görünüyorum?" Duraksadı ve soğukça gülümsedi, "Bunu kim söyledi?"
 
Xue Zhengyong: "..."
 
"Aiya, Yuheng, her zaman herkes kağıttanmış da sen metaldenmişsin gibi davranmayı keser misin?"
 
Chu Wanning konuştu: "Ben kendi sınırlarımı biliyorum."
 
Xue Zhengyong oldukça sessiz bir şekilde mırıldandı, dudaklarının hareketine bakılırsa dediği şey, büyük ihtimalle "sınırlarını biliyormuş götüm" idi. Neyse ki Chu Wanning önündeki kitaba fazlasıyla dalmıştı ve onu görmedi.
 
Biraz daha sohbet ettiler, sonra Xue Zhengyong geç olduğunu fark ederek gidip karıcığına eşlik etmek için ayağa kalktı. Ayrılmadan önce biraz daha söylendiğinden emin oldu:
"Yuheng, çok geç kalma. Meng-er seni böyle görürse vicdan azabından ölür."
 
Chu Wanning zevkle onu duymazlıktan geldi.
Xue Zhengyong böyle soğuk bir çiviyle karşılaşınca tuhaf bir şekilde kafasını kaşıdı ve gitti.
 
Chu Wanning biraz ilaç içtikten sonra masaya geri dönerek araştırmasına devam etmeye başlamıştı ki birden başı döndü. Bir eliyle alnını destekledi, midesi bulanıyordu.
Ama çok geçmeden bulantısı geçti ve bunun yorgunluktan olduğunu düşünerek aldırış etmedi.
 
Geç olmuştu ve sonunda devam edemeyecek kadar sersemlediğinde kaşları sıkıca çatık bir şekilde uykuya daldı, kitap yığınının yanındaki kıyafet kolunu yastık olarak kullanmıştı, okuması bitirilmemiş bir parşömen dizleri arasında duruyordu ve kıyafetinin kumaşı bir su dalgası gibi yere dökülüyordu.
 
O gece bir rüya gördü.
 
Bu rüya, diğerlerinden farklı olarak, net ve belirgindi, neredeyse gerçek gibiydi.
Sisheng Zirvesi'nin Sadakat Salonu'nun içerisinde dikiliyordu fakat bu Sadakat Salonu nedense onun bildiğinden biraz farklı gibiydi, eşyaların ve detayların çoğu değiştirilmişti. Fakat o etrafı henüz iyice inceleyememişken kapılar hızla açılarak kırmızı perdelerin dalgalanmasına neden oldu.
 
Birisi içeri girdi.
"Shizun."
 
Bu kişi yakışıklı bir yüze sahipti, içlerinde morun hafif izi olan simsiyah gözleri vardı. Genç bir adamdı ama dudaklarının kenarını kıvırdığında neredeyse bir çocuk gibi görünüyordu.
 
"Mo Ran?"
Chu Wanning doğruldu ve ona doğru yürüyecekti ki el ve ayak bileklerinin, içlerinde ruhani enerji dolaşan ve onu yerinde tutup kıpırdamasına izin vermeyen dört metal zincirle bağlı olduğunu fark etti, 
 
Şaşkınlığını, dolup taşan öfke takip etti, Chu Wanning inanamayarak zincirlere baktı, sinir, yüz ifadesini kırıştırıp kelimelerinde boğulmasına neden oldu ve çok geçmeden kafasını kaldırarak sertçe konuştu: "Mo Weiyu sen ne yaptığını sanıyorsun? Derhal beni çöz!"
 
Fakat o kişi onun öfkeli bağırışını hiç duymamış gibi davrandı, yüzünde uyuz bir gülümseme ve bir çift gamze ile hızla yanına gitti ve Chu Wanning'in çenesini kavradı.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.