Yukarı Çık




58   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   60 

           
Bölüm 59: Bu Saygıdeğer Kişi İşte Bu Kadar Basit
 
Yapacak bir şey yoktu; küçük shidi hapşırmayı kesemese de yola koyulmaları gerekiyordu. Kuş tüyü kabilesi onları doğuya, Yangtze Irmağı'ndaki bir limana götürdü. Kendi kendini süren bir feribot çağırdılar ve geminin etrafını çevreleyen bir bariyer ile denize açıldılar.
 
Bu gece, yolculuk sırasında etraflarında Shizun olmadan Mo Ran'ın Shi Mei ile zaman geçirebileceği ilk geceydi, ama tuhaf bir şekilde düşündüğü kadar heyecanlanmamıştı.
 
Xue Meng ve Xia Sini çoktan uyumuştu. Mo Ran güvertede tek başına uzanıyor, kolları kafasının arkasında katlanmış bir şekilde yıldızlı gökyüzünü izliyordu.

Shi Mei, elinde az önce balıkçılardan aldıkları kurutulmuş balıktan birazı ile kabinden çıktı ve Mo Ran'ın yanına oturdu. İkisi de boş boş sohbet ederken atıştırmalıklarını dişlemeye başladılar.
 
"A-Ran, Şeftali Çiçeği Kaynağı'na gittiğimiz için Ruhani Dağ Müsabakası'na yetişemeyebiliriz. Benim için o kadar da önemli değil ama genç efendiyle sen, ikiniz de çok güçlüsünüz, büyük bir çıkış yapma şansını kaybederseniz pişman olmayacak mısınız?"
 
Mo Ran bir gülümsemeyle kafasını çevirdi: "Fark etmez, itibar falan yalnızca boş kelimelerken; Şeftali Çiçeği Kaynağı'na gitmek, benim için önem taşıyan insanları koruyabilmek için gerçek ve kullanışlı teknikler öğrenmek demek, önemli olan da bu zaten."
 
Shi Mei'in bakışları gülümser gibi oldu ve nazikçe konuştu: "Senin böyle düşünmen... Shizun eğer bunu bilseydi çok mutlu olurdu."
 
"Peki ya sen? Sen mutlu musun?"
 
"Ben de mutluyum tabii."
 
Dalgalar feribota çarpıyor, tahtadan gemi denizin içinde sallanıyordu.
Mo Ran yana yattığı yerden bir süre Shi Mei'i izledi. Biraz gıcıklık yapmak istedi ama ne diyeceğini bilemedi. Onun gözlerinde, Shi Mei saf ve elde edilemezdi.

Chu Wanning için taşıdığı uygunsuz düşünceleri Shi Mei'e beslemekte zorlanmasının nedeni belki de onun bu saflığından kaynaklanıyordu.
 
Mo Ran bir süre dalıp gitti.

Shi Mei izlendiğini fark etmişti. Arkasını döndü, denizin esintisiyle uçuşan saç tellerini kulağının arkasına sıkıştırdı ve gülümsedi: "Ne oldu?"
Mo Ran kızardı ve kafasını çevirdi: "Bir şey yok."
 
Başlangıçta bu seyahati Shi Mei'e -dikkatli bir şekilde- aşkını itiraf etmek için kullanmayı planlamıştı.
 
İlanıaşk.
Peki ya sonra?
Mo Ran bu saf, nazik insana karşı zorlayıcı veya baskıcı davranamazdı. Reddedilmekten korkuyordu ama daha çok, duyguları karşılık bulsa da Shi Mei'e nasıl davranacağını bilemeyeceğinden korkuyordu.
Ne de olsa geçmiş yaşamında, yalnız kaldıkları kısacık zaman süresince bile son derece berbat bir performans sergilemişti... Hayalet hanımın illüzyonundaki o bir anlık samimiyetten başka, onu hiç öpmemişti.

Ayrıca, bu yaşamında olanlardan sonra, illüzyondaki kişi Shi Mei miydi Chu Wanning miydi artık emin bile olamıyordu.

Shi Mei hala gülümsüyordu: "Ama bana gerçekten bir şeyler söyleyesin varmış gibi 
bakıyorsun."

Mo Ran bir anlığına, gerçekten hiç düşünmeksizin penceredeki ince kağıdı delmek istedi.*
*ÇN:  Eski Çin'de pencereler ya açık ya da kağıtla kaplı oluyormuş. Burada pencerenin kağıdı iki tarafın da bildiği fakat ikisinin de söylemek istemediği bir şey için metafor olarak kullanılmış; kağıt kolayca yırtılabilmesine rağmen birisi delmediği sürece haliyle hala orada kalıyor.

Ama bir nedenden ötürü, beyazlar içindeki bir figür, gülümsemekten haz almayan bir yüz, birdenbire zihninde belirdi, figürü o kadar içe kapanıktı ki son derece yalnız görünüyordu.

Birden Mo Ran'ın boğazı sanki mühürlenmiş gibi oldu ve daha fazla konuşamadı.

Arkasını geri dönerek yıldızlarla kaplı gökyüzünü seyretmeye devam etti.
Bir süre geçtikten sonra sessizce konuştu: "Shi Mei, sen benim için çok önemlisin." 

"Mn. Biliyorum. Sen de benim için öylesin."

Mo Ran devam etti: "Biliyor musun? Bir keresinde bir kabus görmüştüm ve sen,,, sen yoktun. Çok üzülmüştüm."

Shi Mei gülümsedi: "Bazenleri çok şapşal oluyorsun."

Mo Ran: "... Seni kesinlikle koruyacağım."

"Tamam, o zaman ben de iyi kalpli shidime teşekkür edeceğim."

 Mo Ran'ın kalbi tutuldu ve konuşmadan edemedi: "Ben..." 

Shi Mei yumuşak bir sesle sordu: "Söylemek istediğin başka bir şey mi vardı?"

Feribot sallandı, dalgaların sesi sanki daha da bir şiddetlenmişti. Shi Mei, onun son kelimelerini tamamlamasını beklercesine sessizce ona bakıyordu.

Ama Mo Ran gözlerini kapadı: "Önemli bir şey değil. Neden içeri girip biraz uyumuyorsun? Geceleri soğuk oluyor."
"..." Shi Mei bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu: "Ya sen?"

Mo Ran bazenleri çok ahmak olabiliyordu: "Ben... Ben bir süre daha yıldızları izleyeceğim, esintiyi yüzümde hissederek."

Shi Mei kıpırdamadı. Gülümseyene kadar bayağı zaman geçmişti: "Pekala, o zaman ben önden gidiyorum. Sen de çok geç kalma."

Sonra arkasını döndü ve gitti.
Uçsuz bucaksız gökyüzünün altında, gemi denizde süzülüyordu.
Güvertede uzanan o herifin, ne kaçırdığı hakkında en küçük fikri yoktu; hatta kalbinin derinliklerinde gerçekten hissettiği şeyi ararken biraz dalgın olduğu bile söylenebilirdi. Uzun bir süre bunun üzerinde düşündü ama kendisi çok aptaldı ve bu yüzden, sabah güneşi doğu göklerini hafif bir beyaza boyarken henüz hiçbir şeyi anlayamamıştı.

Uyanık olduğu her anı Shi Mei ile birlikte geçirmişti ve aralarındaki hisler, hem derin hem de samimiydi. Mo Ran, Shi Mei ile yalnız kalır kalmaz daha fazla bekleyemeyerek ona aşkını itiraf etmek isteyeceğini düşünmüştü. Fakat feribot köprünün sonuna ulaştığında, bunun aslında hiç de öyle olmadığını keşfetti. 
Belki kendisini fazla beceriksiz bildiğinden, hiç düşünmeden Shi Mei'e aşkını itiraf ederse kesin onu ürküteceğini, ürkütmese bile iyi bir başlangıç yapamayacağını düşünmüştü. 

Shi Mei ile kendisi arasındaki bu belirsizliğe daha çok alışıktı. Bazen kalbi küt küt atar, hiç düşünmeden uzanıp Shi Mei'in elini tutar ve göğsü bal tatlısı bir yumuşaklıkla dolup taşardı.

Bu o kadar doğal bir histi ki, bu hissi hemencecik parça pinçik etmeyi gerçekten istemiyordu.

Kabinin içine geri döndüğünde geç olmuştu ve herkes çoktan uykuya dalmıştı. Mo Ran serme yatağa uzanarak dar gökyüzünün ışığındaki geceyi seyretti. Yavaş yavaş, gözlerinin önünde Chu Wanning'in figürü belirdi, bazen gözleri kapalı ve sessizdi, bazen ise yüzünde sert bir ifade oluyordu.

Tabii ki o kişinin uykuda kıvrılırken nasıl göründüğünü de düşünüyordu, kimsesiz ve gösterişsiz, tıpkı fazla yüksek bir dalda açtığı için kimse tarafından önemsenmeyen bir haitang çiçeği gibi.

Nefreti bir kenara koyarsak, geçmiş hayatında Chu Wanning ve onun arasındaki bağlantı, bu dünyada diğer herkes ile kendisi arasında olan bağlantıdan kat kat daha derindi.

O razı olsa da olmasa da, Chu Wanning'in birçok ilkini almıştı.
İlk öpücüğünü, ilk yemek yapışını, ilk ağlayışını.
Ve ilk seferini.
Kahretsin, bunu düşünmek bile vücudunun ısınmasına ve kanının hızla bel altına akmasına neden oluyordu.

Ama karşılığında, o da istese de istemese de Chu Wanning'e bazı ilklerini vermişti.
İlk kez birinin öğrencisi oluşunu, ilk kez tatlı dille birini ikna edişini, ilk kez birine çiçek verişini.
İlk kez baştan aşağı hayal kırıklığına uğrayışını.
Ve kalbindeki ilk kıpırtıyı.
 
Evet kalbindeki ilk kıpırtı.
Sisheng Zirvesi'ne geldiğinde aşık olduğu ilk kişi Shi Mei değil de Chu Wanning'di.
O gün haitang ağacının altında, o beyaz giysiler içindeki adam, son derece odaklanmışken o kadar güzeldi ki Mo Ran'ın bu kişinin onun hocası olmasını istediğini, ondan başka hiç kimsenin olamayacağını kararlaştırması yalnızca tek bir bakışını almıştı.

Ancak bunların hepsi tam olarak ne zaman değişmişti?
Tam olarak ne zaman umursadığı kişi Shi Mei, nefret ettiği kişi Shizun olmuştu...

Bu son birkaç aydır bunun üzerinde çok düşünmüştü. Bunların hepsi büyük ihtimalle o yanlış anlaşılmayla başlamıştı.

O yanlış anlaşılma, Chu Wanning tarafından ceza olarak ilk kez kamçılandığı zamandı. On beş yaşındaki çocuk morartılarla ve eziklerle odasına sendeleyerek girmiş, göz kenarları kırmızı, hıçkırıklarını tutup yatağına yapayalnız kıvrılmıştı. Sırtındaki yaralardan çok, onu; Shizun'un Tianwen ile tek bir acıma hissi olmadan ona vururkenki, sanki bir sokak köpeğine vuruyormuş gibi sopsoğuk yüz ifadesi acıtıyordu. 

Şifalı bitki bahçesinden bir haitang çiçeği çaldığı doğruydu ama ne o haitangın ne kadar değerli bir şey olduğundan ne de Madam Wang'ın, o çiçeğin sonunda açabilmesi için en az beş yıl uğraştığından haberi vardı. 

Bildiği tek şey, o gün gece vakti eve giderken ağacın dalındaki bembeyaz bir ışıltının dikkatini çektiğiydi.

Çiçeğin yaprakları berrak ve buzlu, kokusu hafif ve narindi.
Çiçeği seyretmek için kafasını geriye doğru eğdi, Shizun'unu düşünüyordu. Nedense kalbinde bir zonklama olmuş ve parmaklarının uçları bile ısınmıştı. Daha ne yaptığını fark edemeden, çiçeği, üstündeki çiyin tek bir damlacığının bile dökülmemesi için dikkatli ve nazik bir hareketle koparmıştı.

Ay ışığının altında, sık kirpiklerinden çiyle kaplı haitang çiçeğini izliyordu. O zaman henüz Chu Wanning için taşıdığı bu sevginin ve samimiliğin ne kadar saf olduğunu bilmiyordu. Ve o günden sonra--- on, yirmi yıl boyunca, ölene kadar, bu hisse bir daha asla sahip olamayacağını da bilemeyecekti.

Çiçeği daha Shizun'a veremeden, annesi için şifalı bitki toplamaya gelen Xue Meng'a rastladı.

Genç efendi onu öfke içinde Shizun'a sürükledi. Chu Wanning gözlerini elindeki parşömenden onlara çevirdi, dinlerken bakışları buz gibiydi. Mo Ran'a kötü bir bakış attı ve herhangi bir açıklaması var mı diye sordu.

Mo Ran irkildi: "Koparttım çünkü çiçeği vermek istediğim kişi..."
Hala haitangı tutuyordu, taptaze açılan yapraklarına çiy ve buz parçacıkları tutunuyordu, buz gibi olmasına rağmen kelimelerle tarif edilemeyecek bir güzelliği vardı.
Ama Chu Wanning'in bakışları fazla soğuktu, o kadar soğuktu ki göğsündeki lav gibi sıcaklığı bile soğutmuştu.
"Sendin" kelimesini, bu soğukluk yüzünden daha fazla söyleyememişti.

Bu his onun için oldukça tanıdıktı. Sisheng Zirvesi'ne getirilmeden önce, şarkıcılar ve müşteriler arasında koşuştururken, vücudunu göze çarpmaması için hep daha da küçültür, her gününü bu tür bakışların altında geçirirdi----

Böyle bir aşağılama, böyle bir küçümseme...
Tüm vücudundan bir ürperti geçti.

Yoksa Shizun onu hor mu görüyordu?

Chu Wanning'in buz gibi sorgulaması karşısında Mo Ran kalbinin tamamen donduğunu hissetti. Kafasını eğdi ve sessizce konuştu: "... Benim... diyecek bir şeyim yok."
 
Gerisini zaten biliyorsunuz.
Sırf o haitang çiçeği yüzünden, başlangıçta hissettiği tüm sevgi tuzla buz olana kadar Chu Wanning, onu tamı tamına kırk kez kırbaçladı.

O zaman Mo Ran birazcık daha açıklamış olsaydı, Chu Wanning birazcık daha sormuş olsaydı, belki olaylar o yönde gelişmeyecek, bu öğretmen ile öğrencisi, geri dönüşü olmayan o yola ilk adımlarını atmayacaklardı.

Fakat bu kadar çok "mış olsaydı", gerçekleşemezdi.

İşte tam bu noktada Shi Mei, sıcak ve nazik bir şekilde onun yanında belirdi.

Chu Wanning'in yerinden odasına döndükten sonra Mo Ran, bir şeyler yemeyi bırak odasının lambasını bile yakmamış, yalnızca yatağında kıvrılarak yatıyordu.

Shi Mei kapıyı açtığında onu karşılayan manzara karanlığın içinde kıvrılmış kaskatı bir figürdü. Elindeki kırmızıbiber yağlı wontonları masaya nazikçe koydu, sonra yatağa doğru ilerledi ve yumuşakça seslendi: "A-Ran?"

O zamanlar henüz Mo Ran'ın Shi Mei'e karşı o tür hisleri yoktu. Arkasını bile dönmemişti, kırmızı şişkin gözlerle hala duvarı seyrediyordu ve konuştuğunda sesi boğuktu:
"Çık dışarı."

"Sana yiyecek..."

"Çık dışarı dedim."

"A-Ran, yapma böyle."

"..."

"Shizun aksidir, alışmak azıcık zaman istiyor o kadar. Gel, kalk da bir şeyler ye."

Ama Mo Ran eşek gibi inatçıydı, tamı tamına on at tarafından çekilse bile yerinden oynamazdı.

"İstemiyorum. Aç değilim."

"... En azından bir iki lokma ye, yemezsen Shizun kıza-----" O daha cümlesini tamamlayamadan Mo Ran yataktan hızla doğruldu, ıslak gözleri, kızgın ve öfkeli, kirpiklerinin altından hafifçe titriyordu.

"Kızmak mı? Tam olarak neye? Bu benim vücudum, yiyip yememem onu ne ilgilendirir? O beni öğrencisi olarak istemiyor bile, açlıktan ölsem daha iyi, o da böyle daha mutlu olur."

Shi Mei: "..."
Shi Mei kelimelerinin Mo Ran'ın yarasına böyle tuz basacağını düşünmemişti ve bir süre donakaldı, çaresizce önündeki küçük shidiyi izliyordu.

Uzun bir süre geçti. Mo Ran kendini topladı ve aşağı baktı, uzun saçı yüzünün yarısını kaplıyordu.

Mo Ran: "...Özür dilerim."

Shi Mei yüzünü göremiyordu, görebildiği tek şey, omuzlarında bastırdığı titreme ve sıkıca sıkılmış yumruklarındaki damarlardı.

Ama on beş yaşındaki o çocuk ne de olsa çok küçüktü. Bir süre kendini tutmaya çalışsa da dayanamadı ve kıvrılıp yüzünü kollarının içine gömerek sefilce ağlamaya başladı, sesi çatlamış ve kırık, kontrolsüz ve kayıp, acılı ve hüzünlüydü.
Vücudu hıçkırıklarla titriyordu, aynı şeyi tekrar tekrar söyleyip durdu----

"Bu on beş yıl boyunca... Sadece bir evim olsun istedim, gerçekten... gerçekten sadece bir ev istedim... neden hepiniz beni hor görüyorsunuz... neden bana öyle bakıyorsunuz... neden, neden beni hor görüyorsunuz..."

Uzun bir süre ağladı, Shi Mei ise uzun bir süre onun yanında durdu.

Mo Ran yeterince ağladıktan sonra Shi Mei ona temiz bir mendil uzattı ve o zamana soğumuş olan wontonları yanına getirdi.
Nazikçe konuştu: "Ölümüne aç kalmak gibi saçma sapan şeyler söyleme. Sen Sisheng Zirvesi'ne geldin ve Shizun'un öğrencisisin, yani benim shidimsin. Ben de küçükken ebeveynlerimi kaybettim, istiyorsan ben senin ailen olurum. Şimdi gel, bir şeyler ye."

"..."

"Bu wontonları ben yaptım. Shizun'a yüz vermiyor olabilirsin ama en azından bana biraz ver, olmaz mı?" Kaşığıyla toparlak, yarı saydam bir wonton alıp Mo Ran'ın dudağına götürürken Shi Mei'in dudakları küçük bir gülümsemeyle kıvrıldı, "Bir dene."

Mo Ran'ın gözlerinin kenarları hala kırmızıydı. O ıslak gözler yatağının yanındaki kişiyi izliyordu, sonrasında, sonunda ağzını açtı ve o nazik kişinin ona yedirmesine izin verdi.

Gerçeği söylemek gerekirse, o bir kase wonton çoktan soğumuştu ve suyun içinde fazla kaldığından önceden olabileceği kadar iyi değildi.

Ama o anda, mum ışığının altında, bu bir kase wonton, kıyaslanamaz güzellikteki o yüz ve o merhametli gözler, kalbinin derinliklerine kazınmıştı. Ölümde de kalımda da asla unutulmayacak üzere.
 
Her şey muhtemelen o gece başlamıştı.
Shizun'a karşı olan nefreti daha da derinleşmişti. Ve bu, aynı zamanda, Shi Mei'in, hayatındaki en önemli insan olduğuna ikna olduğu zamandı.

Ne de olsa herkes sıcaklık isterdi.
Özellikle de dondurucu soğuğa sayısız kez maruz kalan, tuzlu yolların görüntüsü bile karın ve kışın geldiğini sezmesine ve titremesine neden olan bir sokak köpeği, bu sıcaklığı bir hayli isterdi.

Taxian-Jun azametli görünse de gerçeği bir tek o biliyordu.
Aslında kendisinin, başıboş gezen bir sokak köpeğinden farksız olduğu gerçeğini. 

O her zaman, kıvrılıp yatabileceği, "ev" diyebileceği bir yer arayan bir sokak köpeğiydi ama on beş yıllık arayışına rağmen hala öyle bir yer bulamamıştı.
 
Ve bundan ötürü sevgisi ve nefreti gülünç derecede basitleşmişti----
Eğer birisini onu döverse, o kişiden nefret ederdi.
Eğer birisi ona bir kase çorba verirse, o kişiyi severdi.
 
O işte bu kadar basitti.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


58   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   60 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.