Yukarı Çık




59   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   61 

           
Bölüm 60: Bu Saygıdeğer Kişi Bir Sır Keşfetti
 
Feribota yapılan büyü sayesinde yolculuk hızlıydı ve ertesi sabaha çoktan Yangzhou İskelesi'ne ulaşmışlardı. Elçiler limanda onları bekliyor, atlarını bağlıyorlardı.
 
Grup limanda kahvaltı etti fakat kuş tüyü kabilesinin besine ihtiyacı olmadığından, onlar sadece gözleri kapalı bir şekilde limanın kenarında oturup ruhlarını dinlendirdiler. Şafak daha yeni sökmüştü ve etrafta işini yürüten pek bir tüccar yoktu. Fakat güverte görevlileri çoktan kalkmış, üçer beşer toplanıp pirinç lapası ile buğulu çörek gömüyor, ara sıra onlara doğru meraklı bakışlar atıyorlardı.
 
Basit iş kıyafetleri içindeki o iri yarı adamların, yemeklerini çiğnerkenki konuşmaları Mo Ran'ın kulağına geldi.
 
"Hayhay, kıyafetlerini hatırlıyorum. Bunlar Alt Kültivasyon Dünyası'ndan."
 
"Alt Kültivasyon Dünyası çok uzak ve bizim sektimiz onlarla nadiren iletişim kuruyor, nasıl emin olabiliyorsun?"
 
"Kolluklarındaki kaplamaya baksana. Kutsal Gece Gardiyanı'nın kaplaması ile aynı değil mi?"
 
"O şeytanları kovan tahta aygıta mı diyorsun?" Birisi Xue Meng'ın kolluğuna baktı ve turşusunu kıtır kıtır çiğnerken hayranlıkla konuştu, "Aiyoh, doğru. Kutsal Gece Gardiyanı'nı yapan kimdi ki?"
 
"Yapan Sisheng Zirvesi'nden Kıdemli Yuheng diye duymuştum."
 
"Kıdemli Yuheng da kim? Bizim Guyue'ye'nin Sekt Lideri Jiang'ı kadar güçlü mü?"
 
"Hehe, kim bilir. Kültivatörlerin dünyasıyla ilgili kim ne söyleyebilir ki."
 
Güverte görevlileri ağır bir Su ağzıyla konuşuyordu ve Mo Ran onları pek anlayamasa da Chu Wanning bu insanların ne dediğini anlayabiliyordu. İcat ettiği Kutsal Gece Gardiyanları'nın, artık sıradan dünyada başarıyla dağıtıldığını öğrenince rahatlamadan edemedi. Bu nedenle, aklından, geri döndüklerinde daha da hafif tahta öküzler veya atlar üretip daha çok iyilik yapması gerektiğini düşündü.
 
Kahvaltı bittikten sonra grup hızlandı, ve daha dört saat geçmeden JiuHua Dağı'na ulaştılar. Günün hala erken saatleriydi, kış gününün güneşi dağın zirvesine henüz yeni çıkmıştı ve milyonlarca altın ışık ipliği, ipek gibi yumuşakça aşağı iniyor, karlı tepeyi kristal bir parlaklığa gömüyor ve ihtişamla parıldıyordu. Dağın yamaçlarında yüzlerce enfes sarıçam, her zamanki gibi yemyeşil duruyor, karın içinde, ölümsüzlük havası taşıyan, kıyafet kolları alçaltılmış ve gözleri yarı kapalı münzevi bir kültivatör gibi kararlı bir biçimde dikiliyor, dağ yolunun iki yanında da ölümcül bir sessizlik sağlıyorlardı.
 
Ölümlüler JiuFeng Dağı'nın zirvesine, boşuna "Ölümsüz Dünya" demiyordu.
 
Kuş tüyü kabilesi dağın eteğinde üç kez ıslık çaldıktan sonra beyaz, karlı dağ eteğinin arasından kanatları büyüleyici, capcanlı renklerle bezenmiş küçük altın bir kanarya uçarak geldi ve yavaşça onların önüne kondu. Grup tüm yol boyunca batıya doğru ilerleyerek altın kanaryayı takip ettikten sonra çalkantılı ve şiddetli bir şelale perdesinin önüne ulaştılar.
 
"Efendi kültivatörler lütfen geriye çekilebilirler mi?"
 
Kuş tüyü kabilesinin lideri en öne geçti, eli Buda'nın elinin şeklini aldı ve sessizce bir büyü okudu. Aniden kıpkırmızı dudaklarını bastırdı ve nazikçe rüzgara üfledi. Şaşırtıcı bir şekilde havanın ortasında bir alev kütlesi oluşarak doğrudan şelaleye yöneldi ve su perdesini ikiye ayırdı!
 
Kuş tüyü kabilesi üyesi lakayt bir şekilde dönerek gülümsedi, "Tüm içtenliğimle, efendileri Şeftali Çiçeği Kaynağı'na girmeye davet ediyorum."
 
Kuş tüyü kabilesini takip ederek su perdesinin içinden geçtiler. Bariyeri geçtikten sonra gözlerinin önündeki manzara birden aydınlandı. Burası, ucu bucağı görünmeyecek derecede büyük olmasına rağmen tıpkı diğer dünya gibi hareketli ve canlıydı. Şeftali Çiçeği Kaynağı, kültivasyon dünyasına pek bir bağı olmayan kapalı bir dünyaydı, -ve gerçek Ölümsüzler Diyarı'yla bırak denk olmayı, kıyaslanamaz olsa da- bu şehir de Ölümsüzler Diyarı gibi ruhani chi açısından zengindi. Kaynağın içindeki manzaralar sanki resimlerden ve şiirlerden fırlamış gibiydi, renkler zarif ve narindi. Ve bir süre yürüdükten sonra, mevsim değişiminin de rastgele olduğunu fark ettiler.
 
Kuş Tüyü Kabilesi'nin, yolu göstermesiyle, ilk olarak yabandan geçtiler ve akan nehrin sesi ile, her iki kıyıda da bulunan maymunların ve yaratıkların bağırışları kulaklarını doldurdu. Sonrasında, şehrin dışına vardılar ve birbirleri üstüne çaprazlama yayılan tarla yollarını, devasa tarım arazilerini ve esintiyle sallanan buğdayları gördüler. Nihayet şehir hisarına girdiklerinde, içeride göz alabildiğince çok, kusursuz ve detaylı yapı bulunuyordu, saçakları uzun ve görkemliydi.
 
Bu Şeftali Çiçeği diyarının merkezi, ihtişamlı ve güzeldi, şehrin kendisi büyüktü, tesisleri tamdı, ölümlü diyarındaki canlı şehir merkezlerinden geri kalıyor gibi görünmüyordu. Farklı olan şeyler yalnızca, havada dans eden dökülmüş çiçeklerle uçuşan karlar, süzülen sürülerce ölümsüz balıkçıl kuşuydu, ayrıca önlerinden geçen kuş tüyü kabilesine ait herkes uzun boyunlu ve yakışıklı, resmedilmeye değer figürleri, lakayt, sanki her biri tablolardan fırlama eşsiz periler gibiydi.
 
Ne var ki böyle uhrevi bir sahne, Xue Meng ve arkadaşlarına ne kadar yeni ve ilgi çekici gelse de Jincheng Gölü'ndeki acayip manzaradan sonra, onları şok eden bir şey değildi.
 
Yol ayrımına geldiler ve göğe uzanan antik bir ağacın altında kuş tüyü kabilesinden, dimdik, görkemli beyaz üzerine altın zümrüdüanka işlemeli ceket giymiş birisini gördüler. Alnındaki alev işareti, diğerlerininkinden daha derindi, bu, kuş tüyü kabilesindeki diğer herkesten daha fazla güce sahip olduğunu sembolize ediyordu.
 
Yolu gösteren elçiler, grubu onun önüne getirdiler ve sonra, dizlerinin üstüne çökerek saygılarını sundular, "Ulu Ölümsüz Efendimiz, Sisheng Zirvesi'nin dört xianjunü geldiler."
 
"Gayretiniz için teşekkür ederim, geri çekilebilirsiniz."
 
"Baş üstüne."
 
Kuş tüyü kabilesinin güzel giyimli üyesi nazikçe gülümsedi, sesi berrak ve genç bir zümrüdüankanınki gibi etkileyiciydi.
 
"Benim adım On Sekiz. Ailemin ölümsüz büyüğünün de onayıyla bana Şeftali Çiçeği Kaynağı'nın Ulu Ölümsüz Efendisi unvanı verildi. Efendilerin buraya gelerek bu naçizane mekanımızda antrenman yapma nezaketini göstermelerine minnettarız. Burada kaldığınız süreç boyunca xianjunlerin yetersiz bulduğu bir hizmet olursa lütfen bizi bağışlayın ve bize bildirmeye çekinmeyin."
 
Konuştuğunda ayrı bir güzellik ve zarafet taşıyor, kesinlikle iyi bir izlenim veriyordu.
 
Xue Meng, ondan daha güzel görünümlü erkeklerden haz almamakla beraber, güzelliğin ve çekimin ne olduğunu öğrenmeye başladığı bir yaştaydı ve doğal olarak tablodan fırlamışçasına güzel bayanları önemsememezlik etmiyordu. Bu nedenle o da karşılığında gülümsedi, "Xianjun çok kibar fakat bu On Sekiz adı kesinlikle garip. Xianjun'ün soyadını sorabilir miyim?"
 
On Sekiz kibarlıkla ve saygıyla cevapladı: "Soyadım yok. Yalnızca; On Sekiz."
 
Mo Ran içtenlikle güldü, "Senin adın On Sekiz ise On Yedi adında da birisi var mı?"
 
Bu, şaka amaçlı söylenmişti ama On Sekiz'in onu duyup beklenmedik bir şekilde sırıtacağını kim tahmin edebilirdi ki, "Xianjun çok zeki. On Yedi kız kardeşim olur."
 
Mo Ran: "..."
 
On Sekiz açıkladı, "Biz kuş tüyü kabilesi, Semavi Tanrı Zhuque'nin aşağı düşen tüylerinden doğarız. Kültivasyonumuz henüz sığ iken sık sık tepeli aynak kuşunun formunda beliririz. Bir görünüme bürünen ilk kişi, aile büyüğümüzdü ve kuş tüyü kabilesinin devamı da böyle, görünüm oluşturma sırasına göre adlandırıldı, Bir, İki ile başlarsak... Ben on sekizinciyim, bu yüzden adım On Sekiz."
 
"..."
 
Bunu duyduktan sonra Mo Ran'ın nutku tutuldu. Önceden zaten Xue Zhengyong'un ad vermekte berbat olduğunu biliyordu ama burada daha da kötüsünün olabileceğini düşünmemişti--- direkt sayılardan gidiyorlardı.
 
Sonra, On Sekiz onu daha da şok eden bir şey söyledi.
 
"Gelin. Hadi sadede gelelim. Bu, sizin buraya ilk gelişiniz ve Şeftali Çiçeği Kaynağı'ndaki antrenman kurallarına henüz pek aşina değilsiniz." dedi On Sekiz, "Ölümlü diyarında kültivasyon, asırlardır ekollere ve sektlere ayrılır. Burada ise farklı. Biz, kuş tüyü kabilesi, iş bölümünde hep çok net olmuşuzdur. 'Savunma'da uzman olanlar, 'Saldırı'da uzman olanlar ve 'İyileştirme'de uzman olanlar vardır. Toplamda üç bölük bulunuyor ve sizin eğitiminiz de bunun doğrultusunda gelişecek."
 
Mo Ran gülümsedi, "Bu harika."
 
On Sekiz onu başıyla onayladı, "Böyle düşündüğün için teşekkürler, küçük xianjun. Guyue'ye'nin kültivatörleri de birkaç gün önce geldiler ve bu idman yöntemini duyduklarında, hepsi çok huysuzlandı."
 
Mo Ran inanamadı, "Savunma savunmadır, saldırı saldırıdır, iyileştirme de iyileştirmedir. Böyle temiz bir gruplandırma iyi bir şey değil mi? Neyden hoşnut değiller?"
 
"Şöyle ki," On Sekiz cevapladı, " Guyue'ye'de 'Savunma' bölümüne ait olan bir genç efendi Duan vardı ve aynı bölükteki diğer xianjunlerle kalması gerekiyordu. Ama onun Shijie'si 'Saldırı'ya ait olduğundan Saldırı Bölüğü ile birlikte antrenman yapmak zorundaydı. Bizler ölümlülerin sevgisini ve ilişkilerini anlayamasak da ben, o genç efendinin yeminli kız kardeşinden ayrılmak istemediğini söyleyebilirim."
 
"Haha, ne varmış bun--- bekle, ne dedin sen?!" Jeton sonunda düştüğünde, Mo Ran gülmeyi bıraktı ve gözleri irileşti, "Farklı bölüklerdeki kişiler, ayrı ayrı idman yapmakla birlikte, bir de ayrı mı yaşamak zorundalar?"
 
On Sekiz, yüzünün birden neden değiştiğini kavrayamayarak şaşkınlıkla cevap verdi, "Evet öyle."
 
Mo Ran'ın tüm yüzü maviye döndü, "..."
 
Bu nasıl bir şakaydı?!
 
Bir saat sonrasında, On Sekiz ile pazarlama yapmakta başarısız olan Mo Ran, aydınlık, geniş ve dört taraflı avlu evinin önünde şaşkınlıkla dikili duruyordu; uzun, derin bir sessizliğe gömülmüştü.
 
O, Xue Meng ve Xia Sini Saldırı bölüğüne aitti ve Şeftali Çiçeği Kaynağı'nın doğu tarafına gönderilmişlerdi. "Doğu tarafı" derken kastedilen, gelişigüzel ayrılmış herhangi küçük bir bölge değil de 'Saldırı'ya ait olan tüm xianjunlerin yaşadığı yerdi. Dört kişiyi alan o avlu evlerinden, yirmiden fazla vardı ve buna ek olarak ölümlü diyarındakine oldukça benzer olarak inşa edilmiş dağlar ve göller, sokaklar ve pazarlar bulunuyordu. Anlaşılan, kuş tüyü kabilesi onların burada uzun bir süre kalacaklarını bildiklerinden, bu yerleri, ev hasretlerinden kurtulmalarına yardımcı olsun diye inşa etmişlerdi.
 
Shi Mei'e gelince, o 'İyileştirme'ye ait olduğundan Şeftali Çiçeği Kaynağı'nın güney tarafına gönderilmişti. Mo Ran ve diğerlerinin yaşadığı yerden pek bir uzaktı ve aralarında, yalnızca yetkili görevlilerin geçebildiği bir bariyer bile vardı. Bu, Mo Ran ve Shi Mei'in, Şeftali Çiçeği Kaynağı'nda kaldıkları süreçte, bölüklerin kuş tüyü kabilesinin başlangıç seviye kültivasyonunu öğrenmeleri için toplanması dışında, birbirlerini görme şanslarının neredeyse sıfır olduğu anlamına geliyordu.
 
Ki bu daha en kötüsü bile değildi.
 
Mo Ran birden kafasını kaldırdı ve sık kirpiklerinin perdesinden, avluda daireler çizen Xue Meng'a baktı, kendisi için en rahat odayı seçmeyi planladığı besbelliydi. Mo Ran alnındaki damarların beklenmedik bir şekilde belirginleştiğini hissedebiliyordu.
 
Xue Meng...
 
Aynen öyle. Lanet olsun. Bugünden sonra her gün Xue Meng ile aynı avluda yaşamak zorundaydı! Belki de uzun bir zaman boyunca, hayatın en büyük sekiz acısından ikisini yaşamak zorunda kalacaktı; sevdiğinden ayrı düşmek ve düşmanıyla karşılaşmak...
 
Kuş tüyü kabilesi, seçilmiş kişileri bulmak için Üst Kültivasyon Dünyası'ndan Alt Kültivasyon Dünyası'na uzanan her yeri dolaşmışlardı ve Sisheng Zirvesi'ne varana kadar zaten yolculukları bitmek üzereydi. Bu yüzden, diğer sektlerden gönderilen kişiler çoktan yerlerine yerleşmişlerdi ve çok geçmeden Xue Meng, dört taraflı avludaki bir odanın çoktan dolu olduğunu fark etti.
 
"Tuhaf. Acaba burada kim oturuyor." Xue Meng, bahçede kuruması için serilmiş battaniyeye bakarak mırıldandı.
 
"Kim olursa olsun, öyle yaygara çıkaran biri olmasa gerek." dedi Mo Ran.
 
"Ne demek istiyorsun?"
 
"İzin ver de sorayım, " Mo Ran konuştu, "Sen hangi odayı seçtin?"
 
Xue Meng anında gardını aldı, "Ne planlıyorsun sen? Ben çoktan seçimimi yaptım, kuzeyde duran güneye bakan yer benim. Eğer bunun için dövüşmek istiyorsan ben..."
 
Daha ne yapacağını düşünememişken Mo Ran gülerek sözünü kesti, "Ben fazla geniş oda sevmem, yani seninle dövüşmeyeceğim. Ama sorayım sana, eğer bu yer hala boş olsaydı----" Dedi ve başkasının çoktan yerleştiği o küçük odaya işaret ederek sorusuna devam etti, "O kişiyle değişir miydin?"
 
Xue Meng, sazdan yapılma, küçük ve basit kulübeye baktıktan sonra Mo Ran'a kötü bir bakış attı, "Sen beni aptal mı sanıyorsun? Tabii ki değişmem."
 
Mo Ran güldü, "O kişinin yaygara çıkaracak birisi olmadığını bu yüzden söyledim ya. Bak, geldiğinde bu avludaki dört odanın hepsi boş olmasına rağmen en iyi olanı değil de o kısa, küçük barakayı seçmiş. Eğer bu adam aptal değilse mütevazı bir centilmen."
 
"..."
 
Bu analiz kesinlikle yanlış değildi ama Xue Meng, yüzünün, Mo Ran'ın gülümsemesinde saklı olan bir bıçak tarafından yırtılıp açıldığını hissedebiliyordu. Diğer adam en iyi odayı bırakarak uyumak için yıkık dökük bir kulübeyi seçtiğine göre bir centilmen oluyorsa, o da kokuşmuş, görgüsüz, sıradan bir adam, aşağılık bir cimri olmuyor muydu?
 
Ama Mo Ran, Xue Meng'a bunları doğrudan söylemediği için Genç Efendi Xue buna ne bağırabiliyor ne de katlanabiliyordu, bu yüzden o anda yüzü kıpkırmızı oldu.
 
"Yine de... Ben, iyi yaşamaya alışığım." Xue Meng kin içinde boğuldu ve karanlık bir yüz ile karşılık verdi, "Köhne yerlere hiçbir şekilde katlanamam, yani centilmen olmak isteyen gidip olabilir. Umurumda değil."
 
Bu açıklamada bulunduktan sonra arkasını döndü ve gitti.
 
Böylece, avlu evinin farklı tarzda dört odasından her biri, farklı efendiler tarafından alınmıştı.
 
Xue Meng kuzeydeki zarif konutu seçti; açık renkli duvarları, siyah kiremitleri ve altından eşiği ile en lüks odaydı. Mo Ran batıdaki taştan kulübeyi seçti, girişin önünde bir şeftali ağacı dikiliydi ve çiçekler açılmalarının zirvesindeydi. Chu Wanning'e gelince, o, doğu taraftaki bambu binayı istemişti, gün batımında güneş batıda sönerken, pürüzsüz, kibar bambular, parlayan canlı yeşimlere benziyordu.
 
Avlunun güney tarafında ise, o sazdan yapılma, mütevazı ve basit kulübenin içinde henüz tanışmadıkları o "centilmen" oturuyordu.
 
Chu Wanning'in soğuk algınlığı henüz geçmemişti ve başı çılgınlar gibi döndüğünden oldukça erken yattı. Xue Meng bir süre onunla kaldı fakat bu küçük shidi ne ona sokuluyor ne sızlanıyor ne de onun hikayelerini önemsiyordu; yalnızca, kendini küçük yapışkan bir pirinç topu gibi sarmış, bulanık bir huzurla uyumaya çalışıyordu. Xue Meng biraz daha yatağının kenarında oturduktan sonra kendisine ihtiyaç olmadığını görerek üstündeki tozu silkti ve yanından ayrıldı.
 
Bahçede, Mo Ran dışarıya bir sandalye çıkarmış bacaklarını sandalyenin üstüne koymuştu, kolları başının arkasında yastık görevi görerek altın güneşin batıya doğru alçalışını ve yakıcı ışığının yavaş yavaş azalışını izliyordu.
 
Xue Meng'ın çıktığını görünce sordu, "Xia-Shidi uyudu mu?"
 
"Hm."
 
"Ateşi düştü mü?"
 
"Merak ediyorsan içeri girip kendin bakmaya ne dersin?"
 
Mo Ran içtenlikle güldü, "O ufaklığın uykusu muhtemelen daha derinleşmemiştir, sakarlığım onu uyandırabilir."
 
Xue Meng ona bir bakış attı, "Eh, en azından kendini biliyorsun. Ben de senin, aynı annemin büyüttüğü kedi ve köpekler gibi, anca bahçede yayılıp tembellik ettiğini sanmıştım."
 
"Haha, tembellik ettiğimi nereden biliyorsun?" Mo Ran parmaklarının arasındaki şeftali çiçeğiyle oynuyordu ve bir gülümsemeyle yukarı baktı, "Bahçede oturduğum süre, büyük ve şok edici bir sırrı keşfetmeme yetti de arttı."
 
Xue Meng'ın sormak istemediği belliydi ama yine de meraklanmıştı ve epey bir süre kendini tuttuktan sonra, donuk bir yüzle umursamaz bir ifade takındı ve mırıldandı, "... Ne büyük sırrı?"
 
Mo Ran elini ona salladı ve gözlerini kıstı, "Kulağını yaklaştır da gizliden söyleyeyim."
 
"..." Xue Meng son derece gönülsüz bir şekilde, zarif kulağını uzattı. Mo Ran yaklaştı ve sessizce kıkırdadı, "Hehe, kandırdım seni. Aptal Meng Meng."
 
Xue Meng'ın gözleri koca koca daireler ile irileşti ve anında öfkeyle patladı, Mo Ran'ın yakasını kavrayarak, "BANA YALAN MI SÖYLEDİN? NE KADAR ÇOCUKSU OLABİLİRSİN?!"
 
Mo Ran güldü, "Nasıl yalan söyledim? Bir sır keşfettim ama aynı zamanda da sana söylemek istemedim o kadar."
 
Xue Meng'ın kara kaşları sertleşti, "Sana inanmaya devam edersem cidden malım!"
 
İkisi bir kuşun köpeği gagalayıp köpeğin de kuşu ısırdığı gibi atışıp duruyordu ve Mo Ran, gıcık bir şekilde diğerinin daha da sinirlenmesini tetikleyecek bir şeyler söyleyecekti ki arkalarından, içine şaşkınlık katılmış yabancı bir ses ilk "Hm?" dedikten sonra konuştu, "Siz ikiniz yeni antrenman akranları mısınız?"
 
Bu kişinin sesi, net ve taze, ortalama bir gencin sesinden daha yumuşak ve canlıydı.
 
Mo Ran ve Xue Meng'ın ikisi de kafalarını çevirdi ve artakalan güneşin kan kırmızısında, sıkı bir kıyafet giymiş bir adamın, rüzgara karşı dikildiğini gördüler.
 
Bu adam, derin hatlarla doğmuştu, kaşları mürekkep siyahtı, kafasının üstünde sabitlenmiş siyah yeşimli bir taç vardı ve bal rengi yüzü hem yakışıklı hem de coşkuluydu. Vücudu uzun veya kaslı olmamasına rağmen, figürü, son derece hükmediciydi ve soylu sınıf sahibi insanlardan çok daha saygındı. Özellikle o bir çift uzun bacak; dar siyah bir takımın bağlarıyla daha da şekilli ve güçlü, düz ve gösterişli görünüyordu.
 
Mo Ran'ın yüz ifadesi anında değişti ve ayrı bir dünyanın kanı ile günahları, sanki gözlerinin önünden geçer gibi oldu.
 
Sanki, kan fırtınasının içinde diz çöken bir silüet görmüştü, köprücük kemiklerinden çelik zincirler geçirilmiş, yüzündeki etin yarısı yırtılmıştı fakat boyun eğmeyi reddediyor, teslim olmaktansa ölmeyi yeğliyordu.
 
*ÇN: Dövüş sanatçılarının köprücük kemiklerine çelik zincir geçirmenin, yeteneklerini ellerinden almaya ve onları etkisiz hale getirmeye yarayan yöntem olduğu söylenilir.
 
Kalbi tıpkı yaprağının üstünden düşen kristal bir çiğ damlacığı gibi titredi ve Mo Ran hissettiği şeyin ne olduğunu gerçekten tanımlayamadı.
 
Eğer önceki hayatında, saygı duyduğu ve takdir ettiği kişiler olmuş ise, şu an gözlerinin önündeki kişi kesinlikle onlardan biriydi.
 
Yani onlarla birlikte yaşayacak olan saygıdeğer centilmen... demek aslında oydu... ha...


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


59   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   61 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.