Yukarı Çık




62   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   64 

           
Bölüm 63: Bu Saygıdeğer Kişinin... Gördüğü de Kim?!
Kanlı
 
O günlerin Lin'an kenti savaş batağının içindeydi,  gözün görebildiği her yerdeki zemin kurumuş kanla kaplıydı ve etraf yıkılmış duvarlarla ve harap olmuş evlerle doluydu. Habis hayaletlerin pis havasıyla boğulan ağaçların ve çiçeklerin hepsi solup gitmişti.
 
Mo Ran daha kendini toparlayamamışken garip birtakım sesler duydu ve yukarı baktı, yaşlı bir pagoda ağacından taze iç organlar sarkıyordu ve bir düzine karga ziyafet içinde üstüne konmuştu, kan ile et durmaksızın damlayıp akıyordu.
 
Ve ağacın altında, orta yaşlı bir adamın cesedi vardı, pençeler tarafından yarılmış karnından, organları ile kanı dökülüyordu. Gözleri açık mı yoksa kapalı mı ölmüştü, kimse bunu bilemeyecekti, çünkü göz yuvarları çoktan gagalanmıştı bile.
 
Mo Ran bu tür manzaralara yabancı değildi.
Önceki hayatında, bir zamanlar insanlar aleminin sınırını aşmış, Rufeng Sekti'nin yetmiş iki şehrinin tamamını kılıçtan geçirmişti. O zamanlar, kan nehir gibi akmış ve tarlaları cesetler kaplamış, aynı bunun gibi bir manzara oluşmuştu.
 
Ama anlayamadığı bir nedenden ötürü, önceki hayatında dökülen o kandan, varlığının her bir parçasıyla zevk almasına rağmen, şimdi, önünde birden böyle benzer bir felaketin resmini görünce o zevkin yerine ıstırap verici bir acıma hissi hissediyordu... yoksa o kadar süredir uysal davrandığından gerçek doğası da o farkında olmadan değişivermiş miydi?
 
Bunun üzerinde derin derin düşünürken uzaktan bir toz bulutu eşliğinde toynak sesleri duydu.
Böylesine savaştan çıkma bir yerin civarında atlarını dörtnala koşturan birileri muhtemelen kötü haberdi.
Mo Ran anında Chu Wanning'i arkasına çekti fakat bu çorak ihtiyar yolun ortasında saklanabilecek herhangi bir yer yoktu. Toz bulutundan bir grup atlı belirdi, toplamda birkaç düzineydiler, ama onları görmek için yakınlaştıklarında, atların gürbüz değil de tam tersi oldukları belli oldu--- birkaçı o kadar aç kalmıştı ki kaburgaları dışarı çıkıyordu.
 
Aynı türden, parlak kırmızı desenli beyaz kıyafetler içindelerdi, benzer renklerde tüylerle bezenmiş miğferler takıyorlardı ve her birinde iç içe geçmiş ejderhaları olan yuvarlak bir taç takılıydı. Kıyafetleri pis olmasına rağmen titizlikle giyilmişti ve insanlar cılız ama şevkliydi. Daha da sıra dışı olan şey, her birinin sırtında dolu birer ok kılıfının olmasıydı.
 
Savaş zamanlarında, en değerli şeyler yemek ve silahtı.
 
Bunlar net bir şekilde sıradan insan değillerdi.
 
Mo Ran hala bu yeni gelenlerin iyi mi kötü mü, dost mu düşman mı oldukları üzerinde karar vermeye çalışırken içlerinden birisi- henüz on dört on beş yaşlarındaki bir genç- dehşet içinde haykırdı: "Baba! BABA!!"
Genç atından tökezledi ve alttaki çamurlu zemine düştü fakat anında sürünerek kalktı ve ağacın önüne doğru sendeleyip kendisini orta yaşlı adamın parçalanmış bedenine doğru attı, ıstırap içinde ağlıyordu: "Baba! Baba!"
 
Diğerlerinin yüzünde acıma hissiyle dolu ifadeler vardı ama şu ana kadar bir sürü ölüme şahit oldukları belliydi, öyle ki artık hissizleşmişlerdi. Bu yüzden, genç, cesedi tutarak acıyla ağlasa da kimse onu teselli etmek için atından inmeye falan kalkışmadı.
İçlerinden bir tanesi pek uzaklarında durmayan Mo Ran ile Chu Wanning'i fark etti ve ağır bir Lin'an aksanı ile sormadan önce bir anlığına şaşırdı: "Siz buralı değilsiniz, değil mi?"
 
Mo Ran yanıtladı: "Evet... biz Shu Bölgesi'ndeniz."
 
"O kadar uzaktan?" Soran kişi şok olmuştu, "Bu günlerin dünyasında gece olur olmaz hayaletler her yerde, siz ikiniz bu zamana kadar hayatta kalmayı nasıl başardınız?"
 
"...Azıcık dövüşebiliyorum ben."  Mo Ran kendileri hakkında elinden geldiğince az şey belirtmesinin en iyisi olacağını biliyordu, bu insanlar da zaten pek kötü niyetli görünmediğinden Chu Wanning'i öne çıkardı ve konuyu değiştirdi, "Bu benim küçük kardeşim, buradan geçiyorduk ve biraz dinlenmek için durduk."
 
Atlıların bazısı Chu Wanning'i görünce biraz afallamış gibi oldu; içlerinden birkaç tanesi kendi aralarında fısıldaşmak için arkasını döndü.
Mo Ran, tetikte: "Bir sorun mu var?"
"Bir şey yok." Grubun başındaki genç adam konuştu, "Ama önemli--- dinlenmek istiyorsanız şehre girmelisiniz. Şu anda etrafta herhangi bir yaratık olmayabilir fakat gece olduğu an sokakları hayaletler dolduracaktır. XiaoMan'ın üvey babası dün yemek bulmak için dışarı çıktı ancak sonra bir fırtına oldu ve gece olmadan geri dönemedi, sonrasında ise..." Derin bir iç çekti ve cümlesini tamamlamadı.
 
XiaoMan o ağlayan gencin ismiydi ve ağacın altındaki de onun üvey babasıydı. Bunun gibi hadiseler bu karmaşık zamanlarda son derece yaygındı; ailenin bir üyesi yemek bulmak için dışarı çıkardı, sabah ayrıldıklarında gayet iyi olmalarına rağmen geceleri asla geri dönmezlerdi. 
Bu olayların iki yüz yıl öncesinden kalma olduğunu bilmesine rağmen Mo Ran, gencin sanki artık gözyaşları kana dönecekmiş gibi ağlayışını görünce kalbinde bir sıkışma hissetti.
 
Hemen arkasından ise bunu bir huzursuzluk takip etmişti.
 
Yoksa yumuşamış mıydı? Oysa önceki hayatında adam öldürürken gözünü bile kırpmazdı.
 
Aceleyle Chu Wanning'i kavradı ve grupla vedalaştı.
Grubun lideri konuştu: "Lin'an Şehri'ne vardığınızda bir süreliğine kalacak bir yer bulun. Yakında herkesi, ruhani enerji bolluğunun hayalet istilasını uzaklaştırdığı PuTuo'ya nakletmeyi planlıyoruz, en azından şimdilik. Siz de bizimle gelsenize, sadece ikiniz birlikte seyahat edeceğinize."
 
"Nakletmek mi?"
 
"Evet." Liderin gözleri canlandı ve hatta bunun üzerine yüzü bile aydınlanmış gibi görünüyordu, "Hepsi Chu-gongzi'nin şahane planı sayesinde, şehirde yaşlılardan bebeklere kadar herkes, hayatlarını devam ettirebilecek! Ama bu kadar gevezelik yeter, bizim hava kararmadan önce daha içeri geri götürecek sağ kalan var mı diye şehrin etrafını devriye gezmemiz gerekiyor--- oi, XiaoMan, hadi, gitmemiz lazım."
Fakat XiaoMan yalnızca ağlamaya devam etti, arkasını bile dönmeden babasının cesedini kavrıyordu.
 
Mo Ran bir iç çekti ve Chu Wanning'i kendine çekerek sessizce konuştu: "İlk olarak şehre girelim."
 
Chu Wanning başıyla onayladı ama sonra birden sordu: "Neticede başarabildiler mi sence?"
 
Mo Ran, onun biraz soğuk olan küçük elini tutarak: "Gerçeği mi istiyorsun, yoksa yalanı mı?"
 
"Tabii ki gerçeği."
 
"Küçük çocuklar için yalan daha iyi olurdu."
 
Böylece Chu Wanning kendi sorusunu cevapladı: "Başaramadılar."
 
"Doğru." dedi Mo Ran, "Bak, cevabı zaten biliyormuşsun ama yine de sormak istedin, sanki bu sonucu değiştirecekmiş gibi."
 
Chu Wanning ona aldırış etmedi ve sormaya devam etti: "Neden kurtulamadıklarını biliyor musun?"
 
"İki yüz yıllık ihtiyar bir iblis değilim ki ben, nasıl bileyim?"
 
Chu Wanning kasvetle konuşmadan önce bir süre sessiz kaldı: "İki yüz yıl önce Lin'an Şehri'nden neredeyse hiç kimse sağ çıkamadı."
 
Mo Ran: "..."
 
Chu Wanning: "Sadece birkaçı kaçabildi."
 
"Bekle, shidi, sen böyle küçük olmana rağmen bu kadar şeyi nasıl biliyorsun?"
 
Chu Wanning ona kötü bir bakış attı: "Kıdemli Yuheng tarih derslerinde bu konudan defalarca bahsetti. Kendin derse dikkatini vermiyorsun, sonra da dönüp bana nasıl bildiğimi soruyorsun, ne kadar adice."
 
Mo Ran afallamıştı, içten içe düşündü: Tamam derste daldım ama kendi Shizun'um bile beni azarlamadı sen ne diye bana fırça çekiyorsun? Ama yine de düşününce küçük bir çocukla kavga etmenin manası yok, bu yüzden görmezden gelsin bari.
 
İkisi birlikte şehre doğru ilerlediler, yol boyunca sohbet ederek, ve çok geçmeden şehir kapılarına vardılar. Antik kent, QianTang Nehri'nin kıyısında upuzun dikili duruyordu ve çevresini ve duvarlarını sıralayan savunma yapılarıyla hayaletlerle iblislere karşı şimdiden son derece kuvvetlendirilmişti. 
Şehrin dışarısında üstlerinde lanet izleri olan sayısız ceset yığılıydı. Bu tür kalıntılar, eğer çaresine bakılmazsa geceleri tekrardan canlanıyordu.
Güneş hala gökyüzünde asılıyken ve Yang enerjisi şiddetliyken dışarıda cesetlerin üzerine tütsü külü yayan kültivatörler vardı. Özellikle güçlü bir lanet ile etkilenmiş olan cesetlere zincifre ile yazılmış ve şaraba batırılmış tılsımlarla egzorsizm uyguluyorlardı.
 
Şehir girişinde, savunma amaçlı dikenleri olan duvarların önünde iki bekçi dikili duruyordu, tıpkı az önce karşılaştıkları atlılar gibi giyinmişlerdi, kırmızı işlemeli beyaz kıyafetler içinde, ikiz ejderha taçlı, kollarında yayları ve sırtlarında dolu bir ok kılıfı.
"Durun, kendinizi tanıtın."
Mo Ran az önceki hikayesini tekrarladı. Bekçiler insanların girişini reddetmek için değil de sadece gelenleri kayıt altına almak için oradaydı ve bu yüzden isimleri yazıldıktan sonra bırakıldılar.
Ayrılmadan önce Mo Ran atlıların az önce bir "Chu-gongzi"dan bahsettiğini anımsadı; bu nakil de Chu-gongzi'nın fikri olduğuna göre illüzyonu kırmak için önemli olsa gerekti.
 
"Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama birisini sorabilir miyim acaba?" dedi Mo Ran.
 
Bekçi ona baktı: "Sen Shu'dan değil misin? Buradan birini mi tanıyorsun?"
 
Mo Ran gülümsedi: "Hayır fakat az önce bize Chu adında bir gongzi'nın şehirdeki herkesi iki gün içerisinde PuTuo'ya götüreceğinden bahseden birkaç tane nöbetçi beyefendiyle karşılaştık, ben de bu Chu-gongzi'nın kim olduğunu merak ediyordum. Ben biraz büyü yapmayı biliyorum ve herhangi bir yardımım dokunur mu diye bakmak istedim."
 
Bekçi onu baştan aşağı süzdü ve muhtemelen, herhangi bir aksilik çıkmadan buraya küçücük bir çocuğu getirebildiğine göre yine biraz yeteneği olsa gerek diye düşündü, böylece konuştu: "Chu-gongzi vali efendinin en büyük oğlu. Bir ay önce Hayalet Kralı alçaldığında vali efendi katledildi ve gongzi da o zamandan beri bize önderlik yapıyor."
 
"Valinin oğlu mu?" Mo Ran ile Chu Wanning bir bakıştı, sonrasında Mo Ran dönerek sordu, "Garip, valinin oğlu nasıl olur da büyü yapmayı bilir?"
 
"Bunda tuhaf olan ne!" Bekçi Mo Ran'a kötü kötü baktı, "Kültive etmek için büyük bir sektte olman gerektiğini, sıradan insanların yapamayacağını belirten bir kural ne zamandan beri var?"
 
"..."
Tabii, bireysel kültivatörler de vardı ama hiç işe yaradıkları olmamıştı.
Mo Ran kendince düşündü, yoksa Lin'an'daki herkesin ölmesine sebep olan şey, bu amatör Chu-gongzi ve onun yarım yamalak fikri miydi?
 
Fakat valinin köşküne doğru bekçinin verdiği yol tarifine uyarken Mo Ran hemen ne kadar yanılmış olduğunu anladı. Shizun ile de tesadüfen aynı isme sahip olan bu saygıdeğer kişilik kesinlikle bir amatör değildi.
 
Çünkü Mo Ran bir Shangqing bariyeri görmüştü.
 
Shangqing bariyeri tüm şeytaniliği savabilen, arındırılmış enerjiyle oluşturulan bir bariyer türüydü. Bu bariyer olduğu sürece ortalama hayaleti bırak bin yıllık kinci ruhlar bile içeri girmeye ümit edemezdi.
Fakat bu bariyeri yapan kişinin büyüyü kurabilmesi için bariyerin kapsama alanında olması gerekiyordu ve bariyer oldukça küçük bir alanı koruyordu. Chu Wanning gibi kudretli bir zongshi bile Shangqing bariyeri ile Sisheng Zirvesi'nin yalnızca yarısı kadarını falan kaplayabilirdi.
 
Fakat tam burada, iki yüz yıl öncenin bu Chu-gongzi'si, valinin köşkünden başlayarak on li[beş km]'lik alanı kaplayan bir Shangqing bariyeri kurmuştu. Chu Wanning'in yapabilecekleriyle arasında dağlar kadar fark olsa da bu kesinlikle sıradan bir başarı değildi.
 
İkisi birlikte köşkün girişine doğru ilerledi. Mo Ran şansını deneyecek, ve onlarla şahsen görüşme inceliğini gösterecek mi diye vali gongzi'ya birisi aracılığıyla kültivatörün birinin onlara yardım teklifinde bulunduğunu bildirtecekti. 
Ama tam köşeyi dönmüşlerdi ki girişin önünde üç uzun insan sırasının beklenmedik manzarasıyla karşılaştılar. Altı kadın görevli, bekçi kıyafetleri içerisinde, tahtadan büyük fıçılar çıkarıyordu ve zayıf kalmış yüzlerce insan--- yaşlılar, hasta olanlar, kadınlar ve çocuklar--- sırayla lapa almayı bekliyorlardı.
 
Lapasını alan köşkün yanındaki bir haitang ağacına gidiyordu. Beyazlar içindeki bir adam, uzun mürekkebimsi saçı arkasında gevşekçe bağlanmış, ağacın altında dikiliyor, koruma tılsımları dağıtıyor ve sabırla talimatları tekrarlıyordu.
 
Arkası Mo Ran'a dönük olduğundan Mo Ran onun nasıl bir görünüşe sahip olduğunu göremiyordu.
Ama tılsımı alan insanların dağılırken "Chu-gongzi'nin nezaketi için çok teşekkürler, Chu-gongzi'nin nezaketi için çok teşekkürler..." diye mırıldandıklarını duymuştu.
 
Demek bu, vali gongzi'ydı?
Mo Ran, merakla, yüzüne bakmak için küçük shidi'sini o tarafa sürükledi.
 
 
Tek bir bakış ve Mo Ran'ın gözleri yerlerinden fırladı, şimşek çarpmışçasına---
 
B-bu Chu Wanning değil mi???
 
Sadece Mo Ran değil Chu Wanning'in kendisi bile afallamıştı. Sıranın sonundaki yerlerinden zorlukla görmeye çalışıyorlardı; bu vali Chu-gongzi'nin, kılıç kaşlarıyla, zümrüdüanka gözleriyle ve burun çizgisinde nazik bir kıvrımla zayıf bir yüzü vardı ve hatta o da kendisi gibi bembeyaz giysiler giyiyordu!
 
Chu Wanning: "..."
 
Mo Ran: "..."
 
Uzun bir süre donup kaldıktan sonra Mo Ran titrek bir sesle konuştu: "Shidi ya."
 
"Mn."
 
"Sence de... Bu chu-gongzi belirli bir kişiye çok benzemiyor mu?"
 
Chu Wanning kuru bir sesle: "Tıpkı Kıdemli Yuheng gibi."
 
Mo Ran bacağına vurdu: "Değil mi?! Bu ne ya? Bu kim? Shizun ile bağlantısı ne?"
 
"...Neden bana soruyorsun, ben ne bileyim."
 
"Sen dersi dinliyorsun sanıyordum?" Mo Ran kendinden geçmişti.
 
"Bunun herhangi bir dersin konusu olmadığı gün gibi açık." Chu Wanning usanmıştı.
 
Yine sessizliğe gömüldüler, ikisi de sıra boyunca yavaşça ilerleyerek gözlerini kırpmadan valiyi izliyordu.
 
Daha detaylı bir inceleme sonrasında; Chu-gongzi Chu Wanning ile tamamen aynı görünmüyordu. Bu gongzi'nin hatları daha hafif ve alim gibiydi, gözleri onunki kadar uzun ve kısık değildi, gözbebekleri daha yumuşaktı ve bakışları da Chu Wanning'inkilerden çok daha nazikti.
 
Mo Ran baktı da baktı, sonra bir "ha?" sesi çıkardı ve dönüp kendi shidi'sine baktı.
"Sana bir bakayım."
 
"Ne var..." Chu Wanning huzursuzlanarak yüzünü diğer tarafa çevirdi.
 
Fakat Mo Ran bunun üzerine anca daha da ısrarcı oldu, yüzünü tuttu ve zorla onu kendine çevirdi. Bir süre izledi ve bir şeyin farkına vararak mırıldandı:
"Aiyah."
 
Chu Wanning zorla kendini rahatlatmaya çalışıyordu: "N-Ne var?"
 
Mo Ran gözlerini kıstı: "Şehrin dışındaki o insanların sana bakıp içlerinde fısıldaşmalarına şaşmamalı. Şimdi fark ettim de sen de biraz Shizun'a benziyorsun."
 
"..............."
 
Chu Wanning aceleyle kendini Mo Ran'ın tutuşundan kurtardı, kulaklarının uçları kırmızılaştı: "Saçmalık."
 
"Ama nasıl olur da o bekçiler anında fark ederken ben o kadar zamandır hiç fark etmem?"
 
Chu Wanning: "..."
 
Şaşkınlığın arasında, küçük bir çocuğun sesi geldi: "Papa."


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


62   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   64 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.