Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5 

           
Brokar sazan nasıl giyineceğini bilmiyordu, bu yüzden kendini Jin Ling'in kıyafetlerine sardı. Elbisenin etek ucunun büyük bir kısmı yalın ayakla verandada koşarken yerde sürükleniyordu. Çatı saçaklarının altında bakır bir çan rüzgarda sallandı. Çanın her çalışının arasında, brokar sazan - saçı dağınık - etrafta hoplayıp zıplıyordu.

Küçük taş heykelcik onun peşinden koştu ve onu arkasından takip eden etek ucunu topladı. Brokar sazan verandanın sonuna kadar koştu. Orada bir gölcük vardı ve yanına yüz yıllık bir ginkgo ağacı dikilmişti. Çömeldi ve elleriyle suyu avuçladı. Su o kadar buz gibiydi ki soğuktan titredi.

"İnsan olmak, böyle bir hismiş," diye geveledi kendi kendine. Bir akşamın ardından, daha akıcı konuşabiliyordu.

Küçük taş heykelcik onu poposundan tekmeledi. Brokar sazan hazırlıksız yakalandığından düştü ve tahta kalasın üstünde diz çöktü. Sinirlenmek yerine kahkaha attı, avuçlarını kaldırdı ve onları tekrar tekrar inceledi.

"Yere düşmek, bu kadar acıtıyor!" diye haykırdı.

Nasıl koşacağını kısa bir süre önce öğrenmişti. Daha önce hep yerde uzanmak ve kuyruğunu sallamak istemişti. Yüzgeçleri yerine ellerini kullanmaya alışması gerekiyordu. Bağdaş kurarak oturdu ve gömleğini düzeltti. Beyaz tombul ayakları soğuktan dolayı kızarmıştı. Kafasını indirdi ve kendi vücudunu incelemek için kafasını gömleğinin içine soktu. Ardından kafasını geri çıkarttı ve küçük taş heykelciğe yavaşça fısıldadı.

"İnsanların kol ve bacaklar dışında başka kısımları da mı var? Çok garip."

Küçük taş heykelcik konuşamıyordu, bu yüzden başını brokar sazanınkinin yanına sıkıştırdı ve kısa bir süre onunla birlikte izledi. Brokar sazanın şaşkın yüzünü görünce, ona nasıl açıklayacağını kendisi de bilemedi.

Brokar sazan küçük taş heykelciği tuttu, altına baktı ve merakla sordu. "Neden sende yok?"

Küçük taş heykelcik utanmıştı. Başını kapatıp brokar sazanı tekmeledi. Brokar sazan derhal dişlerini göstererek onu tehdit etti, "Eğer beni tekrar tekmelersen, seni atarım! Jing Lin'i bir daha asla göremezsin!"

Küçük taş heykelcik birkaç adım geri çekildi ve içeriye koşmak için döndü. Brokar sazan onu ispiyonlayacağından korkuyordu, bu yüzden peşinden koşmak için aceleyle yerinden kalktı. Jing Lin dinlendiği için kapıdan girerken hareketleri hafifti.

Dün gece döndüklerinde, Jing Lin gecenin yarısı boyunca öksürmüş, ancak şafak vaktinde uykuya dalmıştı.

Brokar sazan küçük bir masaya çıkıp bir sandalyeye tırmandı, ardından yatağa atlayıp Jing Lin'in yastığının yanında diz çöktü. Jing Lin'in yüzü bir önceki geceden daha soluktu. Kronik hastalığı olan birine benziyordu, sanki yatalak olmak onun için standart bir şeymiş gibiydi. Mürekkep siyahı saçları yastığın üzerine saçılmıştı. Brokar sazan dikkatlice bir avuç saçını topladı, ancak parmaklarının arasındaki boşluklardan döküldüler. Brokar sazan, eğilip Jing Lin'in nefesini dinleyebilmek için cesaretini topladı. Jing Lin'in yanaklarına ve boynuna dokunmak için parmağını uzattı. Şaşırdı, parmağını geri çekti. Sonra onu araştırmak için parmağını tekrar uzattı.

Sıcaktı.

Jing Lin sıcaktı. Ve dokununca pürüzsüzdü.

Bu, brokar sazanın daha önce bildiklerinden tamamen farklıydı. İnsana dönüştüğünde dokunma duyusunun bile farklı olacağı anlamına mı geliyordu bu?

Brokar sazan Jing Lin'in yanına uzandı. Bu şekilde Jing Lin'in boyunu ölçtü ve onda farklı bir şey fark etti. Daha önce Jing Lin'e hiç bu yönden bakmamıştı. Jing Lin'in burnunun bu kadar düz olduğunu, Jing Lin'in dudaklarının bu kadar ince olduğunu ve Jing Lin'in... Jing Lin'in bu kadar güzel olduğunu daha önce hiç bilmiyordu, sanki sadece bir dokunuşla bile parçalanacak kadar hassas bir porselen gibiydi.

Brokar sazan kendi burnunu sıktı ve kendi yanaklarına dokundu. Gelecekte Jing Lin'den daha iyi görünmeyeceğim, çünkü dünyada ondan sadece bir tane olması yeter. Ondan daha güçlü ve daha kuvvetli olmak benim için daha iyi olur, diye düşündü.

Bunu düşünürken sırtında bir acı hissetti. Arkasına döndü ve kenarda oturan küçük taş heykelciğin ona mutsuzca baktığını gördü. Bir homurdanma ile, brokar sazan Jing Lin'e yaklaştı ve küçük taş heykelciği ayağıyla iteledi. Ama küçük taş heykelcik onu yataktan kaldırmayı amaçlayarak onu baldırından tuttu. Brokar sazan telaşlandı, Jing Lin'in gömleğinin ön kısmına tutundu ve kollarını Jing Lin'in boynuna sardı, bırakmayı reddetti.

Küçük taş heykelcik sinirle ayağını yere vurdu, ancak brokar sazan onu görmezden geldi. 

Brokar sazan Jing Lin'e o kadar yakındı ki bilinçsizce ruhsal enerjisini emiyordu. Jing Lin'in ruhani enerjisi artık tükenme noktasında ve düzensizdi. Yavaş yavaş kaşlarını çattı, ruhsal enerjisinin emilmesine karşı koyamıyormuş gibi görünüyordu. Nedense küçük taş heykelcik de hareket etmeyi bıraktı ve bir tarafta yuvarlanan iki taş parçasına dönüştü.
Jing Lin uzun bir süre uyanmadı. Brokar sazan bir ağız dolusu tükürükle yutkundu.

Bu, Jing Lin'i mideye indirmek için iyi bir fırsattı.

Jing Lin'in bilinci boş bir taş platformun üzerine sürüklendi. Kaybolmuş bir şekilde tek başına yürüyordu. Kırık bedeninin iyileşmesi yavaştı ve etrafa saçılan parlak ışık, insan formunu oluşturmasını zorlaştırıyordu. Nefes alıp verişi zorlaştı, sanki biri onu boğazından tutup boğuyormuş gibiydi. Göğsü ağırlaştı ve kapana kısılmışlık hissi onu bitkin hissettirdi.
Yine de, rüzgar çatı saçakların altındaki verandada yükseldiğinde, birdenbire gözlerini açtı. Yanağına bastırılmış kabarık bir kafa gördü. Brokar sazan ona sıkıca sarılmış, mışıl mışıl uyuyordu.

Jing Lin çatıya baktı ve nefes verip gözlerini kapadı. Gözlerini tekrar açtığında, sakinliğini yeniden kazanmıştı.

"Ne var?" Sesi hep duygudan yoksundu.

Birisi verandada diz çöktü ve hafifçe, "Erkek kardeşim söz dinlemez ve lordumun tekil kültivasyonu esnasında dikkatini dağıttı. Günahları için ölmeyi hak ediyor. Özür ve af dilemek için buradayım. Lordum, lütfen çekinmeyin ve uygun gördüğünüz üzere cezalandırın."

Jing Lin, kapının önünde kimin diz çöktüğünü hatırlamadan önce bir an sessiz kaldı.

"Ben senin lordun değilim," dedi Jing Lin.

Kapının dışındaki kişinin yerde eğilmiş gövdesi hareketsiz kaldı. Bir süre sonra konuştu, "Dokuzuncu Cennet'teki Lord Lin Song'un komutası altındayım. Herkes bunu biliyor. Can Li Ağacı şimdi Sınır Bölgesi'nin kontrolü altında olsa bile, kalbim bir kaya gibi, sağlam ve değişmez."

Bunu söyleyerek başını kaldırdı, kapının önünde sırtını dikleştirdi ve tekrar önünde eğildi.

"Bana lord diye seslenme." Jing Lin her kelimesinden sonra duraksıyor, hissettiği nefret, soğuk tutumunun kaybolmasına neden oluyordu.

Dışarıdaki genç kız bir süre hiçbir şey söylemeksizin sessiz kaldı ve düşük bir ses tonuyla konuştu, "...Jiu Ge."*
*Jiu Ge = Dokuzuncu Ağabey.

Jing Lin boğulmuş hissetti, elleri ve ayakları soğumuştu. Adem elması sessizce yukarı aşağı hareket ederken, gözlerini kapatmak için elini kaldırdı. Kendi kanında boğulma dürtüsünü bastırırken göğsü düzensizce yükselip alçaldı.

Bana seslenme.

Gözleri sanki karanlıktan asla mücadele etmeyecekmiş gibi elinin gölgesiyle kaplanmıştı. Bu "Jiu Ge" bir çalı kaba diken gibiydi ve onu her tarafı kanla kaplanıncaya kadar dikenleriyle yaralıyordu.

Kapının öteki tarafındaki genç kız, zihnini sakinleştirmek için bir dakika bekledi. Gözleri kırmızıyken bile ses tonu sabitti. Küçük kardeşini huzuruna çıkartmak için elini kaldırdı. A Yi bağlanmış ve çoktan orijinal formuna dönmüştü. Yere fırlatıldı.

"A Yi, Can Li Ağacı'nda benim tarafımdan şımartıldı, bu yüzden şimdi çok kibirli ve itaatsiz. Yanlış bir şey yaptığı için sonuçları ile kendi başına yüzleşmelidir. Onu Jiu Ge'ye teslim ediyorum. Yaşayacağına veya öleceğine Jiu Ge karar versin."

Bunu söyledikten sonra tekrar önünde saygıyla eğildi ve gitmek için arkasını döndü. Bunu gördükten sonra, A Yi kırılana kadar başını yere vurdu ve A Jie'ye ağlayacakmış gibi baktı. A Jie, Fu Li, merdivenlerden inmek üzereydi fakat durdu.

"Jiu Ge'nin beni görmek istemediğini biliyorum," Fu Li'nin kirpikleri geceye doğru bakarken alçaldı, "Ama Jiu Ge'nin hala hayatta olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Gerçek Buda'nın parmağını kaldırdığı ve Dokuzuncu Cennet'in sallandığı gün, Jiu Ge'nin ölümünü duyduğumda kedere boğuldum. Diğerleri ne derse desin, Jiu Ge hala Jiu Ge'dir. Seninle baban arasındaki geçmiş davayı bilmememe rağmen, senin kana susamış biri olduğuna inanmak istemiyorum. Jiu Ge..."

"Yanılıyorsun," dedi Jing Lin. "Çok uzun zamandır onu öldürmeyi arzuluyordum. Bu prensiplerim için ya da doğruluk için değildi. Onu öldürmek istedim, bu yüzden onu öldürdüm. Seninle ilgisi yok. Ben senin Jiu Ge'n değilim. Lord Lin Song, Dokuzuncu Cennet Terası'nda öldü ve şimdi gördüğünüz kişi de bir ölü. Al onu buradan. Çek git."

A Yi, Lord Lin Song'u anlamıyor, Jiu Ge hakkında da hiçbir şey bilmiyordu. Duyduğu tek şey, A Jie'ye çekip gitmesini söylemesiydi. Öfkeyle yanıyordu. Doğduğunda artık Can Li Ağacı'nda başka beş-renkli kuş kalmamıştı. Fu Li onun kız kardeşiydi, annesi bile sayılabilirdi. Bir serseri ve zorba olmasına rağmen, kız kardeşine laf eden hiç kimseye tahammül edemezdi.

Ona sövmek için ağzını açtı, "Jing Lin! Benim A Jie'me 'çek git' demeye nasıl cüret edersin?! Kim olduğunu sanıyorsun?! Sen sadece dağlarda saklanan bir hastasın. Senden kim korkar?! Bir deniz yılanı bile seni yatalak etmeye yetiyorken ne tür bir kahraman taklidi yapıyorsun, ha?! Sen sadece..."

Fu Li hemen döndü ve ona bağırdı, "Kapa çeneni!"

Dağlardaki on bin çam arasında rüzgarın ıslık sesi yükselip inerken, çatı saçaklarının altındaki bakır çan aniden çalmaya başladı. Ağaçların arasından kuvvetli bir rüzgar esti ve A Yi'yi verandadan dağlara doğru yuvarladı.

A Yi hala bağlıydı ve kurtulamıyordu. Sadece inatla havaya bağırdı. "Bekle gör sen!"

Fu Li hala bir şeyler söylemek istiyordu fakat iç odanın kapısı kapandı ve sesini kesti. Söylemek istediklerini söyleyememişti, sadece orada öylece dikili kaldı. Gecenin yarısı boyunca bekledi ve sonunda oradan ayrıldı.

Jing Lin onun ayrılmasını bekledikten sonra boğuk bir şekilde öksürdü ve kan tükürdü. Küçük taş heykelcik avucunun içine bir mendil sıkıştırdı. Jing Lin ağzını kapattı ve kan lekelerini sildi, ardından sordu, "Hala uyanmadın mı?"

Brokar sazan bir gözünü açmayı denedi ve gözünü ovuşturdu, uyku halinden çıkmış gibi davrandı. Hala Jing Lin'in boynuna yapışarak yumuşak bir hamur topu gibi oturuyordu. Küçük beyaz dişlerini açığa çıkaran brokar sazan, Jing Lin'e sevimli bir gülümseme attı.
Jing Lin kaşlarını hafifçe kaldırdı ve son derece baskıcı bir aura ile brokar sazana baktı. Soğukkanlılıkla, "Birini yemek için hızlı ve acımasız olmalısın. Sen ise zamanını öldürmeye devam ediyorsun. Ne diye tereddüt ediyorsun?" diye sordu.

Dudaklarına önceden kan bulaşmıştı, kırmızımsı bir renk veriyordu.

Brokar sazan masumca elini çekti, korkmuş görünüyordu. Jing Lin yavaşça yukarı baktı, çenesi neredeyse brokar sazanın alnına dokunuyordu. Gözleri, sanki kendisinin değil de başka birinin yaşamını ve ölümünü yansıtıyormuş gibi cansızdı.

"Şansını kaybedersen bir yıl, yüz yıl, hatta bin yıl bile beklemen gerekebilir." Soğuk olan teni değil, ruhuydu. Uykusundan uyanmış dev bir canavar gibi brokar sazana yaklaştı. Bu, keskin dişlerini göstermekten çok daha güçlü ve göz korkutucuydu.

Brokar sazan, Jing Lin'in kendinde olmadığının farkındaydı. Geri çekilmek istedi. Ama Jing Lin onu kolundan tuttu, canavarın gölgesinin altına dikti. Brokar sazan daha da zorlandı. Bu acı değildi de, incelenirken bir yandan da üzerine yüksenilmesinin yarattığı baskıydı. Gittikçe artan baskı, savunmasızlığının sınırlarını zorladı ve istemsizce titredi.

"Jing... Jing Lin..." Brokar sazan acıyla Jing Lin'in adını söyledi. İç organları sanki ağır bir şey tarafından eziliyor gibiydi. Nefes alışı bile düzensizleşmişti.

Jing Lin bir süre ona baktı ve sonunda onu bıraktı. Brokar sazan arkaya savruldu ve birkaç kez yorganın üzerine yuvarlandı, sanki af ile serbest bırakılmıştı. İç odaya bir sessizlik çöktü. Brokar sazan içinden dişlerini gıcırdatıyordu, ama yine de yüzünde acınacak bir ifade vardı. Gözlerine ellerinin arkası ile bastırırken gözyaşları gözlerinden yuvarlandı, sessizce hıçkırdı.

Jing Lin başını çevirdi ve gece göğünün arka planındaki karlara baktı. Çok az ilgiyle bir süre seyretti ve brokar sazana geri döndü.

"Buraya gel."

Brokar sazan tedbirliydi, ama yine de küçük bir hayvan gibi emekledi. Dışarıdan ne kadar uyumlu görünürse, o kadar sakindi. Bu çocuğun vücudunda saklanarak Jing Lin'in ona karşı olan tedbirliliğinden vazgeçmesini istemişti. Ancak hayal kırıklığına uğramıştı çünkü Jing Lin çoktan onun aklından geçenleri okumuş ve buna aldırmamıştı.

Brokar sazan Jing Lin'in yanına emekledi. Jing Lin başını okşamak için elini kaldırdı ama yarıda durdu ve onun yerine küçük taş heykelcikten temiz bir mendil aldı. Brokar sazanın sümüğünü ve gözyaşlarını sildi. Daha sonra başka bir şey demeden geri uzandı.

Ertesi gün, bütün gece yağan karın sonrasında gökyüzü berraktı ve yıkanan giysilerin sesi* ile sabah olmuştu. Jing Lin, brokar sazan için bir kıyafet almıştı. Brokar sazan başını bir kol yeninden sokmaya çalıştı, ancak ne kadar sert itse de kafasını geçiremedi. Küçük taş heykelcik kıyafetleri tuttu, düzeltti ve onu giydirdi. Hatta etrafına küçük kadife bir pelerin bile bağlamıştı. Ayakkabılarına bir çift sazan işlenmişti ve brokar sazan onları giyerken onlara dokunup durmadan edemedi.

*Giysileri bir sopayla yıkarken çıkan ses: O zamanlarda insanlar giysilerini bir nehrin veya su kaynağının kıyısında bu yöntemle yıkardı.

Sonrasında, Jing Lin ayağa kalktı ve merdivenlerden indi. Her zamanki gibi gevşekçe giyinmişti. Basamağın dibinde durdu ve geriye baktı. Gözleri soğuk ve boştu.

Küçük taş heykelcik brokar sazanı elinden tutarak basamaklardan indirdi ve dağdan aşağı doğru Jing Lin'i takip etti. Dağ, sabah sisi ile çevrelenmişti, dağdaki basamaklar ıslak ve kaygandı. Küçük taş heykelcik birkaç kez düştü. Brokar sazan başlangıçta istifini bozmadı, fakat daha sonrasında kafası karla kaplanıncaya kadar küçük taş heykelcik ile oynayıp koşturdu. Jing Lin bir kere bile arkasına bakmamıştı, gözleri rüya görüyormuş gibi yarı kapalı durmaya devam ediyordu.

Dağın eteğinde, brokar sazan birkaç adım ötede koşuyordu. Ancak küçük taş heykelcik görmediğinde başını geri çevirdi ve küçük taş heykelciğin, Jing Lin'in omzunda otururken ona kolunu salladığını gördü.

Ne anlama geldiğini anlayamadan, Jing Lin'in sesini duydu:
"Git."
---------

Çeviri: XiuKei
Çeviri grubumuza yeni bir üye daha eklendi ve bu bölüm de onun ellerinden çıktı. Hoş geldin XiuKei ^-^


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.