Yukarı Çık




42   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   44 

           
Ming Fan tezahürat yaptı: “Küçük çırak kız kardeş, iyi vuruştu!”
 
Ning Yingying zayıf bir şekilde söyledi: “...hayır, aslında o ben değildim...”
 
Ming Fan yüreklendirdi: “Korkma, ona vuracaksan vur! Herkes onun başlattığını gördü. Diğerleri onun nezaketten yoksun kalbinden dolayı şimdilik incinmemişlerse nedeni onun onlara henüz gizli saldırı başlatmasıdır. Hak ettiğini bulsun!” Bütün Qing Jing Tepesi müritleri lafa karıştılar.
 
Pırıl pırıl gözyaşları Küçük Saray Hanımı’nın gözlerine ışık veriyordu. “Siz… siz… ne cüretle bana vurursunuz… babam bile bana vurmadı!”
 
Ning Yingying: “Hayır, o gerçekten ben değildim…”
 
Ming Fan sözünü kesip atıştı: “Ona vuran sensin! Qing Jing Tepesi’nin müritlerine zorbalık edilirse iki katıyla karşılık vermemiz gerektiğini unutma! Karşılık vermezsek Shizun’un öğretilerini hak etmiyoruzdur!”
 
Shen Qingqiu diğer müritlerle birlikte içinden keyiflenmişti: bu velet Ming Fan öğretileri gerçekten içtenlikle kavrıyordu. Doğru, doğru, doğru; bu gerçekten şey gibiydi: göze göz!
 
Shen Qingqiu çaktırmadan Huan Hua Sarayı müritleri topluluğuna karışıp inleyerek çığlığa benzer sesler çıkaran yaşlı kediyi sonunda yakalamıştı. Ne kadar aptal olurlarsa olsunlar yine de bir şeylerin yolunda olmadığını söyleyebilirlerdi. Küçük Saray Hanımı fazlasıyla ağır bir şekilde kırmızı, büyük yanaklarını kavradı; aniden ve şiddetle beliren kızgınlıkla bakıyordu. “Hey! Tam olarak kimsin sen? Benimle böyle alay etme cesaretine sahip misin?”
 
Huan Hua Sarayı müritleri onu tamamıyla çevreleyip bağırmıştı: “Saray Hanımı sana bir soru soruyor!”
 
Shen Qingqiu öne eğilip kediyi bıraktı. Doğrulduğunda bayağı arkada eğilerek gizlenmiş müridi gösterip konuştu: “Niye onun kim olduğunu sormuyorsunuz?”
 
Herkesin gözü anında o kişiye odaklanmıştı.
 
Küçük Saray Hanımı hâlihazırda sinir krizindeydi, en başta, müride sadece kısaca bakmıştı. Beklenmedik bir şekilde, baktıkça doğru gitmeyen bir şeyler olduğuna dair hissi artmış, şimdilik Shen Qingqiu’ye rahatsızlık verememişti. Oraya bakıp şüpheyle konuştu: “…kimsin sen? Neden böyle gözüküyorsun? Gerçekten de Huan Hua Sarayı’ndan mısın? Neden seni daha önce görmedim?”
 
Mürit kem küm etmiş, konuşmamıştı. Ardından astlarına doğru döndü. “Peki ya siz? Onu kim tanıyor?”
 
Mürit işlerin pek iyi gözükmediğini fark etti ve tuhaf bir haykırış kopardı. Herkes kılıçlarını ona çevirdi. Shen Qingqiu derince soluklanıp bağırdı: “Ona yaklaşmayın!” Aynı zamanda başka bir yeşil yaprak alıp bileğini çevirerek oraya fırlattı.
 
Aynı zamanda yaprağın ardındaki gücü fark eden Ming Fan Ning Yingying’le birlikte duraklamıştı. Yeşil yaprak, kılıcın ruhanî enerjisinin ışıldamasıyla havayı yarıp müridin dış cübbesini keserek açmış, içindeki teni ortaya çıkarmıştı.
 
Bu sefer herkes hayalet görmüş gibi bakarak gerilemişti. İçlerinden bazıları ciyaklarak anında şarap dükkânından çıkmışlardı.
 
Kırmızı cilt!
 
Bu, Shen Qingqiu’nin tam da tahmin ettiği şeydi. Bildiği şeyi esas aldığında kendilerini böyle taşıyacak tek birisi vardı: sıradan bir insan olarak kendini gizlemiş bir ekici!
 
Boyandığından uzuvları insan cildiyle aynı renkteydi, vücudunun geri kalanını boyamaya zahmet etmediğinden kimliği anında açıklığa kavuşmuştu. Ekici doğal olarak kaybedeceği bir şeyi olmadığından kan çanağı gözlerle ileriye atıldı. Müritlerin çoğu geçen sefer Jinlan Şehri’ne gidemeyecek kadar genç kıdemsizlerdi. Sadece bu tuhaf yaratığı duymuşlardı, daha önce görmemişlerdi. Yine de o an gerçekten önlerinde belirdiğinde, hem de görüş açısındaki herhangi birisinin üzerine delicesine atlamasından dolayı, herkes korkudan aklını yitirmişti. Shen Qingqiu, ekiciyi kendisini Qing Jing Tepesi müritlerine doğru fırlatmak üzereyken gördüğünde önüne ışınlanmış, ayağıyla göğsüne vurmuştu. Tekme o şeyi iki masanın üstüne uçurmuştu, hunharca taze kan kusuyordu. Arkaya bakıp bağırdı: “Neden gitmiyorsunuz?!”
 
Ning Yingying hem ağlıyor hem de gülüyordu: “Shizun, siz Shizun musunuz?”
 
Olamazdı- sarımsı kahverengi sakal bütün yüzümü kaplarken bile beni tanıyabiliyor musun? Ufak parça dokunuşlar yapmış olsa bile böyle bir zamanda gitmek yerine arkada kalıp onu beraberinde götürürse kılık değiştirmesinin ardındaki gerçek kimliğini açığa çıkartırdı- IQ’su gerçekten de hâlâ düşüktü!
 
Ekicinin inatla tekrardan koşturarak oraya gelmek üzere olduğunu gördüğünde Shen Qingqiu bir eliyle Ning Yingying’i heyecanlı ve nazik bir şekilde dışarı iterken diğer eliyle sakin ve ciddi bir şekilde ateş saldırısı yollamıştı.
 
İsabet etmemişti.
 
Hayır, hiçbir zaman yollanmamıştı!
 
Shen Qingqiu’nin bedeninde yıllardır saklanan ağız dolusu kan tekrardan boğazına yavaşça yükselmişti. Gerçekten kritik anlarda ona ihanet etmeyi seven ‘Panzehirsiz’ zehrinden yeterince çekmişti!
 
Art arda sayısız kez şaklatmıştı fakat en ufak bir kıvılcım ortaya çıkmamıştı. Yakıtı bitmiş çakmak gibiydi, ne kadar şaklatırsa şaklatsın hiçbir kıvılcımı alevleyemiyordu. Shen Qingqiu telaşlanmış ve çileden çıkmıştı fakat ekici çoktan üzerine atılmış, uyluğundan tutmuştu.
 
Shen Qingqiu, “…”
 
Refleks olarak talihsizlikten bezdiren sağ elini kaldırdı. Gerçekten de üç kırmızı nokta ortaya çıkıp çıplak gözle görülebilir hızda keyifle yayılmaya başlamıştı.
 
Bu adil değildi. Her seferinde neden onu bu denli hızlı enfekte ediyordu?!
 
Belki bu keder ve öfkeyle yakıt elverişli olduğundan olacaktı ki son şaklatması sonunda parmaklarının arasında patlayıcı ateş topunun tutuşmasına neden olmuştu. Shen Qingqiu uyluğunu sarmalayan ekiciyi tekmeyle uçurmadan önce elindeki kızgın ateş topunu yapıştırmak üzere aşağıya doğru göndermişti!
 
Ekicinin bedeni, çığlığa benzer sesiyle birlikte ateşlerin ortasında yok olmuştu. Ning Yinying ve Ming Fan ağlamaklı bir şekilde ileriye atılmıştı, birisi sağında birisi solundaydı. “Shizun!”
 
Diğer Qing Jing Tepesi müritleri de eğlenceye katılmak istiyorlardı fakat çabucak Shizun’un “dışarıya çıkıp beş bin kez koşarak tur atın” bakışları tarafından gerilemek zorunda kalmışlardı.
 
Kılık değiştirmesi çoktan berbat olduğundan Shen Qingqiu yüzünü eliyle ovalayıp asıl görünümünü kazandı. Sordu: “Kimse enfekte oldu mu?” Ardından her zaman birisine söylemek istediği replikleri içtenlikle ve ciddiyetle dillendirdi: “Çabuk, ilacı alın. İlacı almayı bırakmamalısınız!”
 
Kız ve erkek sesi, birisi ince birisi kalın, kulaklarında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. “Shizun, sonunda seni bulduk.” “Shizun, bu mürit sizi çok özledi!”
 
Shen Qingqiu sırtındaki ürpertinin aniden arttığı sırada cevap vermek üzereydi. Xiu Ya kılıcı cübbesinden fırlayıp Küçük Saray Hanımı’nın demir kırbacını çınlamayla engellerken iki müridi de kenara ittirmişti.
 
Küçük Saray Hanımı’nın Qing Jing Tepesi’yle önceki tartışma boyuncaki durumu öfke krizinde olduğuyla açıklanabilseydi bile bu sefer eylemleri öldürme niyeti taşıyordu. Ellerinde hançer kadar keskin, balta kadar biçebilen kısa kırbaçları vardı; tehlikeli ve tehditkârdı.
 
Shen Qingqiu açık açık sordu: “Sen çıldırdın mı? Her gün böylesine güçlü siniri nereden buluyorsun?” Bu soruları çok uzun zamandır sormak istiyordu!
 
Küçük Saray Hanımı yüksek sesle bağırdı: “Hain! Kıdemli askerî kardeşle kıdemli askerî kız kardeşimin hayatlarını geri ver!”
 
Shen Qingqiu ilk önce Ölümsüz İttifak Ligi’nde yaralanan ya da öldürülen Huan Hua Sarayı müritlerinin ardından yas tuttuğunu düşündü. Küçük Saray Hanımı’nın sonrasında “Kıdemli askerî kardeş Ma’nın tek yaptığı şey seni hapse atarken pek iyi olmamasıydı, zira sen… sen sadece… Çok feci bir şekilde öldü, çok feci bir şekilde…” diye acı acı haykıracağını kim bilebilirdi ki?
 
Kıdemli askerî kardeş Ma da kimdi? Kötü, alaycı çiçekbozuklu herif olabilir miydi? Shen Qingqiu konuştu: “Huan Hua Sarayı’ndan çıkarken kimsenin canını almadım. Feci bir şekilde öldüğünü söylerken ne demek istiyorsun?” Arkasına bakıp sessizce sordu: “…gerçekten öldü mü? Nasıl feci bir şekilde öldü?”
 
Ming Fan da belli belirsiz cevap verdi: “Gerçekten öldü, çok çok feci bir şekilde. Bütün bedeni mavi ve çürümüştü, iblis ırkının zehrinden enfekte olduğunu söylüyorlar.”
 
 ‘İblis ırkının zehri’ sahiden de kulağa Luo Binghe’nın yapacağı bir şey gibi geliyordu.
 
Küçük Saray Hanımı konuştu: “Tartışmanın bir anlamı yok! Bugün, Huan Hua Sarayı’mın müritlerinin ölümünü kendi yaşamınla ödemeni sağlayacağım!”
 
Shen Qingqiu konuştu: “Bütün hayatım boyunca zehirleri kullanmakta hiç iyi olmadım. Huan Hua Sarayı’nın müritlerini öldürmenin binlerce üstüne binlerce yolu var, niçin en meşakkatli yöntemi seçeyim ki? Hapisten kaçtığım doğru, fakat birisini öldürdüğümü kim kanıtlayabilir?”
 
Bir Huan Hua Sarayı müridi bağırdı: “Öyleyse kim öldürmediğini kanıtlayabilir?”
 
Bu düğüm şimdi çözülemezse iki büyük sektin sorunlarının gelecek boyunca devam edebileceğinden korkuyordu. Shen Qingqiu fazla soruşturmadan bir anlığına düşündü: “Baş mürit Gongyi Xiao bu konu hakkında ne söyledi?”
 
Küçük Saray Hanımı’nın gözleri açılmış, başlangıçta tutmaya çalıştığı gözyaşları gözlerinden tekrardan süzülmeye başlamıştı. “Hâlâ kıdemli askerî kardeş Gongyi’den bahsetmeye cüret edebiliyor musun?”
 
Kırbacıyla doğrudan Shen Qingqiu’yi gösterdi. “Onun ölmüş olması ve arkasında kanıt bırakmaması şu anda onun hakkında istediğin herhangi bir şeyi uydurabileceğin anlamına mı geliyor sanıyorsun?”
 
Shen Qingqiu yıldırımla çarpılmış gibi hissetti.
 
İki parmağıyla kırbacın kenarlarından kavramıştı, yanlış duyduğundan şüpheleniyordu. “Ne dedin? Gongyi Xiao öldü mü? Bu ne zaman oldu? Kim yaptı?”
 
Asıl eserde bile Gongyi Xiao’ya olan en üzücü şey Huan Hua Sarayı’nın alanından uzağa atanıp önemsiz uğraşlar yapması değil miydi?
 
Küçük Saray Hanımı acımasızca konuştu: “Kim mi yaptı? Hâlâ kimin yaptığını soracak kadar cesaretin var!”
 
Onun emrinde Huan Hua Sarayı müritleri birdenbire öne atıldılar: “Bu aşağılık haini öldürüp su zindanını koruyan kıdemli askerî kardeş Gongyi ve kıdemli askerî kız kardeşinizin intikamını alın!”
 
Shen Qingqiu’nin kalbi ürpermişti. Luo Binghe, Gongyi Xiao dahil hiçbirine acımadan su zindanını koruyan bütün müritleri öldürmüş müydü?
 
Bütün bu binden fazla insan hayatı onun kellesine mi bağlıydı?
 
Ning Yingying sinirle konuştu: “Açıkça görülüyor ki biz sana şimdiye kadar açıklayamadık, seni aptal kız. Shizun’umun da bunları bilmediğini görmüyor musun?” Qing Jing Tepesi müritleri de anında münakaşaya girmişlerdi. Sayısız kılıç vardı ve Shen Qingqiu’nin dikkatlice düşünmesi için çok geçti. Sadece sonu olmayan bu dövüşün birbirini takip ederek böyle devam edeceğini fark ettiğinde şarap dükkânının önüne çıkıp düşünmeden seslendi: “Dışarı çıkın!” aslında iki taraf da dövüşmeye devam etmekten sıkılmamışlardı, itişip kakışarak güçlükle ilerleyip dükkândan çıktılar.
 
Sokağa çıktığında Shen Qingqiu’nin dili tutulmuştu.
 
Hepsi farklı tarz kıyafetlerle tek bir sırada duran büyük bir grup efsuncu savaşa hazır, tehditkâr bir şekilde bakıyorlardı.
 
Pekâlâ. Sonuçta, az önce şarap dükkânının içinde çok büyük bir karmaşaya sebep olmuşlardı, o nedenle insanları buraya çekmesinin pek bir anlamı olmamalıydı, değil mi…?
 
Shen Qingqiu ayağını hafifçe vurup dönerek çatıya sıçrayıp saçakta ters dönmüş bir şekilde ayakta durdu. İçini çıkartırcasına bağırmadan önce derin bir şekilde nefes aldı: “Liu—Qing—ge!”
 
Kılıcında uçan birisi kızgın bir şekilde azarlamıştı: “Shen Qingqiu, çok kötüsün. Buraya kaçıp çeşitli sektlerden insan güçlerini çekerek iblis ırkıyla tezgah hazırlayabilmek için bilerek mi herkesi bir yerde topladın? Ölümsüz İttifak Ligi’ndeki faciayı tekrardan çıkartmak mı istiyorsun? Ba Qi Klan’ım başarmana izin vermeyecek!”
 
Bu gidişle onu tam anlamıyla istedikleri herhangi bir şeyle suçluyorlardı, değil mi?!
 
Shen Qingqiu karşılık verecek ruh hâlinde bile değildi. Kılıcın keskin uğuldama sesi doğudan geliyordu, kılıcıyla uçan beyazlara bürünmüş bu kişi bir yıldırım kadar hızlıydı. Çok fazla hızı vardı ve hiç lüzmu yokken kendi kılıcı dışındaki insanların eleştirme konusu olacak kadar ani rüzgârlar yaratıyordu.
 
Liu Qingge, Cheng Luan’ın üzerinde kollarını kavuşturarak sabit bir şekilde durdu. “Ne var?”
 
Fazlasıyla güvenilir meşhur Usta Liu!
 
Shen Qingqiu içtenlikle konuştu: “Götür beni.”
 
Liu Qingge: “…”
 
Shen Qingqiu konuştu: “Zehrim tekrardan hareketlendi, o nedenle uçmak için kılıcımdaki enerjiyi canlandıramıyorum. Beni götürmezsen tek yapabileceğim şey kılıcımla gökyüzünden düşmek olur.”
 
Liu Qingge iç çekti: “Çık.”
 
Alttan izlemeye devam eden kalabalık onu ‘Cang Qiong Dağı sekti kötülük çukuru’ ya da ‘Bai Zhan Tepesi ve Qing Jing Tepesi suç ortaklarılar’ gibi sonsuz suçlamalara devam ediyorlardı fakat her biri hiçbir şey duymamış gibi davranıyorlardı. Cheng Luan kılıcı gökyüzüne atıldı, uçan kılıçla geride kalan insanları artlarında bıraktıklarında rüzgâr kulaklarında uğulduyordu.
 
Liu Qingge konuştu: “Nereye?”
 
Shen Qingqiu konuştu: “Bu şehirdeki en yüksek binanın çatısına. Lütfen insanların bir süre uzakta durmasında bana yardım et.”
 
Liu Qingge konuştu: “Senin zorun ne? Zindana geri dönmek istemiyorsan niçin işleri fazlasıyla zorlaştırmak yerine çok önceden dillendirmedin? Cang Qiong Dağı sekti bile su zindanında nasıl gideceğini bilmiyor, paramparça etmeyi biz de bilmez miydik sanıyorsun?”
 
Shen Qingqiu konuştu: “O… Su zindanında paramparça etmeye gerek bir şey yok…”
 
Liu Qingge konuştu: “İn.”
 
Shen Qingqiu: “Sadece artık gerek olmadığını söyledim, fakat aslında iyi niyetinden dolayı yine de minnettarım. Beni atmana gerek yok, değil mi?”
 
Liu Qingge: “Bir şey geliyor.”
 
Shen Qingqiu bir şey demeden anında atladı.
 
Ayak uçları karolara konduğunda çatının çıkıntısında duruyordu. Cheng Luan’ın hızı son derece kuvvetliydi, o nedenle Liu Qingge kılıcının üstünden havada büyüleyici bir ters perende atarak durmasını sağlamıştı. Menzili dikkatlice süzerken Shen Qingqiu de bakışlarını takip ederek inceledi.
 
Fakat ardından, arkasından alay edildiğini duydu. “Nereye bakıyorsunuz?”
 
Shen Qingqiu, çatıda bulunduğu yerde yalpalamasını zar zor engelledi.
 
 ‘Bekle ve gör!’ beklenmedik bir şekilde lafta kalmamıştı.
 
O bile bir anlama geliyordu. Ne zamandan beri Luo Binghe lafta kalmayı bırakan birisi olmuştu?
 
İblis’in Kalbi Kılıcı’nın karşı saldırısı riskine rağmen Luo Binghe yine de sahiden onu yakalamak için gelmişti… ne büyük kindi.
 
Luo Binghe tereddütsüz bir şekilde onlara bakıyordu, ifadesi kasvetliydi. Elini yavaşça Shen Qingqiu’ye uzatıp konuştu: “Benimle gelin.”
 
Shen Qingqiu konuştu: “Gongyi Xiao öldü.”
 
Luo Binghe donakalmıştı.
 
Shen Qingqiu devam etti: “Su zindanını koruyan müritler de öldü.”
 
“Luo Binghe, herkesin benden nefret etmesine karşılık binlerce Huan Hua Sarayı’nın yaşamı sahiden değer mi?”
 
Luo Binghe’nın gözlerinde kırmızı şimşekler çaktı.
 
Soğuk bir şekilde konuştu: “Ne dediğime bakmaksızın hiçbirine güvenmeyeceğinizden bunun bir anlamı yok! Size bir kez daha soracağım- geliyor musunuz, gelmiyor musunuz?”
 
İnatla elini geri çekmeyi reddediyordu. On ya da daha fazla insanın havada uçan kılıçlarıyla aniden belirip etraflarını çevrelediğinde Shen Qingqiu hâlâ yanıtlamamıştı.
 
Önderlik eden kişi Ba Qi Klan’ından gelen adamdı. Bu sefer bütün bedeni tekrardan düşmemek için kılıcının üzerinde at kullanır gibi davrandığından daha kısa duruyordu. Bağırdı: “Shen Qingqiu bizimdir! Kimse ona dokunmayı bile…”
 
Luo Binghe vahşice başını çevirip bağırdı: “Def ol!”
 
Güçlü bir enerji dalgasının patlamasından önce kılıcını kınından çıkarmamıştı bile, ki şu anda tiz ses herkesin kulağını uğuldatıyor gibi görünüyordu. Bu sefer on ya da daha fazla kişinin hepsi kılıçları ve diğer şeylerle birlikte birkaç metre uzaklaşmıştı. Yarısı duvara ya da sütuna çarparak ağızlarından taze kanın fışkırmasına neden olmuşlardı.
 
Ba Qi Klan’ı gerçekten güçlükle karşılaşmış ve auranın eziciliğinde tamamıyla yok edilmişti. Kalan izleyicilerin hepsi dehşete düşmüştü: bu siyah giysili gencin efsunu aşırı derecede olağanüstüydü, peki ya niçin adını önceden bu kadar az duymuşlardı?
 
Liu Qingge Shen Qingqiu’yi ittirdi: “Git. Yapman gerekeni yap!”
 
Shen Qingqiu konuştu: “Kendin onunla başa çıkabilir misin?!” 5:2, ah, 5:2… Bu skoru unutmamıştı. Liu Qingge’yı çağırmasının tek sebebi yol esnasında onu rahatlıkla neşelendirip bazı basit, önemsiz kişilerden kurtulmasında yardım etmesini istemesindendi. Kellesiyle talihsizliği getirmesini istememişti!
 
Fakat bu iki karakter de başkalarını itaatkâr bir şekilde kesinlikle dinlememiş kişilerdi. Bazı anlaşmazlıklarla- hayır, tek kelime etmeden, savaşmaya başlayacaklardı. Cheng Luan kılıcı fazlasıyla güçlüydü fakat Luo Binghe kılıcını çekmemişti; yine de ruhanî enerjisi elinde toplanmaya başlamış, doğrudan saldırıyı karşılıyordu, avuç içini kılıcı gibi kullanıyordu!
 
Shen Qingqiu neden kılıcını çekmediğini biliyordu. İki usta arasında tek bir hataya bile yer yoktu ve bu, İblis’in Kalbi Kılıcı’nın boşluğuna çekilmek için en kolay andı. Herkes izlerken şer enerjisi istilaya uğrayıp öldürmek maksadında aklını ele geçirirse hiçbir anlamı kalmayacaktı. Luo Binghe’nın vücudunda aslında iki tane efsun yöntemi vardı: birisi ruhanî enerji üzerine kuruluydu, diğeriyse şer enerji üzerine kuruluydu. Melez kanı başarıyla karıştığından beri iki efsun yöntemi aynı anda barış içerisinde kendi kendilerine çalışıyorlardı. Gerektiğinde iki farklı saldırıyla ayrı ayrı sağ elinde ve sol elinde kullanıp gösteriş için onları birleştirebilirdi. Fakat şu anda, öncelikle, kılıcını çekemezdi, ikincisi, şer enerjisini kullanmak için uygun değildi. Yok edici gücünü tutmanın bir yolu yoktu ve o nedenle, beklenmedik bir şekilde, Liu Qingge’yla aynı seviyedeydi.
 
Muzzam patlama sesi çatıyı sallamış, ruhanî enerjinin beyaz gökkuşağı birlikte patlamıştı. Son derece güçlü bir şekilde dövüşüyorlardı, o nedenle aşağıdaki çeşitli sektlerden efsuncular düşüncesizce içeriye atlamaya cesaret edemiyorlardı. Böyle bir şeyi daha önce hiç tecrübelememiş kuş beyinli bir acemi bile ikisinin ölüm saçan aurasına çok az bile dokunsa anında uçup gitmek için efsun yapmasına gerek kalmayacağını görebilirdi!
 
 
Shen Qingqiu’nin bile gönülden arzulayacağı kadar çok şiddetle dövüşüyorlardı. Panzehirsiz böylesine uygunsuz bir anda hareketlenmiş olmasaydı gerçekten o da yukarıya çıkıp birazcık dövüşürdü. Ne yazık ki, zaman ilerliyordu. En yüksek binanın üzerine sıçramadan önce gözlerini kısıp gökyüzüne baktı.
 
Çatıda dururken rüzgâr hemen onu uçurabilecekmiş gibi uğuldayarak geçiyordu.
 
Luo Binghe uzaktan ona bakarken aniden tahammülsüzlükten patladı. Savaşmaya devam edecek keyfi yoktu, sırtındaki uzun kılıcın kabzasına elini yerleştirirken gözlerindeki acımasızlık şiddetlenmişti.
 
Gerçekten kılıcını burada çekmeye yeltenecek mi?!
 
Shen Qingqiu aceleyle konuştu: “Luo Binghe, fevri olma!”
 
Luo Binghe sert bir şekilde konuştu: “Çok geç!” Ani bir bilek hareketiyle İblis’in Kalbi Kılıcı dışarıya çıkmış,  gözle görülebilir siyah enerjiyle kaynayarak çevrelenmişti!
 
Cheng Luan’ın ucu ona doğruydu. Luo Binghe, İblis’in Kalbi Kılıcı’nın ağustosböceğinin kanatları kadar ince olan kenarlarıyla kaygısızca vurdu. Dehşet verici niyeti kılıcın merkezinden dalga dalga yavaşça sızıyor gibi görünürken Cheng Luan havada öylece kalakaldı.
 
 
Cheng Luan emre uymuyordu. Liu Qingge daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştı ve anlık şokunu gizlemesi zor olmuştu. Fakat Shen Qingqiu durumun ciddi olduğunu biliyordu.
 
Luo Binghe’ya İblis’in Kalbı Kılıcı tarafından şu anda gerçekten karşı saldırı yapılırsa Huayue Şehri’ndeki ve binlerce kilometre etrafındaki insanlar artık yaşayamayacaklardı!
 
Son çare olarak Xiu Ya kılıcı kınından çıkmış, Shen Qingqiu konuşmuştu: “Luo Binghe, buraya gel. Mevzuyu bugün hâlletmeliyiz.”
 
Luo Binghe başını kaldırıp ona gizemli bir şekilde baktı. Sonrasında elini kaldırıp çatının üstünün yarısını kaplayarak diğer herkesi dışarıda bırakan bir oluşum yaratmadan önce üç fit önüne ışınlandı.
 
Eğri büğrü bir ifadeyle gülüyordu. “Mevzuyu hâlletmek? Mevzuyu nasıl hâlletmek istiyorsunuz? Shizun, sizle ben şimdiye kadar mevzuyu düzgünce hâlledebildik mi ki?”
 
Nasıl mevzuyu düzgünce hâlledemezlerdi?
 
Shen Qingqiu hafifçe nefes aldı. Kılıcı elinde tutuyor olsa bile kılıçları çarpıştırmaya niyeti yoktu. Aslında, kılıçla pek bir şey yapamazdı bile.
İçtenlikle konuştu: “Durum buyken diyecek pek bir şeyim yok. Beklenildiği gibi, her numara kullanıldıysa kadere karşı gelmek zordur.”
 
Luo Binghe alay etti: “Kader? Kader nedir? Dört yaşında zorbalığa uğrayıp kimse yardım eli uzatmazken aşağılanmak da buna dahil mi? Yaşlı bir kadının sinirden ve açlıktan ölmesine izin veriyor mu?”
 
Her cümlesinde hırçın bir şekilde bir adım daha yaklaşıyordu. “Ya da yemek kalıntıları için köpekle dövüşmeme izin verilmesi? Ya da candan, canıgönülden gıpta ettiğiyle beni kandırıp, beni terk edip, bana ihanet edip bizzat araftan bile berbat bir yere iten kişi dahil mi?!”
 
Konuştu: “Shizun, bak; şu anki hâlimle yeterince güçlü müyüm?”
 
 “Yer altında o üç yılı nasıl geçirdiğimi biliyor musunuz?”
 
 “O Sonsuz Uçurum’daki üç yıl boyunca her an, her saniye tek yaptığım şey Shizun’u düşünmekti.”
 
 “Shizun’un niçin bana böyle davrandığını, niçin açıklama ya da merhamet için yalvarma şansı vermediğiniz hakkında düşündüm.”
 
 “Bunu Tanrı’nın belirlediği kaderim olarak mı kabûl etmemi istiyorsunuz?”
 
 “Bunu uzun süre düşündüm ve sonunda anlıyorum.”
 
Luo Binghe’nın gülümsemesinde merhametsizlik seziliyordu.
“Bunların hiçbiri önemli değil, yapmak istediğimi yapmam yeterli. Kader hiçbir şekilde yok, varsa bile ayaklarımın altında çiğnenen bir şey olmalı!”
 
Kavurucu güneş doğrudan yukarıdan geliyordu, son bulutlar iz bırakmaksızın kaybolmuşlardı. Günışığı bütün şehri kaplamış, her şeyin bütün araziye saf altın dökülmüş kadar parlaklıktan ışık saçan bir hâlde olmasını sağlamıştı.
 
Shen Qingqiu gökyüzünden bakışlarını çevirdi. Çünkü doğrudan güneşe bakarsa gözünde bazı gözyaşı parıltıları oluşmuş gibi oluyordu.
 
Başka çare olmamasına rağmen günümüzdeki yere gelene kadar Luo Binghe için büyük bir rol oynamış, onu topluma karşı kindar bir kasvetli gence dönüştürmüştü. Asıl niyeti Luo Binghe’nın aşırılıklarını engellemekti fakat sadece hiçbir gerçek niyetini başaramamış değildi, ayrıca Luo Binghe’nın ona karşı olan kinini ve dargınlığının içini oyarak daha da derinleştirmişti.
 
Luo Binghe onun ifadesini gördüğünde aniden yumuşamış, hafif şaşkın gözükmesine engel olamamıştı. Fakat eş zamanlı olarak sert, keskin baş ağrısı başını delip geçiyordu. Dişlerini kenetleyip özgür kalmak için çabalamaya çalışan İblis’in Kalbi Kılıcı’nı sıkıca kavradı.
 
İyi değildi. En azından karşı saldırıyı burada geçiremezdi!
 
Aniden, Shen Qingqiu yumuşak bir sesle konuştu: “Kalbini baskılamasına izin verme.”
Sesini duyduğunda aniden Qing Jing Tepesi’ndeki yıllarına geri dönmüştü.
 
Luo Binghe’nın kendisini kontrol etmesi daha bile zorlaşmıştı. Kafasında çalkalanan keskin bir bıçak var gibi hissediyordu, İblis’in Kalbi Kılıcı’nı çevreleyen siyah alevler ansızın artmıştı.
 
Bu sefer onu çılgınca aşağı bastırıyordu ve Luo Binghe keskin acıya tahammül etmek için mücadele ederken onu nazikçe birisinin kucakladığını hissetti.
Büyük barajdaki çöküş gibiydi, Luo Binghe’nın bedeninden ruhanî enerji patlaması sel gibi akıyor, iç rahatlamaya benzer bir şeyle şiddetli sağanakların ardından uzun kuraklığı getiriyordu. Bir anda İblis’in Kalbi Kılıcı’nın şer enerjisi şu anki durgunlukla birlikte sönmüştü.
 
Luo Binghe’nın nefesi dengelenmiş, her şey normale dönmüştü ve aniden kalbi dondu.
İntihar!
           
Çatının altındaki bazı kişilerin çoktan nefesi kesilmiş, bağırmışlardı: “Shen Qingqiu intihar etti!”
 
 
Shen Qingqiu Luo Binghe’yı bırakıp yavaşça geri çekilirken bir kez sendeledi.
 
Önce Xiu Ya kılıcı düştü. Bir kılıç ustası varsa var olurdu ve ustasının ruhanî enerjisi çoktan yok edilmişti. Havada sayısız parçaya dağıldı.
 
Shen Qingqiu’nin daima kanını yutup gerisin geri boğazına yönlendirme gibi kötü bir huyu vardı fakat o esnada daha fazla yutamamıştı.
 
Ruhanî enerjisi tamamıyla yok edildikten sonra işe yaramazdı; sıradan, basit bir insandan bile daha yoksuldu. Sesi hafif ve kaygısızdı, çoğunluğu rüzgâr tarafından yenilgiye uğramıştı fakat Luo Binghe hâlâ anlaşılır bir şekilde duyabiliyordu.
 
Söylediği şey şuydu: “Geçmişte olan her şeyi bugün sana telafi edeceğim.”
 
Bu, son gerçekleştirdiği incelik olarak sayılabilirdi.
 
Sonradan geriye sendeleyerek çatıdan düştü.
İlk önce Luo Binghe sadece şaşkın şaşkın ona baktı, o saniye içinde her şey birkaç kez yavaşlatılmış gibiydi. Shen Qingqiu’nin düştüğü an bile kıyaslanamaz bir şekilde net olacak kadar çok yavaştı.
Havadan düşen beden kan lekeli bir kâğıt uçurtma gibiydi. Luo Binghe’nın bedeni kendi kendine hareket edip Shen Qingqiu’yi yere vurmadan önce yakalamak için uğraştığında Shen Qingqiu’nin göğsünün hafif ve zayıf olduğunu fark etti, bütün bedenindeki ruhanî enerji boşaltılmıştı. Gerçekten de tek hırpalamada dağılacak bir kâğıt uçurtma gibiydi.
 
Hiçbir şeyi hırpalamaya gerek yoktu. O çoktan dağılmıştı.
 
Hâlâ inanmaya cesareti yoktu.
 
Shizun en çok onun türünden tiksinmiyor muydu?
 
Daima ona yakın olmak için isteksiz değil miydi? Aralarına belli bir çizgi çekmemiş miydi?
 
Öyleyse neden son anda eskiden olduğu kadar nazik bir şekilde kalbini dizginlemesini söylemişti?
 
…neden tereddüt etmeden Luo Binghe’nın İblis’in Kalbi Kılıcı’nın karşı saldırısını bastırmasında yardım etmesi için ruhunu yok etmişti?!
 
Etrafında ‘İblisi infaz edin’ , ‘Erdem sadakatın üstündedir’ gibi şeyleri bağıran insanlar var gibiydi. Luo Binghe’nın kafasının içi şaşkınlıktan karmakarışıktı ve tek yapabildiği Shen Qingqiu’yi tutup mırıldanmaktı: “Shizun?”
 
Qing Jing Tepesi müritleri ve Huan Hua Sarayı müritleri sonunda oraya ulaşana kadar bütün yol birbirleriye dövüşmüşlerdi. Ning Yingying’in Luo Binghe’nın ölmediğini duyalı çok olmuştu, hem şaşırmış hem de yeniden birleştiklerinden mutluydu fakat ardından çoktan huzurla gözleri kapanmış Shen Qingqiu’yi görmüştü. Söylemek üzere olduğu sözler anında değişmişti, titreyerek konuştu: “A-Luo… Shizun… onun neyi var?”
Liu Qingge oraya doğru yürüyordu. Hâlâ dudağının yanında kan izi vardı, kederli bir ifadeyle konuştu: “O öldü!”
 
Bütün müritlerin dili tutulmuştu.
 
Aniden Ming Fan bağırdı: “Onu kim öldürdü?!”
 
Herkesin gözü Luo Binghe’nın üzerine yönelmişti.
 
Yine de tam olarak konuşulacak olursa Luo Binghe gerçekten de onu öldüren kişi değildi fakat Shen Qingqiu gerçekten de intihar edip hemen önünde ölmüştü.
 
Ming Fan ve ardındaki mürit topluluğu kılıçlarını çekmişti, saldırıya hazırdılar. Liu Qingge konuştu: “Hiçbiriniz onu yenemezsiniz.”
 
Ming Fan’ın gözlerinden kan kırmızısı akıyordu. “Kıdemli askerî kardeş Liu! Öyleyse kıdemli askerî kardeş Liu, Shizun’un intikamı için onu öldürebilir, değil mi?!”
 
Liu Qingge düz bir şekilde konuştu: “Ben de onu yenemem.”
 
Ming Fan tıkanmıştı.
 
Liu Qingge dudağının yanındaki kan izini silip konuştu: “Shen Qingqiu’yi o öldürmedi.”
 
 “Fakat onun tarafından öldürülmese de onun için öldü.” Liu Qingge her seferinde tek kelime olacak şekilde çekilmiş keskin bir kılıç gibi konuştu. “Cang Qiong Dağı sekti bu kabahatın öcünü almalı!”
 
Luo Binghe herkese sağır kesilmişti, fazlasıyla kaygılıydı ve ne yapacağını bilmiyordu. Hâlâ Shen Qingqiu’nin hızla soğuyan bedenini tutuyordu. Ona yüksek sesle seslenip coşkuyla sallayarak uyandırmak istiyor gibi görünüyordu; yine de azar işitmekten korkuyor gibi cesaret edemiyordu. Yavaşça konuştu: “Shizun?”
 
Ming Fan bağırdı: “Ona hâlâ Shizun demeyi kes, senin ona Shizun demenin sorumluluğunu kaldıramadı! Yoldaş kıdemli askerî ağabey, onu yenememi kim umursar? En fazla onun tarafından ölümüne dövülürüz!”
 
Ning Yingying onu durdurmak için elini kaldırdı. Ming Fan sinir patlamasına kapılmıştı ve Ning Yingying’in hâlâ Luo Binghe’ya karşı önceki sevgisini anımsadığını düşündü. Suçladı: “Küçük çırak kız kardeş işler çoktan bu noktaya ulaştı. Neden hâlâ çocuksu davranıyorsun?!”
 
Ning Yingying konuştu: “Kapa çeneni. Körükleyip ölümüne susarsan Shizun öğrenecek mi? Öğrenseydi ne söylerdi? Shizun avantajı olmasına bakmadan ya da bizim sıkıntı çekmemizdense enfekte olmayı tercih etti. Hayatının değerini bu kadar az mı biliyorsun?”
 
Uzun yıllar Ning Yingying her zaman sevimli genç kızın düşüncesine sahipti. Aniden sert olduğunda Ming Fan tamamıyla serseme dönmüştü.
 
Uzun bir süre durakladıktan sonra gözyaşları birdenbire gözlerinden süzülmeye başladı.
 
Sefil bir hâlde burnunu çekip hıçkırdı. “Fakat… böyle olursa Shizun çok fazla haksızlığa uğramış olacak…”
 
 “Açıkça, hiçbir şey yapmamıştı. Buna rağmen herkes iblis ırkıyla tezgah hazırladığını, insan öldürdüğünü, pislik olduğunu söyledi; o nedenle su zindanına kapattılar… adını temize çıkarma şansı bile olmadı.”
 
Hıçkırıklarıyla tıkandı. “Açıkça, bu piçi çok seviyordu… Ölümsüz İttifak Ligi’nde beş bin ruh taşına iddiaya bile girmişti, ona karşı çok yüksek beklentiler taşıyordu. Diğerleri onu överken çok mutluydu… yine de Zheng Yang kılıcını Wan Jian Tepesi’ne geri götürmek istemedi, onu tutup dağın arkasında kılıç tepesi yaptı… o kadar uzun zamandır kederliydi… sonunda, karşılaştığı kader bu!”
 
Luo Binghe ruh gibi belli belirsiz dinliyordu.
 
Öyle miydi?
 
O zamanlar, Shizun’un da mı aslında… çok kederliydi?
 
Ning Yingying bir adım öne çıktı, göz kenarları kırmızı parıldıyordu, ses tınısı sabitti. Konuştu: “A-Luo, Jinlan Şehri’ndeki yenilgide olmasaydık bile hepimiz duyduk. Ölmediysen niçin Cang Qiong Dağı sektine ya da Qing Jing Tepesi’ne dönmediğini bilmiyorum, Shizun’la da neden konuşmadığını bilmiyorum. Ölümsüz İttifak Ligi’nde bile tam olarak ne olduğu hakkında azıcık bir şey biliyorum. Fakat en azından Shizun’un seni yetiştirirkenki nezaketi, yıllar boyunca seni eğitmesi yanı sıra sana karşı olan hassas düşkünlüğü ve seni koruma arzusu sahte değildi. Herkes bunu elbette biliyor.”
 
Bir anlık duraklamanın ardından devam etti: “Shizun uzun zamandır sana iyi davranmıyormuş gibi geliyorsa yeşim kolyeni kaybettiğin günü düşün. Kıdemsiz askerî kardeş ve diğerleri açıklanamayacak bir şekilde yenilmişti, sen de bir şeylerin doğru gitmediğini düşünmüştün. Qing Jing Tepesi’nde yaprakları kopartıp silah amacıyla uçarak göndermesini basit derslerle diğerlerine öğreten başka birisi yok.”
 
Luo Binghe bilinçsizce Shen Qingqiu’yi daha yakınında tuttu.
 
Alçak sesle konuştu: “Yanıldım, Shizun. Ben gerçekten… yanıldığımı bilmiyordum.”
 
 “Sizi öldürmek istememiştim…”
 
Ning Yingying yüksek sesle konuştu: “Söylenilmesi gereken her şey çoktan söylendi. Shizun’un sana bir kere vicdansız davrandığı varsa ya da kalbinde koyveremediğin bir kinin varsa bugün her şey sana telafi edildi sayıldı, değil mi? Bugünden itibaren sen…”
 
Bu kısma geldiğinde ona bakmaya katlanamamış, bakışlarını çevirmişti. “Ona… artık daha fazla Shizun dememeni rica edeceğim.”
 
“Telafi etme?”
 
Evet. O esnada Shizun her şeyi telafi edeceğini söylemiş gibi görünüyordu.
 
Onu geçmişte uçurumdan atmasına atıfta bulunmuş olabilir miydi…? O nedenle bugün de onun için yüksek binadan atlamıştı.
 
Luo Binghe telaşlandı.
 
 “Telafi etmene ihtiyacım yok. Ben… ben sadece öfkemi kontrol edemedim.” Kendi kendine sesli konuşmuştu. “Beni her gördüğünde hayalet görmüşsün gibi davranmandan dolayı öfkemi kontrol edemedim. Hiçbir şey olmamış gibi diğerleriyle konuşmayı sürdürüp gülüyordun, benimle geçmişte olduğun gibiydin. Fakat şimdi benimle konuşmaya bile isteksizsin, her zaman benden şüphelendin… Yanılmışım.” Kekelemişti, konuşurken Shen Qingqiu’nin yüzündeki kanı sildi.
“İblis ırkından olan kısmımı sevmediğinden beni kovarsın diye doğrudan Cang Qiong Dağı sektine geri dönmeye korktum. Huan Hua Sarayı’na alınıp senin gibi dürüst yolda bir Tepe Lordu olursam belki seni mutlu edebilirim diye düşünmüştüm…”
Luo Binghe titrek bir sesle konuştu: “Shizun… ben… ben gerçekten…”


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


42   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   44 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.