Yukarı Çık




5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7 

           
Kar iblisinin tiz çığlığı Jing Lin'in kendini toparlamasını zorlaştırmıştı. Elini sallayıp Xiu Mei'yi karın içine fırlattı. Karın soğuğu beklemediği bir şekilde Xiu Mei'in acısının bir kısmını dindirmişti. Jing Lin'den ödü kopuyordu ve oyalanmayı göze alamadı, acıya katlanarak bir kar bulutuna dönüşüp aceleyle geri çekildi.
Brokar sazan hala yüzünü kapatıyor ve ağlıyordu. Jing Lin başı çatlayacakmış gibi hissetti. Brokar sazanı kaldırmak için elini bile uzatamadı. Gözlerini kısmen kapatıp konuştu:
"Niye bu kadar ağırsın?"
Brokan sazan yukarı baktı, Jing Lin'in solgun yüzünü ve kaşlarının arasındaki bitkinliği gördü. Dün gecekinden daha hasta görünüyordu. Jing Lin'in nerede ve nasıl yaralandığını bilmiyordu, ne de neden birdenbire bu kadar kırılganlaştığını. Kalbinde bir burukluk oluştu ve Jing Lin'in yanaklarını tutmak için ellerini kaldırdı.
"Jing Lin," brokar sazan hıçkırarak ağladı ve mırıldandı, "Ölme."
Şu an sadece bir çocuktu. Jing Lin'in yüzünü kavrarken içini hüzün kapladı ve tekrar hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ama sevimli bir çocuktu, yanaklarından kocaman gözyaşları dökülürkenki görüntüsünü izlerken kim olsa üzülürdü.
"Ben zaten ölü bir adamım," Jing Lin cevapladı, göz kapakları ağırdı.
"Nasıl ölü olabilirsin?!" Brokar sazanın başı Jing Lin'in çenesine çarptı, neredeyse onu gözyaşlarıyla boğacaktı.
Jing Lin, gözyaşları boynundan kayıp yastığa yayılırken yakasının ıslandığını hissetti. Birden biraz "canlı" hissetti, sanki bu küçük, yakıcı gözyaşları uzun zamandır ölü olan bir dünyayı dalgalandırmıştı. Birine bu kadar yakın olalı ya da böyle gelişigüzel konuşalı çok uzun bir süre geçmişti.
"Niye gözyaşların bu kadar fazla?" Jing Lin'in sesi gitgide alçalıyordu, "...Buradan ayrıl ve başka uçsuz bucaksız diyarları keşfet. Kafesi terk eden yavru kuşlar gibi, burada kalmanın yürüyen bir ceset olmaktan farkı olmadığını anlarsın o zaman. Dünyadan bihabersin, o yüzden bu kiralık hayat senin uyanışın olacaktır. Evrimleşmen kaderin bir cilvesi. Alın yazında burası yok."
"Seninle kalamaz mıyım?" diye sordu Brokan sazan.
Brokar sazanın ne kadar saf olduğunu gören Jing Lin, yorgunluğa katlanıp o sabah söylediği sözleri hafif alaycı bir tonda tekrar etti. "Kim olduğumu biliyorsun ve hala bunu söylemeye cesaretin mi var?"
"O zaman ben kimim?" Brokar sazan ona baktı, "Bir adım bile yok."
Jing Lin uyuyor gibi gözüküyordu. Bir süre geçtikten sonra, "Sana Cang Ji diyelim," dedi.
Brokar sazan onunla sohbete devam etmek istedi fakat Jing Lin'in nefes alışı gerçekten uykuya daldığından ağırlaştı. Jing Lin uyudu mu uyandırmak mümkün değildi. Göğsü inip kalkmıyor olsaydı, gören sahiden ölü sanırdı.
Küçük taş heykel aniden kollarını ve belini gerdi, bir hışımla atladı ve iç odaya girerek brokar sazana bakmak için divana tırmandı. Brokar sazanın yüz ifadesi değişti. Küçük taş heykeli divandan sürükleyip dışarı ittirdi.
"Az önce duydukların ve gördüklerin sayılmaz. O iblisi tanımıyorum ve neden burada olduğunu bilmiyorum. Jing Lin'e saçmalamayasın sakın." Kaçmasın diye küçük taş heykeli yakaladı, ardından sertçe uyardı, "Beni ispiyonlarsan seni gölete atarım."
Küçük taş heykel çabucak başını salladı. Masanın kenarına kıstırılmıştı ve parmak uçları zar zor yere değiyordu.
Durumdan hoşnut brokar sazan, tutuşunu gevşetti, "Bundan böyle bana "balık" demeyi bırak. Adım Cang Ji."
Küçük taş heykelin zaten ağzı yoktu, ona ayak uydurup kuvvetlice başını salladı. Cang Ji, itaat edilince iyi hissetti. Kol yenlerini sıvayıp "Elimi yüzümü yıkamak istiyorum," dedi.
Küçük taş heykel ona su döktü, Cang Ji bir mendille kirini sildi. Alnındaki yara soğuktu ve acımıyordu. Leğendeki yansımasına bir süre baktıktan sonra küçük taş heykele sordu, "Cidden arkasına bakmadı mı? O kadar kötü düştüm. Yeterince acı verici şekilde düşmedim mi ki?"
Küçük taş heykel ona tekmeyi bastı ve Cang Ji tıslayıp ayağı üstünde hopladı.
"Sen de geriye bakmadın. Sen de Jing Lin ile aynı hamurdansın!"
Küçük taş heykel, acı içinde etrafta hoplamasını komik bulmuştu. O yüzden de öbür tarafına gidip bir tekme de oraya attı. Cang Ji kollarını onun ayağına sardı ve tüm gücüyle yere fırlattı, ardından da üstüne bindi. Küçük taş heykelin başındaki çimen tacı çekerken konuştu, "Ne cüretle beni tekmelersin? Artık insan olduğuma göre senden çok daha güçlüyüm. Yani artık senin abinim."
Küçük taş heykel başını kaldırıp Cang Ji'ye öyle bir kafa attı ki gözleri karardı. Cang Ji, öfkesini çıkarırken, çimen tacını darmadağın etti. İkisi yerde yuvarlanıp güreştiler, hatta masayı bile devirdiler. Sonunda Cang Ji sırtı üstü yattı, hızlı hızlı soluyordu.
"Acıktım. Jing Lin'i şu anki durumunda yemek olmaz. Başka bir şeyler bulmam lazım." Cang Ji küçük taş heykeli tekmeleyip ayağa kalktı. "Benimle dağa gel."
Diğer taraftan, A Yi insan şekline dönemiyordu ve beş-renkli kuş olarak kalıp dağlarda yiyecek arıyordu. Lükse alışkındı, böcek yiyecek hali yoktu. Bu yüzden de çam ağaçlarındaki yuvaları zorla ele geçirmiş, hatta gaddarca başkalarının kış uykusu için depoladığı yiyeceklere el koymuş ve onları kovalamıştı.
A Yi diğer kuşlardan nefret ederdi. Bayağı görünümlü ve ahmak olduklarını düşünürdü. Yeterince uyuduğu zaman, su aramak için daldan uçmadan önce yuvadaki açlıktan bağıran yavru kuşları tekmeliyordu.
Cang Ji kürklü kıyafetlere sarmalanmış, mantar toplamak için küçük taş heykeli izliyordu. Ve Cang Ji et yemek istediğinden ormandan geçip küçük hayvanları aramak için karı kazdılar.
Cang Ji çalıları ayırdı ve etrafa bakınmak için kafasını uzattı. Uzaktan, kuyruğu açıkta, akıntıdan su içmekte olan parlak, renkli bir kuş gördü. Cang Ji bu kuşun çok tanıdık olduğunu düşündü.
"Şu, A Yi değil mi?" Cang Ji kara gömülene kadar küçük taş heykelin üstüne bastırdı. Ona sessiz olmasını işaret ederken, bir süre A Yi'yi izlemeye devam etti. Kuşun zaman zaman tüylerini kabarttığını gördü, tavırları küstah ve küçümseyiciydi.
"Aynen, o olmalı." Cang Ji dişlerini gösterdi ve küçük taş heykele "Sen bekle. Ben onu alaşağı edeceğim, seni çağırdığımda çıkarsın," dedi.
Ardından kürklü kıyafetlerini çıkardı, katladı ve kenara koydu, sonra da emeklemeye başladı.
A Yi suyun yakınında kendine hayran olmakla meşguldü. Renginin, bir anka kuşunun bile denk olamayacağı kadar göz kamaştırıcı ve eşsiz olduğunu düşünüyordu. Baktıkça kendini daha çok kaptırmıştı. Arkasından kimin emekleyerek geldiğinden bihaberdi. A Yi, kendini daha iyi görebilmek için kafasını suya yaklaştırdı.
Ne güzel tüylerim...
Kendini övmeyi bitiremeden biri kıçına tekmeyi basmıştı. A Yi hazırlıksız yakalanmıştı ve suya düştü. Akıntı derin değildi ama çok soğuktu. Kanatları da ıslanmıştı ki bu da akıntının içinde deli gibi çırpınmasına sebep oldu.
"Cahil cühela! Ne cüretle..."
A Yi ayağından tutulduğu gibi sular etrafa sıçradı. Cang Ji'nin kuvveti kuştan çok daha fazlaydı ve A Yi'yi kara sürükledi. A Yi kanatlarını çırpıp kaçmaya çalıştı ama Cang Ji onu tutmak için üstüne oturdu.
"N'apıyorsun sen? Aptal! N'apıyorsun ulan?!" A Yi öfkeden köpürdü.
Cang Ji oturduktan sonra küçük taş heykele çıkmasını ve kuşun başını kara sokmasını söyledi. Küçük taş heykel seve seve itaat etti. Bittikten sonra da A Yi'nin uzun boynunun üstüne bindi. A Yi ne yapsa kurtulamıyordu ve yalnızca sövebiliyordu, "Bu ne densizlik?! Geberticem seni!"
Cang Ji, kuyruğundaki tüyleri sayarken A Yi'nin kuyruğuna dönüktü. Bir tanesini kopardı ve büyük bir 'hıh' çekti. "Ne dedin bakayım? Daha sesli konuş."
"Nasıl tüyümü koparırsın?! Öldün oğlum sen!" A Yi gürledi.
"Uslu dur." Cang Ji'nin kalp atışları hızlandı. "Koparmamı istemiyorsan ablanın Jing Lin ile olan geçmişinden bahsetmen gerek."
"Peh! A Jie hakkında konuşmama değer misin sen bir kere?!" A Yi tersledi, "Aklının ucundan bile geçirme!"
Cang Ji bir tüy koparıp elinde salladı. O kadar parlaktı ki gözlerini ağrıttı. A Yi acıdan bağırdı, onda koparacak cesaretin olmasını beklememişti.
"Sen bekle de gör!" A Yi vahşice konuştu, "Bütün pullarını kazıyıp seni-..."
Cang Ji bir tüy daha kopardı, "Söylüyor musun, söylemiyor musun?"
A Yi öfkeden boğuldu ama kendini hazırlayarak devam etti, "Söylemiyorum! Beni öldürürsen A Jie peşini bırakmaz."
"Ne tuhafsın sen. Çoktan evrimleşmişsin ve ruhani enerji biriktirmişsin ama hala bütün gün abla diye ağlıyorsun. Perişan olana kadar, ağlıyorsun. Hiç de erkek bir kuşa benzemiyorsun." Cang Ji şaşkın şaşkın A Yi'nin kuyruğundan bir tüy daha çekti, "Yoksa dişi misin?"
A Yi'nin öfkeden gözleri kızıla bürünmüştü.
Cang Ji bir süre düşündükten sonra ekledi, "A Jie'ni merak eden yok. Bana Jing Lin'den bahset yeter."
"Bilmiyorum!" A Yi ters cevap verdi.
"Demin suyun içinde olmanın verdiği tat nasıldı?" Cang Ji sesini sertleştirdi, "Konuşmazsan bütün tüylerini yolar, sonra seni birkaç gün suda bekletirim. O zaman A Jie'n seni nasıl tanır görürüz. Tüylerin olmadan kel bir piliç olur çıkarsın. Sence A Jie'n seni hala tanır mı?"
Sert konuştu ama dediklerinde de gayet ciddiydi. İnsan ilişkileri hakkında hiçbir şey bilmiyordu; anladığı tek şey canı ne isterse onu yapması gerektiğiydi. Yeşim İmparator'un böyle davranışlara izin vermediğini söyleseniz bile size, Kim bu Yeşim İmparator? Cang Ji'nin nesi olur? Kim olduğunu sanıyor? diye kafa tutardı. Cang Ji ne yapmak isterse istesin, onu kimse durduramazdı!
A Yi suyun kenarına sürüklenmişti, karın içinde hapisti. Korkudan dişlerini sıkarken konuştu, "Söylücem! Kes şunu! Söylemeye kalksam bile beni sonuna kadar dinlemezsin diye korkuyorum!"
"Kes zırvalamayı." Cang Ji onu tekmelerken sabırsızca konuştu.
"Önce söz ver. Söylersem beni bırakıp çekip gideceksin!" A Yi kanatlarıyla çırpındı.
"Söz veriyorum," Cang Ji, sırtüstü uzanan A Yi'nin sırtına oturdu. Yanaklarını avuçlarına alarak "Ben hep sözümü tutarım." dedi.
A Yi devam etmeden önce kendini sakinleştirdi, "A Jie'm ona farklı davranırdı – saygıyla ve korkuyla. Onu 'Jiu Ge' diye çağırmamı söylemesi dışında başka bir şey demedi. Ama bir sebebi olması gerek diyordum, o yüzden Tanrı Öğretileri Arşiv Dairesi'nin olduğu merkez bölgeye özel bir seyahat yapıp kontrol ettim. Cennette ve Yeryüzünde, kendine Jing Lin demeye cesareti olan tek bir adam vardı. Sence kimdi? Lord Lin Song'un ta kendisi, beş yüz yıl önce hükümdarı öldürmüş olan kişi!"
Lafını bitirdikten sonra kasten bir an duraksadı, kendinden açık bir şekilde memnundu. Cang Ji'nin "korktuğunu" kabul etmesini istiyordu. "Jing Lin" ismine aşina olmaması önemli değildi, ama "Lord Lin Song" iyi bilinirdi. Beş yüz yıl önce sebep olduğu kargaşa, sayısız yıllar boyunca Üç Alem'de dengesizliğe sebep olmuştu. Cennetin Üç Bin Zırhlı Savaşçısı'nın neredeyse kökü kazınmıştı. Dokuzuncu Cennet'in Lord Sha Ge'si, Li Rong, bu olay yüzünden derin bir uykuya dalmıştı. Lord Cheng Tian, Fan Tan Gerçek Buda'dan yardım istemiş olmasaydı, kimse Lord Lin Song'u alt edemezdi.
Ne yazık ki Cang Ji, Cennet ve Yeryüzündeki bu karakterle haşır neşir değildi, o yüzden hiç korkmamıştı. A Yi'yi devam etmesi için tekmeledi o kadar.
A Yi hiddetlendi, "Konuştuk ya işte! Daha ne tekmeliyorsun?!"
"Hepsi bu mu?" Cang Ji kaş çattı, "Bütün bildiğin bu mu?"
"Bu, Zhongdu'nun tanrılarının kafalarını yitirmesine yetti de arttı bile. Üf çok aptalsın! Jing Lin, hükümdar babasını öldürdü. Dokuzuncu Cennet içindeki tüm tanrılar arasında kim ona göz yumabilirdi ki? Hiç şüphesiz öldü ama hala hayatta. Hıh, gerçeği benden saklayamaz. Tahminimce, o gün Büyük Başarı Mertebesi'ne ulaştı. Bunun ne olduğunu biliyor musun? Jing Lin öncesinde Lord rütbesindeydi ama evrende 'Lord' olarak hitap edilebilecek sadece altı kişi vardı. Sadece altı. Dokuzuncu Cennet Alemi'ni kuran hükümdar olan Lord Jiu Tian'ı öldürdü. Lord Jiu Tian hem babası hem de kralıydı! O andan itibaren altı lord, dört lorda düştü. Şu an Büyük Başarı Mertebesi'ne ulaşmış sayılabilecek tek kişi Lord Sha Ge, Li Rong. Eğer Jing Lin de o aşamaya ulaştıysa, ölmemesi şaşılacak bir şey değil."
"Neden?" diye sordu Cang Ji.
"Çünkü Büyük Başarı Mertebesi'ne kadar kültivasyon yapmış kişiler asla ölemez ya da yok edilemezler. Cennet yaşadığı sürece yaşayacaklardır." A Yi konuşmaya devam ederken ses tonu ciddileşti, "...ama sanırım numara yapıyor çünkü bir gıdım olsun güçlü değil! Dışarıda fazla abartılıyor ama haline bak. Ruhani enerji alanı boş ve sınırına dayanmış görünüyor. Bunca zaman dayandıktan sonra hala yatalak. Güçsüz ve korkak, o kadar yıl geçti, hala dağdan inmeye cesareti yok! Böyle yaşamanın ne anlamı var? Ölse daha iyi!"
Kafasına birkaç kez vurulduğunda daha konuşmayı bitirmemişti, darbeler neredeyse onu kara gömecekti. Küçük taş heykel kafasına basmıştı, ardından nefretini kusuyormuş gibi birkaç kez daha onu çiğnedi.
A Yi köpürüyordu ama konuşmaya kalkmadı. Sözlerine devam etti, "A Jie'm başta Lord Lin Song'a çalışan bir beş-renkli kuştu, yani onu tanıyor olması tuhaf değil! Konuşmam bitti. Şimdi defol!"
Beklenmedik bir şekilde, Cang Ji arkasına baktı ve kötü niyetli bir şekilde konuştu, "Defol derken? Sence o kadar kolay mı? Hiç pişman değilsin ve beni az kaldı bir yılana yem ettin. Böyle kolay kurtulmana izin verirsem kaybeden taraf ben olmaz mıyım?"
A Yi nefretle söylendi, "Beni kandırdın demek?! Sakın bana dokunayım deme! Seni! Seni... A Jie! Jing Lin! Kurtarın beni---"
--------
Çeviri: Almynna_
Ç.N.: Bu bölümü çevirirken çok zevk aldım nihahaha


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.