Yukarı Çık




7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 

           
Cang Ji, Jing Lin'e sardığı kollarını sıktı ve onu kaldırdı. Sırtındaki zayıf kaslar, bir saldırıda her an gölgelerden fırlayacak bir canavar gibi dalgalandı. Kulağını hafifçe eğdiğinde, ağır nefesini duyabiliyordu.
Zong Yin, odaya girmek için öne eğildi. İnsan formunda uzundu, son ışık huzmesini bile engelliyordu. Cang Ji'ye, yarı inceler yarı düşünür bir bakışla bakarken anıların içinde kaybolmuştu.
"Sen kimsin?" Zong Yin sordu.
Zong Yin'in göz korkutucu varlığı, Cang Ji'nin ruhani havuzunu* dengesizleşene kadar uyardı. Hai Jiao'nun aurası, çevredeki havayı doyurdu, Cang Ji'yi köşede kapana kısılmış bir şekilde rehin tuttu. Ama Cang Ji'nin kaçmaya niyeti yoktu. Kalbinde doyumsuz bir susuzluğu saklarken, aşırı açgözlülüğü ve korkutucu arzusu yeniden canlandı.
*Ruhani havuz: Çince: Linghai; ayrıca Ruhani Deniz demek.
Cang Ji cevap vermedi. Jing Lin'nin yüzünü kendi boynuna gömmek için başının arkasına bastırdı. Şu anda azıcık fazla kuvvet uygulayarak Jing Lin'in belini kırmak bile onun için kolaydı. Zong Yin'in her hareketini izlerken hoşnutsuzluğu gözlerine yansıyordu. Sanki tüm söylemek istediklerini "defol" kelimesiyle zaten dile getirmişti.
"Zong Yin." Fu Li arkasından iç çekti. "Gördüğün gibi, bu kötü bir yaratık değil; insan formunu alacak kadar kültive etmiş bir brokan sazan. Daha ne yapmak istiyorsun?"
"Bu doğru değil." Zong Yin karşılık verdi. "Onun bir brokan sazan olduğunu söyledin, ama boynunun altında ters bir pul* gördüm. Bu dünyada sayısız şey var, fakat sadece bir ejderha ters pul ile doğabilir. O balık falan değil."
*Ters pul: bir ejderhanın boğazında veya boynunda bulunan onlar için değerli ve önemli olan bir pul parçası. Oraya dokunulduğunda ejderhanın herkesi öldürebileceği söylenir. Örneğin; birinin ters puluna dokunmak, birinin yarasına basarak zayıflığına saldırmak için söylenen bir deyimdir.
Cennet ve Dünya diyarları arasında artık ejderha ve anka kuşu yoktu. Yüzyılı aşkın süren bir sıkı çalışma ve kültivasyondan sonra bile Hai Jiao Zong, ne Ejderha Kapısı'nı* görmüştü ne de içinden geçme fırsatı bulmuştu; bu yüzden Dokuz Cennet Diyarı'na yükselemez bir şekilde Batı Denizi'nde kalakalmıştı. İşte bu yüzden haklı olduğuna emindi. Cang Ji tuhaf bir tipti. Zong Yin, Cang Jin'in orijinal formuna baktı; ruhani havuzu bile bir brokan sazan şeklinde gelişmişti ve bir ejderhanın tavırlarına sahip değildi. Daha önemlisi, gözleri kötülük ve vahşetle doluydu. Açıkça sıradan dünyaya yeni ayak basmış iblisin tekiydi. Mantığa göre hareket etmeyeceği ve Cennet ile Yeryüzü'nün kurallarına uymayacağı ortadaydı.
*Ejderha Kapısı: Çin mitolojisinde bir sazanın ejderhaya evrilebileceği ve dönüşebileceği efsanevi bir kapıdır.
Garip.
Zong Yin bir adım daha yaklaşmadan edemedi.
Bu çok garip.
"Zong Yin!" Fu Li, Zong Yin'in kolunu tuttu. "Ona nasıl yaklaşırsın? Kendinin ne olduğunu unuttun mu? Tekrar bak. O sadece bir brokan sazan. Bu bahçenin ruhani enerjisi engelli, hele iç oda için daha bile fazla. Yaklaşırsan, muazzam gücüne dayanamaz ve ölür. Ona ne kinin ne de bir düşmanlığın var, neden bir masuma zarar veriyorsun ki?!"
"Eğer o gerçekten bir brokan sazan ise, neden bu kadar gizemli davranıyorsun?" Zhong Yin sakin bir tonda konuştu.
"Onunla geçmiş bir ilişkim var, yani sadece yardım ediyorum. Bildiğin gibi, Sınır Bölgesi yakından izliyor. Biri beni rapor ederse, ona yardım etmem büyük veya küçük bir mesele değil, fakat yine de Cennetin yasalarına ve Dokuzuncu Cennet'in kurallarına aykırı." Zhon Yin'in okunaksız yüzünü görünce Fu Li derin nefes aldı ve tereddütle devam etti, "Lord Lin Song'un yardımcısı olduğumu biliyorsun ve şu anki Lordumuz en çok Lord Lin Son'dan nefret ediyor. Bunca yıl boyunca onu hiç gücendirmek istemedim, gazabına uğramaktan korktum. Bu yüzden doğal olarak dikkatli olmam gerek. Yıllarca süren arkadaşlığımızın hatırına bugünkü olayı unutamaz mısın?"
Fu Li, Can Li İlahı idi ve Kuzey'in astronomik harikalarının hepsi onun sorumluluğu altına girmişti. Beş-renkli kuş, o günlerde Yüce Baba'nın kendisi tarafından hizmete atanmış ilahi bir kuş olan anka kuşundan sonra doğmuştu. Hai Jiao Zong Yin'in aksine Fu Li, Dokuzuncu Cennet Alemi'nin kayıtlarında resmi olarak unvan lütuf edilmiş gerçek bir ölümsüzdü. Teknik olarak, Zong Yin'den bir basamak daha yüksekti.
Fakat söylediği gibi, hala yavru bir kuş iken Lord Lin Song'un avucunda uyukladığı iyi bilinirdi. O zamanlar, Can Li Ağacı'nın kökleri zarar görmüştü ve bu yüzden Lord Lin Song'un emri altında büyümüştü. Kendisi, Lord Lin Song tarafından yetiştirilmiş ilahi bir kuştu. Bu nedenle Lord Lin Song, Cennetlere karşı isyan ettiğinde, o da tutuklanmış, Zhui Hun Hapishanesi'ne hapsedilmiş ve Yüce Lord tarafından sorgulanmıştı. Nihayet, Zhui Hun Hapishanesi, araştırmalarından sonra Lord Lin Song'un tek hareket ettiğine karar vermişti. Ölümden bu şekilde kaçmayı başarmıştı ve ayrıca bu, şöhretinin ışıltısını kaybedip Dokuzuncu Cennet Alemi'nde bir daha eskisi gibi olamama sebebiydi.
Zong Yin onun içtenliğini gördü ve Cang Ji'ye tekrar baktı. Başta, Fu Li'nin Cennet ve Dünya'nın hoşlanmadığı birini sakladığından şüphelenmişti. Ama, Cang Ji'yi daha önce hiç görmediği de bir gerçekti. Cang Ji ne kadar vahşi olsa da kabahatli değildi.
O ters pulun haricinde.
"Korkarım onu buraya saklama nedenin sadece yardım etmek değil. Canglong* binlerce yıldır ortaya çıkmadı ve bir ejderhaya evrimleşmek için doğru zamanı bulmak çok zor. Yüz yıl boyunca aradıktan sonra ben bile başaramadım. Onu alma sebebin muhtemelen onun bu özelliğinden hoşlanmış olmandan. Lord Lin Song'un durumuna derinden üzüldüğünü ve onun masumluğunu kanıtlamaya kararlı olduğunu biliyorum. Ama bir uyarı. Fu Li, Gerçek Buda'nın önünde Yan Quan kılıcının* Yüce Baba'nın kafasını nasıl kestiğini kendi gözlerinle gördün; Cennet'in Üç Bin Zırhlı Savaşçısı'nın nasıl tamamen silindiğini, Dokuzuncu Cennet'in nasıl kan deniziyle yıkandığını ve cesetlerden bir dağın altına gömüldüğünü gördün. Lord Lin Song geçmişte iyi biri olsa bile, o olaydan sonra çoktan Şeytan Yolu'na gömülmüştü. Ölümü, ağıt yakmaya değmez. Cennet ve Yeryüzü'nü kaosa sürüklemek için, nafile de olsa bir Canglong kullanmaya çalışmış Yüce Lord'a karşı hasta hisler beslememelisin."
*Canglong veya Kara Ejderha: Masmavi Ejderhanın ya da Qinglong'un bir diğer adı, mitolojik Dört Sembol'den biri.
*Yan Quan, Jing Lin'in kılıcı.
"Ne haddime." Fu Li panikledi ve ödü patlamış bir şekilde konuştu, "Sadakatimden nasıl şüphe edersin? Can Li ağacındaki kuşların ve canavarların yaşamı buraya bağlı. İsyan etme niyetim olsaydı, ağaca dönecek yüzüm olur muydu? Eğer bana inanmıyorsan, o yukarıdakilere beni vermekte özgürsün. Zhui Hu Hapishane'sini gördüm ben. Hala korkar mıyım?!"
Zhong Yin nihayet geri çekildi ve yol verdi. "Bugün hiçbir şey bilmiyormuşum gibi davranabilirim ama bu iblis daha fazla Batı Denizi sahilinde kalamaz. Ona yardım etmek istiyorsan, o zaman onu doğru yola yönlendir. Gördüğüm kadarıyla doğası, kontrolsüz ve evcilleştirilemez. Eğer yanlış bir yola adım atarsa, muhakkak bir musibet olur. Götür onu."
Fu Li'nin ifadesi, ellerini teşekkür etmek için kaldırırken sertti. Zong Yin tekrar konuştuğunda, Cang Ji tam kalkmak üzereydi.
"O, seni takip edebilir ama koynundaki adam kalmalı."
Cang Ji'nin gözleri hareket etti ve boğuk bir sesle konuştu. "Düşünme bile. O benim erkeğim. Niye sana vermeliymişim?"
"Erkeğin mi yoksa yemeğin mi?" Zong Yin sordu.
Cang Ji, Jing Lin'i sımsıkı kucaklarken tereddüt etti. Zong Yin, olduğu yerde durdu, çıkış yolunu kapatıyordu. Fu Li, durumun kötüleştiğini hissetti ve Zong Yin başını yana çevirdiğinde tekrar konuşmak üzereydi.
"Bir balık için bu kadar uğraşmanı anlarım ama aynı şeyleri bir adam için de istiyorsun. Neden? İnsanlarla da mı geçmiş ilişkin var? Can Li ağacının altında hiç ölümlü yok ama yine de bunu diliyorsun. Maalesef kolay olmayacak. Onu götürmene zaten izin verdim, bir adamı bile arkada bırakamıyor musun?"
Fu Li soğukkanlılığını korudu ve Cang Ji'ye birkaç kez bakış attı. "Eğer o gerçekten bir erkekse, seninle bırakmakta sorun yok. Ama taştan oyuldu, sadece insan gibi gözüküyor. Şapşal çocuk, artık saklamana gerek yok. Onu bu Büyük Efendi'ye göstermekten zarar gelmez," dedi.
"Yok ya." Cang Ji kafasını eğip Jing Lin'in saçlarına gömdü; ona çok değer veriyor gibi görünüyordu. "Benim o, kimseye de göstermek istemiyorum. Bu deriye aşık olursa ve zorla alıp götürürse onu yenemeyebilirim."
"Saklamana gerek yok. Aşka hiç inanmam," dedi Zong Yin.
Cang Ji dalga geçti. "Bugün birçok kez beni eleştirmek için kültivasyonunun yüksek seviyesine güvendin. Gelecek sefer tekrar karşılaştığımızda bunun uzun süreli bir gareze dönüşmesinden korkmuyor musun? Bir taş parçasından hoşlandım sadece ama ille de bakmak istiyorsun. Ölümsüzler hep böyle mi yaparlar? Her zaman bu kadar kabalar mıdır?"
"Benimle tartışma," dedi Zong Yin, "Çabuk onu bana göster."
Cang Ji, Jing Lin'in yüzünün kenarındaki saçı kaldırdı, altındaki belirsiz yüzü ortaya çıkardı. Zong Yin yalnızca yandan görebildi fakat kardan daha beyaz olan ten, o kadar çekici ve soğuktu ki canlı bir adam gibi görünmüyordu. Cang Ji'nin avuç içi, Jing Lin'in sırtına basılıydı. Bu uzun süre zarfında, Jin Lin'in neredeyse ölü olduğuna inanmıştı. Jing Lin'in kafası yana eğik, hareketsiz ve Cang Ji'nin emrindeydi. Bedeninde hiç sıcaklık yoktu. Cang Ji'nin başta hissettiği sıcaklığın ve nemin hepsi soğumuş ve sertleşmişti. Teni, bir porselen gibiydi ve dokunurken saten gibi hissettiriyordu. Hiç yaşam belirtisi yoktu.
Cang Ji'nin kalbi kontrolsüzce attı. Korku içinde düşündü ve şüphelendi. Jing Lin uyanık mı? Yoksa ölü mü?
Fu Li öne çıktı ve kaba bir şekilde konuştu, "Neden bir taşı istiyorsun ki? Şu aptal çocuğun taşla eğlenmesine izin veremez misin, hem ölümlü dünyada sorun da çıkarmaz?"
Zong Yin, onun gözleri yaşaracak kadar sinirlendiğini gördüğünde sessizdi. Şüpheleniyordu fakat şüphelerini Fu Li'ye dile getirmedi. Bir anlığına Cang Ji'ye baktı sonra, "Özür dilerim. Kontrol etmem gereken bir görev var. Gidebilirsin," dedi.
Fakat Fu Li'nin kalbi rahatlamamıştı. Zong Yin'in karakterinin biliyordu. Bugünkü olay kesinlikle şüphelerini uyandırmıştı. Açıklayamazdı ama gizlice araştırırdı. Ancak, başka seçenekleri yoktu. Ne kadar uzun süre kalırlarsa ve daha fazla insan karışırsa, içinde bulundukları durumdan çıkmaları o kadar zor olurdu.
"Bu bahçeyi beraberimde götüreceğim ve hiçbir iz bırakmayacağım. Sana zorluk çıkarmayız," dedi Fu Li.
Zong Yin hafifçe başını salladı, birkaç adım geri çekildi ve bir Jiaolong'a dönüştü. Gökyüzüne uçmadan önce Cang Ji'ye konuştu, "Neden ters bir pulla doğduğunu bilmiyorum. Sadece bir ejderhaya evrilmenin çok da uzak olmadığını düşünüyorum. Uslu dur yoksa gelecek sefer buluştuğumuzda kan dökülür."
Cang Ji ona bakmadı bile, ne kadar duyduğuna dair bir işaret vermedi. Zong Yin ayrılır ayrılmaz Fu Li hemen öne çıktı ve Jing Lin'e şok içinde baktı.
"Jiu Ge?"
Jing Lin'in kaşları hareket etti ve kanında boğulurken gözlerini açtı. Göğsü tekrar kabardığında nefesi zayıftı ve uzuvlarındaki soğukluk yavaşça kayboldu.
Yalnızca yüz yıl geçmişti ama divanının altında suda oynayan o küçük yılan, böylesine güçlü bir hale gelmişti, şoktan neredeyse kendini ifşa edecekti.
Cang Ji, Jing Lin ile göz göze geldi. Kendini alıştıramadan, Jing Lin'in gözlerindeki soğukluğu gördü. Jing Lin, Cang Ji gergin hissedene kadar ona baktı. Bir çift zarif gözü vardı. Gözleri soğukken, kibirli, keskin ve son derece vahşi bakardı. Fakat gözleri güldüğünde, canlılık ve neşeyle dolup taşardı. Cang Ji'nin gülümsemesi gözlerine ulaştı, Jing Lin'in bir elini kaldırıp avucunun içinde tutarken samimi ve içten görünüyordu.
"Çok korktum. Uyanmayacağını düşündüm," dedi Cang Ji bakışlarını eğerken.
Cang Ji, Jing Lin'in elini o kadar sıkı tutuyordu ki Jing Lin elinin kırılacağını düşündü. Serbest bırakamadı. Cang Ji, Fu Li'nin varlığından rahatsız oldu ve Jing Lin'in elindeki ısırık izini kendi eliyle sakladı. Jing Li'nin mizacını düşününce, onun Fu Li'den yardım istemeyeceğinden emindi.
Beklediği gibi, Jing Lin soğuk bir gülümseme takındı ve yumuşakça konuştu, "Alt tarafı biraz kestirdim, ne çok büyümüşsün."
Cang Ji onu kaldırdı ve "Öyle. Gelecekte korkmana gerek yok. Sana iyi bakacağım, tıpkı senin bana baktığın gibi," dedi.
"Resmiyete gerek yok." Jing Lin, Cang Ji'nin onu kaldırmasına izin verdi. "Sana verdiğim şeyi iyi sakla yeter."
Fu Li, bunu garip buldu ve sordu, "Jiu Ge, ona ne verdin? Jiu Ge, şu an rahatsız olduğundan, Cang Ji'yi benim himayeme bırakabilirsin."
Jing Lin gözlerini kıstı ve tembelce cevap verdi, "Ne yazık ki onu beslemeye gücün yetmez."
Fu Li'ye bir anda dank etti ve öfkeden kudururken Cang Ji'ye doğru döndü. "Ne cüretle! Son gördüğümde daha bir çocukken, nasıl bu kadar kısa sürede büyüdüğünü merak ediyordum. Karakterin bile yerine oturmuş! Jie Ge'nun etini ve kanını yemeye mi kalktın?!"
Cang Ji, Jing Lin'i sımsıkı kucakladı ve çabucak onu geçiştirdi. Dargın bir şekilde konuştu, "Jiejie, bu bir yanlış anlaşılma! Durum öyle kritik ki başka seçeneğim yoktu. Yoksa, Hai Jiao iyice baksaydı hiçbirimiz bugün sağ çıkamazdık." Jing Lin'in saçını koklamak için başını eğdi ve gülümsedi. "Ayrıca, Jing Lin'e çok saygı duyuyorum ve seviyorum. Keşke onu her gün avucumda tutabilsem ve şımartabilsem. Ondan birkaç lokma daha almaya nasıl dayanır yüreğim?"
Bir lokma almak istese bile, tamamen hazır olduğu ve arkada yarım bir iş bırakmayacağı bir vakitte olmalıydı.
Fu Li, Cang Ji'nin çocukluğuna göre tamamiyle değiştiğini fark etti; iç dünyası bile değişmiş gibiydi! Bu tür bir iblis kesinlikle sıradışıydı! Ancak Jing Lin, rehin tutuluyor gibi gözükmüyordu. Fu Li bir an için kararsızdı.
"Jiu Ge'yı bana ver. Bugünkü meselenin peşine düşmeyeceğim." Fu Li'nin yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya niyeti yoktu.
"Korkuyorum." Cang Ji bugün Fu Li'yi kızdırmak istemiyordu, bu yüzden, "Ama söylediğim her şey doğru. Eğer jiejie bana inanmıyorsa, Jing Lin'e sorabilir. Benim sarılmamı mı ister yoksa senin mi?" dedi.
Jing Lin bir anlığına Cang Ji'ye baktı. Bakışları, Cang Ji'ye boynunda dolaşan sert, buz gibi bir el varmış gibi hissettirdi.
"Onu günlerce ben büyüttüm, birkaç adım daha atabilir." Jing Lin bakışlarını çevirdi. "Verandaya git."
Cang Ji, Fu Li'ye gülümsedi ve kapıdan çıktı. Sordu, "Neye bakıyorsun?"
"Bahçeyi taşıyacağım. Can Li'ye vardığımızda Jie Ge'nun onu araması çok geç olmayacaktır." Fu Li, Cang Ji'yi yakından takip etti.
Jing Lin cevap vermedi. Gözleri, saçakların kenarını taradı. Duraksadı, ardından sordu, "Bakır çan nerede?"
Cang Ji, parçalanmış halatı attı. "Maalesef dağ devrildiğinde kayboldu."
"Onu kaybedemem," dedi Jing Lin, "Bakır çanı istiyorum."
Cang Ji ona sataşmak istedi ama Jing Lin şaka yapıyor gibi gözükmüyordu. Kafasında çarklar döndü ve kısık bir sesle sordu, "Hangi eşya bu kadar önemli olabilir? Uyurken ninni olarak mı kullanıyorsun? Nadiren bir şeye bu kadar değer verirsin."
Jing Lin hafifçe çenesini kaldırdı ve Cang Ji'ye yaklaşması için işaret etti. Cang Ji kafasını Jing Lin'in dudaklarına doğru eğdi, Jing Lin'e böyle bakmanın da güzel bir manzara olduğunu düşündü.
"Yediğin şey benim birkaç yüzyıllık kültivasyonumdu sadece," dedi Jing Lin, "Asıl önemli olan, o çanın içinde."
"Sadece bir lokmacık tattım, neyin hakiki olduğunu bile bilemem," Cang Ji telaşsızdı. "Ya beni aldatırsan?"
Beklenmedik bir şekilde Jing Lin kıkırdadı ve sıcak nefesi Cang Ji'nin kulak memesini gıdıkladı. Cang Ji hafifçe kaşlarını kaldırdı. Dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı fakat gülümseme gözlerine ulaşmadı. "Çanı arayacağımdan çok eminsin," dedi.
Jing Lin cevapladı, "Şu an borusu öten sen değil misin?"
"İstersen arayabilirim," Cang Ji fısıldadı, "Jiejie'yi uzak tut, ben de istediğin yere gideyim."
Fu Li takip etmeye devam ederse, Cang Ji düşüncesizce davranmaya cesaret edemezdi. Jing Lin'in etinin ve kanının yararlarını biliyordu. Tam o anda Jing Lin, burnunun ucunda sallanan bir et parçası gibiydi. Cang Ji'nin iyiliksever bir kalbe sahip olup açgözlü olmaması kesinlikle imkansızdı. Dahası, konumları artık değişmişti; Jing Lin'i kollarında tutabiliyor veya yere yatırabiliyordu. Dümen ondaydı ve birine yukarıya bakmaktansa, aşağıya bakma zevki tarif edilemezdi.
Jing Lin, "Seni doğru yola sokması için önce tutması lazım," dedi.
Cang Ji anlamamazlıktan geldi. Parmaklarını, Jing'in parmaklarının arasında sokup birbiriyle tutuşan ellerini kaldırdı. "Canım Jing Lin'im, biz zaten birbirimizi tutmuyor muyuz? Yeterli değilse, beni sarmalamana veya sarılmana bile izin verebilirim."
Bekledikten ve cevap alamadıktan sonra, Fu Li çekinerek öne çıktı. Cang Ji, geri adım attı ve Jing'in arkasındaki avucuyla onun belini okşadı ve tatlılıkla kandırdı.
"Jing Lin, bu jiejie'ye ne söyleyecektin?"
--------
Çeviri: Arythsea
Ç.N.: Bu arada, yanlış anlayan olur diye açıklayayım. Jing Lin taştan falan yapılmadı, o anda Zong Yin'den kurtulmak için o şekilde numara yapıyorlardı ve öyle dediler ;)


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.