Yukarı Çık




65   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   67 

           
Bölüm 66: Bu Saygıdeğer Kişi Cennetsel Yarığı İlk Kez Görüyor
 
İkinci gün. Olağan dışı herhangi bir şey olmadı.
Chu Xun şehirdeki korkulukların çetelesini çıkarmaları ve insan sayısı ile aynı olduğundan emin olmak için bir grup bekçi gönderdi, o sırada insanlar da sahip oldukları azıcık eşyalarını paketliyordu. Chu Xun'ün planına göre sadece bir gece daha ve sonra sabah kalkar kalkmaz yapacakları ilk iş PuTuo'ya sığınmak olacaktı.
 
Mo Ran vali konutunun girişinin yanında oturuyor, insanların gelip gidişini izliyordu. İç çekti: "Chu Xun'ün planı su sızdırmaz bir plan; birileri bilgi sızdırmadığı sürece ortalama bir hayalette şehirde geriye kalan her şeyin tuzak korkulukları olduğunu anlayacak beyin yok. O zaman, birileri söylemiş olmalı. Shidi, sen ne düşünüyorsun?"
 
Cevap yok.
 
"Eh? Shidi?"
Mo Ran döndü. O fark etmeden küçük shidi'si bir grup atlının hazırlanmasını izlemeye gitmişti ve onun yerinde yanağı elinde Chu-gongzi'nın oğlu oturuyordu.
 
"Da-gege..."
 
Onun bu ani belirişi Mo Ran'ı neredeyse sıçrattı: "Ne oldu?"
 
Ufaklık kenara, yüksek bir dalında uçurtma sarkan ihtiyar pavlonya ağacına işraret etti, zorlukla telaffuz ederek: "Onu annem verdi bana, takıldı, uzanamıyorum. Da-gege bana yardım et?"
 
"Tabi tabi." Mo Ran hafif ayak hakimiyetini kullanarak çevikçe ağacın tepesine sıçradı, kelebek şekilli uçurtmayı aldı ve yere sağlamca indi, verirken gülümsedi, 
"Al bakalım, bir daha kaybetme, tamam mı?"
 
Ufaklık başını aşağı yukarı salladı.
 
Mo Ran bir süre onun etrafta yapayalnız dolanışını izledi, Chu Xun'ün muhtemelen oğluna bakacak vaktinin olmadığını düşündü, bu nedenle sordu: "Annen nerede? Burası biraz karışık, seni annene götüreyim."
 
"Annem? Annem gerideki dağlarda."
 
Mo Ran, şaşırarak: "Dağlarda ne yapıyor?"
 
"Uyuyor." Ufaklık dürüstçe ona baktı ve yumuşak bir sesle cevapladı, "Annem hep orada uyuyor. Çiçekler baharda açtığında babam beni onu görmeye götürür."
 
"Ah." Mo Ran ne diyeceğini bilemeyerek sessizce mırıldandı.
Ama ufaklık aldırış etmedi; ölümün ne anlama geldiğini anlamak için henüz çok küçüktü. Bir süre neşe içinde elindeki uçurtmayla oynadı, sonra Mo Ran'a baktı ve yanına yaklaştı, fısıldayarak konuştu: "Gege, teşekkür ederim, sana... sana bir şey vereceğim."
 
Konuştuğu sırada cebini karıştırıyordu ve sonunda, kamış yaprağına sarılmış, yarım bir parça hamur işi çıkardı.
Bu günlerde şehirde kimsenin yeterince yiyeceği yoktu, ufaklığın bir parça hamur işini nasıl sakamayı becerdiği bir gizemdi. İkiye böldü ve küçük parçayı Mo Ran'a verdi.
 
"Da-gege, senin için... şşş, başkasına söyleme, başka yok."
 
Mo Ran tam alacaktı ki ufaklık birden fikrini değiştirdi ve küçük parçayı geri alarak ona büyük parçayı uzattı.
"Gerçekten nefis, içinde tatlı fasulye ezmesi var."
 
Bu küçük hareket Mo Ran'ın kalbini iyice ısıttı ve yumuş yumuş yaptı; kendisine kötü davranılmasına alışkındı fakat nezakete nasıl cevap vereceğini tam olarak bilmiyordu. Uzandı ve mırıldanarak söylenmiş bir teşekkürler ile tatlıyı aldı. Ufaklık fazlasıyla memnun görünüyor, ışıl ışıl gülümsüyordu, koyu kirpiklerinin kavisi sıcaklık ve şefkat ile doluydu.
 
Mo Ran'ın gönlü çiçek pastasını yemeye el vermedi, bu yüzden onu pavlonya ağacından bir yaprak kullanarak sardı ve kıyafetine tıkıştırdı. Ufaklık ile biraz daha konuşacaktı fakat ufaklık ne de olsa küçük bir çocuktu ve küçük bir çocuğun dikkat aralığına sahipti. Çoktan zıplaya zıplaya uzaklaşmıştı.
Chu Wanning o sıralarda geri geldi ancak gördüğü tek şey dikilip boşluğa doğru bakan Mo Ran'dı. Bir kaşını kaldırdı: "Ne oldu?"
 
Mo Ran ufaklığın uzağa doğru kayboluşunu izledi, iç çekerek: "Sadece düşünüyordum da, tüm bu insanlar... Neden hepsi ölmek zorundaydı?"
 
Gece çöktü. Ara sıra gökleri delip geçen yıldırımların ve şimşeklerin yanında, gökyüzünü karanlık bulutlar kapladı, ve gece derinleştikçe, sel yağmurunun arasında berbat bir fırtına koptu.
 
Yağmur ve ona eşlik eden Yin enerjisi, hayaletlerin ve başka kötü ruhların güçlerini artırıyordu; Chu Xun Lin'an'ın bütün sağ çıkanlarını konutun yanına topladı ve ne olursa olsun Shangqing bariyerinin içinde kalmalarını tembihledi.
 
Yağmur dolayısıyla, normalde dinlenme yeri olarak az çok kullanılabilen bazı araziler daha fazla kullanılamaz hale gelmişti.
 
Mo Ran gözünü XiaoMan'ın üstünden ayırmıyordu fakat sonrasında, yağmurdan kaçınmak için içeriye doluşan insan sayısı arttı ve XiaoMan görünürden kayboldu.
 
Mo Ran mırıldandı: "Kahretsin."
Chu Wanning küçüktü ve hemen konuştu: "Ben onun peşinden giderim."
Bunu dedikten sonra kalabalığa daldı ve çok geçmeden kayboldu.
 
Bir süre sonra sinirli bir ifadeyle geri döndü: "Kaçtı."
"Bariyerin dışına mı?"
"Mn."
Mo Ran sağanağa ve oradan oraya koşuşturan insanlara bakarak sessizleşti.
Bunların hepsi, zaten iki yüz önce olup bitmiş şeylerin bir illüzyonuydu.
 
Fakat birden çok sefil hissetti; çevresindeki insanların yüzlerinde öyle bir umut vardı ki, Chu Xun'ün onları hayaletlerin istila ettiği bu cehennemden çıkaracağına, şafak söker sökmez PuTuo'ya gideceklerine inanıyorlardı. Sağanağın içinde, beyazlar ve kırmızılar içindeki bekçiler tan ağar ağmaz yola çıkmaya hazır olmak için en son hazırlıkları ellerinden geldiğince tamamlamaya çalışıyorlardı.
 
Ne kadar az zamanları kaldığını içlerinden hiçbiri bilmiyordu.
 
Gece hala derinleşmekteydi ve insanlar birbirlerine yaslanarak uykuya daldıkça sesler dindi.
 
Ancak Chu Wanning ile Mo Ran tamamen uyanıktı. Görevleri, Hayalet Kralı'nın belirmesini beklemek ve onu öldürmekti. XiaoMan çoktan bariyeri terk ettiğine göre kritik nokta bu gece olmalıydı.
 
Mo Ran döndü ve Chu Wanning'e baktı: "Neden biraz uyumuyorsun, bir şeyler olursa seni uyandırırım."
 
Chu Wanning: "Uykum yok."
 
Mo Ran saçını okşadı: "O zaman bir şeyler ye? Buraya geleli hiçbir şey yemedik."
 
"Ben..." Mo Ran'ın çıkardığı tatlıyı gördükten sonra "aç değilim"in yerini bir yutkunma sesi aldı.
 
Mo Ran uzattı: "Al bakalım."
 
Chu Wanning tatlıyı aldı ve ikiye bölerek büyük parçayı Mo Ran'a verdi ve küçüğü kendine aldı. Mo Ran yüzü okunamaz bir şekilde ona boş boş baktı.
 
Chu Wanning bir ısırık aldı, sorgulayıcı bir "hm?" sesi çıkardı, sonra da sordu: "Bu Şeftali Çiçeği Pınarı'ndan mı? Tadı öncekilerden biraz farklı."
 
"Nasıl yani?"
 
"Tadı osmantus çiçeği gibi."
 
Mo Ran zorlukla gülümsedi: "Oh? Chu Xun'ün oğlu verdi, muhtemelen Lin'an tadındandır."
 
"Gerçekten Lin'an tadında." Chu Wanning tam bir ısırık daha almak için ağzını açmıştı ki birden sanki bir şey fark etmişçesine donakaldı ve yüzündeki tüm renk soldu.
 
"Bu işte bir terslik var!"
Chu Wanning ayağa fırladı, gözleri fal taşı gibi açık, yüz ifadesi kül gibiydi.
Mo Ran'ın, neyin ters olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu: "Ters olan ne?"
 
Chu Wanning cevap vermedi, onun yerine avluya doğru ilerledi ve sağanağın içinde bir süre gözleriyle etrafı aradıktan sonra sivri bir taş bularak kendi kolunu sertçe kesti; anında kan fışkırdı.
 
Mo Ran telaş içinde onu yakaladı: "Deli misin sen?"
 
Chu Wanning bir süre kolundan süzülen kana baktıktan sonra kafası hızla yukarı kalktı, gözleri keskin: "Hala anlamadın mı?" Sertçe konuştu, "Birisi bize kastetmeye çalışıyor!"
 
 
Kan kolundan ara vermeden akamaya devam etti, kırmızılık yağmur ile seyreliyordu.
Chu Wanning'in yüzü şiddetli yağmurun arasında kül gibiydi, koyu kaşları sıkıca çatılmıştı, durmak bilmeyen sağanağın içinde sırılsıklamdı.
 
Şimşek göğü yararken gök gürültüsü gürledi, keskin ışık bir anlığına geceyi gündüze çevirdi.
 
Ani gök gürültüsü Mo Ran'ı sarsarak idrak etmesini sağladı. Bilinçsizce bir adım geriledi.
Neyin ters olduğunu biliyordu.
 
Bir illüzyonda bulunan hiçbir şey, ne kadar gerçekçi görünse de gerçek olmazdı.
Bir tatlının herhangi bir tadının olması, keskin bir aletin gerçek bir yara açması imkansız olmalıydı. Kısacası---- illüzyon içindeki herhangi bir şeyin onlara etki etmesi imkansız olmalıydı.
 
"Birisi illüzyonu gerçeğe geçirdi." Chu Wanning sessizce konuştu.
 
Bir illüzyonu gerçeğe geçirmek, diğer bir deyişle "illüzyon tecellisi", hiç de kolay bir iş değildi. Bu teknikte en usta olan kişiler, mottoları "İnsanlar için ilaç, kalp için ilahi hekim" olan Guyue'ye Sekti'ndekilerdi, ikinci kısım içlerinden bazılarının uzmanlık alanının illüzyon gerçekleştirme sanatı olduğunu kastediyordu---- çoğu insan yakınlarından birinin ölümünü kabullenemezdi; illüzyon tecellisi aracılığıyla da ölüler hala yaşayanlara eşlik edebiliyordu.
 
Ne var ki, böyle tecelli edilen illüzyonlar son derece zorluydu, bu yüzden genelde sadece kısa, parça parça sahneler yaratılabiliyordu, mesela birlikte içmek veya birlikte uyumak gibi, bir seferde en fazla tek bir şey yapılabilirdi.
 
Fakat bu illüzyonun kuş tüyü kabilesi tarafından inşa edilmiş kapsamlı ve kesintisiz doğasının yanında gerçekleşen türlü türlü şeyin hepsini Guyue'ye'nin kendi sekt lideri bile tecelli edemeyebilirdi.
 
Mo Ran hemen birini anımsadı---- yoksa bu Jincheng Gölü'ndeki o sahte Gouchen olmasın?
 
Fakat o bunun üzerinde daha fazla düşünemeden, göklerde tuhaf bir ses patlaması oldu.
Uyuyan insanlar korkmuş kuşlar gibi sarsılarak uyandı, iri gözlerle etrafa bakındıktan sonra sonunda gökyüzüne baktılar.
Bir an ölümcül bir sessizlik oldu, sonrasında ise, kızaran yağa damlayan su damlacıklarının sıçrayışı gibi çığlıklar koptu.
 
Herkes her köşeye kaçamaya çalıştı fakat bir tek gidecek hiçbir yerin olmadığını keşfettiler ve her taraftan çığlıklar yükseliyordu. Gökte bir çatlak vardı ve devasa, kan kırmızı bir hayalet gözü tam üstlerinde onlara dehşet verici bir biçimde bakıyordu.
Sert, bozuk bir ses gürledi: "Chu Xun, ne cüretkarsın, senin gibi değersiz bir ölümlü bu Saygıdeğer Kişi'yi kandırmaya cüret eder demek."
 
Mo Ran mırılandı: "Hayalet Kralı..."
 
Ruhlar aleminde dokuz kral vardı, bazıları diğerlerinden çok daha güçlüydü. Şu an önlerinde bulunan henüz kendini göstermediğinden hangisi olduğunu anlamak imkansızdı. Gökyüzünde bir tek o göz yuvarı görünüyor, altındaki binayı izlerken kanlar damlıyordu: "Ne küstahlık bu, gülünç! İçler acısı ölümlü seni---- onları kurtarmak mı istiyorsun? Daha önce şehrinizi yok etmemiş olabilirim fakat madem bana karşı koymak istiyorsunuz---- Her birinizi geberteceğim! Geride tek bir taneniz bile kalmayacak!"
 
Tiz bir çığlık ile hayaletin gözünden kör edici kırmızı bir ışık çıktı ve direkt bariyere yöneldi!
 
Kırmızı altın ile çarpıştı ve bir anlığına dünyadaki diğer her şey yok oldu.
Etkinin kuvveti uğuldayan fırtınaya ve kesintisiz yağmura enkaz kalıntılarının uçmasına neden oldu, avludaki ağaçların dalları ardı ardına kırıldı. Bariyerin içindeki insanlar kendini kaybetmişti, hep birlikte sokulurken ağlıyorlardı.
 
Shangqing bariyeri ilk hamleyi kaldırmıştı fakat hemen arkasından kırmızı bir ışık takip ederek yine aynı noktaya çaktı. Bariyer dayanmıştı, fakat bir çatlak oluştu.
 
"Ne kadar küstah---- kabul edilemez!!"
 
Kırmızı ışık tekrar ve tekrar çaktı, darbeler gürledi ve kıvılcımlar uçuştu. Bariyerin yıkılmanın eşiğinde olduğunu gören Chu Wanning'in kanı dondu---- şimdi illüzyon gerçeğe geçtiğine göre, burada karşılaştıkları bir saldırı ile gerçek hayattakinin hiçbir farkı olmazdı. Eğer saldırı gerçekleşirse Mo Ran da kendisi de buracıkta ölebilirdi!
 
Parmak uçlarında altın ışık toplanmaya başladı.
Bu şüphesiz kimliğini ortaya çıkaracaktı fakat bu durumda başka seçeneği yoktu. Tam Tianwen'i çağırıp kurtulacaktı ki göğe doğru göz kamaştırıcı bir demet ışını aynı bir ok gibi uçarak doğrudan bariyerdeki çatlakların can alıcı noktasına indi!
 
Kalabalık döndü ve yüksek bir çatıda Chu Xun'ü gördü.
Bir zümrüdüanka arp'ı tutuyordu, parmak uçları tellerinde dans ediyor ve bariyerde toplanacak şekilde ışık demetleri gönderiyordu, çıkan her ses metalin parçalanması gibi keskin ve güçlüydü, yıkılmanın eşiğinde olan Shangqing bariyerini anında geri topladı.
 
"Gongzi geldi!"
 
"Gongzi!"
 
Aşağıdaki insanlar ardı ardına haykırıyordu, hatta bazısı mutluluktan ağlıyordu bile. Chu Xun Hayalet Kral'ın gözü karşısında durumunu korudu, ikisi tek bir anda çoktan yüzlerce hamle değişmişti, Hayalet Kral hiçbir şekilde bariyeri aşamıyordu. 
 
Soğuk ses gökyüzünde daha acımasızca yankılandı.
"Chu Xun, senin kabiliyetlerine bakılırsa, tek başına kolayca kaçabilirdin. Neden seni alakadar etmeyen meselelere burnunu sokmak için ısrar ediyor ve ruhlar alemini kendine düşman ediyorsun!"
 
"Majesteleri benim vatandaşlarıma zarar vermek niyetinde, bu beni nasıl alakadar etmesin?"
 
"Saçmalık! Biz hayaletler yaşayan varlıkların ruhlarıyla besleniriz, senin et yemenle bizim ruh yememiz arasında hiçbir fark yok! Yakında sen de gayet iyi anlayacaksın bunu, ölünce!"
 
Chu Xun vakit kaybetmedi, arp notaları durmadan devam ediyordu: "O zaman, majesteleri omuzlarımdaki bu kafayı alabilecek mi bekleyip görmekten başka çaremiz yok."
 
Konuştukça parmaklarının altındaki teller bir kreşendoya yükseldi ve sonunda muazzam bir ışık göğü delip geçerek doğrudan gökteki o kanlı göze indi!
 
"AH----!!!!!!"
Dehşet verici çığlık, üstünde durdukları zemini bile sarstı.
Gözün Chu Xun'ün büyüsüyle yanan kısmından kokuşmuş kan fışkırdı, ve kan yağmuru tiz çığlıklarla birleşti. Kızgınlık hali arasında, Hayalet Kralı ortaya daha öncelerinden kat kat daha güçlü bir ışın kılıcı çıkarıp kan yağmurunun arasında hamle yaptı. Chu Xun atağı engellemek için hareket etti fakat bu saldırı diğerlerinden farklıydı ve etkinin gücü onun birkaç adım gerilemesine neden oldu, arp notaları tekledi.
 
"Gongzi----!"
 
"Çatlak! Çatlak var! Bariyer kırılacak!"
 
"Anne---- Annecim----"
 
Kalabalık telaşlandı; aileleriyle birlikte olanlar hep birlikte sokularak ağlıyor, ailesi olmayanlar ise kenarlarda büzülüp titriyordu.
Chu Xun dişini gevdi, gözlerinde alevlerle öylece vazgeçmeyi reddetti. Tam Hayalet Kral ile beraberlikte kilitlenmişken iki tarafında da ışınlar saçıldı. Kenara baktığında, Mo Ran ile Chu Wanning'in de onunla dikildiğini gördü, kırmızı ve altın ışık istikrarla onunkine akarak bir kez daha bariyeri mühürlediler.
 
Yukarıdan dehşet verici bir kükreme geldi.
Hayalet gözü kayboldu.
 
Üçü birlikte yere indiler. Gökyüzünde bir süre daha kokuşmuş yağmur yağdıktan sonra en sonunda temiz suya döndü.
Chu Xun, yüzü soluk, Mo Ran'a ve Chu Wanning'e doğru eğildi: "Yardımınız için çok teşekkürler."
 
"Ne demek." Mo Ran ellerini salladı, "Gidip dinlen, çok kötü görünüyorsun."
 
Chu Xun başı ile onayladı, rezervlerinin çoğunu gerçekten harcamıştı, bu yüzden Mo Ran onu koridora kadar destekledi. Daha az önce kargaşa içindeki insanlar Chu-gongzi'nin bariyeri onarıp onlar kurtardığını görünce, hep birlikte toplandılar, ona su uzattılar ve omzuna kıyafet örttüler.
 
Birisi konuştu: "Chu-gongzi, sırılsıklamsınız, ne olur gidip ateşin yanında ısının."
 
Chu Xun hepsine teker teker teşekkür etti fakat cidden kıpırdamak için bile fazla bitkindi, bu yüzden anca o kişinin teklifini ters çevirmek zorunda kaldı. İnsanlar, yılmayarak,  bunun üzerine oraya dal topladılar ve onun yanında bir ateş yaktılar.
 
Zamanla ateşin çatırdama sesi dışında her şey sessizleşti. Birden, birisi sordu:
"Gongzi, o kadar önlem aldık fakat Hayalet Kral nasılsa hepsini anladı.... Ai, ne yapmalıyız?"
 
"Aynen aynen..."
 
"Bizim gideceğimizi nasıl bildiler? Gongzi bu hayaletlerin kuklalarla gerçek insanları ayırt edemediğini söylemişti, o zaman nasıl böyle oldu... yoksa..." Sesi gittikçe azaldı ve Chu Xun'e doğru baktı, açık açık Chu Xun'ün belki yanıldığını söylemek istiyordu, belki de bir yerde bir hata yapmıştı.
 
Beyaz giyimli bekçiler o bakışı gördü ve içlerinden biri anında çatılmış kaşlarla çıkıştı: "Sen ne demek istiyorsun! Belli ki birisi çenesini kapalı tutamayıp Hayalet Kral'a planı sızdırmış!"
O kişi mırıldandı: "İyi de hayaletlerle kim gevezelik eder? Ondan bir şey mi kazanılır sanki..." Sonrasında, tüm kızgın bakışların kendi yönüne çevrildiğini görünce, canı sıkılarak konuşmayı kesti.
 
Bir süre sessizlik içinde geçtikten sonra başka birisi daha sordu:
"Gongzi, o kahrolası hayalet kesinlikle öyle bırakıp gitmez, ne yapalım?"
 
Chu Xun bitkin bir şekilde gözlerini açmadı fakat sesi hala kibardı: "Şafağa kadar dayanıp yola çıkmak zorundayız, gün ışığında yapabilecekleri bir şey yok."
 
"Ama bu kadar insanımız var, yaşlı, genç, hem bazısı da yaralı, PuTuo Dağı'na bir gecede ulaşabilir miyiz?"
 
Chu Xun, yumuşakça: "O konuda endişelenmeyin. Biraz dinlenin. Yalnızca yarınki yolculuğa odaklanın, gerisini ben halledeceğim."
 
Chu-gongzi onları hep korurdu; bu yüzden, o öyle dediği için herkes onu dinledi ve söyleneni yaptı. Küçük bir çocuk bir parça susamlı şeker tutarak yanına geldi ve Chu Xun'e uzattı. Chu Xun gözlerini açtı ve bir tebessümle başını okşadı ve tam bir şey demek üzereydi ki bir bekçi telaş içinde ona doğru koştu, bağırarak: "Gongzi! Gongzi! Çok kötü!"
 
"Ne oldu?"
 
"Küçük gongzi, küçük gongzi---- XiaoMan---- ChengHuang Tapınağı'nın dışında----" Bekçi öyle şok içerisindeydi ki cümlesini tam bile kuramıyordu; biraz daha kekeledikten sonra aniden dizlerinin üstüne düştü ve sefil bir şekilde ağlamaya başladı.

Chu Xun ayağa fırladı, yağmurun içine doğru koşarken yüzünde kalan azıcık renk de soluverdi.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


65   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   67 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.