Yukarı Çık




69   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   71 

           
Bölüm 70: Bu Saygıdeğer Kişi Geri Dönüyor


 Chu Wanning öyle herkesin tehdit edebileceği zayıf biri değildi; bir an altın bir ışık çaktı-- Mo Ran elinde bir tür silah gördüğüne yemin edebilirdi fakat göz açıp kapayıncaya dek kaybolmuştu-- ve Xiao Man’ın iki eli birden temizce kesilip kopmuştu, bilekleri de!

Xiao Man çığlık attı ve tökezleyerek geriledi. Şimdi, elleri de gittikten sonra, kullanılabileceği sadece bir bacağı kalmıştı.
Chu Wanning’i tutan eli yere düştü. Chu Wanning öfkeyle ayağa kalktı, yüz ifadesi hiç olmadığı kadar karanlıktı. Bir şeyler diyecekmiş gibi dudakları hafifçe kıpırdadı fakat sonuç olarak kelimeler için bile fazla sinirliydi ve onun yerine arkasını döndü, yüzü kül gibiydi.
Mo Ran aceleyle yanına koştu ve onu kollarına çekti: “Shidi, iyi misin? Bir yerin yaralandı mı?”
Kollarında, Chu Wanning yalnızca kafasını salladı, konuşmak için fazla iğrenmişti. 

Her şeye rağmen, karşılarında duran bu Xiao Man sadece iki yüz yıl sene yaşamış bir kişinin illüzyonuydu. Chu Wanning yüzüne sıçrayan kanı sildi ve kısık bir sesle Mo Ran’a konuştu: “Gördüğün gibi, burada kalmam seninle oraya gitmemden pek de güvenli değil. Ben kendi çareme bakabilirim, sana ayak bağı olmam.” 

Mo Ran küçük shidi’nin becerilerini daha önce Xue Meng’dan duymuştu fakat daha şimdiye kadar hiç kendi gözleriyle görmemişti---- kabul etmeliydi ki, bu, gerçekten, oldukça göz açıcıydı.
“Yani evet bayağı etkileyicisin ama…”
Chu Wanning daha da zorladı: “Ayrıca her türlü silaha aşinayım yani sana kenardan taktik verebilirim.”
“Ama…”
Chu Wanning bakışlarını kaldırdı: “Bu seferliğine de olsa bana güvenemez misin?”
“...”
“Shixiong.”

Böyle, kelimelerinin içtenliğini vurgulamak istemişti fakat bu genç, yumuşak ses ile her şey dışarı yumuş bir sevimlilikle çıktı. Neredeyse şirinlik yapmaya çalışıyor gibiydi. Chu Wanning şaşkına döndü.

Mo Ran gözlerini kırpıştırdı, sonrasında kafası karışık bir biçimde hızla kafasını kaşıdı ve bir “aaaaa” sesi çıkardıktan sonra yüzünü ellerine gömdü. Uzun bir süre yüzü avuçlarında gömülü kaldı ve konuştu: “Şey, ııı, bak, ben sadece... endişeleniyorum… sen ıh…”

İki koca ömür ve ilk kez küçük biri ona böyle yumuşak bir şekilde seslenmişti; Mo Ran o anda gerçekten ona fazlasıyla yakın hissetti, sanki öz kardeşlermiş gibi.

Birinden nefret ettiğinde, o kişiden iliklerine kadar nefret ederdi fakat değer verdiği kişilere karşı son derece yumuşaktı. Bu yüzden, kafasını tırmalamayı bırakıp çöktüğü yerden nihayet Chu Wanning’e baktığında, kulaklarının uçları kızardı.
Belki, gerçekten küçük bir kardeşi olsaydı, her şey o kadar yalnız olmazdı.

.Maalesef ki Mo Ran’ın bu tepkisi fark edilmişti. Chu Wanning biraz tereddüt etti ama sonra, denemek için kısık bir sesle konuştu: “Shige.”
Shige shixiong’dan bile daha yakın bir hitap şekliydi.
Mo Ran alnını eliyle destekledi, cidden sınırlarına gelmişti: “...”
Chu Wanning Mo Ran’a manalı bir bakış attı ve bu zayıf noktasını zihninin bir kenarına sakladı.
Hem, şu anda çocuk bedenindeydi ve Mo Ran’ın, onun gerçekte kim olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadığından dolayı bunda utanılacak bir şey yoktu, bu yüzden ağzını tekrar açtı ve dışarı yumuşak, yılışık bir “Ge.” çıktı.

“...”

“Gege.”

“...”

“Mo Ran-gege.”

“AAAAAA!!!!!! TAMAM TAMAM! Seni de götüreceğim, seni de götüreceğim! Bırak öyle demeyi!” Mo Ran ayağa fırladı, yüzü kıpkırmızı, kollarında diken diken olan tüyleri ovuşturdu, “Tamam, iyi, sen de gel o zaman, kazandın tamam mı? Sen kazandın. Tanrım.”

Elleri arkasında kavuşturulmuş bir şekilde Chu Wanning kafasını eğdi ve küçük bir gülümsemeyle konuştu: 
“Gidelim o zaman.”

Duvara doğru sakin sakin yürürken arkasından Mo Ran’ın sessizce mırıldandığını duyabiliyordu: “Bunu nereden öğrendiyse artık, neredeyse şeker komasından ölüyordum, vay anasını…”

Chu Wanning Chu Xun ile olanlardan dolayı başta berbat bir ruh halindeydi fakat şimdi, göğsündeki kasvetin yavaş yavaş azaldığını hissetti. Birden Mo Ran’ın sorduğunu işitti: “Ah evet, shidi az önce ne diyecekti?”

Chu Wanning kafasını çevirdi ve sakince cevapladı: “Ah. O.”

“Hm?”

“Unuttum.”

“...”

“Sonra hatırlarsam Mo Ran-gege’ya söylerim…”

“Aaaaaaaaa dur! Onu deme! Shixiong iyi! Shixiong yeterli!” Mo Ran telaşla ellerini salladı.

Chu Wanning’in gözleri bir çift derin gölet gibiydi, dudaklarının kenarı bir tebessümün iziyle kıvrıldı: “Sen madem öyle diyorsun, shixiong. Her neyse, bence Hayalet Kral yakında belirecek, ne de olsa bu illüzyon sağ kalanların anılarını baz alıyor, ve o sağ kalanlar şimdiye Lin’an’ı terk etmek üzere yani illüzyon muhtemelen daha fazla sürmeyecek.”

“Mantıklı… Onu yendiğimizde dışarı çıkabiliriz, değil mi? İllüzyonu tecelli edip bizi öldürmeye çalışan her kimse onu bulacağım!”

Chu Wanning başıyla onayladı: “Neyse ki, az önce Chu Xun ile olan mücadelesine bakarsak bu Hayalet Kral pek de güçlü değil. Hatta, dokuz kralın arasındaki en zayıf olan olabilir. İllüzyon tecelli edilmiş olsa da benim anladığım kadarıyla tecelli eden kişi benim sıradan altı yaşındaki bir çocuk olduğumu ve bunun üstesinden gelmeye yardımımın dokunmayacağını düşünmüş olsa gerek.”

Mo Ran katılarak başını aşağı yukarı salladı: “Muhtemelen.”

Chu Wanning devam etti: “Yani o bizi öldürmeye çalışmadı, onun yerine, hesaplamasına en baştan beni katmamış olduğunu söyleyebiliriz. O aslında sadece shixiong’un peşinde.”

Mo Ran başını daha çok salladı: “Tutarlı.”

“Buradan kurtulduktan sonra shixiong mutlaka bunu Xue Meng’a söylemeli. Şeftali Çiçeği Pınarı’nda bir şeyler ters, bundan sonra dikkatli olmak zorundayız. Ama şimdilik bunun üzerinde durmayalım. Shixiong, lütfen yolu göster, shixiong’u yavaşlatmayacağım.”

Chu Wanning’in tahmini tam yerindeydi.
Sabah saat üçte; şehirdeki katliam dinmekteydi.
Gökyüzünde aniden kanlı bir yarık açıldı, yeşil duman enkazın üzerine döküldü ve katılaşarak kambur bir adam şekline büründü.

Adamın gözleri parlak kırmızı, teni kül beyazıydı; vücudunun yarısında et ve deri vardı fakat diğer yarısı çırılçıplak kemikti. Ceset kaplı şehirde dolaşırken beraberinde siyah bir sancak taşıyor, geçerken yeni ölülerin acılarını ve kinlerini emiyordu.

Mo Ran saklandıkları yerden adamın yüzüne baktı.
“Bu yani o mu?”

Sesinde, rahatlamanın küçük bir belirtisi vardı.

Sesinin rahatlamış gelmesinin nedeni Chu Wanning’e apaçıktı ama henüz kendini ifşa etmeye niyetli değildi, altı yaşındaki biri çok fazla şey bilmemeliydi.
Bu yüzden bilmiyormuş numarası yaparak Mo Ran’a baktı: “Ne?”

“Doğru tahmin ettin. Ruhlar Alemi’nin dokuz kralı güç bakımından farklıklar gösteriyor, ve bu da sahiden içlerinde en zayıf olanı.” Mo Ran pencerenin arkasından figürün yaklaşmasını izledi, kısık bir sesle konuştu: “Şansımız yaver gitti.”

“Shixiong kazanma olasılığımızın kaç olduğunu düşünüyor?”

“Yüzde doksan. Bilirsin, fazla özgüvenli olmamak her zaman iyidir.” 

Chu Wanning hafifçe gülümsedi.

“Kemik Kral”ın dokuz kral arasında en zayıf olan olduğunu tabii ki biliyordu fakat güç göreceliydi. Mo Ran’ın yaşı ve deneyimiyle, hatta yanında kutsal silah Jiangui olsa da tek başına Kemik Kral’a karşı dövüşmek yine de zorlayıcıydı.

Mo Ran’a komplo kuran kişinin aleyhine, onun yanındaki çocuk Sisheng Zirvesi’ndeki herhangi bir çaylak değil de Chu Wanning’in bizzat kendisiydi.

“Yardım edin bana…”
Tam sürpriz bir saldırıyla kapıyı parçalayıp çıkacaklardı ki arkalarından zayıf bir ses onlara seslendi.
“A, bu hala yaşıyor mu?” Arkada kıvrılmış olan Xiao Man’a bakmak için kafasını çevirirken Mo Ran’ın gözleri iriydi.

“Ölmek istemiyorum… Baba… ölmek…”

Chu Wanning darmadağın bir yığın paçavraya kıvrılan genç adama baktı ve kafasını salladı: “Geçmişte, bu insan büyük ihtimalle buraya girer girmez ölmüştü fakat bu illüzyonda hala hayatta çünkü biz buradaydık ve onun peşindeki hortlakları öldürdük, bu yüzden de bazı şeyler farklı gelişti.”


Ah,,... Sence o döneklik etmeseydi Chu Xun iki yüz yıl önce ölmeyebilir miydi? Lin’an şimdi sadece bir enkaz yığını olmayabilirdi…”

“Belki.”

Fakat ikisi de biliyordu ki ne yaparlarsa yapsınlar geçmiş geçmişte kalmıştı. Şu anda yapmaları gereken şey İskelet Kral’ı yenip bu illüzyondan çıkmaktı, ve daha fazla ertelemelerini gerektiren bir şey de yoktu, bu yüzden saklandıkları yerden hızla çıkarak yollarına çıkan her şeyi öldürdüler.

Bu illüzyondan çıkmak düşündüklerinden bile kolay olabilirdi.
Mo Ran ne yapılması gerektiğini harfiyen biliyordu ve hiç beklemeden İskelet Kral’a daldı. Ama onların çarpışmasını izlerken Chu Wanning bir huzursuzluk dalgası hissetti.
Bu Mo Ran zorlandığından değildi; tam tersine, onun yönlendirmesi altında Mo Ran sabit bir üstünlük sağlıyordu. Fakat Chu Wanning gitgide----
Bunların ardındaki kişinin her şeyi fazla kusursuz planladığı hissine kapıldı.

Başka bir deyişle, o kişi, Mo Ran ve yanındaki ortalama becerileri olan kişinin bu durumdan kurtulmaları son derece zor olsun diye her şeyi özenle hesaplamıştı.Lakin bu pis oyununa, kuşku çekmemek amacıyla daha ölümcül herhangi bir şey katmamıştı. Onun hedefi, Mo Ran’ı bir antrenman kazasında ölmüş gibi göstermekti.

Mo Ran’ın canına böylesine titizlikle komplo kuran bu kişi tam olarak kimdi?
Gerçekten Jincheng Gölü’ndeki o sahte Gouchen miydi…

Chu Wanning Mo Ran ile Hayalet Kral’ın arasındaki hararetli çarpışmayı izliyordu. Çarpışma uzadıkça Mo Ran daha da üste çıkıyordu ve gökyüzü yavaşça aydınlandığı sırada Hayalet Kral’ın gücü gittikçe azaldı; zafer neredeyse elindeydi.

Fakat tam o anda, Mo Ran’ın büyüsüyle mühürlenmiş hortlak ve iblis sürüsünün arasında, Chu Wanning aniden canlı bir insanın yüzünü gördü!

“Kim var orada!!!!”

Yürüyen cesetlerin arasında, o kişinin yüzünün yarısı pelerininin gölgesiyle örtülüydü. Bu mesafeden görebildiği tek şey sivri bir çene, tatlı renkli dudaklar ve yumuşak kavisli bir burun idi.

Chu Wanning tek bir bakışla bu kişinin iki yüz yıl önceki illüzyona ait olmadığını anlamıştı---- herhangi bir dövüş pozisyonu taknımıyordu, yalnızca pelerinin gölgesinde, Chu Wanning ile Mo Ran’ın tarafına bakıyordu. Chu Wanning’in onu fark ettiğini görünce hafifçe gülümsedi ve bir elini kaldırıp boynunda gezdirerek “öldürme” işareti yaptı.

Chu Wanning sessizce lanet okudu ve onu yakalamak için hızla öne atıldı.

Ancak o kişi yalnızca gülümsemeye devam etti, pelerinin altında kırmızı dudakları ve beyaz dişleriyle “güle güle”ye benzer bir şey dedi.

Sonrasında ise arkasını döndü ve kayboldu.

“Olduğun yerde kal!”

Boşunaydı. Gökyüzü aydınlandı, üstünü katman katman balık pulu bulutları kapladı.

*Balık pulu bulutları, sirrokümülüs bulutları.

Son bir hamle ile Mo Ran ve Hayalet Kral arasındaki çarpışma sonlandı----  Jiangui’nin tam etrafa kanlar sıçratarak Hayalet Kral’ın kellesini temizce kestiği anda aniden vücutları yukarı fırladı ve iki yüz yıl önceki antik Lin’an’ın o gündoğumu, şehrin o enkaz kalıntılar, her şey, birden hızla bulanıklaştı.

Pat!
Chu Wanning tekrar zemine düştüğünde kendini sınama mağarasında buldu.
Mo Ran da buradaydı, yanına düşmüştü, çarpışmadan dolayı kanla kaplıydı fakat çoğu kendinin değildi. Zemine serilmişti, belli ki kalmak için çok yorgundu, yalnızca o kapkara gözlerle Chu Wanning’i izliyordu.
Biraz zaman geçti, sonra elini kaldırdı ve nazikçe Chu Wanning’in alnını dürttü.
“Başardık.”

Chu Wanning “Mn.” dedi ancak yüz ifadesi karanlıktı: “...Demin orada birini gördüm.”

“Ne?”

“Muhtemelen büyüyü yapan kişiydi.”

Mo Ran yuvarlanarak doğruldu, gözleri irileşti: “Onu gördün mü? Onu gördün! Kim olduğunu gördün mü peki? Nasıl görünüyordu?”

Chu Wanning kafasını salladı, kaşları çatık: “Pelerin giyiyordu, net olarak göremedim. Fakat fiziğini baz alırsak erkek, oldukça genç, zayıf, sivri bir çenesi var…”
Fakat düşüncelerinin geri kalanını dile getirmedi.
O yarım yüzün belli belirsiz tanıdık geldiğini hissediyordu, sanki bu kişi çok, çok önceleri bir yerde görmüştü. Ama yanılıyor olabileceği hissini de üstünden atamıyordu, ne de olsa sadece bir yüzün yarısıydı, ve dünyada bir sürü benzer görünüşlü insan vardı, bu nedenle emin olamazdı.

Derin düşünceler içindeydi ki Mo Ran’ın omzuna dokunduğunu hissetti.
“Shidi.”
“Ne oldu?”
“...Şuraya bak.”
Mo Ran’ın sesi kısıktı ve içinde bir tür ürperti vardı.
Chu Wanning onun işaret ettiği yöne baktı.

Bu On Sekiz’di.
Sınama mağarasının girişinde, On Sekiz Tavanda asılı duruyordu, iki gözü de tamamen açıktı, ayağındaki işlemeli saten ayakkabıları havada sallanıyordu.
Çoktan ölmüştü, ve burada rüzgar yoktu. Bedeninin sallanışına bakılırsa katil buradan daha yeni ayrılmıştı.

Fakat yüzlerini solduran şey, onun boynuna sımsıkı sarılmış olan suç aletiydi.

Bu bir söğüt asmasıydı.
Sivri, bıçak gibi dikenleri olan asmada çatırdayan kızgın kırmızı bir ışık geziniyor, kan damlalarının eşliğinde kıvılcımlar saçıyordu.

Jiangui.

On Sekiz’i boğan ve mağaranın tavanında asılı tutan, kutsal silah Jiangui’den başka bir şey değildi!


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


69   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   71 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.