Yukarı Çık




45   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   47 

           
Bu sorunu gidermek için Luo Binghe insan damarlarından şeytanî enerjiyi çıkartma yöntemini kullandı. Her ay, dolunayda, güçlü ruhanî enerjiye sahip birisini bulup şeytanî enerjisinin fazlalığını kendi bedeninden ona naklederek karşılığında diğerinin ruhanî enerjisinin büyük bir kısmını emiyordu. Bu yöntemi kullanarak dengeyi şüphesiz sürdürebilirdi.
 
Yine de, Luo Binghe’nın şeytanî enerjisi aşırı şekilde eziciydi, insan damarları enerji aktarımından sonra bozuluyordu. Aslında, her insan damarının özü tek bir kez kullanılabiliyordu.
 
 
Luo Binghe kesinlikle insan damarlarını yakalama işini kendi talep etmiyordu. Pek ikna edemese de Sha Hualing, tabii ki de, onun memnun olacağı şekilde insanları seçip kafese kapatmaya gönüllüydü. Dolunayın olduğu gece Luo Binghe Xin Mo kılıcını sadece İblis Âlemi’ne giden geçidi yarıp açmak ve faydalanma niyetinde birisini yakalamak için kullanırdı.
  
Üzücü şeysei asıl eserde Luo Binghe Sha Hualing’in girdiği onca zahmetten sonra Tanrı’nın Gözünden Bakanlar’dan üç tane kadın keşişi bizzat seçip evlenmişti. Tahmin edebileceğiniz gibi Sha Hualing öfkeden deliye dönmüştü!
  
Shen Qingqiu sordu: “Yakalandığında birisini gördün mü? Nerede tutuluyordun?”
  
Yang Yixuan olumsuz anlamda başını salladı. “Âlemler arasındaki çatlağa girmemizin ardından o iblis kadının sığınağında, Chi Yun mağarasındaydık. Tek hücreli odaya kapatılmıştım, başka birisini görmedim.”
  
Shen Qingqiu Liu Mingyan’ın kılıç püskülünü sallayıp konuştu: “Yakalananın tek sen olmadığını düşünüyorum.”
  
Bir süre düşünmenin ardından en iyisinin gidip bakmak olduğuna karar verdi. Her hâlükârda bugün dolunay yoktu, özünü çıkartması gereken zaman değildi. Luo Binghe kargaşaya sebep olmakla ve insan âleminin geçimsizliğini yaymakla meşguldü, o nedenle Sha Hualing’le görüşmek için gelmemeliydi.
 
Shen Qingqiu sordu: “Kıyafetlerini çıkartacağından korkmuyorsun, değil mi?”
  
Yang Yixuan hor görerek konuştu: “Hiçbir şekilde korkmuyorum. Ayrıca, bütün yolculuk boyunca kıyafetlerini düzinelerce kez çıkardı. Benim için artık nadir bir olay değil.”
  
Shen Qingqiu arkasını döndü, dili tutulmuştu. Meğerse soyunmasını görmen için seni tekli hücreye koymuş – bu bahtiyarlık inanılmazdı. Genç adam, bu yolda ilerlersen erkek kahraman kesinlikle seni ölüme sunacak. Bunun fazlasıyla endişe verici olmasının nedeni onun Liu Qingge’nın gerçekten de tek müridi olmasıydı!
  
Dünyalar arasındaki çatlağı geçerken akmakta olan sıcak su tabakasından geçiyormuş gibi hissetti. Tekrardan belirdiklerinde İblis Âlemi’nin sınırındaydılar.
  
İnsanların tarafında çoktan gece yarısını geçmişti, fakat iblislerin tarafında alacakaranlık daha yeni çökmüştü. Hava özellikle kupkuruydu. Orada bir anlığına durduktan sonra Shen Qingqiu sanki irtifa hastalığından* muzdarip gibi biraz sersemlemiş hisseti. Gözlerinin algılayabildiği kadarıyla İnsan Âlemi’nden biraz farklılıklarını görebilmişti – sadece ağaçlar biraz daha seyrekti. Anlaşılan ağaçlandırma çabası pek iyi gitmemişti.
İrtifa Hastalığı: Veya Akut Dağ Hastalığı, yüksek irtifâ ve rakımlarda oksijen yetersizliğine bağlı olarak görülen patolojik bir rahatsızlık.
 
Yang Yixuan yolu gösterdi. Yontulmamış kayalıkların arasından geçtiklerinde kendilerini anında Chi Yun mağarasının girişinde buldular. Bunu nihayetinde görmek bir onurdu, bu iblis ırkının kültürel sembolüydü. Birinin bunu kendi gözleriyle görmesi kesinlikle… son derece nadirdi.
  
İblis ırkının karanlığa karşı sanatsal tercihi vardı. En önemlisi, kalıcı ve geçici evlerin hepsi yer altına yapılırdı. Bütün girişler son derece görkemli anıt mezarları andırıyordu.
  
Shen Qingqiu düşündü; bana diyorsun ki önüne kırmızı kaligrafiyle üç harf monte edilmiş büyük bir taş yığını var- ne bu, mezarlık mı?
  
Az miktarda ruhanî enerjiyi kavradı, her an ortaya çıkabilecek düşmanın yüzünü kızartmak için hazırdı. Yine de, mezar geçitinden inerken, hayır, girişten- hiçbir korumayla karşılaşmamıştı. Üzerinde düşününce bu mantıklı gelmişti. Her zaman halka acı çektirmek için insan âlemine kaçak yolculuk yapanlar iblislerdi- hangi tür insan bu tarafa kaçıp ölümünü arardı ki? Basitçe söylemek gerekirse koruma dizmeye gerek yoktu.
  
İkisi derinliklere gizlice ilerledi. Taş koridorların arasından geçtikten sonra büyük hole vardılar.
  
Hol bir baştan bir başa bütün türde tuhaf yaratıkların yüzülmüş tam parça derileriyle kaplanmıştı, ilk bakışta hâlâ canlılarmış gibi görünüyorlardı. Sha Hualing hâlen çıplak ayaklaydı, salonun zeminindeki devasa kaplan derisinde yürüyordu.
  
Shen Qingqiu Yang Yixuan’ın dikkatsizce ses çıkartıp rakibe tehlike işareti vereceğinden korktu. Bu aklına geldiği gibi oğlanın kendi ağzını sımsıkı kapatarak kavradığını gördü. Rahatlamış hissedip tekrardan arkasına döndü.
  
Holün iki tarafında da birkaç sıkı sıkıya bağlanmış efsuncunun kafesleri vardı, her birinin giydiği kıyafetin rengi farklıydı. Etrafa baktığında bazılarının son derece genç, bazılarının yaşlı; bazılarının uykulu bir şekilde içlerinin geçtiğini, bazılarının erdemli hiddetleriyle parladığını gördü.
  
Sha Hualing kafeslerden birisine doğru yürüyüp konuştu, kollarını kenetlemişti: “Siz Cang Qiong Dağı sektinin insanları sahiden sıkıntılı ve sinir bozucusunuz! İkinizi yakalamak bile yeterince zordu, hatta kafese koyulmadan önce biriniz kaçtı.”
Dişlerini sıkarak konuştu: “Onun için olmasaydı, onun için olmasaydı… Bacaklarını kırmak için gerçekten istekliyim!”
 
Bu kafesin içinde Liu Mingyan gözlerini kapatıp bağdaş kurarak oturmuştu, yüzünü örten peçeyle dışarıdan gelen rahatsızlığa tepki vermiyordu.
  


Sha Hualing onun umursamadığını fark ettiğinde soğuk bir şekilde gülümseyerek konuştu: “Yüzündeki o şeyi hiç çıkarmaz mısın? Ah, anlıyorum, çok çirkin olduğun için utancından çıkarmadığını sakın söyleme.”
  
  
Shen Qingqiu: Kız kardeş… gelecekte en çok kıskanacağın kişinin kim olduğunun farkında mısın? Ona çirkin demek hakikaten kendi yüzüne vurmaktır!
 
 
Kadınlara has önsezisi fesatlığa neden olup Sha Hualing Liu Mingyan’a baktıkça görünümü daha da iticileşmişti. Kafesi açmış, Liu Mingyan’ı sürükleyerek çıkarttıktan sonra bağırmıştı: “Diz çök!”
  
 
Liu Mingyan doğal olarak diz çökmeye isteksizdi. Ruhanî enerjisi olmadığı hâlde sabit bir şekilde ayakta durdu. Sha Hualing onu itip kaktı fakat basbayağı birazcık bile dizlerinin üzerine çökmesini sağlayamamıştı. Öfkeden deliye dönmüştü, yüzündeki peçeyi kaldırdı.
  
 
Anında, Sha Hualing’in soluk kar yüzü daha bile soluklaştı.
  
 
Shen Qingqiu içinden haykırdı: Arkanı dön! Arkanı dön! Görmek istiyorum! Çabucak, kitaptaki en güzel kadının görünüşünün nasıl bir şey olduğunu görmeme izin ver!!
  
 
Bu yıllarda asil kişiliğini sürdürmeye dikkat ediyordu, “Merhabalar, askerî yeğen, yüzünün çok güzel olduğunu duydum, o nedenle bakmak istemiştim. Bakabilir miyim?” diyemezdi. Bu, kulağa terbiyesiz bir adamın cinsel tacizi gibi gelecekti. Bunca zaman Liu Mingyan’ın yüzünü görememek— neredeyse boğularak ölecekti!

  
 
Liu Mingyan arkasını dönüp yüzünü ilk kez görmesinin neşesini yaşayamadan önce Sha Hualing’in gözlerinde uğursuz bir pırıltı ışıldayıverdi. Parmaklarını pençe şekline getirip elini Liu Mingyan’ın yüzüne indirdi.
  
 
Hâliyle, Sha Hualing kendini bu gece ikinci kez uçarak bulunca şaşırmıştı. Nihayetinde kaldıramıyordu, can sıkıcı ağız dolu kanı tükürdü. Aklına aniden güven verici bir düşünce geldi: En azından bu sefer kıyafetlerim hasar görmedi. Tekrardan değiştirmeme gerek yok, değil mi-…
 


Shen Qingqiu onu fırlatarak yollamış olmasına rağmen yeninde beş çizik yarası vardı. Ürkmüş bir şekilde içinden konuştu: “Tırnaklarımı bir saat önce kesmemiş miydim? Tırnakların bile sınırsız yenilenme ihtimali var mıydı?
Sha Hualing’e vurduktan sonra gecikmeden başını Liu Mingyan’a bakmak için çevirmiş fakat onu gördüğü gibi afallamıştı. Bu kısa zamanda beklenmedik bir şekilde peçesini geri takmıştı— gizlice bakmama izin vermeye ne dersin?!
  
Yang Yixuan kılıcını kayanın çatlağına dayanmış hâlde bulmuş ve eşi benzeri olmayan bir hızda kafeslerin kapısındaki zincirleri parçalamaya başlamıştı. Serbest bırakılmış efsuncular karışıklıkta sıkışmışlardı. Shen Qingqiu göz ucuyla San Mayou’nun mavi silüetini görmüş, yüksek sesle ikaz etmişti: “Dur, dur! Fevrî bir şey yapma!”
  
Bağırmasından endişelenen Yang Yixuan bakmak için arkasını döndü. “Kıdemli, bir sorun mu var?”
Konuşmasını bitirmeden önce o anda kırarak açtığı kafesi fark etti.
İçeriden aynı kalıptan çıkmış gibi gözüken üç nazik Taoist rahibe Chi Yun Mağarası’ndan kasırga gibi fırladılar.
  
Ağabeyciğim, herkesi onaylayıp böyle rastgele serbest bırakırsan— sahiden bırakmaman gereken bazı kişileri de bıraktın!
  


Luo Binghe’nın şeytanî enerjisini uzun zamanlı olarak emmekten mesul olan üç kız kardeş serbest kalmıştı!
 
İş işten çoktan geçmişti. Kalbini gözyaşlarıyla sulasa bile izlerini bulup onları yakalayarak kafese geri tıkamazdı. Başka bir yolu yoktu, sadece insanları serbest bırakmaya katılabilirdi.
  
İnsanları serbest bırakmaya başladığında umutsuzlukla iç çekti. Öldük biz. ‘Erkek kahramanla haremin üç üyesinin ilk karşılaşması’ hikâye çizgisinin akışını bozmayı başarmıştı. ‘Maskaralık edip efsun yapma’ hikâye çizgisini acayip bir kazayla ihlal etmeyi becermişti. Yapabileceği tek şey kendini sonraki sefere gayretli işçi Sha Hualing’in arzunun muazzam gücüyle onlarla savaşıp Luo Binghe’ya sunmak için onları yakalamasını umarak buna bağlanmalıydı. Ne büyük aptallık, ne büyük aptallık!
  


Shen Qingqiu hâlâ pişmanlıktan debelenirken başını öne eğdi, kalbi küt küt atmıştı, aniden kendini aşina olduğu bir yüze bakarken buldu.
  
 
İyi değildi, iyi değildi. Bu kesinlikle talihsiz yıldı, düşmanlarla dar yolda karşılaşılıyordu. 
 
Kafesin içine tıkışmış Qiu Haitang ona sersemlemiş bir ifadeyle bakıyordu.
 
Shen Qingqiu birkaç saniyeliğine donakalmış ve bilmemezlikten gelme numarası yapmaya karar vermişti; ona el işaretiyle çıkmasını söylemiş, ardından ilgisiz bir şekilde arkasını dönmüştü.
  


Şu anki bedeninde kimse onu tanımazdı(tanımamalıydı). Ayrıca, beş yıl önce sayısız göz Shen Qingqiu’nin intiharına tanıklık etmişti. Suçluluk hissetmesi için geçerli bir neden yoktu.
  


Sha Hualing kan tükürdükten sonra sersemlemiş bir şekilde bir süre yere uzanmış, sonrasında sonunda pek güçlükle oturur pozisyona gelmek için mücadele etmişti. Shen Qingqiu’ye bakarken haşin bir sesle konuştu: “O sen misin? Sen de kimsin? Buraya kadar izimi sürmeye bile cesaret ediyorsun— gerçekten cesursun!”
  


Yang Yixuan da aniden bu durumu düşünmüş gibi görünüyordu, özgür kalan insanları düzenlerken cümleyi söyleyiverdi: “Ah, sahiden, Kıdemli, sen de kimsin?”       
 
 ‘Ah, sahiden’—benimle dalga geçiyorsun. Genç adam, tepki süren gerçekten çok uzun!
 
 
Ayrıca, bunu laf arasında soracak kadar pervasız mısın?!
  


 
Shen Qingqiu kendisini tekrardan Eşsiz Salatık ismiyle açıklayıp açıklamamasını düşünürken Sha Hualing hıhladı. “Her neyse, geldiğine göre dönebileceğini düşünme.”
 
Ellerini çırpmış, bileğini sarmalayan çanlar çınlamıştı. Bir süre sonra Chi Yun Mağarası’nın muhafız alayı sonunda hole yığıldı.
  


Chi Yun Mağarası Sha Hualing’in resmî kişisel konutuydu, o nedenle normal astları burada değildi. Cüce askerler ve yengeç generallerin korkulacak bir şeyi yoktu. Ellerini kaldırıp kollarını indirirlerken bu küçük iblisler onları çevrelemişti, aynı büyücünün dansını* yapıyorlar gibi görünüyorlardı. Shen Qingqiu bu görüntü karşısında şaşırmıştı. Gergin ruh hâliyle onları yelpazesiyle fırlatıp göndermeye hazırlanıyordu ki bedeninin sayısız saç ipliklerle bağlandığını hissetti. Ölümsüz Bağlayan Halatlar.
Büyücünün Dansı: Araştırdığım kadarıyla üç sahnelik bir bale gösterisi olan Sylvia’nın ilk sahnesindeki bir kesitten bahsediyor. Yorum olarak linki eklerim.
  
Bu melez sürüsü pek güçlü dövüşemeseler bile kesinlikle iyi eğitilmişlerdi. Saç inceliğinde Ölümsüz Bağlayan Halat şeritlerini tutarlarken durmaksızın onu çevrelemiş, dev iplik topunu döndürerek Ölümsüz Bağlayan Halatlarla tamamıyla sarmalamışlardı.
  


Shen Qingqiu gülüp ardından yere sertçe vurmadan önce Sha Hualing zaferinin sevincini yaşayamamıştı. Hava iplerin kopma sesiyle kaplanmıştı.
  


Patlamışlardı. Ölümsüz Bağlayan Halatlar gerçekten de bu adamın ruhanî enerjisiyle dolup patlamışlardı!
  


Olay yerindeki neredeyse herkes o kadar ürkmüşlerdi ki görevlerini tamamıyla unutmuşlardı. Bu sahiden de birisinin Ölümsüz Bağlayan Halatları ruhani enerjisiyle kolay bir şekilde patlattığı ilk seferdi.
  


Kendisini kurtarmak için ne kadar da basit ve vahşi bir yöntemdi!
  


Shen Qingqiu bağırdı: “Öncelikle koşun!
  


Serbest bırakılmış efsuncuların daha fazla cesaretlendirilmeye ihtiyacı yoktu— çoğu çoktan gitmişti. Yang Yixuan ve Liu Mingyan az evvel Ölümsüz Bağlayan Halat’tan kurtulmak için çabalıyorlardı fakat ruhanî enerjilerinin dolaşımı hâlâ dengesizdi. Kalırlarsa sadece ayak bağı olacaklarını biliyorlardı ve Shen Qingqiu’ye güçlük vermemeleri gerektiğinin farkındalığında karşılık olarak kesin bir çekilmeyle sadece “Kendine iyi bak” diyerek ayrıldılar. Bunu gördüğünde Sha Hualing’in astları peşlerinden gidip gitmemeleri gerektiklerini bilmez hâlde ilk yerlerinde ıstırap içerisinde durup üstlerinin emrini bekliyorlardı. Sha Hualing’in gözleri ışıldadı. Shen Qingqiu’yi göstererek bağırdı: “Yakalayın onu! Diğerlerini boş verin! Sadece onu— ilk önce ölmeniz gerekse bile onu getirin!”
Shen Qingqiu kendilerini fırlatarak üstüne gelen birkaç melez askeri yelpazesiyle fırlattığında aniden başının üzerinde ağır bir şeyin baskısını hissetti.
  


Dev bir ağ!
  


Serçe parmak kalınlığında sayısız Ölümsüz Bağlayan Halat ipliklerinden dev bir ağ örülmüş, başının üzerine atılmıştı. Bedenini kapladığında yalnızca ağın ağırlığı bile Shen Qingqiu’nin dizlerini dayanıksızlaştırıp neredeyse yere savrulmasını sağlamıştı.
  


Yani bu bir çeşit yapay akseasuardı. Her ipliği bu kalınlıkta olan bir halat— bunu ölümsüzleri mi filleri mi bağlamak için kullanmayı düşünüyorsun?!
  


Sha Hualing bir süre bekledi, ardından Shen Qingqiu’nin bu sefer serbest kalmak için çabalayamayacağını teyit ettiğinde yavaşça yaklaştı.
  


Zor durum henüz bitmişken Sha Hualing gayet iyi iş çıkardığını düşündü. Kusursuz bir şekilde hâlinden memnundu, kınayıcı hissi cilveyle ahenk veriyordu. Kıkır kıkır gülerek konuştu: “Yüz Ölümsüz Bağlayan Halat seni bağlayamazsa neden bin ya da on bin tanesini kullanmayayım ki? Bu Ölümsüz Bağlayan Ağ aslında senin için hazırlanmamıştı, o yüzden sana kullanıldığı için fazlasıyla onurlu hissedebilirsin. Üzerinde düşünme! Terbiyeli olursan sana daha sakin davranacağım.”
  


Shen Qingqiu konuştu: “Bana sakin davranmaktan bahsediyorsan zahmet olmazsa ağı çekebilir misin?”
  
İblis ırkının ünlü elemanı Sha Hualing asil misyoner konuşmalarına başladı. Çömelip kendi kendine konuşuyormuş gibi dillendirdi: “Sana olağanüstü doğal yetenekler bahşedilmiş gibi duruyor. Benim âlemime bağlılık yemini edersen kolayca mükemmel güce ve torpile sahip olursun. Tabii ki de bağlılık yemini edip etmemen pek önem arz etmiyor; yapılması gereken şey yapılmalı, eylemlerinin acısının önüne geçilemez. Kararlarını dikkatlice düşünmelisin.”
  


Sha Hualing’in şimdiden diğerlerini yok sayıp bütün saldırı gücünü onda odaklandığına şüphe yoktu. Luo Binghe’nın, zengin ve güçlü ruhanî enerjiyle dolu insan damarlarına ihtiyacı vardı. Yakaladığı efsuncuların hiçbiri, bu seviyede bir ruhanî enerjiyle kıyaslanamazdı. Bu kız, onun Luo Binghe’nın insan damarı olması için teklifte bulunmayı düşünüyor gibi görünüyordu!
  
Üç güzel çiçeği salmak düşüncesiz bir hataydı, masum ve basitti. Fakat Shen Qingqiu tabii ki kendi eksiklerini kapatmak için plan yapmamıştı. Yanlışlıkla yanlış sahneyi alma hissi sahtekâr Sistem’in hâlâ burada olmasını belli belirsiz diletmişti. Hâlâ kaçma planını düşünürken Sha Hualing aniden hafif bozulmuş saçlarını düzenleyip kalçasını sallayarak holün dışına ilerledi.
  


Shen Qingqiu uzaktan uysal bir kahkaha işitti. “Lordum, bugün dolunay yok. Bu astınızı niçin ziyaret etmeyi istediniz? Fakat doğru zamanda geldiniz. Anlaşılan o ki, sizin için özel bir hediye hazırladım— çoktan burada.”
  


Çok kısa bir sürede Shen Qingqiu soğuk terler akıtırken sıcak kan akışı başına yükselmişti.
  


Patlayıcı enerji fışkırmasının nereden olduğunu bilmeden ağın bir kenarını kavrayıp patlayıcı enerji yaratacak kadar bedenindeki sınırsız ruhanî enerji havuzunun belirmesini istedi.
  
“Bam!”
  


Korkunç bir ses patladı. Sha Hualing’in tebessümü aniden yüzünde katılaşarak donuverdi. Panik bir hâlde telaşla holün içine gitmiş, gördüğü şeyle anında dili tutulmuştu.
  


Chi Yun Mağarası’nin küçük iblisleri salonun ortasında düzensiz bir şekilde savrulmuş, düzensizlik içerisinde yerde uzanıyorlardı. Ölümsüz Bağlayan Ağı’n ortasında muazzam bir delik vardı; kenarları hâlâ kıvılcımlarla ışıldayarak cızıldıyor, beyaz duman tutamları havada süzülüyordu.
  


Bu adam gerçekten de çok korkunçtu. Bu Ölümsüz Bağlayan Ağ’ı bile korkunç bir güçle delik açarak patlatmıştı. Gitmişti!
  


Arkasından yaklaşan adam telaşsız bir şekilde holün içerisinde adım attı. Chi Yun Mağarası ışıksız ve loştu, birisinin görebileceği tek şey siyah cübbesinin içerisinde hafifçe gümüş ipliklerin yansıdığı düz, zayıf bir silüetti.
  


Bir süre sonra Luo Binghe ne memnun olmuş ne de kızmış bir ses tonuyla konuştu.
  


“Özel hediyen bu mu?”
  


Sha Hualing nefret dolu bir şekilde konuştu: “…Bir anlık yanlış hesaplamayla kaçıvermiş!”
  


Sıkıntılı kalbinden kan damlıyordu. Cang Qiong Dağı sektinin iğrenç efsuncularına karşı kullanılmak için binden fazla Ölümsüz Bağlayan Halatla örülen Ölümsüz Bağlayan Ağ öylece devasa bir delikle patlamıştı. Bu iğneyle dikilip tekrardan kullanılabilecek tarzda bir şey değildi!
  


Sırtı ona dönük olan Luo Binghe başını öne eğip hasara baktı. Soğuk bir şekilde konuştu: “Sana Cang Qiong Dağı sektinin adamlarının yasak bölge olduğunu söylediğimi hatırlıyorum?”
  


Sha Hualing’in alnından soğuk ter damlaları akıyordu. Luo Binghe gerçekten de ona bunun gibi bir şey söylemişti fakat Cang Qiong Dağı sektinin müritlerinin ruhanî enerjisi evrensel olarak diğer sekt yığınlarının müritlerinin ruhanî enerjilerinden daha güçlü olsa da en iyi insan özü damarlarına onlar sahipti. İstekli bir şekilde yine de birkaç tanesini yakalayıp bir dahaki sefere kıyafetlerini değiştirerek fark edilmeden onları atlatabileceği düşüncelerini sürdürdü. Bazı bilinmeyen yöntemlerden dolayı Luo Binghe’nın hepsinin kaçmış olmasına rağmen nereden olduklarını söyleyebileceğini tahmin etmemişti. İçinden ürperdiğini hissetmeden edememiş, aceleyle konuşmuştu: “Kızmayın, lordum. Yanlışlıkla iki tanesini yakalamıştım fakat fark ettiğimde gitmelerine izin verdim. Bu sefer, bu ast olağanüstü birisini buldu. Daha önce hiç böylesine çok ruhanî enerjiye sahip bir efsuncu görmemiştim. Tek bir kişiyle her ay yeni bir insan damarı için değişim yapmak zorunda kalmayacaksınız.”
 
Dudaklarını ısırıp devam etti: “Bana… mâlûm şeyi vermeyi sürdürdükçe.”
 
Bir süre bekledikten sonra aniden yolunun üzerindeki atılıduran mâlûm nesneyi almak için ellerini uzattı. Sımsıkı bir şekilde avcunun içinde kavramış, ardından kararlı bir gülümseme bahşetmişti.
 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


45   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   47 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.