Yukarı Çık




31.1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   32.1 

           
“Bu konuda ciddi misiniz?” diye sordu Jinşi. Karşısında oturan adam divana uzanmaktaydı. Orta yaşlı ve gür sakallı hükümdardı, ardından yavaşça başını salladı. Dış avludaki özel bir köşkteydiler. Küçük ama sarayın her yerini gören bir yerdi burası, onlardan habersiz kuş bile uçamazdı. İmparator; fildişi koltuğuna yaslanmış, cam bardağa üzüm şarabı dolduruyordu. Ülkenin en büyük şahsiyetiyle oturuyor olmasına rağmen Jinşi oldukça rahat hissediyordu. En azından bir dakika öncesine kadar bu böyleydi.
İmparator sakalını sıvazladı ve güldü. Jinşi’nin bundan hoşlanmadığını söylemesi kabalık mı olurdu? Sakal majestelerine çok yakışıyordu ve ne yazık ki Jinşi sakal büyütme konusunda da onun gerisinde kalmıştı.

“Peki şimdi ne yapmayı planlıyorsun, güzel çiçek bahçemin saygıdeğer bahçıvanı?”
Majestelerinin imalı sözlerine karşılık vermek istemeyen Jinşi, alaycı tebessümünü bastırmak zorunda kaldı. Bunun yerine imparatora herhangi bir kalbi eritebilecek, periye benzer gülümsemesini sundu. Dışarıdan bakıldığında bu, onu kibirli biri gibi gösterse de Jinşi, görünüşü konusunda kendine güveniyordu. Fakat gerçekten istediği tek şeyi elde edememesi ne büyük bir tezattı. Ne kadar çabalarsa çabalasın yetenekleri sıradan olmaktan öteye geçemiyordu. Yine de dış görünüşü, onu başka hiçbir konuda olmadığı kadar özel yapan nadir şeylerden biriydi. Her zaman onu yiyip bitirse de sonunda kabul etmek zorunda kaldığı bir düşünceydi bu; zekâsı ve fiziksel becerileri ne kadar kötü olursa olsun elinde çok değerli, nadide bir hazine olan görünüşü vardı. Bu hazine sayesinde arka sarayda gözlem yapabiliyordu. Ayrıca bakışları ve sesi bir erkeğe ait olamayacak kadar tatlıydı ve bundan sonuna kadar faydalanacaktı.
“Nasıl isterseniz efendim.” Jinşi, zarif ve kararlı bir gülümsemeyle imparatorun önünde eğildi.
İmparator, şarabından bir yudum aldı ve sanki Jinşi’yi kışkırtmak istercesine sırıttı. Jinşi, onun gözünde bir çocuktan fazlası olmadığını gayet iyi biliyordu. İmparatorun avucunun içindeki bir çocuk… Ama gerektiğinde her şeyi yapmaya hazırdı. Evet, kesinlikle hazırdı. Gerekirse majestelerinin en çirkin isteklerini bile yerine getirebilirdi. Jinşi’nin göreviydi bu ve aynı zamanda imparatorla girdiği bir bahisti. Bu bahsi kazanmak zorundaydı. Jinşi’nin kendi yolunu seçebilmesinin tek çaresi buydu. Belki başka yollar da deneyebilirdi. Ama sıradan zekaya sahip, Jinşi gibi birinin hayal edebileceği bir şey değildi bu.
Şimdi izlemekte olduğu yolu da bu yüzden seçmişti. Jinşi, kadehi dudaklarına götürdü, tatlı meyve şarabının boğazını ıslattığını hissetti ve huzur veren gülümsemesini takınmayı ihmal etmedi.
○●○
“Al bakalım. Bunu ve bunu da al. Ayrıca bunlara da ihtiyacın olacak.” Maomao, üzerine atılan eşyalar karşısında irkildi. Allık, beyazlatıcı pudra ve giysileri ona doğru fırlatan kişi fahişe Meimei’ydi. Verdigris Evi’ndeki odasındaydılar. “Abla, bunların hiçbirine ihtiyacım yok.” dedi Maomao, makyaj malzemelerini toplayıp teker teker yerine geri koyarken. Meimei, bıkkın bir ifadeyle, “Dalga mı geçiyorsun?” dedi. “Saraydaki herkeste bunlardan çok daha iyileri olduğuna eminim. En azından düzgün görünmeye çalışabilirsin.”
“Sadece fahişeler işe giderken bu kadar süslenir.” Maomao önceki gün topladığı otları karıştırma umuduyla bir kenara çekilmişti ki tahta yazı tabletlerin bazıları üzerine uçtu. Biricik ablası şefkatli biriydi ama bazen çabuk sinirlenirdi. “Sonunda düzgün bir iş buldun ve biraz olsun oraya aitmiş gibi davranamaz mısın? Yerinde olmak isteyen ne kadar çok insan var biliyor musun? Sahip oldukların için minnettar olmazsan müşterilerini kaybedebilirsin!”
“Pekâlâ, anlaşıldı.” Dedi Maomao. İster ihtiyar hanımefendi ister Meimei tarafından yönetilsin, Verdigris Evi’ndeki eğitim çoğu zaman oldukça sertti. Ama ablasının söylediklerinde doğruluk payı vardı.
Maomao somurtarak yazı tabletlerini eline aldı. Üzerine defalarca yazılıp silinen tahta, biraz kararmıştı; şu anda ise üzerinde, zarif bir şekilde yazılmış şarkı sözleri vardı. Meimei fahişelikten emekli olmayı düşünebilecek kadar yaşlanmıştı ama zekâsı sayesinde sürekli yeni müşteriler çekiyordu. Şarkılar yazıyor, Go ve Shogi gibi oyunları çok iyi oynuyor ve böylece müşterilerini eğlendirebiliyordu. Vücudundan çok yetenekleriyle ön plana çıkan fahişelerdendi. “Artık iyi bir işin var. Bolca para kazan ve biriktir.” Az önce tahta tablet fırlatan kadın gitmiş yerine Maomao’nun tatlı, şefkatli ablası gelmişti. Bakımlı elleriyle Maomao’nun yanağını okşadı ve saçlarının bir kısmını kulağının arkasına aldı.
Bundan on ay önce Maomao, kaçırılıp arka saraya hizmetçi olarak satılmıştı. Fakat kırk yıl düşünse, başarılı bir şekilde kerhaneler mahallesi geri döndükten sonra bir kez daha arka saraya çalışmaya gideceği aklına gelmezdi. Etrafındaki insanlar bunu, hayatta bir kez eline geçecek bir fırsat gibi görüyordu. Hatta Meimei’nin gözlerindeki sert bakış da bundandı. Bir süre geçtikten sonra Maomao, itaatkâr bir tavırla, “Peki ablacım.” dedi ve Meimei de zarif, fahişe gülümsemesini takındı.
“Umarım paradan daha fazlasını elde edersin. Kendine iyi bir eş de bulabilirsin değil mi? Sarayda cebi para dolu bir sürü adam olmalı. Ayrıca birkaçını müşterim olmaları için buraya gönderirsen çok sevinirim.”
Ablasının bu seferki gülümsemesi o kadar masum görünmüyordu; bu yüzün ardında, ince düşünülmüş hesaplamalar yapan birinin ifadesi vardı. Hatta Maomao kıkırdayan ablasının biraz da burayı işleten yaşlı hanımefendiye benzediğini düşünmeden edemedi. Ne de olsa bu iş kolunda çalışan bir kızın sahip olması gereken bir karakterdi bu.
Günün sonunda Maomao, makyaj malzemesi ve giysiyle ağzına kadar dolu olan bir bohçayla oradan ayrıldı. Taşıdığı yük yüzünden yol boyunca tökezleyerek evin yolunu tuttu.
Maomao’nun arka saraydan ayrılışından iki hafta sonra sarayın güzel soylusunun kerhaneler mahallesinden aniden ortaya çıkışı hala Maomao’nun hafızasında tazeliğini koruyan anılardan biriydi. Çok ilginç eğilimleri olan bu harem ağası, Maomao’nun yarım ciddiyetle söylediği şeyleri şükürler olsun ki anlamış ve işe koyulmuştu. Genelevin sahibesinin karşısına çıkıp Maomao’nun borçlarını ödeyecek kadar para sunmuştu ve hatta hediye olarak nadir bir şifalı bitki getirme nezaketini bile göstermişti. Hanımefendiyle çok kısa sürede anlaşmışlardı. Böylece Maomao, herkesin imrendiği işine geri dönecekti. Babasını bir kez daha yalnız bırakmak konusunda çekinceleri olsa da bu yeni iş sözleşmesindeki koşullar öncekine göre daha hafif ve uygundu. Üstelik bu kez öncekinden farklıydı, hiçbir iz bırakmadan ortalıktan kaybolmuyordu. Babası bunu duyduğunda nazik bir gülümsemeyle dilediğini yapmasını istemişti ama sonra Maomao, sözleşmeye baktığında babasının yüzünün karardığını görmüştü. Bu ne anlama geliyordu?
“Çok cömert bir teklif gibi görünüyor.” Dedi babası, yanında büyük bir tencereyle şifalı otlar kaynatırken. Maomao elindeki bohçayı yere bıraktı ve gerinmeye başladı. Eski püskü ev, öyle çok rüzgâr alıyordu ki şömine yanarken bile içerisi soğuktu ve babası da kendisi de birkaç kat giyinmişti. Babasının dizini ovuşturduğunu gördü. Eski yarasının ona hala acı verdiğinin bir işaretiydi bu. Maomao, hazırlamış olduğu yüke bakarak, “Yanıma pek fazla bir şey alamam.” dedi. “Havan ve havan tokmağım olmadan yapamam ve defterimi de almalıyım. Böyle giderse yanıma çok az iç çamaşırı alacağımdan endişeliyim.” Maomao canı sıkılmış, homurdanırken babası tencereyi ateşten alıp yanına geldi. “Kızım, bunları yanında götürebileceğinden emin değilim.” Havanı ve tokmağını bohçadan çıkarıp ona ciddi bir bakış attı. “Oraya doktor olarak gitmiyorsun. Bunları içeri sokmaya çalıştığını görürlerse birini zehirlemeyi tasarladığını düşünebilirler ve lütfen, bana öyle bakma. Bu kararı sen verdin ve şimdi geri dönüşü yok.”
“Bu konuda emin miyiz?” Maomao toprak zemine oturdu. Babası, bir bakışta kızının aklından neler geçtiğini anladı. “Pekâlâ, hazırlıklarını bitir ve yatağa gir. Zaman geçtikçe saraya daha fazla eşya sokmak için izin isteyebilirsin. Şimdilik senden beklenilen işe odaklanmaman büyük bir kabalık olur.”
“Tamam baba.” Maomao eczacı malzemelerini isteksizce rafa yerleştirdi. Ardından ablasının verdiği şeylerden işine yarayacağını düşündüklerini seçip bohçasına koydu. Beyazlatıcı pudra ve allığı görünce kaşlarını çattı ama çok fazla yer kaplamayacağını düşündüğü için ikincisini yanına aldı. Ablasının verdiği şeylerin arasında çok şık, pamuklu bir kaban da vardı. Belki de bir müşterinin unuttuğu bir şeyi ona kakalamak için fırsat bulmuşlardı; kesinlikle genelevdeki fahişelerin giyeceği bir şeye benzemiyordu.
Maomao, babasının tencereyi bir kenara koyup ateşe biraz odun atmasını izledi. Sonra babası, topallayarak basit kamış hasırdan yapılmış yatağına gitti ve uzandı. Yatak örtüsü de başka bir hasır ve ucuz bir malzemeden ibaretti.
“İşin bittiğinde söyle, ışığı söndüreceğim.” Dedi babası ve balık yağı lambasını kendine yaklaştırdı. Maomao, kalan eşyalarını da topladıktan sonra odanın diğer tarafındaki yatağına yatmaya gitti. Ancak birden aklına başka bir fikir geldi ve uyku minderini babasınınkine doğru sürükledi. “Bunu yapmayalı uzun zaman oldu. Artık çocuk değildin hani?”
“Değilim, ama üşüyorum.” Maomao gözlerini kaçırırken kendini açık mı etmişti? İlk defa tek başına uyumaya başladığında on yaşında olduğunu hatırlıyordu. Aradan yıllar geçmişti. Yeni pamuklu kabanını babasıyla arasına aldı ve gözlerinin kapanmasına izin verdi. Diğer tarafa döndü ve vücudunu kendine çekti.
“Sen gidince buralar çok yalnız kalacak.” Dedi babası sakince. “Öyle olmak zorunda değil. Bu sefer farklı, ne zaman istersem eve gelebilirim.” Maomao, bunu yumuşak bir tonda söylemişti neden sonra babasının sırtına yasladığı kolunun sıcaklığını hissetti.
“Evet, tabii ki. Bu kapı sana her daim açık.” Bir elin saçlarının üstünde gezindiğini hissetti. ‘Baba’ diyordu ona, bazen babalık bazen de ihtiyar gibiydi ama görünüşü daha çok yaşlı bir kadına benziyordu. Etraflarındaki herkes de tavırlarının tıpkı bir anne gibi olduğu konusunda hemfikirdi. Maomao’nun hiç annesi olmamıştı ya da ona benzer başka bir şeyi. Ama oldukça düşünceli bir babası, genelevin yaşlı sahibesi olan nenesi ve onunla sürekli ilgilenen bir sürü ablası vardı. Ne zaman istersem gelip onları görebilirim, diye düşündü. Nefes alıp verişi uykuya hazır, sabit ve düzgün bir ritme girerken hala babasının saçlarını okşayan elini hissedebiliyordu.



Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


31.1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   32.1 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.