Yukarı Çık




37   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   39 

           
Gerçek bir sevgiden asla kurtulamıyorsun, o ne yaparsa yapsın, sana ne derse desin bu duygunun esareti altında ezilmekten kendini alamıyorsun. Sadece bir süre sonra sevmenin o hüzünlü yanına alışıyor, hatta bu hüznü bile sevmeye başlıyorsun. 

Asya kabullenmişti, dakikalardır Ulaş'ın hakaretlerini aklına getiriyor fakat yinede aşkından kopamıyordu. Adam hayatını ateşe verse de onu sevmekten vazgeçemeyecekti. Asya'da bu gerçekle yüzleştiği o an yaşadığı acıyı da sevmeye başlamıştı. Çünkü ondan kalan bir parçaydı bu duygu. 

Dakikalardır bankta oturmuş donuk bir şekilde hastahaneyi izliyordu. Fazlasıyla üşümüştü ve soğuk burnunun ucunu kızartmıştı. Yanına hiçbir şey almadan ülkesini sadece hırkasıyla terk ettiği için kendisini aptal hissediyordu. 

Bir kez daha  Ulaş'ın ailesi tarafından istenmemişti. Temiz havayı ciğerine çekyi, zaten beklediği şey de bu değil miydi?

Düşünceleri sadece Öykü'ye kaydı uzunca bir müddet. Belki de tek gerçek arkadaşını kaybetmek üzereydi. Annesini kaybettiğinde hissettiklerinden daha farklı hissediyordu. Çünkü küçük bir çocukken ölümün ne demek olduğunu bilmiyordu. Ama artık en iyi bildiği şey ne yazık ki buydu. Kötü düşünmek istemese de hayat ona sadece en kötüsünü düşünmeyi öğretmişti. 

Koca bir dünya sanki tüm yükünü omuzlarına vermişti. Kendisine doğru gelen kızla göz göze gelmesi ile irkildiğini hissetti. Asya'nın gözünde yaşam bir gemiye benziyordu ve onun gemisi git gide su alıyordu. Artık her yer su ile dolduğu için de çok yakında diğerleri gibi onun da sonunun geleceğini düşünüyordu. Yaşadığı her şey dışardan göründüğünün aksine en derinlerine dokunuyor ve onu bitiriyordu.

Kehribar gözlere sahip karşısında elini uzatan kızda gemisini batıran bu suyun bir parçasıydı sadece. Tutamadığı eli o tutmuştu. Kendisine artık gülmeyen gözler karşısındaki güzele gülüyordu artık.

"Merhaba Asya. Ben Ecmel, tanıştığımıza memnun oldum."

"Merhaba." dedi buruk bir sesle.

"Sorun yoksa oturabilir miyim?"

"Tabi, buyur."

Ecmel oturduğunda kısa bir sessizlik oluşmuştu.

"Doktorlar dedilerki Öykü her an kendine gelebilirmiş."

Gözleri parlayarak gülümsedi Asya.

"Gerçekten mi?" dedi ağlamaklı çıkan sesiyle.

"Evet, yani endişelenmemize gerek yok artık. Umuyorumki en kısa zamanda toparlanacak. Sen de istersen bu soğukta burada bekleme artık. Ben sana Öykü kendine geldiğinde haber veririm."

Bakışları sertleşmişti Asya'nın.

"Öykü kendisine gelsin öyle ayrılacağım hastahaneden."

Herkese bu cümleyi tek tek kurmaktan bunalmıştı. İçinin rahatlaması için arkadaşının sesini duymaya ihtiyacı vardı.

"Peki, sen nasıl istersen. Öyleyse dışarıda beklemeyip hastahaneye girsen daha iyi olur bence."

Kızın ilgili tavırları sinirine dokunuyordu.

"Ben iyiyim, soğuk zaten alışkın olduğum bir şey."

"Sen öyle diyorsan." 

İkisi de yanlarına gelen adamı fark etmemişlerdi.

"Ecmel! Ne yapıyorsun burada?" dedi Ulaş sorgularcasına.

Ulaş'ın tepkisi Asya'yı şaşırtmıştı ve kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.

"Şey, Asya'ya Öykü hakkında bilgi veriyordum. Hem tanışmış olduk böylece."

Asya'yı küçümseyici bakışlarla süzmüştü. Kız yutkunamadı bile.

"Buna gerek olduğunu sanmıyorum."

Sevdiği adam tarafından aşağılanıyor olmayı bile yutuyordu artık.

"Hadi gel içeri, hava soğuk."

"Birazdan geçerim."

Genç adam kızın ellerini tuttu. Bu  Ecmel'den çok Asya'yı şaşırtmıştı.

"Ellerin üşümüş." dedi montunu çıkartıp.

"Öyleyse bunu giyin."

Gözlerinin önünde olan bu olay içinden sessiz çığlıkların yükselmesine sebep oluyordu. Asıl üşüyen hatta donacak gibi hisseden oydu, hatta bu her halindende belli oluyordu. Daha ne kadar incinebilirdi bilmiyordu. 

"Teşekkürler." dedi Ecmel kendisini kazanmaya yakın hissederek. Ulaş Asya'yı değil kendisini düşünmüştü. İlk kez.

Asya'ya baktı adam göz ucuyla. Genç kız ona bakmıyordu, bakışlarını öylece karşıya dikmişti. 

Kabusları olan, geceleri uykusunu kaçıran kız tamda yanındaydı. Ona baktıkça içi paramparça oluyordu fakat kız bunu bilmiyordu. Ruhunda yanan ateşin sönmesini sabırsızlıkla bekliyordu adam, ancak bu beklenti boşunaydı. O ateş aralarına koydukları bu mesafe ile sadece daha çok alevlenecekti.

Kızların yanında uzaklaşmak istedi, daha doğrusu Asya'nın yanından. Göğsüne yerleşmiş sızıya dayanamıyordu.

Orayı terk edip Levent'in yanına geldi. Adamın kulağına doğru eğilip fısıldadı.

"Aşşağıya in ve Asya'ya şunu ver." dedi Ela'nın samdalyenin üzerine bıraktığı ceketi uzatıp.

"Niye?" dedi Levent şaşkınlıkla.

"Üzerinde sadece ince bir hırka ile gelmiş.  Oturduğu yerden ayrılmıyorda."

" Böyle bir şeyi niye yapıyor anlayamadım, üşüdüyse hastahaneye girse ya."

"Bizden uzak durmasını, aileme yaklaşmamasını söyledim." dedi solgun çıkan sesiyle.

" Sen tam bir şerefsizsin. Böyle mi denir?" sesi fazla yüksek çıkmıştı.

"Sözlerine dikkat et."

"Seninle tartışmayacağım ama şunu bilki o kıza yaptıkların şerefsizlikten başka bir şey değil. Dostluğumuzu sorgulamama sebep oluyorsun."

Arkasında bıraktığı arkadaşının nasıl perişan baktığını göremeyecek kadar öfkeyle orayı terk etmişti Levent. Aynı bankta oturan ve aynı kişiyi seven iki kızın yanına ilerledi. Aralarında ki insanı boğan gerilim uzaktan bile fark ediliyordu. Onlara daha çok yaklaştığında Ecmel'in söylediği şeye kulak misafiri olmak zorunda kalmış ve bu sinir kat sayısını yükselmişti.

"Demek çocukluk arkadaşınız." dedi Asya donuk çıkan sesiyle.

Ecmel Levent'e kısa bir bakış atıp hafifçe gülümsedi.

"Aslında daha fazlası, birbirimizin çocukluk aşkıyız."

Levent Asya'nın bu cümleyi duyar duymaz  renginin anında nasıl solduğunu fark etmişti. Gözlerindeki hayal kırıklığı kızın ne kadar yıkıldığının göstergesiydi.

"Seni bilmem ama Ecmel, Ulaş seni hiçbir zaman sevmedi. Anlaşılan hayal dünyanda yaşamaya devam ediyorsun" dedi alayla.

Levent'in söylediği şeye pekte inanmayan Asya ayağa kalkıp genç adamla selamlaştı. Levent'i bile özleyeceği hiç aklına gelmezdi.

"Koridordan geçerken camdan baktımda biraz üşümüş gibi gözüküyordun. Bende bunu kapıp geldim." dedi ne diyeceğini bilemeden.

"Teşekkürler düşüncen için ama gerek yok. Ela'nın kıyafetlerini giymekten pek hoşlandığım söylenemez." 

"Öyleyse burada beklemeye son ver. Bu delilik. Gel kantine geçelim. Hem sana sıcak bir şeyler ısmarlarım."

Asya kendisine karşı kin beslemeyen bir insanla karşılaşmanın verdiği sevinçle "Peki." dedi.

.
.
.

Sonunda Öykü'yü görebilecek olmak yüzünde aptal bir gülümseme oluşmasına sebep olmuştu. Aynı odada Öykü'yü beklerlerken kızın anne babasına Öykü'ye aşık olduğunu itiraf etmişti. İki insanın gözlerine yalvarırcasına baktı.

"Size söyleyeceğim şeyin yeri ve zamanı olmadığının farkındayım fakat bunu size olan saygımdan yapmam gerekiyor. Kızınız ile geçmişte yaşadığımız ayrılık benim hatamdan kaynaklanıyordu. Hislerimin ne yazık ki farkında değildim, her şey aniden gerçekleşmişti. Ama şimdi farkındayım. Kızınızı seviyorum. Eğer izin verirseniz.."

"Haklısın, bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı. Ama şunu bilki ben bundan sonra asla kızıma baskı kurmayacağım."

"Sizden bunu istemiyorum Alev Hanım, sadece yaşananlardan ötürü özür diliyorum. Ve izin verirseniz Öykü'nün de beni sevmesini sağlamak istiyorum."

Bunun için genç adamın izin istemesi Aydın Beyin oldukça hoşuna gitmişti.

"Onu bir daha üzersen.."

"Böyle bir şeyin olmayacağının sözünü size verebilirim." diyerek Aydın Beyin sözünü kesti.

"Kızım bir kendine gelsin de..." diye konuyu kapatmıştı Alev Hanım.

Fakat Öykü'nün yanına girilmesine izin verilen ikinci ziyaret saatinde yaşlı çift kendileri yerine Barış'ın tek başına girmesine izin vermişlerdi.

Onu kaybetmekten korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmamıştı adam. Böyle bir aşka yakalanacağını hiç tahmin etmezdi. Öykü'nün kapalı gözleri ve seruma bağlı görüntüsü kalbini sızlatmıştı.

Yanına oturdu, kızın yavaşça inip kalkan göğsü derin bir nefes vermesine sebep olmuştu.

Kızın elini tuttu yavaşça, kız baygın olmasına rağmen bu temas Barış'ın kalbinin atışını hızlandırmıştı.

"Sana söylemem gereken çok şey var sevgilim." dedi diğer eliyle kızın yanağını okşayıp.

"Kalbini çok kez kırdım, her seferinde bunu bilerek yaptım fakat hep acı çektim. Neden sana dediklerimin beni daha çok yaraladığını bilmiyordum. Bunu seni kaybedince anladım. Sana aşığım. Duygularım ancak bu kelimeye sığıyor. Sana aşığım birtanem. Bu dünyadaki geçmem gereken tüm yolları seninle yürümek istiyorum. Her anımda sen ol, hep benimle kal istiyorum. Biliyorum, defalarca seni istemediğimi söyledim. Ama ben, en çok seni istiyorum... En büyük yalanımdı bu. Benim buz tutmuş kalbimi erittin. Lütfen gel, beni bırakma Öykü. Daha ikimizin beraber yaşaması gereken bir ömür var."

Adamın göz yaşları kızın yastığını ıslatıyordu. Barış kıza doğru biraz daha yaklaşıp dudaklarını sevdiği kadının alnına bastırdı.

"Söz veriyorum Öykü, ben sana bir daha geç kalmayacağım. Bana geri dön. Yalvarırım."

Kızın kokusunu içine çekti. İlk defa bunu yapıyordu, Öykü kendinde değilken. Geri çekildi ve sustu, öylece sevdiği kadını izledi. Ondan kopmak öyle zorduki, bir zamanlar nasıl böyle bir şeyi istemişti aklı almıyordu.

Hemşire odaya girip Barış'a müddetin bittiğini söyleyince istemsizce kafasını salladı. Oysa yanından ayrılmak istemiyordu.

Aradan geçen günlerde Öykü hafiften gözlerini açsada tam anlamıyla kendisine gelemiyordu. Sonun da bedenindeki tuhaf hisle gözlerini açmıştı. Bütün vücudu uyuşmuş gibiydi ve boğazında ekşi bir tat vardı. Kendisine geldiğinde yaşadığı o korkunç an aklına gelince nefesi kesildi. Victor elinde tuttuğu ve kendisine doğrulttuğu tabancayla karşısında bir canavar gibi gözüküyordu. Düşünceleri Barış'a kayınca göğsü sıkıştı. Ona da zarar gelmiş olma korkusu vücudunu sararken bedenini ufak çaplı bir titreme aldı.

O an odaya giren doktor kızın kendisine geldiğini görünce oldukça şaşırmıştı. Oysa  durumun krıtikliğinden ötürü bu kadar kısa bir zamanda kendine gelebileceğini tahmin etmemişti

Doktor Öykü'yü zar zor sakinleştirip genç kızın kendisine geldiğini ailesine haber vermişti. 

Sevdiği kadının kendisine geldiğini duyduğunda tarif edilemez bir rahatlama yaşadı adam. Sanki göğsüne oturan o yük kuş olup uzaklaşmıştı bedeninden.

"Barış kim?" dedi doktor bakışlarını herkesin üzerinde dolaştırıp. 

"Benim." 

"Kendisine gelince ilk sizi sordu. Şuan sizi görmek istiyor."

Barış şaşkınlıkla gözlerini kırptı, oradaki herkes gibi genç adamda bunu beklemiyordu. İzin istercesine Aydın Beye baktı.

"Peki, git." dedi kısık sesle Alev Hanım Aydın Beye cevap hakkı tanımadan. 

"Teşekkür ederim." dedi içtenlikle gülümseyerek.

Barış gidince kendisine tuhaf bakan insanlara kızgınlıkla bakıp homurdandı kadın.

"Sonra Öykü'ye sorarım bunun hesabını, burada ailesi dururken ayrılmak için direttiği adamı yanında istiyor."

Oysa içten içe kızının gönlünü sonunda Barış'a kaptırdığını düşünüp sevinmişti fakat bu sevinç biricik kızının kendisine gelmiş olmasının verdiği mutluluğun oldukça gölgesinde kalmıştı.

Göğsünü delen heyecan ile kapıyı açtı Barış. Gözleri kapıda olan genç kız adamı görünce sonunda rahat bir nefes verdi.

"İyisin." dedi istemsizce gülümseyerek.

"Sana da bir şey oldu sanmıştım."

Yutkundu Barış, gerçekten gözlerini açar açmaz onun için mi endişelenmişti? Sevdiği kadının kendisine gerçek manada değer verdiğinin farkına varmıştı ve bu boğazına bir düğüm oturmasına sebep olmuştu.

"İyiyim, beni merak etme. Sen nasıl hissediyorsun?" dedi genç kızın yanına oturup hüzünle. Sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunun farkındaydı.

"Her yerim uyuşmuş gibi."

Öykü oturmak isteyerek doğruldu  fakat ağrıyan göğsü yüzünden ancak acıyla inledi.

"Dur, kendini yorma." dedi Barış telaşla kızın omuzdan destek yaparak.

Yüzünü buruşturup yastığa başını geri koydu.

"Ne zamandır buradayım? Annemlere söylemedin değil mi?" diye sordu sabırsızlıkla.

"Birkaç gündür kendinde değilsin ve evet annenlere tabiki söyledim. Bunu onlardan gizleyemezdim. Bütün herkes buradaydı, günlerdir senden bir haber bekliyorlar."

"Gittiler mi? Sadece sen mi kaldın?" sesi çok bitkin çıkıyordu.

Gülümseyerek baktı kıza.

"Çoğu Ela'nın evine gitti. Annen baban ve abilerin burada. Birde Asya."

"Asya'mı?" dedi kaşları çatılırken.

"Evet, hastahaneden bir an olsun ayrılmadı. Tabi annenle arada tartıştılar fakat fazla inatçı çıktı. Kendine geldiğini görünce gidecekmiş."

Öykü hafifçe gülümsedi. Aralarında kısa bir sessizlik oluşmuştu.

"Sana bir şey olacak diye çok korktum." 

Genç kız adamın kurduğu cümleyi garipsemişti. Hüzünle Barış'a baktı.

"O gün seni bekledim, ama gelmedin."

"Öykü ben..."

"Biliyorum, işlerin. Değil mi?" 

Bir şey diyemedi Barış.

Barış için her daim geri planda olacağının farkına varmak adamla olan tüm hayallerinin yıkılmasına sebep oluyordu.

"Özür dilerim."

Barış ilk defa karşısında bu kadar perişan gözüküyordu. Böyle gözükmesine sebep olan şey ne uykusuzluktan morarmış gözleri nede birbirine karışmış saçlarıydı. Gözlerindeki derin hüzün kızı afallatmıştı.

"Boşver. Olan oldu. Bana bunu yapanı tanıyorum. Adı Victor." dedi konunun gidişatını değiştirmek isteyip.

Kızın elini sıkıca tuttu adam.

"Bunları düşünme artık, biz kim olduğunu ve neden yaptığını biliyoruz. Çoktan peşine düştük. Sen merak etme Öykü, o adamı kendi ellerimle geberteceğim. "

"Sakına!" dedi haykırarak fakat bu bağırışı kendisine acıdan başka bir şey getirmemişti.

"Bu konuları burada kapatalım, sen dinlen. Fazla yordum seni. Bir şey isteyecek olursan ben hep buradayım." 

Bunu söylerken Öykü'nün yanağını okşadı ancak bu temasla genç kız irkilip yüzünü çekti. Barış ile aralarında daha fazla bir yakınlık olmasını istemiyordu. Barış'ın hislerini anlamaya çalışmaktan oldukça yorulmuştu. Adamın son zamanlardaki davranışları Öykü'ye göre ancak kendisine boş ümitler vermekten başka bir şey değildi. En son içindeki umutu dikkate aldığında aldığı sonuç yine adamın onu geri planda bırakması olmuştu.

O zamana kadar yaptıklarının aralarına nasıl bir mesafe koyacağını o an görmüştü adam. Fakat ne olursa olsun pes etmemeye kararlıydı. Öykü'nün kalbini ve güvenini kazanmak için her şeyini ortaya sermeye hazır hissediyordu.

.
.
.

Günlerdir hastahaneden bir an olsun ayrılmamıştı. Hayatında o kadar çok insanı kaybetmişti ki şimdi yine sevdiği birisini kaybedecek olma korkusuyla kendisine bir türlü gelemiyordu. Her ne kadar Öykü'nün kendine geleceğini söylemişselerde bunu kendi gözleri ile görmeden ayrılmak istememişti. Sabırsızlıkla beklediği haberi aldığında ise bir kabustan daha uyanmıştı. Barış'ın yardımı sayesinde Alev Hanımdan gizli bir şekilde Öykü'yle görüşmeyi başardığındaysa sonunda tam anlamıyla rahatlamıştı. Daha doğrusu sadece bir yanı rahatlamıştı. Hastahanede olduğu süre boyunca Ulaş ve Ecmel ile nadir de olsa karşılaşmak her seferde kalbinde ince ve derin bir sızı hissetmesine sebep oluyordu.

Her gece yastığa başını koyduğunda önünde beliren tek suretin sahibinin yüzüne bakmak artık ona yasaklıydı. 

Umursamamaya çalışmak hiçbir işe yaramıyordu maalesef. Tüm duygularının katili olan adama bir kere kapılmıştı. Ama neyseki genç kızı sevindiren bir şey vardı, artık Ulaş'ı istemiyordu...

Hastahaneden ayrılmadan önce Ulaş ve Aydın Beyi bahçede tartışırlarken görmüştü. Aslında bunu önemsemeden yoluna devam edecekti fakat Deniz'in isminin geçtiğini duymasıyla duraksadı. Ulaş'ın sırtı kendisine dönük olmasına rağmen Aydın Bey ona doğru dönüktü.

"Deniz kesinlikle öğrenmemeli, bütün bunları sana güvendiğim için söylemiştim. Beni pişman etme Ulaş."

Genç kızla göz göze gelince sustu adam.

Ulaş arkasını dönüp baktığında Asya'yı görmüştü. 

"Ben Öykü'nün yanına gidiyorum." dedi Aydın Bey Ulaş'ın omuzuna dokunup.

"Dediğim gibi, sakın bir delilik yapma." diye ayrılmadan önce fısıldadı.

Asya genç adamı görmemezlikten gelip yoluna devam edecekti fakat Ulaş buna engel oldu.

"İnsanları gizlice dinleme gibi bir huyun olduğunu bilmiyordum." dedi sert bir ses tonuyla.

"Kimseyi gizlice dinlemiyordum."

Asya'nın kendisine ne kadar soğuk baktığını fark edince daha çok öfkelenmişti. Fakat bu öfkesi kimeydi bilmiyordu.

"Demek yalancısın da. Onun için arkamızda dikilip bizi dinliyordun."

Asya'nın kırgın bakan gözlerinin ruhuna dokunmasını istemediği için kendisiyle büyük bir mücadele veriyordu.

"Ne kadarını duydun?" 

"Deniz'in neyi öğrenmemesi gerektiğini merak edecek kadar. Ama bunu bana söylemezsin. Ben yine de sorayım, Deniz neyi öğrenmemeli?"

Alayla gülümsedi adam. Oysa bu gülüşün altında sadece acı gizliydi.

"Deniz ile ilgili bir şeyler merak etmekten asla vazgeçmeyeceksin." dedi kıza doğru birkaç adım atarak.

"Peki, sana söyleyeceğim." 

Aylardır bildiği sırların artık gün yüzüne çıkmasını istiyordu. Bunun sebebi de sadece Deniz'e acı çektirmekti. Başta Deniz'in bir aptal gibi yalanlarla yaşamasına göz yummak ona iyi bir fikir olarak gözüksede artık böyle düşünmüyordu.

Asya duyduklarını hazmetmeye çalışarak karşısındaki adamı dinliyordu. Öğrendiği gerçekler tarafından kendisi böyle sarsılırken kim bilir Deniz bunları duyunca nasıl yıkılırdı. 

"Böyle bir şeyi nasıl gizlersin?" dedi sesi titreyerek.

"Niye? Deniz'in koca bir aptal gibi kandırılışını izlemek çok keyifliydi. "

Asya kaşlarını çatarak Ulaş'ı süzdü.

"Seni tanıdıkça daha çok nefret ediyorum. Babamdan bile korkunçsun."

"Ah öyle deme, kalbimi kırıyorsun ama güzelim. Ailenin hiçbir üyesini bu konuda geçemem."

"Çoktan geçtin bile. En büyük hayal kırıklığımsın."

Söylediği söz üzerine adamın bakışları değişmişti, fakat Asya Ulaş'ın neden öyle baktığını anlayamamıştı.

"Hayal kırıklığı demek. Sen benim için bundan daha fazlasısın, sadece vakit kaybım oldun. "

Haykırmak istedi Asya. 'Beni niye öldürüyorsun?' diye avazı çıktığı kadar bağırmak. Oysa Ulaş Asya için her ne kadar hayal kırıklığı olsa da hayatını anlamlı hâle getiren ve hissetmesini sağlayan yegâne kişiydi. İradesine hayran kalmıştı Asya, çünkü adamın sarf ettiği bu cümleye nasıl yaptığını bilmeden alayla dudak kıvırmıştı. Ancak içi kan ağlarken bunu nasıl başarabilmişti?  

Sevmek bu denli acı verici olmamalıydı. Kalbinden parmak uçlarına ulaşan bu ince sızının sebebi bakmaya doyamadığı yüzün sahibi olmamalıydı. Yorgundu, halsizdi, sevmeye takati kalmamıştı ama hâlâ deliler gibi seviyordu. Ulaş sevgisiz kalbini nasıl bu hâle getirmişti. Ondan önce hiçbir insanı sevdiğini hatırlayamıyordu. 

Sevilmeden sevdiğini sanıyordu, ama bilmiyordu karşısındaki adamın onu daha fazla sevdiğini. Canının kendinden bile daha çok yandığını. Bunu mümkün olarak bile görmüyordu. Bilmediği tek şey bu da değildi üstelik...

Ecmel'in Ulaş'a seslenmesi üzerine kendilerine doğru gelen kıza baktı Asya.

"Peki o?" 

Cevabından korktuğu bir soru sormuştu.

"Sevdiğim kadın."

Ruhunda uçan son kuşu da öldürmüştü adam. 

"Umarım onunla mutlu olursun. Kendine iyi bak. " dedi kırgın bir gülümsemeyle.

Daha fazla takati kalmamıştı Asya'nın. Arkasını dönüp oradan ayrıldı.

Ulaş'ın ise aklında sadece o kırgın gülümseme kalmıştı. Yaşadığı dermansız acıyı tarif edecek tek bir kelime yoktu. Sevdiği kadına onu her şeyden çok sevdiğini söyleyememek kendisini dünyanın en zayıf insanı gibi hissetmesine sebep oluyordu. 

Asya takside boğulacak gibi hissedip kendisini tekrardan temiz havaya atmıştı. Takati buraya kadardı işte, yalnız kalana kadar. Genzini yakan, göğsüne oturan bir düğüm vardı ve gitgide daha da büyüyordu. Zaman su misali akıp geçerken  bunun sandığının aksine dermanı olamayacağını anladı. Yalandı, zaman insandan her şeyi götürmezdi. 

Hava kararıncaya kadar yürüdü. Ayaklarının onu nereye götürdüğünden habersizdi, mümkün olsa tüm dünyayı yürüyerek dolaşır, adım atmadık tek bir yer bırakmazdı. Hem belki o yollarda gördükleri sevdiğini unuttururdu. Bu düşünceyle dudakları kıvrıldı, saatlerdir yürümesine rağmen kalbindeki insan yüzünden tek bir şey bile dikkatini çekmemişti. Oysa eğer dikkat etseydi geçtiği yollardan birinde asla unutamayacağı ve hep kalbinin köşesinde  kalacak olan bir melodiyi duyacaktı. Dikkat etmemişti. Güzelliklerde tıpkı yaşayamadığı sevda gibi görünmez oluyor ve hayatına hiç girmiyordu.

Akşam olduğunda ve üzerine karanlık çöktüğünde Deniz'in sadece kendisinde olan numarasını aradı. İncinmenin ne demek olduğunu çok iyi bildiğinden bir insanı incitecek olmanın tedirginliği vardı üzerinde.

"Asya?" dedi Deniz telaşla.

"Tehlikede olmadıkça beni aramamanı söylemiştim. Yoksa Victor mu peşine düştü? "

"Hayır Deniz, sakin ol. Ben iyiyim. Sadece sana söylemem gerekenler var ama telefonda olmaz. Görüşmemiz lazım."

"Sana söyledim, uzun süre ortalıklarda gözükmemem gerekiyor."

"Söyleyeceklerim çok önemli Deniz. "

Öğrendiği gerçekleri bir yük olarak sırtında taşımak istemiyordu fakat bundan da önce istemediği şey bir insanın hayatını yalanla yaşamasına izin vermekti.

"Neyle ilgili?" 

"Bu hayatta inandığın ve değer verdiğin her şeyle. Dediğim gibi telefonda konuşamam. Seni görmem gerek."

Kurduğu cümle adamın meraklanmasına sebep olmuştu. Asya'nın bu denli önemli ne öğrenmiş olacağını kestiremiyordu.

"Türkiye'deyim. Sen döndükten sonra ben sana bir yolunu bulur ulaşırım."

Öyle de olmuştu. Asya Türkiye'ye döner dönmez  havalimanında eline tanımadığı bir adam tarafından kağıt tutuşturulmuştu.

"Saat 6'da bu adrese gel. Deniz."

Bu kadar temkinli davranması Asya'yı şaşırtmıştı. Ortaya çıkmaktan bu denli korkacak biri gibi gözükmüyordu Deniz. Asya'nın gözünde Deniz asıl korkulması gereken kişi olarak kalmıştı.

Saat daha 4'tü fakat yol 2 saatlik mesafedeydi. Kendisini almaya gelen şoförün dedesinin talimatlarını dinlememesini sağlamış  ve adamı ikna ederek arabayı şoförden almıştı.

Adresi bulması zor olmuştu. Şehirden oldukça uzaklaşmış ve evlerin bitimine gelmişti. Arabadan indiğinde yanlış bir yere vardığını zannetti. Evet, bir ev vardı fakay harabeye benziyordu.

Eve doğru yaklaşıp Deniz'in ismini bağırdı.  Adam özlediği sesi duyduğunda heyecanla dışarıya çıktı. Belki Asya'nın buraya gelmesine izin vermesi hataydı fakat kendisine engel olamamıştı. Aylardır sadece telefonda görüşebilmişlerdi. Asya ondan kopmak istediğini ne kadar belli etse de bunun için olanak sağlamamış, kızın peşini asla bırakmamıştı. Aylar sonra ilk defa Asya onunla buluşmak istediğindeyse içinde bulunduğu durumu göz ardı edip kabul etmişti. Ve sonuçta yine o kahverengi gözlere bakabilmişti, kendisini kuş gibi hafif hissetti Deniz. Öykü'nün başına gelen olay yüzünden Asya'ya da bir şey olmasından hep korkmuştu. 

"Bazen çok inatçı oluyorsun." dedi dudakları kıvrılırken.

"Haklısın, fakat buna mecbur kalıyorum."

Asya hüzünle karşısındaki adamı inceledi. Fark ettiği şeyle afallamıştı, bunu daha önce nasıl gözden kaçırdığını bilmiyordu. Adam tıpkı kardeşine benziyordu. İkisininde gözleri mavinin aynı tonuydu ve aynı muzip bakışlarla bakıyorlardı. Oysa Deniz'in kız kardeşini hayatında bir kere görmüştü. Fakat şimdi dikkat edince bunu etraflarındaki insanların nasıl fark etmediğini anlamlandıramadı.

Deniz kendisine garip bakan kızdan dolayı gerildiğini hissetti. Asya ise adamın rahatsız olduğunu fark edip kendisini biraz gevşetti. Bazen çok belli ediyordu.

"Saklanmak için neden burayı şeçtin?" dedi.

Deniz'i arkasında bırakmış ve evin içine girmişti. Ağır bir rutubet kokusu vardı ve bu koku ona Ulaş ile sıkışıp kaldıkları odayı hatırlattı. Açlık ve susuzluğu bile göze alıp o günlere geri dönmek istedi. Bu korkunç bir düşünceydi fakat sadece o zamanlar Ulaş'ı uyurken seyredebilmişti. Yine aynı el kalbini avuçlarının arasına almıştı işte. Sıktıkça sıkıyor ve onu boğuyordu. Her şey onu hatırlatmamalıydı, bu zalimceydi.

"Dedemin evi, çocukken babamlarla buraya gelirdik."

Düşünceleri tekrar Deniz'e kaydı. Sözleri aklından geçirip anlamaya çalıştı. Deniz ona buruk bir gülümsemeyle bakıyordu.

"Belki şaşıracaksın Asya, fakat bazen insanca duygular hissedebiliyorum. Bir makine değilim ben. Çocukluğunu özleyen koca bir adamım."

"Ailen nerede?" 

"Uzun süredir Bursa'da yaşıyorlar. Doğrusu beni öldü sanmadan önce de zaten içlerinde beni öldürmüşlerdi. Tek ailem Yağmur'du fakat o da yok artık. Anlayacağın seninle birbirimizden pek bir farkımız yok. İkimizde aileleri tarafından istenmeyen çocuklardık, tek bir farkla. Ailem bana bunu hissettirmemeye çalışırlardı."

"Bilmiyordum. Üzgünüm." dedi Asya.

Bildiklerini genç adama nasıl açıklayacaktı hiçbir fikri yoktu.

"Ama dedem beni severdi, en sevdiği torunu bendim." dedi gözleri parıldıyarak.

"Herhalde ikizim dışındada sadece o sevmişti beni."

Bir şey diyemedi. Bu pekte uzak gelmiyordu ona.

Evi inceledi Asya, geçmişi hatırlatan eski bir soba vardı. Köşede bir radyo. Fazla tozlu ve kasvetli gözüküyordu ama sevmişti burayı. Hatta uzun süredir ilk defa bir yeri sevmişti. 

"Deden tek mi yaşardı?" dedi 2008 den kalma bir gazeteyi eline alıp incelerken.

"Anneannemi küçük dayımın doğumunda kaybetmişler. Çocukları birer birer evi terk ettikten sonra da tek yaşamaya başlamış. Elinde tuttuğun gazete öldüğü yıldan kalma. Belki de son okuduğu gazete. Bilemiyorum."

Yaşlı adamı evin içinde hayal etti. Tek başına çay içiyor ve radyodan haber dinliyordu. Arada sırada kalbine çocuklarının ve torunlarının özlemi doğuyordu. Belki de en çok Deniz'i özlüyordu. Deniz'in onun öz torunu olmadığını biliyor muydu acaba? 

"İlk defa kendinle alakalı şeylerden bu kadar uzun bahsediyorsun."

Deniz kızın yanına yaklaştı. Aralarındaki mesafe oldukça azalmıştı.

"Deneme yapıyorum."

"Ne denemesi?"

"Her şeyimi önüne serince beni sevecek misin diye bir deneme. Bakarsın işe yarar." 

"Yaramaz, boşuna çabalama." dedi ve geri çekildi kaşlarını çatıp. 

Adam ne yapıp edip onu rahatsız ediyordu.

"Buraya sana bilmen gerekenleri anlatmak için geldim, başka bir hiçbir nedeni yok."

"Peki, nedir öyleyse anlatacakların?" dedi alayla. 

Yutkundu Asya, nasıl söze kelimelere dökecekti bilmiyordu.

"Yalanın getirdiği mutluluk mu, yoksa gerçeklerin acı yüzü mü? Bu ikisi arasında bir tercih yapmalısın."

"Ne demek istiyorsun?" Bu sefer kaşları çatılmıştı.

"İkisinden birisini seçmelisin." dedi bakışlarını kaçırarak.

"Gerçekler elbette, her daim. "

"Emin misin?"

"Elbette eminim." dedi şüpheli bakışlarla.

Asya oldukça tozlu koltuğa oturdu ve derin bir nefes aldı. Dikkatlice Deniz'i izliyordu. Bildikleri çoktan boğazını sıkmaya başlamıştı.

"Bir adamın hikayesini anlatacağım sana. Mutsuz bir adamın, boşluğa düşmüş ve ne yapacağını bilmiyor. Hayatındaki en değerli varlığını kaybetmiş, oğlunu. Bir tane daha oğlu var,hatta hayatının içinde çok sevgili karısı var ama o kaybettiği oğlunda takılı kalmış. Öyleki tutunacak ip bulamamış, ama bunlar hep bahane tabi. Küçük oğlu da karısıda hâlâ hayatının bir köşesinde duruyor, onun kendisine geri dönmesini bekliyorlar. Fakat adam yapmaması gereken bir şeyi yapıyor. Kimsenin bundan haberi yok. Ama sonra bundan büyük bir pişmanlık duyuyor, ne çare. Çoktan üçüncü bir oğlu daha olmuş, karısından değil. Diğer kadından. Ne ailesinden vazgeçmek istiyor ne de kaybettiği oğlunun yerine koyduğu 3. oğlundan. 2 hafta sonra adamın şoförünün karısı bir kız çocuğu doğuruyor, adam da öz oğlunu bu aileye veriyor. Herkese ikiz doğurduğunu söylüyor şoförün karısı."

Deniz'in yüzünün sararması, insanı ürküten bakışları nasıl adlandırılamaz hisler yaşadığının habercisiydi.

"Bu ne demek Asya?" Sesi sert çıkmasına rağmen titremişti.

Gözleri dolmuştu Asya'nın. Buz gibi olan  elleri ile Deniz'in sıcak elini tuttu.

"Haluk Bey..." yutkundu.

"Senin öz baban." 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


37   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   39 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.