Yukarı Çık




41   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   43 

           
Felix elindeki dosyayı masanın uzak bir kenarına fırlattı ve dirseklerini masaya dayayarak yüzünü elleri arasına aldı.
Öğrendiği her yeni bilgi onu içten içe kahrediyordu.
Bayan Rose’ un ölmediğini öğrendiği günden beri düzenli bir şekilde gizlice araştırma yapmaya başlamıştı. Başta kolay olmamıştı. Bay Rose’ un sürekli etrafta olmasının da etkisi vardı elbette ama şimdi o hastaydı. Felix kendini biraz daha araştırmalarına verecek vakit bulabilmişti ama öğrendikleri pek iç açıcı değildi aksine kan dondurucuydu.
Küçükken babası ona sadece Bayan Rose’ un ölmediğini bir yerde gizlendiğini söylemişti. Akıl hastanesine hapsedildiğini değil.
Bay Rose’ un satın aldığı eski, çok bilinmedik bir hastanede tutuluyordu. Kadının kayıtlarına ulaşmak onu epey zorlamıştı ama imkânsız değildi. Adı değiştirilip farklı bir kimlikle kayıt altına alınmıştı. Kadın adeta bir hayalet gibiydi. Hiç iz yoktu. Eh, en azından onlar öyle sanıyordu. Felix kadının izini sürebileceği ufacık bir ipucu bulabilmişti: Bay Rose’ un yüzüğü.
Yüzük eski karısına aitti ve kadın öldükten-öldü bilindikten-yıllar sonra bile hâlâ onu takıyordu. Felix, Bay Rose’ un karısına olan sevgi ve sadakatinden bunu yapmadığına adı gibi emindi. Araştırdı ve buldu. O sadece bir yüzük değildi, o bir anahtardı. Felix o yüzüğü yapan adamı bulmuş ve onunla görüşmüştü. Özel bir siparişti ve de gizli. Bu yüzden kendisinin Bay Rose’ un emri üzerine gönderildiğini öne sürmüş onu ikna etmek için türlü yalanlar söylemişti. Sonunda başarmıştı. Anahtar özel olarak tasarlanmış bir kapıya aitti ve yüzükte olduğu gibi kapıdan da sadece bir adet üretilmişti. Felix ipuçlarını takip edip kendini Akıl hastanesinde bulduğunda sinir krizi geçirmiş, öfkeden, çaresizlikten ve acıdan ağlamıştı.
Bayan Rose’u ziyaret etmek istiyordu, Abel’ın onu görmesini istiyordu ama bunun için yüzüğü ele geçirmeliydi. Felix yüzüğün kopyasını yaptırdı ama yüzük için kullanılan özel bir madde yüzüğün bir daha temin edilememesi için bütün stoklardan kaldırılmıştı. Bu yüzden Felix gerçeğine benzeyen ama onun yerini tutamayacak bir kopya üretilmesini sağladı. Her şey bu gece sona erecekti. Yarın sabah Abel liseye geçtiği için özel uçağıyla yurt dışına uçacaktı. Bu gece her şey bitmeliydi. Felix yüzüğü Bay Rose’dan çalacaktı. Sahtesiyle yer değiştirecek ve gerçeğini Abel’a verecekti.
Ona her şeyi açıklayacaktı. Artık kendini bunu yapmak zorunda hissediyordu. Kovulabilirdi, hatta kesin kovulur ve belki Bay Rose’ un türlü işkencelerine maruz kalırdı ama Felix’i korkutan tek şey şüphesiz Abel’ın vereceği tepki olacaktı. Onu affedebilecek miydi? Her şeyden sonra eskisi gibi olabilecekler miydi? Hiç sanmıyordu.
Felix onu terk etmişti. Annesinin acısını çekerken- hem de bunu durdurabilecekken- ondan kaçmıştı, ona yalan söylemişti, en sevmediği kişinin hizmetine girmişti. Evet, bunlara zorlanmış olabilirdi ama yine de kendini affedemiyordu.
Bu gece her şey bitecekti. Birazdan her şey bitecekti.
Felix siyah deri eldivenlerini eline geçirdi ve hızlı adımlarla efendisinin odasına gitti. Jest’ in.
Her şeyi kendi başına yapamazdı. Yardıma ihtiyacı vardı ve Jest ona yardım edecekti. Felix Jest’e acıyordu. Çünkü her şeyi öğrenmişti, biliyordu. Bayan Rose’u araştırdığı süre boyunca istemediği bazı bilgiler öğrenmişti. Bayan Thorn’un Daniel Rose tarafından nasıl öldürüldüğünü. Tabii ki bu kayıtlarda yoktu ama Felix araştırmalarda uzmanlaşmıştı ve bulduğu ipuçları apaçık Bay Rose’u gösteriyordu. Başka birisi bu ipuçlarına belki gülüp geçebilirdi ama Felix adamın içindeki canavarı biliyordu ve tek yapması gereken bulduklarını Jest’e göstermek olmuştu. İnandırıcılığını arttırmak için Bay Rose’ un Abel’ın annesine ne yaptığını bile açıklamıştı. Tabii bunların hepsini bir yardım karşılığında yapmıştı.
Kapıyı çaldı ve Jest’ in yorgun sesiyle birlikte içeri girdi.
“Hazır mısınız, efendim?”
Artık Jest’e karşı kötü bir duygu beslemiyordu ama ona karşı hala temkinliydi. Çünkü çocuk ondan bir şey rica etmişti. Yapacağı şeyi kimseye söylememesini. Yapacağı şey… Felix bunu kabul etmişti. Muhtemelen bu ilerde başına bir sorun açacaktı ama şimdilik buna kafa yoramazdı. Belki bugünü bile atlatamazlardı.
“Evet. Pekâlâ başlayalım.”
Felix neredeyse koşar adımlarla malikânenin kontrol merkezinin olduğu kanada yöneldi. Belli aralıklarla kayıtları devre dışı bırakacaktı. Eğer uzun süreli bir kesinti olursa merak uyandırabilirdi bu yüzden bir arıza varmış gibi görünmeliydi.
Deri eldivenin içindeki elleri terlemişti. Derin bir nefes aldı ve planı zihninde bir kez daha gözden geçirdi.
Yüzüğü ve zehri Jest’e vermişti. Kayıtları belli aralıklarla devre dışı bırakmak için programladıktan sonra doktoru oyalaması gerekiyordu. Bay Rose ilaçların etkisiyle uyuyor olmalıydı ve doktor gelip onun değerlerini incelemeden önce-ki bu durumda Bay Rose her şeyi öğrenmek için kendisinin uyandırılmasını isterdi- kısa zamanları vardı.
Kontrol merkezine giden dönemeçten önce duraksadı. Jest’ in bir diğer görevi evdeki acil durum alarmlarından birini devreye sokup kapıdaki korumaların yerlerinden ayrılmasını sağlamaktı.
Ve… Başarmıştı. Kapıda hiç koruma yoktu. Felix kontrol merkezinin anahtarını babasından kolayca almıştı. Kapıyı açtı ve sessiz adımlarla içeri süzüldü. Etraf karanlıktı ışığı yakmadan mavi bir ışıkla odaya loş bir hava katan ekranlara yöneldi ve kayıtları programlamaya başladı.
Jest alarmı çalıştırdığında kısa boylu bir hizmetçi kız telaşla odasına girip malikânenin alt katında, sağ kanatta bir sorun olduğunu ve odasında kalması gerektiğini söylemişti. İşte şimdi Jest acılı evlat rolünü üstlenebilirdi.
“Babam… Onu görmek istiyorum.”
“Ama efendim-”
“Korumalar basit bir sorunu bile çözemiyorlarsa ne işe yarıyorlar ki? Babamın odasının önündeki korumaları sağ kanada yönlendirin ben babamla ilgilenirim.”
Kısa boylu hizmetçi usulca başını eğdi.
“Ta-tamam efendim.”
Felix programlamayı bitirdikten sonra Bay Rose’ un doktorunun kaldığı odaya doğru koştu. Saatine baktı ve kayıtların kaç dakika sonra devre dışı kalacağını hesapladı.
Odanın önüne geldiğinde üzerini düzeltti soluklandı ve saatine bakarak kapıyı çaldı.
Sessizlik. Dr. Quinet odasında olmalıydı, olmak zorundaydı.
Felix küfrederek Bay Rose’ un odasının bulunduğu kanada yöneldi ve ilerideki dönemeçten döner dönmez Abel’a çarptı.
İşte şimdi her şey bitmişti.
Yetişemeyecekti. Doktoru durduramayacaktı ve Jest yakalanacaktı.
“Felix?” Abel kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Burada ne arıyorsun?”
Felix soğukkanlılığını korudu. Şuanda bile kendinden nefret ediyordu. Abel’ın yakışıklı yüzünü inceledi. Titreşen uzun kirpiklerini, nefretle, acıyla ve… buruk bir sevgiyle yanan gözlerini, her zaman özenle taranmış yumuşacık altın saçlarını… Onu özlemişti.
“E-efendim…”
Aptal. Artık efendisi o değildi ki.
Boğazını temizledi.
“Yani… Bay Rose önemli bir görevim var.” Duraksadı.” Sizin burada olmamanız gerekiyor, bir sorun çıktı ve-”
“Biliyorum.” Gözlerini kıstı.” Sadece sevgili kardeşime bakmaya gelmiştim.”
“Bay Rose maalesef, Efendim…” Güçlükle yutkundu. ” Bugün hiç kimseyle görüşmeyi kabul etmiyor.”
Abel’ın suratı nefretle çarpıldı.
Felix başını eğdi. Belki hâlâ geç değildi. Doktoru durdurabilirdi.
“İzninizle Bay Rose…”
Felix Abel’ı arkada bırakarak bir adım atmıştı ki Abel’ın sözleri ile yere mıhlandı.
“Söz vermiştin…”
Abel yumruğunu yanındaki işlemeli duvara vurdu.
“Beni bırakmayacağına söz vermiştin!”
“Abel… Bay Rose-”
“Artık burada kalmak için babamı oyalayacak bahanem kalmadı. Hepsi senin içindi.” Acıyla güldü. Gözleri yaşlarla ıslanmıştı. ” Ama… ne önemi kaldı ki? Yarın gidiyorum.”
“Ben…”
“Sen ne? Üzgün müsün, pişman mısın?”
Hıçkırdı.
“Abel, yarın sabah gitmeden önce buluşalım. Sana söy-”
“Ne için! Yalanlarını mı sıralayacaksın? Yaptığın her şeyin benim iyiliğim için olduğunu mu söyleyeceksin?”
Titreyen elleriyle yüzünü örttü.
“Gitmeme izin mi vereceksin…”
Felix yumruklarını sıktı ve arkasını dönüp koşmaya başladı.
“Yarın saat beşte, bizim yerimizde! Bekle beni…”
Doktoru durdurmalıydı. Abel’a açıklamalıydı. Başarabilirdi. Abel için başarmalıydı.
Abel arkasından onu seyretti.
“Bekleyeceğim… Abi.”
Abel’ın hâlâ umudu vardı. Felix’i unuttuğunu düşünmüştü, unutabileceğini… Ama bazen birini çok severdiniz, koca bir ağaç kökleriyle toprağı nasıl kavrıyorsa bu sevgi de sizin kalbinizi öyle kavrardı. Onun size yaptığı her olumsuz davranış ölümcül olmamakla beraber kalbinize bir hançer gibi saplanırdı, evet ölümcül değildi belki ama bu hançer kalbinizde öyle bir yara açardı ki ölmüş olmayı dilerdiniz. Onu sildim sanırdınız, kalbimden tamamen attım… Ama onu asla silemezdiniz, adeta mühürlenirdi kalbinizin en derinine. Belki de o silemeyeceğiniz, unutamayacağınız yegâne şeydi. Bilemezdiniz.


Jest’ in babasının odasına girmesi kolay olmuştu. Fazla kolay.
İlk önce cebinden yüzüğü çıkardı. Muhteşem bir işçiliğe sahip yüzük odadaki makinelerin ışığıyla titrekçe parladı.
Babası derin bir uykudaydı. Yavaşça yanına yaklaştı.
“Selam baba.”
Eline uzandı. Kısa bir an anıları zihnine üşüştü. Jest küçük bir çocukken babası onun ellerini avuçları içine almış ve o büyüleyici ses tonuyla onu sevdiğini söylemişti. Jest bunun bir yalan olduğunu o zamanlar bile biliyordu ama öylesine gerçek hissettirmişti ki yüreğine hafif bir sıcaklık yayılmasına engel olamamıştı. Bu sevgi miydi? Şimdi adamın hafifçe kırışmış ellerine bakarken bunun asla sevgi olamayacağını düşünüyordu.
Hastalanmıştı, yaşlanmıştı ama karşısında yatan adam Jest’ in ilk kez gördüğü kadar etkileyiciydi.
Yüzüğü adamın parmağından yavaşça çıkardı ve sahtesiyle değiştirdi. Hiçbir fark göremiyordu. Derin bir nefes aldı.
Başına bir ağrı saplandı, kalp atışları hızlandı. İşte şimdi karşısında yatan adam babası değildi. Annesinin katiliydi.
Yüzüğü cebine koydu ve hafif bir çınlama duyuldu. Yüzüğün çarptığı küçük cam şişeyi cebinden çıkardı ve sıkıca tuttu.
Babasını zehirleyecekti. Ona acı çektirmek istedi, yavaş yavaş ölmesini, acıyla kıvranmasını ve ona canını bağışlaması için yalvarmasını istedi. Tüm bunları istediği için de kendinden nefret ediyordu ama düşüncelerine engel olamadı. Bunu parmak uçlarına kadar her bir sinirinde arzuladı. İstemsizce gerçekleşen bir duygu akışıydı bu. Kendisi gibi hissetmiyordu. Çaresiz, güçsüz, masum hissetmiyordu.
Babasının… Hayır, o babası değildi. O annesinin katiliydi. O bir canavardı. Onu zehirlerken yüzünü görmesini isterdi. Oğlunun onu zehirlediğini bilmesini. İç çekti. Şimdi Felix’e söz verdiği için onu uyandırmadan küçük bir doz zehri kanına karıştıracaktı. Sonraki günlerde de azar azar zehri bulaştırmaya devam edecekti ama bunu o uyanıkken yapacaktı. Gözlerine bakıp canı için yalvarırken. Şimdi düşününce gerçekten onun oğluydu. Sanırım bu vahşilik genlerinde vardı. Fazla oyalanmıştı. Kendini topladı ve babasının yanında asılı duran kan paketine uzandı. Sadece birkaç damlacık zehir damlatacaktı. Kimse onu görmezse tahlillerde çıkmayacak bir zehirdi. Şimdi çaresiz olan babasıydı. Kısa bir an suçluluk duygusuyla kavruldu ama birden annesinin son dakikalarını gözünde canlandırdı, ağlayışını, yalvarışını… Son sözleri neydi? Bunu düşünmesi yanlıştı ve bu yüzden de kendisinden nefret ediyordu ama acaba adını sayıklamış mıydı… Belki de Jest’i ne kadar çok sevdiğini haykırmış ve ölmüştü. Gözleri doldu. Bu kadar küçük bir sevgi sözcüğüne bile muhtaç olmaktan utanıyordu ama ne yapsındı ki? Daha önce hiç sevilmemişti. Annesi tarafından bile… Sevgili annesi.
Elleri titrerken zehri damlattı, işte başına bir ağrı daha saplanmıştı. Suçluluk duygusu aldığı zevkin altında ezildi. Şişeyi düşürüp kırmamak için bir makinenin üstüne bıraktı ve ellerini saçlarına geçirip acıyla inledi. Duyguları çakışıyordu. Zihninde sesler duyuyordu, gözyaşları yüzünü boyadı ve odaya yaklaşan ayak sesleri duyunca irkilerek hızla kapının arkasına sindi. Kesik kesik nefesler aldı kendine gelmeye çalıştı elini ağzına bastırdı ve mide bulantısının geçmesini diledi, gelenin Felix olmasını diledi.
Dışarıdan gelen mırıldanmalar duydu sonra kapı yavaşça açıldı ve arkasından kapanınca adımlar odaya doldu.
Bir adam gelmişti. Saçları ve sakalları karışmış orta yaşlı zayıf bir adam. Çıkık elmacık kemikleri uzun kirpikleri ve koyu gözleriyle gölgelenmişti. Birkaç adım atıp kapıdan uzaklaştı ve durdu. Eliyle duvardaki düğmeye basarak ışıkları açtı. Daniel Rose’ un yatağına doğru birkaç adım attı ve irkilerek aniden geriledi.
Jest düşüncelerini toplayınca adamın neye tepki verdiğini anladı ve içinden küfretti.
Şişe. Onu orada bırakmıştı ve adam onu görmüştü.
Saklandığı köşeden usulca çıktı. Başı dönüyordu. Gözlerini kırpıştırdı. Babasının aptal genlerini taşımamayı isterdi. Onun gibi olmamayı…
Jest hastaydı. Küçük bir çocuk olduğu zamanlar bile bunu biliyordu. Geceleri tuhaf sesler duyup uyanırdı. Olmayan şeyler görürdü, insanların yüzleri birbirine karışırdı. Gerçekle hayali ayırt edemediği günler olurdu. Annesinin onu psikiyatra götürdüğü zamanlardaki yüz ifadesi aklına geldi. Gizleyemediği bir duygu. Güldü. Belki de annesi onu bu yüzden sevmiyordu. O deliydi. Tıpkı babası gibi. Ama bu… adil değildi. Jest Abel’ı ilk gördüğü günü hatırladı. Babası gibi davranıyordu. Onu taklit ediyordu ama Jest Abel’ı tanıdıkça onun babasıyla dış görünüşü dışında alakaları olmadıklarını anladı. Babasına benzeyen Jest’ ti.
“Kim var orada?” Doktor tısladı.
Hayır… Hayır, o doktor değildi. İşte yine hayal ve gerçek birbirine karışmıştı. Şimdi babası ayaktaydı. Yatak boştu. Doktor yoktu. Jest babasının her gün baktığı ve -Jest’e göre-baktıkça göğsünün gururla kabardığı kupalardan birine uzandı. Altın bir tanesi eline geldi.
Uluslararası bir yüzme şampiyonasına aitti. Neredeyse her alanda mükemmel olan Abel’ın birinciliğiydi.
Babası ona döndü. Bedeni kanla kaplıydı. Beyaz dişleriyle sırıttı.
“Annenin kanı oğlum.”
Jest’ in göğsü sıkıştı. Onu öldürecekti. Annesine yaptığı gibi ona acı çektirecekti. Kahkaha attı. Artık bedenini kontrol edemiyordu.
Jest altın kupayla doktorun üzerine atıldığında adam çığlık atacak zaman bulamadan kafasına ağır metal inmişti.
Vurdu. Derinin parçalanma sesi, kemiğin kırılma sesi kulaklarında çınladı. İçten içe ağladı, bağırdı ama bedeni durmasına izin vermedi. Doktorun derisi parçalanana, kafatası görülene kadar vurdu. Nihayet durduğunda elleri kanla kaplanmıştı. Hain ellerine baktı. Sonra gözleri doktorun parçalanmış yüzüne kaydı. Yüz gözlerinde şekillendi ve babası olmadığını anladığında dehşetle yerde geriledi. Kanlı ellerini ağzına götürdü ve çığlığını bastırdı. Doktorun kanı dudaklarına bulaştı.
İnanamayarak kafasını iki yana salladı. Yerde iki büklüm oldu kafasını yere dayadı. Ağladı, ağladı ve ölmeyi diledi.
Felix nefes nefese kapıyı açtığında yüzü dehşetle çarpıldı. Doktor yüzü parçalanmış halde yerde yatarken Jest bir köşeye sinmiş iç parçalayıcı bir şekilde ağlıyordu. Hızla doktorun yanına ulaştı ve adamın nabzını yokladı. Ölmüştü.
Felix konuşabildiğinde midesinin bulantısını bastırmayı ve kanın metalik kokusunu almamayı denedi.
“J-Jest…”
Jest ona bakmadı. Efendim dememesini umursamadı bile. Titremeye ve bedenini haşlayan vicdan azabıyla yüzleşmeye çalıştı. O katildi. O birini öldürmüştü. Masum birini.
Altın kupanın hala ellerinde olduğunu fark edince irkildi ve kupayı duvara fırlattı.
Felix efendisinin yanına koştu.
“Jest!”
Yüzünü avuçları arasına aldı. Şimdi Felix’ in onu ilk gördüğü zamanki gibi küçük, korkmuş bir çocuğa benziyordu.
Jest korkuyla büyüyen gözlerinden akan yaşları silmeye çalışmadı, ellerindeki kanlardan da kurtulmadı. Sustu.
Ve dünyanın son bulmasını diledi.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


41   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   43 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.