Yukarı Çık




48   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   50 

           
Malikânenin işlemeli duvarları yaratıkların sağır edici çığlıkları eşliğinde yıkılırken Amy yerde baygın halde yatan Lucas ve Abel için bir koruma kalkanı oluşturmuştu. Öylesine büyük bir karmaşa vardı ki Amy kendi düşüncelerini bile duymakta güçlük çekiyordu.
Çığlıklar yükselirken şekil değiştiren tuhaf varlık ortadan kaybolmuştu ama karanlık aurası hala etraftaydı. Sesi Amy’ nin zihninin derinliklerinde yankılandı.
“Bize katıl Amilia, ait olduğun yer acınası insanların dünyası değil!”
“Sus. Fazla konuşuyorsun.”
Amy ise bu karmaşa haline göre oldukça sakindi. Bu içgüdüsel bir şeydi. Öyle ki etrafını sarıp onu yutan binlerce yaratığı hala havada asılı olan elinin tek bir hareketiyle etkisiz hale getirmişti. Yaratıkları hissetmişti, içlerinden akıp giden duyguları, karmaşık zihinlerinin gürültüsünü… Ama bunlar pek iç açıcı duygular ve düşünceler değildi. Ölüm kokuyorlardı.
Düşününce Amy güçlüydü. Hem de olması gerektiğinden fazla güçlü. Zihinlerine girip onları durdurmuştu ve denerse onlara istediği duyguları bile aşılayabileceğini biliyordu.
Amy tamamıyla canavarlara odaklanmışken acımasız ses tekrar zihninde belirdi.
“Düş.”
Tek bir kelime. Amy’ nin bedenini çevreleyip onu kontrolü altına alan bir emir.
Amy bedeninin kontrolünü tamamen kaybetmeden önce derin bir nefes alabildi.
Ve bu onun ciğerlerine doldurabildiği son nefes oldu.
Bütün bedeni panik alarmı veriyordu. Nefes alamıyordu, hareket edemiyordu, kendini kontrol edemiyordu.
Hepsinden öte hızla yere düşüyordu.
O sırada her şey tuhaf bir şekilde yavaşlamış gibiydi. Malikânenin yıkılan tavanından mor gökyüzünü gördü, etrafını terk edip ona dokunmadan gökyüzüne doğru süzülen mor yaratık sürüsünü ve bir şey, sürüden ayrılan bir yaratık ona doğru yavaşça yaklaşıyordu. Ölüm ona kollarını açmış, bekliyordu.
Hayır… Hayır. Ölmek istemiyordu.
Amy gözlerini kapatmak istedi. Birazdan ölecekti. Ölecekti…
Bu gerçek gibi gelmiyordu. İnsanlar çoğu zaman ölümden sanki hiç ulaşamayacakları bir şeymiş gibi bahsederlerdi, kendilerini etkisine alamayacak bir şeymiş gibi… Ancak nasıl bir şey olduğunu bilmezlerdi.
Gerçi kendisi de bilmiyordu ama biraz sonra öğrenecekti.
Her şey son bulacaktı ve rüyadan uyanamayacak, bedeni gerçeklikte yıllar geçtikçe çürüyüp gidecekti. Ailesini bir daha göremeyecekti, Nick’i bir daha göremeyecekti.
Amy’e uzun gelen birkaç dakika boyunca düştü. Cam kırıkları etrafta parlarken, mor yaratık ruhuyla beslenmek için ona daha da yaklaşırken, Amy’ nin gücünü kaybetmesiyle etraflarındaki koruma kalkanı yıkılan Lucas ve Abel her şeyden habersiz yerde yatarken o hala düşüyordu. Ve…
Birden yaratık hızlanıp birkaç saniye içinde yanına ulaşınca Amy gözlerini kapatmaya bile fırsat bulamadı. Bedeni dondu, kendini ölümün kollarına bırakmaya hazırlandı ama sandığı şey olmadı.
Yaratık onun ruhunu kendi bedenine aktarmadı ve Amy ancak mor bir sise sarılıp tekrar gökyüzüne yükselirken ne olduğunu anlayabildi.
Yaratık onu kurtarmıştı. Hayır… Hayır.
Onu kurtaran yaratık değildi. Onu kurtaran…
Ölü Ruh’ tu.
Amy genç adamın binlerce yaratığın arasından sıyrılan siyahlara bürünmüş insan bedenini gördü. Siyah pelerini gökyüzünde dalgalanırken ilk defa Amy ona bakarken ürkmüyordu. Hatta içi tuhaf bir minnetle dolmuştu.
“Ölü Ruh… Ne yaptığını sanıyorsun?”
Kendisine hitaben olmasa da Ses tekrar Amy’ nin zihninde uğuldadı. Şimdi daha sert ve acımasızdı.
“Kaç.”
İşte bu sözler kendisineydi.
Mor sisle beraber Ölü Ruh’ un kusursuz insan bedenine yaklaştı.
Yüzü kapüşonunun altında gizlenmiş olsa da Amy adamın kıvrılan dudaklarındaki hafif tebessümü gördü.
Birkaç saniyelik bir şeydi. Geldiği gibi hızla kaybolan küçük bir gülümseme.
“Daha fazla dayanamıyorum.”
Ondan beklenmeyecek kadar hüzünlü bir ses…
Amy nihayet nefes alabildiğinde bir soru hiddetli bir dalga gibi hışımla zihninin duvarlarına çarptı.
Onu neden kurtarmıştı? Neden? Ama bunu sormadı. Bunun yerine yıkık duvarların arasında yatan Lucas ve Abel’a baktı. Onları unutmuştu.
“Lucas, Abel…”
Onların yanına gitmek için bir hamle yaptı ama bedeni olduğu yere çivilenmiş gibiydi.
“Cık,cık,cık. Başarısız bir deneme benim sevgili Ölü Ruh’ um. Şimdi o acınası insan yanını bırak ve kendine gel de biraz eğlenelim…”
Eğlence.
Ölü Ruh’ un bedeni şiddetli bir şekilde titremeye başladı. Sanki içinde bütün bedenini parçalayan vahşi bir canavar barındırıyordu. Boğazından birkaç acılı hırıltı yükseldi ve… İçindeki vahşi canavar serbest bırakıldı. İşte şimdi eski haline dönmüştü. Dudakları zevkle kıvrılmış, kana susamış bir ifadeyle sırıtmıştı.
Birden Nick, Amy’ nin önünde belirdi. Yine onun görüntüsünü kullanıyordu.
“Benimle savaşamazsın, Amilia. Şimdi taşı bana ver ve yere inip acınası arkadaşlarını kendi ellerinle öldür.”
Amy zihnine kazınan sözlere direnmeye çalıştı. Yeni anlıyordu. Çok aptaldı… Güçlükle konuştu ve ağzından çıkan kelimelerin kendisine ait olduğunu görünce bedeninin tamamen ele geçirilmediğini fark etti.
“Bizimle… Eğleniyordun!”
Genç adam omuz silkti.
“Değersiz hayatlarınız umurumda değil. Şimdi taşı bana ver ve aşağı in.”
Amy hızlı bir kararla aşağı indi. Bedeninin kontrolü hâlâ elindeydi.
En azından şimdilik.
“Sana taşı ver dedim.”
Hayır, hayır.
Amy bir elinde beliren keskin bıçağa baktı.
“Pekâlâ, bir oyun oynayalım o zaman. Taşı bana vermediğin her dakikada bir hamle. Nasıl? Az mı, pekâlâ iki olsun.” Güldü.
“Süren başladı bile. Dakikada iki kez bıçağı arkadaşlarına saplayacaksın. Kendine de saplayabilirsin tabii ama eğlencesi kalmaz o zaman.”
Amy yutkundu ve Nick’e bir bakış attı. Gerçekten o olmasa bile gökyüzünden ona bakan adamın tiksinti dolu bakışları kalbini sızlatıyordu.
“Sağır falan mı oldun? Kıpırda!”
Amy bakışlarını bir elindeki taşa bir de bıçağa kaydırdı. İşte şimdi bedeni yavaşça yerde yatan bedenlere doğru ilerliyordu.
“…30.29.28.” Nick sıkıntıyla iç çekti.” Çok yavaşsın, hızlan biraz.”
Amy adımlarının hızlandığını fark etti. Elleri titriyordu. Gücü… Tamamen tükenmiş gibiydi.
Ayaklarına ne kadar söz geçirmeye çalışsa da fayda etmiyordu, Lucas’ın yerde yatan bedeninin yanına ulaşmıştı.
“…10.9.8…”
Bir adım daha attı ve durdu. Bıçağı tutan eli yavaşça havaya kalktı. Ona durmasını söylemeliydi ama kelimeler bir türlü dudaklarından dökülmedi.
“…3.2.1.”
Ve keskin metal hızla Lucas’ın etini kesip omzuna saplandı. Lucas yerde acıyla inledi.
“Yapma!” Amy konuşabildiğinde artık çok geçti.
“Hadi ama daha yeni başladık.”
“Lütfen… Dur! Taş… Al onu!”
Nick düşünceli bir ifadeyle ona baktı ve sıkıntıyla iç çekti. “Taşı istiyorum elbette ama bu çok kolay oldu.” Dudaklarını büzdü.” Acı çekmelisiniz.”
Ve bir hamle daha. Amy keskin metalin kemiğe değdiğini hissettiğinde, gözlerinde beyaz noktacıklar uçuşuyordu.
Gözlerini kapatmaya çalıştı ama Nick onu engelliyordu.
Hayır. O Nick değildi. Böyle düşünmemeliydi. Nick’e haksızlık etmiş olurdu…
Lucas’ın yükselen iniltileri arasında tüm düşünceleri parçalandı.
“Sıkıldım. Hadi başka bir oyun oynayalım.”
Amy kısa bir an bedenini toparlamaya çalıştı.
“İstemiyorum…”
“Ama ben istiyorum.”
Amy birden içinde bir gücün aktığını hissetti, nefes nefese yere çöktü. Bütün bedeni titriyordu. Birkaç saniye duraksadı, elinde tuttuğu bıçağın sert kabzasını hissetti ve hızla kanlı bıçağı uzak bir köşeye fırlattı. Bedeninin kontrolünü kazanmış gibiydi ama ne yapabilirdi ki?
Ağlamamak için gözlerini kırpıştırdı ve yerde kıvranan Lucas’ın omzuna uzandı.
“Özür dilerim. Ben…”
Lucas acılı inlemeleri arasında konuşmadı. Koyu saçları terden yüzüne yapışmış, karamel rengi gözleri yaşlarla ıslanmıştı.
Amy elini adamın yarasına bastırdı.
“Üzgünüm… Başaramadım.”
Gözlerini kapattı ve Lucas’ın üzerine eğilerek başını adamın göğsüne koydu. Eli hala yarasındaydı.
“Acınası insanların yanında zaman geçirerek onlara benzemişsin, Amilia.”
“Ben sandığın kişi değilim! Ben Amy Blue’yum!”
Amy sesinin titrememesine şaşırmıştı. Ve…
Kararını vermişti.
O Amy’ydi. Her zaman Amy olmuştu, kim ne derse desin o buydu.
Bir elinde hala taş vardı. Diğer eliyle Lucas’ın kanlı gömleğini daha sıkı kavradı.
O sırada beyaz pırıltılar yavaşça Lucas’ın bedenine yayıldı, derin yarasını kapladı. Dokunan bir iplik gibi yavaşça ve düzgünce yarayı iyileştirdi. Amy irkilerek ellerinden süzülen beyaz ışıklara baktı.
“Ölü Ruh.”
Nick’ in bedenindeki varlığın başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Ölü Ruh çılgın kahkahaları arasında hızla Amy’e doğru uçtu.
“Başardın…”
Amy Lucas’ın sesiyle bir kez daha irkildi.
Eski haline dönüyordu. Saçları, göz altlarındaki kan lekeleri ve alnındaki hilal…
Ölü Ruh ona yaklaşıyordu ama kendisine ulaşamayacaktı. Amy’ nin bedeni yavaşça parçalanmaya başladı.
Bir an taşı hatırladı. Onu Lucas’a geri vermeliydi. Hızlı bir hareketle taşı Lucas’ın cebine koydu.
“Tekrar görüşeceğiz, Prenses.”
Etraf kör edici bir beyazlıkla yıkanırken ses havada asıl kaldı ve her şey sessizliğin hükmü altına girmeye boyun eğdi.
Rüya sona erdi.
***
Kızıl-siyah saçları dağılmış genç adam karanlık salonda, yüksek platformdaki tahtında oturuyordu. Tırnaklarını tahtın kollarına geçirmiş alev saçan kızıl gözleriyle karşısında dikilen adama bakıyordu. Sıkıntıyla iç çekti.
“Ölü Ruh.”
Yavaşça tahtından kalktı ve ağır adımlarla Ölü Ruh’a doğru ilerledi.
“Cezanı merak ediyor musun?”
Birkaç santim uzun olduğu adamın tam karşısında durdu. Nazikçe çenesine uzandı ve Ölü Ruh’ un eğilmiş başını yukarı kaldırdı. Kızıl gözleri Ölü Ruh’ un ametist rengi gözleriyle buluştu. Sonra başı hafifçe yana çevirerek devasa bir mağarayı andıran salonun yan duvarlarındaki düzinelerce rafı gösterdi.
“Sonunun onlar gibi mi olmasını istiyorsun?”
Onlar. Ölü Ruh güçlükle yutkundu.
Rafları süsleyen düzinelerce kavanozdaki tuhaf sıvı içinde yüzen kesik başlar.
Ölü Ruh’ un yüzünü tekrar kendisine çevirdi.
“Çok güzel bir koleksiyon değil mi? İnsani yanını öldür yoksa-”
“Kardeşim, neden bu kadar sabırsızsın?”
İsyankâr kızıl-siyah saçları dağılmış genç adam başını öfkeyle birkaç metre ötesinde, solunda beliren adama çevirdi.
“Bu sadece bir denemeydi. Taşı şimdilik alamayacağının farkındasın değil mi? Sahibini öldüremeyeceğin için onun ölümünü beklemelisin. Ayrıca Ölü Ruh’a ihtiyacın var. O, ruh emicilerin gibi aptal değil. ”
“Ne zaman işime karışır oldun?”
Solunda dikilen adam yavaşça ona yaklaştı. Dağınık beyaz saçları ensesine dökülüyordu. Bal rengi gözleri sakince parladı.
“Bir anlaşmamız var, sevgili ikizim.”
“Evet ve beni bu anlaşmada tatmin eden şeylerden biri de koleksiyonumun en özel parçası olacak olman, ikizim.”
“Zamanı gelince kardeşim. Şimdilik bana elini süremezsin. Artık Ölü Ruh’u bırak da Dünya’daki görevine devam etsin.”
“Kızın ölmesine ne kadar kaldı?”
“İki hafta. Sabret kardeşim ikimiz de istediğimizi alacağız. Sen de gördün, onu doğru düzgün kontrol edemiyorsun. O kız sandığından daha güçlü.”
“Ben hepinizden daha güçlüyüm, ikizim. O aptal kızdan da.”
“Sıradan insanlar için belki evet, oldukça güçlüsün ama unutma ikizim. O da bizim gibi bir Aykan. “Gülümsedi.
“Bu arada onu korkutmak için oynadığın oyunu beğendim.”
Kızıl saçlı adam tısladı. “Güçlerime henüz kavuşmadım kardeşim. Yoksa o aptal kızla daha eğlenceli oyunlar oynardım biliyorsun ama bu kadarı bile onu korkutmaya yetmiştir.”
Dağınık beyaz saçlı adam kardeşine daha da yaklaştı ve elini genç adamın omzuna koydu.
“Şimdilik güçlerine kavuşmayı bekle ve o gün geldiğinde yeniden saldır, ikizim.”


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


48   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   50 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.