Yukarı Çık




52   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   54 

           
Amy soluk duvarların çevrelediği koridoru aşıp karşısında dikilen Nick’e sarıldığında zamanın durduğuna yemin edebilirdi ve Nick kızın endişeli sarılışına karşılık verip onu kollarıyla sararken hiçbir şey bu anı bozamazdı.
Dwight dışında hiçbir şey.
“Buna daha ne kadar devam edeceksiniz?”
Dwight yüzüne düşen bir parça kızıl saçı üfleyerek kollarını göğsünde kavuşturdu. Sınıf kapısının önünde dikiliyordu.
“Hadi ama çocuklar, ben de buradayım.”
Amy iç geçirip geri çekilmek için bir hamle yaptığında Nick onu saran kollarını sıktı ve ondan ayrılmadan önce hafifçe kulağına fısıldadı.
“Beni çok endişelendirdin.”
Amy gülümsedi.
“Bu senin için de geçerli.”
“Beklesek gider mi?”
“Hey, seni duydum!”
En sonunda Amy ve Nick, Dwight’ın homurtuları arasında birbirinden ayrıldı.
“Bayan Almeida’nın geciktiğine inanamıyorum, üstelik bugün fen projelerini teslim edecektik.”
“Fen projesi mi!”
Amy ve Nick aynı anda şaşkınlıkla bağırdı.
Ah,evet. Yeni bir sorun.
Bayan Almeida’nın bugün teslim edilmesi gereken proje ödevi.
“Bana sakın unuttuğunuzu söylemeyin…” Dwight, Amy ve Nick’in yere indirdiği bakışlarını yakalamaya çalışarak iç çekti. “Unuttunuz öyle değil mi?”
İkisi de endişeyle başlarını salladı.
Hem Bayan Almeida nerede kalmıştı ki? Ders başlayalı on dakikayı geçmişti. Üstelik daha önce hiç gecikmemişti. Gerçi bu iyi olmuştu. En azından Amy için. Kadının delici bakışlarına maruz kalmadan sınıfa girebilmiş ve Dwight’ı konuşmak için koridora çektiği sırada da koridorda koşuşturan Nick’i görmüştü.
Sonrası sıcacık bir sarılma ve Dwight’ın homurtularıyla geçen birkaç dakikadan oluşuyordu.
Ve şimdi yine sorununa odaklanabilirdi.
Kadının normal davranışları bile yeterince ürkütücü değilmiş gibi bir de bu çıkmıştı. Projesini unuttuğunu söylediğinde nasıl tepki vereceğinden emin olamıyordu. Hayır…Düşünmek bile istemiyordu.
“Hadi sınıfa girelim, eminim ki Bayan Almeida’nın gecikmesinin ardında önemli bir neden vardır. Birazdan elinde dosyalarla koridorda belirirse şaşırmayın.”
Üçü birlikte sınıfa girerken birden adım sesleri koridorda yankılandı.
Herkes susup yerine geçerken adımlar hızlandı.
Amy ve Nick yan yana oturdukları sırada endişeli bakışlarla birbirine bakarken Dwight kucağındaki karmaşık aleti bir bezle nazikçe parlatmakla meşguldü.
Birden adım sesleri kesildi ve nefesler tutulup bakışlar açık kapıya yöneldi.
Gelen…bir öğrenciydi. Nöbetçi öğrenci.
Kısa boyu,çilli yuvarlak yüzü ve kızarmış yanaklarıyla kapıda dikiliyordu.
Bütün dikkatleri üzerine toplayıp mırıltılar başlamadan önce sevimli görüntüsüne nazaran oldukça gür bir sesle konuştu.
“Amy Blue, müdür odasında seni görmek istiyor.”
Amy şaşkınlıkla oturduğu sırada ayağa kalktı.
“Lucas…”
Çocuk başka bir şey söylemeden koridorda kaybolurken bakışlar Amy’e çevrilmişti.
“Hey!”
Amy meraklı adımlarla kapıya doğru giderken Nick, Amy’nin peşinden ona ulaşıp kolunu tuttu.
“Bir sorun mu var?”
Amy omuz silkip hafifçe gülümsedi.
“Hayır, merak etme. Hem eğer şanslıysam Bayan Almeida’nın gazabından kurtulurum.”
Nick, gergince kızın gülümsemesine karşılık vererek başını salladı ve Amy sınıftan çıkıp soluk duvarların çevrelediği koridoru aşarken tekrardan sırasına oturdu.
Amy geniş, okulun armasının işlenmiş olduğu kapının önünde durup kapıyı çalmak için uzanırken içeriden yükselen öfkeli bir kadın sesi elinin havada asılı kalmasını sağladı.
Bu ses Bayan Almeida’ya aitti.
“Bay Lyndon, onlara yeterince esnek davranıyorum, Nick ve Dwight… Geçen derste onları yemekhaneye bile gönderdim!”
“Bayan Almeida, biz buna sınıftan atmak diyoruz.”
“A-Ama çoğu zaman dersime geç kalıyorlar, benim de kurallarım var! Ayrıca hepsinin çok da saygılı olduğunu söyleyemem, öyle değil mi Bay Russell?”
Birkaç dakika sessizlikten sonra Bay Russell’ın boğuk sesi duyuldu. Bay Russell dazlak kafasına ters düşen gür bıyıklarıyla son sınıfların dersine giren öğretmenlerden biriydi. Abel’ın sınıfına giren öğretmenlerden.
“Özellikle şu Abel denen çocuk, onun kadar şımarık birini daha önce görmedim.”
Lucas-Amy öyle olduğunu düşünüyordu- iç çekti.
“Maaşınızın üç katını alıyorsunuz, hatırlatırım. Şimdi öğrencilerimin zamanından çalmayı kesip derslerinize geri dönün lütfen.”
Amy sert adımların kapıya yaklaştığını duyup irkilerek geri çekildi. Onları dinlediği için utanıyordu ve kapı açılıp Bayan Almeida’nın öfkeli bakışlarıyla karşılaştığında içinde yükselen utançla kızaran yüzünü gizleyemedi.
Kadının peşinden gelen Bay Russell ise Amy’e bakma zahmetine bile girmeden kızın yanından geçip gitti.
Bayan Almeida Amy’e doğru yaklaştı.
“Bayan Blue, bu ne hoş bir sürpriz.”
“Evet…” Amy sesini alçaltıp mırıldandı.” Ne demezsiniz.”
“Umarım projen de benim için hoş bir sürpriz olur.”
“Ah…” Amy yutkundu ve bakışlarını kaçırıp Lucas’ın açık kapısından içeri girdi.
“İzninizle.”
Kadın göz ucuyla Amy’e bakıp topuklu ayakkabılarını zemine çarparak soluk koridorda ilerledi.
Amy ancak içeri girip kapıyı kapattığında derin bir nefes alabildi ve Lucas’ın her zamanki ciddi ifadesi onu karşıladı.
“Amy, otur lütfen.”
Lucas’ın koyu saçları karışmış, karamel rengi gözleri odaya dolan gün ışığıyla usulca parlıyordu. Amy yavaşça adamın geniş masasının karşısındaki rahat koltuklardan birine oturdu.
“Seni neden çağırdığımı merak ediyorsundur.” Hafifçe tebessüm etti.” Zamanımız tükeniyor Amy…O’nun ne planladığını bilmiyorum.”
“O mu? Ölü Ruh?”
Lucas iç çekip ellerini sıkıntıyla saçlarına geçirdi.
“Biz ona Gölge diyoruz.”
“Gölge mi? A-ama sen demiştin ki bizim düşmanımız…”
“Öyleydi. Gölge’nin işe karışmasını beklemiyordum.”
Amy derin bir nefes aldı.
“Gölge de kim?Neler oluyor Lucas?”
“Sakin ol. Her şey yoluna girecek ama zaman tükeniyor, çalışmalara başlamalıyız. Şimdilik sana onun kim olduğu hakkında bilgi veremem,bunu zamanı gelince anlayacaksın.”
“Çalışmalar mı,zamanı gelince mi? Bu da ne demek-”
“Söylediğim gibi endişelenmeni gerektirecek bir şey yok. Sadece iki hafta, Amy. Seninle iki hafta boyunca zihin kontrolü üzerinde çalışacağız.”
“Zihin kontrolü…Yani zihinlere girmek gibi mi?”
“Daha da fazlası Amy. Zihinleri yönetmek,anıları değiştirmek, onlara istediğin duyguları aşılamak-”
“Onları ele geçirmek…Ölü Ruh’u, Gölge’yi?”
“Evet.”
“Peki şu zihin kontrolü çalışmalarına ne zaman başlayacağız?”
“Hemen şimdi.”
“Ama ders-”
“Bundan sonra seni her gün bazı derslerinden alıkoymak zorundayım.”
Amy iç çekip bakışlarını ellerine indirdi.
Mükemmel! Zaten son günlerde notları kötüydü…
Birden Bayan Almeida’nın dersinden kurtulacağı aklına geldi.
Bu durumda Amy’nin tek yapabileceği Nick’e şans dileyip dersten yırttığı için sevinmek olabilirdi.
“Pekala bunu nasıl yapmayı planlıyorsun? Ayrıca neden ben?”
“Rüyadaki taşı hatırlıyor musun?”
“Evet, şu tuhaf taş.”
“Aynen, güç onda gizli ama her şey sende bitiyor Amy. Bunu da zamanı gelince anlayacaksın,sabret.”
“Şu çalışmalar nasıl olacak?”
Lucas gözlerini kısıp anlaşılması güç bir ifadeyle Amy’e baktı ve birkaç saniye sonra ayağa kalkıp Amy’nin yanındaki koltuğa oturdu. Şimdi Amy’nin oldukça yakınındaydı ve Amy adamın daha önce dikkat etmediği düzgün yüz hatlarını fark etti. Gerçekten yakışıklı bir yüze sahipti. Orta yaşlılarda olması gereken kırışıklıklara da sahip değildi hatta yüzü tuhaf bir şekilde genç duruyordu.
Lucas cebinden Aykan Taşını çıkardı ve onu Amy’nin daha iyi görebilmesi için kızın yüzüne yaklaştırdı.
Taşın büyüleyici bir etkisi vardı. İnsanın içinden onu uzun süre seyredesi geliyor, düşüncelere dalıp gitmesine neden oluyordu.
“Gözlerini kapat.”
Amy büyülenmişcesine taşı seyrederken Lucas’ın sesiyle irkildi ve birkaç saniye sonra söylenenleri idrak edip gözlerini kapattı.
“Zihnini boşalt,Amy. Bırak düşüncelerin akıp gitsin,senden uzaklaşsın. Rahatla.”
Lucas’ın zihnine dolan sesiyle Amy’nin omuzları hafifçe düşerken taş birden parlamaya başladı.
Lucas, Gölge ve Ölü Ruh’a karşı koyduğu zamanlar dışında orijinal taşı kullanacak kadar aptal değildi. Hem etkisi iyice artmışken onu kullanmak son derece zararlıydı. Ne de olsa taş onun yaşam enerjisini emiyordu ve bu kötü özelliği bir tek sahibini etkilemiyordu.
Gerçek sahibini.
Şuan Lucas’ın elindeki taş ise kopyadan başka bir şey değildi. Fazla gücü olmayan bir taştı ama şimdilik Amy’nin zihnine girmesi için yeterli olacaktı.
“Nick.”
Lucas Amy’nin zihnine daha kolay girebilmek için bu kelimeyi seçmişti.
Çünkü kızın birçok anısında onun olduğuna emindi.
Amy anıları bir film şeridi gibi gözünün önünde akıp giderken bedeninin gevşediğini hissetti. Savunmasız hissediyordu.
Zihninde biri vardı,biri…Anılarını görebilecek olan,duygularını hissedebilecek olan biri.
Bu düşünce rahatsız ediciydi ama buna izin veren kendisiydi. Bu yüzden kimseyi suçlayamazdı.
Amy anıları etrafını sarıp yavaşça onu boğarken bedeninin kontrolünü kaybetti. Zihni sonsuz bir okyanus gibiydi. Ölümcül bir okyanus gibi.
Dibi enkazlarla dolu bir okyanus gibi…
Lucas kızın zihnine girdiğinde hissettiği ilk duygu yoğun bir endişeydi. Bu yüzden Amy’nin anılarına dalmadan hemen önce kızın zihnine olumlu duygular yerleştirdi. Böylesi daha kolaydı.
Soğuk,sert ve sessiz.
“Neredeyim?”
Bu düşünceler Amy’e aitti. Aynı zamanda Amy’nin bedeninde, gözlerini aralayıp mor gökyüzünü gören Lucas’a. Amy’nin düşünceleri yavaşça Lucas’ın zihnine akarken kız yerde doğruldu.
“Burası…”diye geçirdi içinden.
“Burası yarın başlayacağım lise değil mi?”
Okulun önünde tek başına olduğunu fark etti.
“Bu bir rüya değil mi?” Bir şekilde bunu biliyordu işte.
“Ama çok gerçekçi…” diye düşündü.
Lucas kızın bütün duygularını hissedebiliyordu, şaşkınlığını, heyecanını, endişesini…
Bu Rüya Okulu’na ilk geldiği zamanki anısı olmalıydı. Amy- ve Lucas- ayağa kalkarak karşısında dikilen ihtişamlı okula doğru ilerledi, elleri ağır demir kapının kulpları ile buluştu ve demir kapıyı kendine doğru çekerek açtı.Gıcırdayan kapıdan başka bir ses duymamıştı.Ürperti bir örümcek ağı gibi bütün bedenini sardı.Hayır…korkmuyordu,sadece bir şeyler yanlıştı. Koridor boyunca ilerledi ve kapıları açık olan sınıfları tek tek dolaşmaya başladı.
“Kimse var mı?” dedi. Sesi cılız çıkmıştı.
Birkaç boş sınıfı aştıktan sonra Nick’i gördü.Tabii Amy daha onun adının Nick olduğunu bilmiyordu.Ayrıca bir tuhaflık vardı. Karşısında ona sırtını dönmüş çocuk parlak bir ışıkla sarmalanmıştı ama Lucas bu ışıkla sarmalanmış anının ötesindeki karanlığı biliyordu.
Enkazları…
Amy’nin unuttukları, varlığından haberi olmadığı anıları…
Hepsi orada bir gün hatırlanmayı bekliyordu.
Hayır,Lucas bu anılara ulaşıp onları gün yüzüne çıkarmayacaktı. Onları tetiklemeyecekti.
Amy iki hafta daha yaşamalıydı.
“Merhaba.”Bu sefer sesi kendinden emin çıkmıştı.
Sessizlik.
“Kimsin?”
Amy Nick’e doğru yaklaştı. Lucas, Amy’nin içindeki umudu hissetti. Çocuğun arkasını dönmesini bekliyordu.
Biraz daha sessizlik.
Amy kuzgun siyahı saçları parlayan çocuğa biraz daha yaklaştı.
“Şey-”
Ve Nick Amy’nin sözünü bitirmesine izin vermeden arkasını döndü ama Lucas Nick’in ne dediğini duyamadı. Her şey bir anda oluverdi.
Amy, Lucas’ı zihninden attı.
Amy, nefes nefese gözlerini açtığında Lucas Amy’nin kendisini zihninden atmasının şaşkınlığı içindeydi. Aslında bir kopyadan çok da bir şey beklememeliydi ama yine de onun bu kadar kolay bir şekilde zihnini savunması tuhaftı.
“B-ben…” Amy acıyla yüzünü buruşturdu.
Sanki beyni dikenli tellerle çevrelenmişti.
“Korkma, çalışmalara devam ettikçe acın dinecek.”
Lucas hafif bir sırıtış ifadesiyle tamamladığı keskin bakışlarını Amy’nin bal rengi gözlerinde sabitledi ve taşı kızın avucuna bıraktı.
“Şimdi sıra sende, Amy. Hadi, zihnime girmeyi dene.”

Çalışmaları bittiğinde Amy derin bir nefes aldı. Bir an beyninin parçalanacağını sanmıştı. Lucas’ın zihnine girmek şöyle dursun zihnini koruyan duvarlarda bir çatlak bile açamamıştı ve onun zihnine girmeyi her deneyişinde beynini saran dikenli tel örgüsü sanki biraz daha sıkılaşıyordu. Ayrıca kaç saattir çalıştıklarını bile bilmiyordu. Sanırım tek bildiği beynini biraz daha zorlarsa parçalanacak olmasıydı.
“Gidebilirsin,Amy.”
Amy ayağa kalkıp kapıya yöneldi.
“Ah, bir şey daha. Bu çalışmalardan kimseye bahsetme lütfen.”
Amy yavaşça başını salladı. Nedenini sorgulayamayacak kadar yorgun hissediyordu. Sessizce kapıya ulaştı ve odayı terk etti.
Lucas bir iç çekiş eşliğinde düzenli kitaplığının yanına vardı ve eski bir kitabı raftan ayırdı. Amy’nin dosyası.
Sayfaları çevirdi ve belgeyi buldu. Evet, hesaplamaları doğruydu. Dudakları istemsizce kıvrıldı.
İki hafta sonra Amy’nin doğum günüydü.
Ya da…
Ölüm günü mü demeliydi?
***
Amy, Lucas’ın zihin kontrolü çalışmasından kurtulabildiğinde öğle yemeği saati gelmişti ve Amy odadan çıkar çıkmaz annesinin onun için hazırladığı beslenmeyi almak için sınıfa gitti. Sınıf boştu. Nick ve Dwight yemekhanede olmalıydı. Amy beslenmesini alıp yemekhaneye inen merdivenleri aştı ve yemekhaneye ulaştı.
Dwight’ın kızıl bukleleri uzaktan onu selamlarken beynini saran dikenli tel örgüsü gevşemiş gibiydi. Dwight ve Nick karşılıklı oturmuştu. Amy onlara doğru ilerleyip masaya vardığında elinde bir tabakla Ryan yanı başında belirdi. Turuncu bukleleri ona her zaman sevimli bir görüntü katardı ama Ryan bu sevimli görüntüsünün altında oldukça tuhaf bir kişiliğe sahipti. Özellikle de yemekhanede yanlarında oturduğu zamanlar anlattığı hikayelerle…Konuşan tablolar,ağlayan çikolatalar ve kulağa saçma gelen her şey. En tuhaf yanı da söylediği her şeye gerçekten inanmasıydı.
“Köftelerim uyuyor.”
Dwight yanına oturan Ryan’a bakarak iç çekti.
“Onlar canlı değil.”
“Şşşt, biraz sessiz ol. Onları uyandıracaksın.”
Nick yanlarına gelen Amy’i görünce rahat bir nefes aldı.
“Amy…”
Ve kızın yanına oturması için tabağını kaydırdı.
Amy gülümseyip Nick’in yanına oturduğunda Ryan ve Dwight köftelerin -ve diğer yiyeceklerin- canlı olup olmadığını tartışıyordu.
“Neden bu kadar geciktin?”
“Lucas…”
Lucas’ın zihin kontrolü hakkındaki çalışmalarından kimseye bahsetmemesi için kendisini uyardığını hatırladı ama Nick… Ona güvenebilirdi.
“Onunla çalışmaya başladım.”
“Çalışma mı?”
Amy sesinin olabildiğince alçak çıkmasına özen göstererek devam etti. “Zihin kontrolü…Daha sonra anlatırım.”
Nick kaşlarını hafifçe çatarak belli belirsiz başını salladı. Amy onun ifadesini yumuşatmak için tebessüm ederek sordu.
“Bayan Almeida’nın dersi nasıldı?”
Nick’in ifadesi yumuşarken dudakları zevkle kıvrıldı.
“Dwight’ın sevgilisi hayatımı kurtardı.”
Amy kaşlarını kaldırıp Nick’e tuhaf bir ifadeyle baktı.
“Dwight’ın sevgilisi mi?”
Ryan gözlerini devirerek araya karıştı.
“DW 0.6’yı kastediyor.”
“DW 0.6 mı? O da kim?”
Nick güldü ve masanın bir köşesinde duran aleti işaret etti.
“Yanlış soru. O birisi değil…O Dwight’ın biricik aşkı, bir teknoloji harikası, huzurlarınızda DW 0.6, yalan makinesi!”
“Kes şunu.”
Dwight somurtarak kollarını göğsünde kavuşturdu.
Amy kablolarla süslenmiş gövdesi olan küçük robotumsu alete baktı. Ona daha önce dikkat etmemişti.
“Yalan makinesi mi?”
“O sadece basit bir yalan makinesi değil. Zihnini okuyup yöneltilen soru karşısında zihinde beliren ilk görüntüyü alıcılarla bir başkasına aktarıyor ayrıca duyguları ve konuşabilen bir yapay zekası var.”
“Evet,evet o mükemmel anladık.Bunu derste de kanıtladın zaten.”
“Senin uyuyan köftelerinden daha iyi olduğu kesin.”
Düşününce… Ryan’ın Dwight’la takılması o kadar da şaşılacak bir durum değildi ve Amy öylesine tuhaf bir ifadeyle bakmış olmalıydı ki Nick kahkahasını bastıramadı.
“Şey…Hayatını kurtardığı kısım neresi?”
“Ah, evet. İşte en güzel kısmı. Bayan Almeida bu makineyi test etmek istedi ve bizim dahi Dwight’ımız ona sevdiği kişinin kim olduğunu sordu.” Nick gülmekten yaşaran gözlerini sildi.” Kadın kızarıp kekelerken Dwight -gördüğünü iddia ettiği şeyi- şaşkınlıkla bağırdı. Ve dediği şey ‘Bay Russell’ın keli’ydi.”
Nick yeniden gülmeye başladı.
“Onu gerçekten gördüm,tamam mı?” Dwight zihninde beliren görüntüyü unutmak istermiş gibi gözlerini ovuşturdu.” Ve görmemiş olmayı dilerdim.”
“Sonrasında Bayan Almeida aletin bozuk olduğunu söyleyip proje teslimi için tüm sınıfa bir hafta daha müddet vererek kızarmış bir suratla sınıfı terk etti. Görmeliydin Amy, çok komikti.”
Amy tuhaf ifadesini koruyarak Dwight’a baktı.
“Dwight bu aleti daha öncesinde test etmemiş miydin?”
“İşte işin bu kısmında sen ve Nick devreye giriyorsun Amy.”
“Ben ve Nick mi?
“Deneyebileceğim kimsem yoktu, Ryan ve diğerleri test etmeyi reddetti ve size de ne zaman ihtiyacım olsa yoksunuz zaten.”
Amy birkaç saniye için Dwight’ın gözlerindeki hayal kırıklığını gördü ve onun için kendini suçlu hissetmeden edemedi. Yapabileceği bir şey yoktu ama…
“Ayrıca DW 0.6-”
Masanın kenarında duran aletten tuhaf sesler gelmeye,fanları çalışmaya ve yuvarlak ekranında yeşil bir ışık yanıp sönmeye başladı.Ardından Dwight’ın sesinin metalik versiyonu duyuldu.
“Ses analiz ediliyor…” Yeşil ışık ikiye bölünerek kendini çembere tamamladı.Şimdi küçük ekranda iki minik çember vardı.
“Yüce kralım emrinizdeyim.”
“Ona kendi sesini mi ekledin?”
Dwight utanarak aleti kucağına alıp birkaç düğmesine bastı.
“Masal okuma modu başlatılıyor.”
“DW 0.6 susmanı emrediyorum!”
“Komut algılanamadı kralım. En sevdiğiniz masal yükleniyor-”
“Koca bir bebek olduğunu biliyordum Dwight.”
Konuşan yanlarına gelen Becca’ydı. Uzun siyah saçları her zamanki gibi göz alıcıydı. Arkasında da Daphne dikiliyordu. Daphne çikolata rengi pürüzsüz teni ve kıvırcık mavi-mor bukleleriyle oyuncak bebekleri andıran bir kızdı.
Becca ve Daphne de gruba dahil olurken Dwight bir şekilde robotunu susturmayı başarmıştı.
“Ben bebek değilim.”
“Hadi ama Dwight bunu süt içerken iddia etmen çok komik.”
“Süt sağlıklıdır.”
Amy gülümseyerek arkadaşlarına baktı. Arkadaşlar…
Ryan,Becca ve Daphne yan sınıftaydı ve onlar da rüya koruyucusuydu ama ne zaman bir araya gelseler rüyalardan bahsetmek yerine Ryan’ın tuhaf hikayeleri, Becca ve Daphne’nin dedikoduları konuşulurdu. Dwight’ın icatlarını da unutmamak lazımdı. Amy ve Nick ise çoğunlukla dinleyen taraf olurdu. Ya da anlamaya çalışan… Bazen de sadece birbirlerine bakıp gülümserlerdi. Şimdi de böyle bir durum söz konusuydu. Amy göz ucuyla Nick’e baktığında bal rengi gözleri onun okyanus mavisi gözleriyle buluştu. Artık ikisi de kimseyi duymuyordu. Kendi küçük dünyalarına çekilip birbirlerini seyrediyorlardı.
“… miyim?”
Amy ancak Becca dirseğiyle onu dürttüğünde yanında dikilen kızı fark edebilmişti.
Blanie’yi.
“Amy, sizinle oturabilir miyim?”
Blanie bu cümleyi üç kere tekrarlamıştı ve nihayet Amy onu fark edebildiğinde en sevimli görüntüsüne bürünerek ona gülümsedi.
“Ah…” Amy diğerlerinin onayını almak için onlara bakarken Nick huzursuzca kıpırdandı.
Blanie üzgün bir ifadeyle başını eğerek uzak bir masaya yöneldi.
“Anladım…”
“D-dur! Oturabilirsin.”
Blanie’nin eski sevimli görüntüsüne bürünmesi uzun sürmedi ve neşeyle Amy’nin yanına oturdu.
“Merhaba ben Blanie.”
Amy ve Nick hariç hepsi onun selamına karşılık verirken Nick olabildiğince bakışlarını Blanie’den kaçırdı.
“Beyaz saçlar, ha?” dedi Daphne gülerek ve mavi-mor buklelerinden birini parmağına doladı.
“Tarzını sevdim.”
Birkaç saniye için Amy, Blanie’nin yüzündeki gülümsemenin donduğuna yemin edebilirdi ama kızın neşeli bir sesle cevap verdiğini görünce yanıldığını düşündü.
“Saçlarım boya değil.”
Herkes sustu ve sessizlik tüm ağırlıyla üzerilerine çökerken Blanie omuz silkip güldü.
“Şaka yaptım.”
Nick ise kızın neden yalan söylediğini çözmeye çalışarak bakışlarını ona kaydırdı.
Yalan söylediğini biliyordu, hatta bundan emindi.Çünkü kızın
yüzünde donakalan gülümsemeyi o da fark etmişti ve bunun normal bir tepki olmadığı kesindi.
Nick düşüncelere dalmışken omzunda hissettiği sıcaklıkla irkildi.
“Nick…Sen iyi misin?”
Amy, Nick’e bakıp hafifçe tebessüm ederken Nick’in dikkatini çeken Amy’nin yanında kıkırdayan Blanie’ydi. Tuhaf bir şekilde bundan zevk alıyormuş gibi bir hali vardı.
Nick sandalyesini geriye doğru iterek ayağa kalktı. Blanie’nin yakınında olmak onu geriyordu.
“Şimdi hatırladım da halletmem gereken ödevler vardı, ben sınıfa çıkıyorum.”
“N-Nick-”
Amy de Nick’in peşinden ayağa kalktığı sırada Blanie kızın kolunu kavrayıp yeniden oturmasını sağladı.
“Beni dinlemeyecek misin, Amy?” Göz ucuyla merdivenlere ulaşan Nick’e baktı.
“Hem belki yalnız kalmaya ihtiyacı vardır.”
Blanie buna gerçekten inanıyordu. Çünkü içten içe Nick’i etkilediği için seviniyordu. Ondan kaçınması bunu kanıtlar nitelikte değil miydi?
Nick’i şaşırtmıştı. Kafasını karıştırmıştı.
Başına saplanan ağrıyla acıyla yüzünü buruşturdu. Tee bugün okula gitmemesi için onu ikna etmeye çalışmıştı ama hayır…Blanie bekleyemezdi. Nick’in rüyasındaki tepkisinden sonra onu nasıl etkilediğini görmek istemişti. İki olasılık vardı.
Ya ondan tiksinmişti.
Ya da biraz olsun hoşlanmıştı…
Ve Blanie Nick’in bu davranışlarını kendisinden hoşlanmasına yordu
Buna inandı.
“A-Amy…” Blanie başında hissettiği acı dalgasıyla düşüncelerini silerek hızla ayağa kalktı.
“Benimle gel lütfen.”
“Ama-”
“Lütfen…”
Amy iç çekip kısa bir süre bakışlarını arkadaşlarında gezdirdi. Sonra ayağa kalkıp Blanie’nin bileğini kavramasına izin vererek onu takip etti.
Blanie başına saplanan bu acıyı biliyordu. Birazdan hiç iyi şeyler olmayacaktı.
Ancak…İnsanları yakınlaştıran da bu değil miydi?
Evet…Evet. Blanie birazdan kötü bir gün yaşayacaktı ve Amy buna şahit olacaktı.
Bu aralarında sıkı bir bağ kurulması için gerekliydi.
Ne de olsa insanları birbirine bağlayan şey acı değil miydi?
***
“Felix,benim Jest.”
Jest oturduğu sandalyede dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi.
“Will dedi ki…” Yutkundu. Bir an kelimelerin ağzından bu kadar güçlükle çıkmasının asıl nedeninin ne olduğunu düşündü.
Asıl neden, Will’i anmanın yüreğini sızlatması mı, yoksa şu hayatta en çok değer verdiği kişinin bir hayalete dönüşmesi miydi?
Bilemedi.
Yatakta dizlerini göğsüne çekip büzülerek oturan Felix’e baktı. Yok olmak istermiş gibi omuzlarını düşürmüş, gümüş gözleri donuklaşmış ve teni onu son gördüğünden bu yana epey bir soluklaşmıştı.
Bir de sürekli fısıltıyla karışık sayıklıyordu tabii.
Jest nazikçe uzanıp Felix’in kolunu tuttu.
“İyileşeceksin…Sana inanıyorum.”
Hafifçe gülümsedi.
“Bunu bana sen söylemiştin.”
“Mor…Mor…Mor…”
Jest endişeyle iç çekti.
“Buraya neden geldiğimi biliyor musun? “Birkaç saniye Felix’ten cevap almayı umarak bekledi ama bu boşuna bir çabaydı.
“Seninle konuşmak için. Felix…Abi. Her şeyi Abel’a açıklamayı düşünüyorum.”
Ellerini koyu saçlarına geçirdi. Sarımsı ela gözleri yoğun bir duyguyla alev alevdi.
“Tedavi işe yaramıyor,dayanamıyorum. Sen de yanımda yoksun…B-ben dayanamıyorum,bu vicdan azabıyla yaşamaya dayanamıyorum abi.”
Jest ağlamak istiyordu,bağırmak, içini parçalayan bu acıyı söküp atmak… Ama ağlamaktan öylesine yorulmuştu ki bazen yanaklarından süzülen damlaların tuzlu bir sıcaklık dışında hiçbir şey hissettirmediğini düşünürdü.
“Beni her zaman korudun. Sen olmasan…Sen olmasan ben çoktan ölürdüm. Ancak bu vicdan azabı… Ölümden de beter abi.” Derin bir nefes alıp sesinin titrememesi için çabaladı.
“Dr. Quinet’i öldürdüğümü Abel’a söyleyeceğim. Endişelenme, beni koruyan hep sendin şimdi seni
koruyan ben olacağım. Sana zarar vermelerine asla izin vermem. Benim yüzünden cezalandırılmana…” Ellerini saçlarından çekip ayağa kalktı ve Felix’e yaklaştı.Yatağın kenarına oturup nazikçe uzanarak Felix’in yüzünü avuçları arasına aldı. Şimdi gümüş gözler ela gözlerine değiyordu.
“Her şey için teşekkür ederim,abi…”Felix’in donuk gümüş gözlerine sevgiyle baktı. “Ve özür dilerim…”Felix’in kafasını göğsüne bastırdı.”Seni zamanında koruyamadığım için özür dilerim.” Kollarıyla Felix’i sararken hafifçe fısıldadı.
Bu belki de son sarılmalarıydı.
Bu bir vedaydı…
“Seni seviyorum,abi.”
Abel sırtını yasladığı duvarda elini ağzına bastırıp yere çökerken nefes almaya çalıştı.
Her şeyi duymuştu.
Biliyordu…Başından beri kardeşinin bir katil olduğunu biliyordu.
Ama bu…Neden onu sevindirmemişti?
Neden kalbi Jest için acıyla dolup taşıyordu…
Ayrıca Felix…Neden Jest’i korumuştu?
Yanağını yakan sıcaklıkla irkildi.
Ve şimdi…Neden ağlıyordu?


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


52   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   54 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.