Yukarı Çık




54   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   56 

           
“Bedeninin alev almasının nasıl olduğunu bilir misin, Amy? Teninin yanmasını, derinin soyulmasını…”
Amy yutkunarak yanında oturan kıza baktı. Sırtını tırabzanlara yaslamış dumanlı gözleri bir hayale dalmış gibi donuklaşmıştı.
“Hayır.”
Blanie gülümseyerek omuzlarını örten beyaz saçından bir tutamı parmağına doladı.
“Canın çok yanar, nefesin boğazına yapışır, seni boğar. Çığlıkların işitilmez ve gözyaşların… Çoktan buhar olup uzaklaşmıştır. Yapayalnız acı içinde kıvranırsın. ‘Ölmek istemiyorum.’ bile diyemezsin Amy,sesin çıkmaz. Kelimeler dudaklarından dökülemez, sadece susarsın ve çaresizce ölümü beklersin. Yeter ki öleyim dersin, ölüp bu acıdan kurtulayım…”
“Sen-”
“Tüm bunları nasıl mı biliyorum?”
Amy yavaşça başını salladı.
“Bu, benim Amy. Bedeni alevlere sarılan o kişi,benim.” Başını hafifçe çevirip koyu gözlerini Amy’nin bal rengi gözlerinde sabitledi.
“Ama daha kötülerini de yaşadım biliyor musun? Çok daha kötülerini.”
Aniden nefesi kesildi. Elleri titremeye başlarken yerden destek alarak ayağa kalktı.
“B-Blanie?”
Blanie gözlerine çekilen siyah perdeden kurtulmak için gözlerini kırpıştırdı. Amy’i duymuyordu. Başı…Acıyla inledi ve sırtına çarpan soğuklukla irkildi. Tırabzan. Eliyle demirleri tuttu, gözlerindeki perde yavaşça yerini bir yüze bırakırken demirin soğuğunu avucuna hapsetti.
Ama bu yüz Amy’e ait değildi.
Bu Emma’ydı.
“Blanie!”
Amy kıza doğru bir adım attı.
“Yaklaşma!”
İşte yine aynısını yapıyordu. Yine sanki Blanie için endişeleniyormuş gibi davranıyordu ama Blanie bu sefer Emma’ya kanmayacaktı. Ona yeterince uzun bir süre inanmıştı.
Bu sefer olmazdı.
Amy derin bir nefes alıp Blanie’ye doğru bir adım daha attı.
“Sana yaklaşma dedim!”
Blanie titreyen elleriyle tırabzanı daha sıkı kavradı.
“Sakin ol, Blanie. Sana zarar vermeyeceğim.”
“Yalan söylüyorsun!”
“Bana güven, tırabzanlardan uzaklaşmalısın!”
Amy, Blanie’ye yaklaşmak için bir hamle daha yaptığında her şey bir anda oluverdi. Blanie gerilemeye çalışırken tırabzanlara çarptı ve dengesini kaybedip demirlerin üzerinden düştü. Son anda bir eliyle demiri kavrayabildi.
Ölecekti.
Hayır…O kadar şey atlatmıştı, böyle kolay ölemezdi.
Ölmek istemiyordu.
Düşünceleri zihnini sarıp bedeni boşlukta sallanırken koluna sarılan elleri hissetti.
Amy nefes nefese kolunu tutup onu yukarı doğru çekmeye çalışıyordu.
“İstemiyorum… Ölmek istemiyorum!”
“Diğer elini ver!”
Blanie’nin zihninde Amy’nin yüzü yavaşça şekillenirken Blanie onun Emma olmadığını anladı.
“Beni kurtar, Amy!”
Blanie boşluktaki gövdesi okulun bahçesinde minik bir gölge oluştururken gözyaşlarının akmasını engelleyemedi.
Birden Amy’nin iki elle sarıldığı kola bir çift el daha uzandı.
Nick.
İkisi birlikte Blanie’yi yukarı doğru çekerken Amy’nin zihninde bir görüntü belirdi.Tüm bedenini sarıp ürpermesini sağlayan bir görüntü.
Bir anı. Kendi anısı.
Amy kızın kolunu bırakıp gerilerken Nick çoktan Blanie’nin tırabzanların üzerinden terasın zeminine ulaşmasını sağlamıştı.
Amy ise hala gerilemeye devam ediyordu. Sanki ayakları onu geriye sürüklüyordu. Geriledi, geriledi ve zihni ani bir acı dalgasıyla parçalanırken yere düştü. Soğuk zemin bedenini dondururken başını olumsuz anlamda sallamaya başladı.
Onu buna iten şey gördükleriydi.
Anısı.
Bir balkondaydı…Hayır, bu sıradan bir balkon değildi.Kendi evinin balkonuydu ve bir kız balkon demirlerinde oturuyordu.
Onun rüyadaki kız olduğunu fark edince nefesi kesildi.
Kızın cılız sesini ve yükselen sağır edici çığlıklar duydu.
Kendi çığlıkları.
Kız demirlerin üzerinde ayağa kalktı. Amy ona sesleniyordu ama ne dediğini bilmiyordu. Sözcükler zihninde karışmıştı. Hatırlayamadı. Anıdaki Amy ellerini saçlarına geçirdi,kısa kahve saçlarına. Acıyla inledi ve küçük kız düştü.
“Beni kurtar, Amy…”
Amy onu yakalamaya çalıştı ama başaramadı, küçük kızı kurtaramadı.
Küçük kızla beraber düştü ve anı sonsuz bir karanlığa gömüldü.
Amy yerde titrerken bir anda Nick’in sıcaklığını hissetti. Zaten ne ara terasa, yanlarına gelmişti ki? Şimdi de aynı şekilde ne ara sıcak kollarıyla bedenini sarmıştı?
Bilmiyordu.
Nick endişeyle yere çökmüş Amy’i sakinleştirmek için ona sarılmıştı. Amy zihnindeki anıdan kurtulunca Nick’in kendisine sarılan kollarını sıkıca kavradı. Sanki tüm bu zaman boyunca istediği tek şey ona sarılmaktı. Birden Blanie’yi hatırladı. Az önce ölümle burun buruna olduğunu…Nick’in bedenini saran kollarından kurtulup yerde emekleyerek ağlayan Blanie’ye ulaştı.
Kız nefes nefese yere çökmüş biraz önce yaşadığı şokun etkisinden çıkamamıştı.
“Aptal…”
Amy gözyaşlarının tenini yakmasını umursamadan uzanıp Blanie’ye sarıldı.
“Aptal!”
Birkaç dakika boyunca birbirlerine sarılıp ağladıktan sonra Amy geri çekilip Blanie’nin kızarmış yüzüne baktı.
“Bir daha sakın böyle bir şey yapma, sakın.”
Blanie hafifçe tebessüm ederken bir kez daha uzanıp Amy’e sarıldı.
“Yanımda olacak mısın?”
Amy derin bir nefes aldı.
“Evet.”
“Arkadaş mıyız?”
“Arkadaşız.”
Blanie dudaklarında takılı kalan gülümsemenin genişlemesine izin verdi.
Başarmıştı.
Düşününce…Az kalsın ölüyordu. Duygularını bastırmaya çalıştı. Bunu istememişti,bu kadar ileri gitmek istememişti. Sadece basit bir kriz geçirecekti ama bu…Çok fazlaydı. Korkuyla çarpan kalbini dizginleyip gözlerini kapattı.
Ayrıca…Şimdiye kadar hiç arkadaşı olmamıştı.
Arkadaş…
Acaba kalbinde filizlenen sıcaklığın nedeni bu muydu?
Arkadaş.
Nick, yere çökmüş iki kıza bakıp iç geçirdi. Amy’e ulaşılamadığını öğrendiğinde endişeden deliye dönmüştü ve bunun sorumlusunun Abel olduğunu düşünüyordu. Yemekhanede Blanie yanlarına gelince de sınıfa çıkmış ve birden aklına Abel’ı bulmak gelmişti. Abel’ı aramak için koridora daldığı sırada da Blanie ve Amy’i terasın merdivenlerini çıkarken görmüştü. Blanie’nin rüyadaki tuhaf hareketinden sonra onu Amy ile yalnız bırakma fikri rahatsız ediciydi ve böyle düşünmekte haklı olduğunu görmüştü.
Bu kız deliydi.
“Ders başlamak üzere.”
Nick, Amy’nin yanına ulaşıp kızın elini kavrayarak onu ayağa kaldırdı.
“Son dersi kaçırmak istemezsin değil mi?”
Amy gözyaşlarının ıslattığı yanaklarını koluyla silip Nick’e gülümsedi. Sonra hala yerde oturan kıza bakıp ona elini uzattı.
“Hadi, Blanie.”
Blanie Amy’nin elini nazikçe kavrayıp ayağa kalkarken Nick’in keskin bakışları üzerinde geziniyordu. Nick boğazını temizleyip Amy’i hafifçe kendine çekerek terasın çıkışına yöneltti.
“Amy, sen önden git. Blanie ile konuşmamız gereken bir konu var.”
Nick bakışlarını Blanie’ye çevirdi. Kaşları hafifçe çatılmıştı.
Amy hafif bir hayal kırıklığıyla gölgelenen gözlerini kırpıştırıp Nick’e baktı. Nick ve Blanie’nin yalnız kalması fikri hoşuna gitmemişti ama Nick’e haksızlık edemezdi. Hem önemli bir konu olmamalıydı, öyle olsa Nick, Amy’e bundan bahsederdi değil mi?
Evet, kesinlikle bahsederdi.
Amy gülümseyip başını salladı, Nick’in kendisinden şüphe ettiğini düşünmesini istemiyordu. Çünkü ona herkesten çok güveniyordu.
Amy alt kata inen merdivenlere ulaşıp terası terk ettiğinde Nick, Blanie’ye yaklaştı.
Kızın koyu gözlerinin parlayıp zaten kırmızı olan suratının daha da kızardığını fark ederek iç çekip geriledi. Ona ümit vermek istemiyordu.
“Amy’den uzak dur.” Gözlerini kısıp ağlamaklı bir ifadeye bürünen kıza arkasını döndü.
“Benden de öyle.”
“A-ama rüya-”
Nick başını hafifçe eğip göz ucuyla kıza baktı. Mavi gözleri acımasızca parlıyordu.
“Rüyalar gerçek değildir, Blanie.”
“S-sen-”
Nick kızın konuşmasını beklemeden merdivenlere ulaşıp alt kata indi.
Blanie ne yapacağını bilemez halde kalakalmıştı. Ellerini kollarına dolayıp kafasını geriye yatırdı. Bir hıçkırık boğazından yükselirken yere çöktü.
Bu Nick değildi.
Olamazdı…
Bu acımasız bakışlar ona ait olamazdı.
Ağladı.
Gökyüzü kararıp bulutlar gözyaşlarına eşlik etti.
Bu sefer de gökyüzü kendisi için ağlıyordu.
Sevilmeyi hak edemeyen o aptal kız için.
***
Yumuşak beyaz saçları parlarken Ölü Ruh geniş pencere pervazının yanında, saklandığı kuytu köşeden çıktı. Gökyüzünde süzülürken yavaşça cama yaklaştı. Dalgalı koyu saçları dağılmış bir çocuk O’na sarılıyordu.
O.
Arabadaki çocuk.
Öldüremediği çocuk.
Ölü Ruh derin bir nefes alıp onları seyretmeye devam etti. En sonunda koyu saçlı genç ondan ayrılıp odayı terk ettiğinde Ölü Ruh hafifçe aralık olan pencereden içeri girdi.
Ayaklarıyla nazikçe yere bastı ve siyah pelerini arkasında dalgalanırken yataktaki çocuğa yaklaştı.
Adı Felix olmalıydı.
“Mor…Mor…Mor…”
İç çekip yüzünü örten kapüşonu yavaşça indirdi. İpeksi beyaz saçları odaya dolan hafif rüzgarla dalgalandı. Kusursuz yüzünü Gölge ve ikizi hariç hiç kimse görmemişti.
Ah,bir de Felix tabii.
Ay ışığında parlayan kar beyazı saçlarını,ona soğuk bir hava katan beyaz tenini, ametist rengi ölümcül gözlerini…
Ölümcül gözler.
Felix’e daha da yaklaştı.
Ruh emici yanı kendisine engel olmadan bu işi bitirmeliydi.
“Mor…Mor-”
Ölü Ruh mor gözlerini Felix’in gümüş gözlerine kilitledi.
Bu, buraya ilk gelişi değildi.
Zaten her şey bu çocuğu öldüremediği için bu kadar uzamıştı.
O gün, o arabada ruh emici yanı işini bitirememişti. İnsani yanı her şeyi batırmış ve bu çocuğun ruhunu tamamen bedenine aktaramamıştı. Bunu bir kere daha denemişti, buraya gelmiş ve lanetli mor gözleri çocuğu tetiklemişti. Felix bu ölümcül gözleri zihnine kazıyıp sayıklamaya başlamıştı ve başucunda uyuyakalan sarışın çocuk aniden uyanınca Ölü Ruh bir kez daha başladığı işi bitiremeden geri dönmek zorunda kalmıştı.
Daha önce hiç böyle olmamıştı, hiçbir avı sağ kalmamıştı. İç çekti.
Ancak…Bu sefer onu öldürmeyi denemeyecekti. Bugün buraya ona ruhunu geri vermeye gelmişti. Aslında bu yasaktı, onu gören herkes ölmeye mahkumdu. Ya da bu lanetli gözleriyle hafızalarını kaybetmeye…
Gölge böyle emretmişti ama Ölü Ruh bu formunu insani yanı ele geçirince kimseyi öldüremiyordu,bunun onu daha iyi biri yapacağından değil. Sadece, insani yanının derinlerinde bir yerde yüreği buna izin vermiyordu o kadar.
Felix tamamen susup gümüş gözleriyle donuk bir şekilde Ölü Ruh’a bakarken genç adam nazikçe elini çocuğun açık kahve saçlarına koydu. Çocuğun nefesi kesilirken göz bebekleri yukarı çekilip yerini göz akına bıraktı.Bedeni acıyla sarsıldı, yanakları gözyaşlarıyla ıslandı. En sonunda Ölü Ruh, Felix’in ruhunu serbest bıraktığında çocuk oturduğu yatakta bayıldı.
Ölü Ruh tısladı ve acıyla elini göğsüne koyup birkaç adım geriledi. Yaşaması için başkalarının ruhuna ihtiyacı vardı. Baygın halde yatan çocuğa baktı. Hayır, ömründen çalınsa da Gölge tarafından cezalandırılacak olsa da ona ruhunu geri verdiği için pişman değildi.
Sırtını dikleştirdi, ruh emici formu ve onun kana susamışlığı bedenini ele geçirmeden önce buradan gitmeliydi.
Ayakları yerden kesildi, pelerini odaya dolan rüzgarla dalgalanırken kapüşonuyla tekrar yüzünü örttü. Yavaşça süzülerek pencereye ulaştı ve son kez dönüp Felix’e baktı.
“Özür dilerim…”Fısıltıyla karışık mırıldandı.
“Sana bunları yaşattığım için…Özür dilerim.”
Zihni aniden acıyla bulandı ve dönüşümünü tamamlamadan önce hızla atlayıp uçtu.
Ruh emici formu bedenini istila ederken vahşi ifadesi yüzünü şekillendirdi, kahkahaları gökyüzünde yankılandı ve kendini hiç olmadığı kadar aç hissetti.
Şimdi kurtardığı cana bedel olarak birilerini öldürecekti.
Sırıttı ve ay gökyüzünde yerini alıp karanlıkta usulca parlarken geceye sarılıp gözden kayboldu.
***
Abel titreyen bedeniyle kendini odasına kadar yürümeye zorlamıştı.
Kapıyı kapatıp sırtını yasladığında zihni düşünceleriyle baş başa kaldı.
Jest bir katildi.
Kardeşi bir katildi.
Nefes almaya çalışarak yavaşça masasına doğru ilerledi. Her zaman Jest’in bu işte bir parmağı olduğunu düşünmüştü ama bir yanı yanıldığını söylüyordu.
Çünkü Dr. Quinet’i öldürmesi için hiçbir sebebi olamazdı. Önceleri babasının iyileşmesini engellemek için doktoru öldürmüş olabileceği gelmişti aklına ama bundan ne çıkarı olabilirdi ki? Düşününce zaten mirastan pay almıştı hem babasının iyileşmesini engellemek için doktorunu öldürmeye çalışması da saçma olurdu. Çünkü bir sürü doktor babasının tedavisini üstlenebilirdi.
Yavaş adımlarla geniş masaya ulaşıp masanın kenarlarını kavradı. Başı hafifçe öne eğilirken düşünceleri zihninde dalgalanıyordu.
Birden her şey aydınlandı,zihninin duvarlarına çarpan hırçın dalgalar duruldu.
Jest’in hastalığı…
Aradığı cevap buydu değil mi?
Jest küçüklüklerinden beri bazı günler ortadan kaybolurdu. Basit bir hastalık demişti babası ve Abel o basit hastalığın ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememişti ama bir şeyden emindi ve o şey bunun basit bir hastalık olmadığı gerçeğiydi.
Nedense şu ana kadar bunun üzerinde hiç durmamıştı belki de onun iyileştiğini düşündüğü içindi.Ne de olsa uzun bir süredir tedavi görüyordu. Üstelik malikaneden de ayrılmıştı. Yani ondaki değişimleri fark edememesi oldukça normaldi.
Abel derin bir nefes alıp ahşap işlemeli masasının etrafını dolanarak deri koltuğuna oturdu. Felix’in ona verdiği dosya son bıraktığı gibi masasındaydı. Uyuyakalmadan önce bu dosyayı inceliyordu-zaten nasıl uyumuştu ki?
Özenle tüm delillerin toplandığı dosyayı eline aldı.
Kamera kayıtlarını defalarca izlemişti, Felix de kayıtları analiz edip her bir detayı not almıştı.
Felix.
Olay gecesini düşündü. Felix’le karşılaşmaları sadece bir tesadüf değildi, değil mi?
Abel ellerini saçlarının arasından geçirip kenetledi.
Lanet olsun.
Çok aptaldı,çok aptaldı!
Felix de işin içindeydi, Jest’i korumuştu ve Abel bunun yapbozun hangi parçası olduğunu bilmiyordu ancak şimdi anlıyordu ki bu kilit noktaydı.
O gece Jest’e bakmak için üst kata, doktorun koridorunun olduğu tarafa gitmemiş olsaydı belki her şey farklı olabilirdi.
Hayır, kesinlikle farklı olurdu.
Abel Felix’in işine engel olmaz, böylece Felix doktoru durdurup Jest’in yanlış bir şey yapmasını engellerdi.
Bir dakika…
Abel saçlarının arasında kenetlediği ellerini çözüp ceketinin iç ceplerinden birine uzandı ve yüzüğü çıkardı.
Yüzük.
Babasının yüzüğü, annesinin anahtarı…
Güçlükle yutkunup yapbozdaki son parçayı yerine yerleştirip ortaya çıkan büyük resme baktı.
Her şey bunca zaman boyunca gözünün önündeydi ama Abel annesinin yaşadığı gerçeğiyle öylesine sarsılmıştı ki…
Felix’in ona yüzüğü verdiği gün anlamalıydı. O odaya yüzük için girmişlerdi ve Jest…
Ah, o sadece Felix’e yardım ediyordu.
Abel düşünceleri zihnini sarıp onu dipsiz bir okyanusta derinlere batırırken çalan kapıyla irkildi.
“G-gir.”
Derin ve tek bir solukta sıkışan ciğerlerini doldurup kendini toparlamaya çalıştı, başaramayınca bakışlarını işlemeli kapısına yöneltip bekledi.
Jest işlemeli kapının arasından sıyrılıp içeri girerken Abel bedeninin titremesini engellemeye çalışıyordu.
Katil.
O bir katildi…Katil.
“Evet?”
Birkaç saniye kardeşini inceledi. Onu sabah gördüğü gibiydi. Koyu saçları dağılmış, sarımsı ela gözleri yüzüne düşen koyu saçlarla gölgelenmişti ve çok yorgun görünüyordu, fazla yorgun.
“Konuşabilir miyiz?”
Jest, elini koyu saçlarına geçirip parlak ela gözleriyle abisine baktı. Yüzünde masum bir ifade olduğunu biliyordu. İçinde yükselen isterik kahkahayı bastırıp iç çekti. Masum, ha?
Bu komikti, çok komik.
Sonunda Abel yavaşça başını sallayıp ona kapıyı kapatıp içeri girmesini söylemeye hazırlanırken Jest konuştu.
“Hadi o zaman, beni takip et. Sana göstermem gereken bir şey var.”
***
“Sadece vakit öldürmek için mi kurslara kalıyorsun?” Amy onaylamayarak başını salladı. “Bu saçmalık.”
Dwight da başını sallayıp yanında yürüyen Amy’e katıldı.
“Dostum, derslerin iyi zaten.”
Nick hafifçe gülüp bakışlarını beton zeminden çekip Dwight’a yöneltti.
“Söyleyene bak, okul birincisi olan ben değilim Dwight.”
Dwight koluyla kavradığı robotuna daha sıkı sarılarak bakışlarını kararmış gökyüzüne çevirdi.
“Okul birincisi,ha? Onun için bir önemi var sanki.” diye mırıldandı, yüzü hayal kırıklığıyla dolmuştu.
“Ne, bir şey mi dedin?”
Dwight başını olumsuz anlamda sallayarak okul kapısına doğru ilerlemeye devam etti.
Nick de o sırada boğazını temizleyip muzipçe Amy’e baktı.
“Yalnız vakit öldürmek için değil.” Beyaz dişleriyle sırıtıp hafifçe Amy’e doğru eğildi ve kulağına fısıldadı.
“Seninle daha çok vakit geçirebilmek için.”
Amy kızarıp dirseğini hafifçe Nick’e geçirirken Dwight kendini tutamayıp kahkaha attı.
“Hep böyle kalın.”
Amy ve Nick de Dwight’ın kahkahasına eşlik ederken ılık bir rüzgar esti, karanlık bir köşedeki sırıtışı kimse fark etmedi.
Ölü Ruh, kanlı ellerini dudaklarında gezdirdi. Normalde işini ellerini kana bulamadan hallederdi ama bir kurbanı kendisine karşı direnmişti ve Ölü Ruh bundan hiç hoşlanmamıştı.
Mor gözlerini okul bahçesinde ilerleyen üç gence dikti.
Çok…Lezzetli görünüyorlardı.
Ama sağdaki uzun boylu çocuk…
Ah, Ölü Ruh içindeki açlığı bastırmakta ilk defa bu kadar güçlük çekiyordu. Çocuğu inceledi. Abanoz siyahı saçları gecenin karanlığına karışmıştı, dudaklarında ufak bir tebessümle ilerliyordu.
Onun ruhunu hiç olmadığı kadar çok istedi.
Bir elini uzattı ve o sırada Nick’in bedenini bir soğukluk ele geçirdi. Durdu, kıpırdayamadı. Bu ikinci defa oluyordu.
“Nick?”
Ölü Ruh yavaş bir hareketle yumruğunu sıktı. Nick göz bebekleri donuklaşıp inleyerek yere çökerken Amy endişeyle çığlık atıp Nick’in yanına çöktü.
Onun ruhunu istiyordu.
Ama… Aniden zihninde beliren sesle irkildi.
“Ölü Ruh.”
Yumruğunu gevşetti ve çocuğu serbest bıraktı.
Efendisinin başka bir şey söylemesine gerek yoktu.
Kanlı dudaklarını yaladı ve gökyüzüne doğru uçup tekrar gözden kayboldu.
“Nick!”
Nick kendisine gelip yerde oturduğunu fark ederken Amy kollarını çocuğun boynuna doladı ve ona sarıldı.
Dwight da geçen birkaç dakika içerisinde aradığı ambulansa geri dönüş yaparak sorunun çözüldüğünü söyledi.
Nick derin bir nefes alıp Amy’nin sarılışına karşılık verdi ve Dwight’ın yardımıyla yerden kalktı.
“Dostum, bizi çok korkuttun.”
“Az önce ne oldu öyle?”
“B-ben Bilmiyorum, bedenim bir anda dondu ve…Hatırlayamıyorum.”
Nick, Dwight ile Amy’nin koluna girdi ve üçü beraber okul kapısına ulaştı.
“Nick iyi misin?”
Nick gülümseyip kolunu Amy ve Dwight’ın kolundan çekti.
“Şimdi daha iyiyim, teşekkürler.”
Göz ucuyla saatine baktı.
“Gitmeliyim,siz de oyalanmadan eve gidin geç oldu.”
Son kez Amy ve Dwight’a bakıp el salladı.
“Rüya Okulu’nda görüşürüz.”
Amy ile Dwight birkaç saniye uzaklaşan Nick’in arkasından baktıktan sonra birbirleriyle vedalaşıp ayrıldılar.
Dwight iç çekip yürümeye devam etti ve etrafında kimsenin olmadığından emin olduktan sonra okulun giriş kapısının yakınlarında park etmiş siyah arabaya ulaşarak şoför koltuğunun yanındaki kapıyı açıp içeri girdi.
“Geç kaldın.”
“Özür dilerim, bir sorunla karşılaştım. Bir daha olmayacak.”
Kucağına koyduğu robotu tutan elleri hafifçe titremeye başladı.
“Bir sorun,ha?” Adam sırıttı. “Güzel. Şimdi bana her şeyi anlat.”
Dwight yutkunarak çalışan araba motorunun sesini duymazdan gelmeye çalıştı.
“Tamam,Lucas.”
***
Dwight sessiz adımlarla Lucas’ın açık kapısından içeri girdiğinde Lucas huzurlu sayılabilecek bir ifadeyle uyuyordu.
Bu alışıldık bir durumdu. Ne de olsa Rüya Okulu’na erkenden gelip her şeyi düzene sokmak onun göreviydi.
Lucas’ın. Üvey babasının.
Aslında ‘üvey baba’ kelimesi yerinde bir tabir sayılmazdı. Çünkü Lucas, Dwight’a hiçbir zaman bir baba gibi davranmamıştı. Lucas için Dwight evde baktığı yetimden başka bir şey değildi. Amacına ulaşmak için kullandığı bir yetim.
Ancak şimdi Dwight’ın yapmak üzere olduğu şey için bunun çok da bir önemi yoktu.
Sadece birazcık…
Birazcık olsun kendisini sevip sevmediğini merak ediyordu.
Dwight sessiz adımlarla Lucas’ın yatağına yaklaştı. Adamın düzgün yüz hatları karanlıkta bile seçilebiliyordu. Yavaşça koltuk altına sıkıştırdığı robotunun algılayıcılarını robotun plastik gövdesindeki panelden çıkardı. Sessiz hareketlerle bir algılayıcıyı Lucas’ın alnına bastırdı. Diğerini de kendi alnına bastırmak için alnına düşen kızıl saçları üfledi.
Lucas uyanmadan bunu başarmalıydı.
Sorduğu sorunun cevabını almak istiyorsa karşısındaki kişi soruyu duymalıydı. Bu yüzden hafifçe Lucas’ın kulağına fısıldadı.
Ve…
Karamel rengi gözler aralanıp öfkeli bakışlar Dwight’ı yakalarken çocuk korkuyla yere düşüp gerilemek dışında başka bir şey yapamadı.
“Ne yaptığını sanıyorsun?”
Evet, işin Dwight’ı asıl korkutan tarafı da buydu. Lucas’ın öfkesini içinde tuttuğu zamanlar. Öyle ki Dwight bazen Lucas’ın kendisini geceleri uykusunda boğabileceğini düşünürdü.
“B-ben…” Dwight kızaran yüzünü kızıl saçlarıyla gizlemeye çalıştı.” Sadece yeni icadımı denemek istemiştim…”
Lucas, gözlerini kısıp ayağa kalktı ve aleti kendisine vermesi için elini Dwight’a uzattı.
Dwight tereddütle birkaç saniye boyunca sevgili robotunu sıkıca kavradı. Ancak daha sonra Lucas’ın öfkeli bakışları altında ezilince başka çaresinin olmadığını anladı ve robotu ona verdi.
Lucas küçük robotun plastik gövdesini kavrayıp Dwight’a bakarak söylediği her kelimeyi çocuğun zihnine kazımak için vurguladı.
“Hayal dünyasından çık artık, Dwight.”
Küçük robotu sertçe yere çarptı ve plastik parçalar etrafa saçılırken bakışlarını bir an olsun Dwight’dan ayırmadı.
“Gerçekler acı verir.”
Dwight ise gözyaşlarını tutamayıp şaşkınlıkla dizleri üzerinde halıda emekleyerek yerdeki robotuna ulaştı ve elleri titrerken parçalanmış robota sıkıca sarıldı.
“Daha ne istiyorsun?”
Dwight kafasını kaldırıp Lucas’ın öfkeli yüzüne baktı. Hayır,Dwight’ın gözyaşları bile onun kalbini yumuşatamazdı. Tabii bir kalbe sahip olsaydı.
“İstediğin her şeyi yaptım! Benden daha ne istiyorsun?”
Dwight robotunu saran kollarını gevşetmeden ayağa kalktı ve arkasını dönerek kapıya doğru birkaç adım atıp durdu.
“Beni biraz olsun sevmen için ölmem mi gerek? Senin için ölmem mi gerek…”
Dwight’ın içindeki küçük bir parça Lucas’ın bir cevap vermesini bekliyordu ama Dwight bu küçük umut kırıntısına tutunmaktan yorulmuştu. Bu yüzden Lucas’ın cevap vermesini beklemeden odayı terk etti.
Zaten büyük ihtimalle cevabı evet olurdu.
Lucas yumruğunu sıkıp Dwight’ın arkasından bakarken mırıldandı.
“Yakında…Çok yakında o da olacak.”
İşte Dwight’ı evlat edinmesinin altında yatan gerçek buydu.
Elbette onu Nick ve Amy ile yakınlaşıp bilgi toplaması için kullanıyordu. Ne de olsa küçüklüklerinde üçü yakın arkadaştı ve yine aynı durumun olması kuvvetle muhtemeldi ama onu evlat edinmesinin asıl nedeni onun ölümünü görmekti. Onun acı çektiğini görmek. Tıpkı yıllar önce sevgili dostunu onun uğruna acı çekerken gördüğü gibi…
Elbette ki her şeyi gizlice yürütüyordu. Kimse Lucas ve Dwight arasındaki ilişkiyi bilmiyordu.
Zaten Dwight onun soyadını bile almamıştı.
O hala Dwight Moon’du.
Ray’in uğruna öldüğü çocuk.
Lucas’ın hayatı boyunca nefret edeceği çocuk.
Dwight Moon.
Yakında ölecek olan çocuk.
Evet,bu Lucas’ı belki biraz tatmin edebilirdi.
Biraz.


Dwight gözyaşları içinde kendini yatağa bıraktığında tüm benliğiyle yok olmak istiyordu.
Okul birinciliği, yaptığı onca icat Lucas’ın gözüne biraz olsun girebilmek içindi. Yalnız hissetmemek için.
Rüya Okulu’na gitmesi için daha bir saatten fazla zamanı vardı. Burnunu çekerek parçalanmış robotunu eline aldı.
“DW 0.6 uyan…”
Gece lambasının odaya kattığı loş ışıkla parlayan parçalanmış plastik gövdeden bir ses yükseldi. Bir tıkırtı.
Dwight umutla yatakta doğruldu ve beklemeye başladı.
“Lütfen… DW 0.6-”
“Ses…Analiz…Ediliyor…”
Dwight gözyaşlarını silip nazikçe robota sarıldı.
“Çalışıyorsun…”
“Yüce…Kralım…Emrinizdeyim…”
“Bana masal anlatabilir misin?”
“Masal…Okuma…Modu…Başlatılıyor…”
“Kibritçi Kız masalı…”
Dwight gözlerini kapatıp tekrardan yatağına uzanarak kendi sesinin metalik versiyonunu dinledi.
Kalbi ne zaman parçalansa,çaresizlik yakasına yapışıp onu dibe batırsa bu masalı dinlerdi.
Çünkü bu masal ona çok şey anlatırdı.Bir kibrit alevinden medet umacak kadar çaresiz kalmayı, üşümeyi, yalnızlığı anlatırdı.
Bazen kibritçi kızın da bir adı vardı diye düşünürdü.
Hiç kimsenin bilmediği,merak etmediği bir adı…
Robotuna DW 0.6 demesinin, ona kendi sesini eklemesinin nedeni de buydu zaten.
O küçük robot Dwight’dı.
Dwight öldüğünde adını yaşatacak bir şey bırakmak,kibritçi kızın yapamadığını yapmak istemişti.
O sadece…
Hatırlanmak istemişti.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


54   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   56 


468x60


DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.