Ünlü olmayan dördüncü katın koridorunda, sadece iki çift ayak sesi duyuluyordu. Çiftlerden biri okulun doktoruna aitti. Diğeri ise "Süper Lise Seviyesi Nörolog" Matsuda Yasuke'ye. Doktor, yüzünü kaplayan karanlık gölgeler ile Matsuda'ya yolu gösterdi, kasvetli bir his ortamda süzülüyordu. Matsuda her zamanki gibi ona bol gelen kirli beyaz gömleği giymişti, gömleğin ucu pantolonuna ulaşıyordu ve üstüne de bir ceket geçirmişti. Yürürken ceket omuzlarına sıkıca tutunuyordu, bu muhtemelen ceketi önceden hiç giymediği içindi.
"...Ah, sana gerçekten borçluyum." dedi önünde yürüyen doktor, Matsuda başını kaldırdı. "Onun durumu benim uzmanlık alanıma çok uzak… Ne yapacağım konusunda kafam çok karışıktı. O yüzden bu konudaki yardımın için müteşekkirim." Rahatlamış bir sesi vardı. Matsuda ilgisiz bir tonda cevapladı.
"Yine de gelecekte bir uzmanla bu konuda konuşmalısınız. Ama konuşamazsanız bana gelin… İşte bu kadar, değil mi?"
"B-Bu-" Doktor sözlerini sakındı. Matsuda olduğu yerden doktorun yüzünü göremedi ama endişeli göründüğünü kolayca aklında canlandırabildi.
Bir şey mi oldu?
Matsuda sakinleşmek için birkaç derin nefes aldı.
"...Sorun yok. Sana bir öğrenci olmamı bahane etmeyeceğim. Bunu bahane etmek yerine uzmanlara daha çok yardım etmeliyim."
"A...Anladım… ne olursa olsun sana teşekkür borçluyum." Doktorun yüzü normale döndü. Ancak bu sefer Matsuda gergin ve sinirli hale geldi. Kendine duygularını bastırmayı hatırlattı.
Ne olursa olsun geri dönüş yoktu.
Onu koruyabilmek için ilerlemeye devam etmem gerek.
Hayır, bunun yerine… yenilmeye devam etmem mi gerek yoksa?
Doktor, Matsuda'ya koridorun dönüş noktasına kadar rehberlik etmeye devam etti. Matsuda onu takip etti, atmosfer aniden değişti. Koridorun bu kısmı ürkütücü biçimle sessizdi, sıcaklığın hızla düştüğünü hissetti. Koridorun bir tarafında, tüm camlar kalın perdelerle örtülmüştü. Karşı tarafta birkaç kapı sıralanmıştı, her kapıda koyu renge boyanmış küçük camlar vardı. Bu koridor öncekinden uzundu. Fakülte binası, aynı Matsuda'nın onun varlığını ilk öğrendiği zaman hayal ettiği gibiydi.
"...Genelde tüm odalar boştur." Doktor aniden açıklamaya başladı. Muhtemelen Matsuda'nın soru soracağını sezmişti.
- O zaman sanırım bu odaların sadece acil durumlarda kullanıldığını söylemek istiyor.
Etrafa dalgın dalgın bakarak doktoru takip etti. Önünde yürüyen doktor bir anda durdu.
"...İşte bu oda." Bunu derken yanındaki kapıyı işaret etti. Kapının farklı bir özelliği yoktu, aslında adamın doğru kapıyı ayırt edebilmesi bir mucizeydi. "Tüm ekipmanlar odaya konulmuş sanırım ama… kendi başına gidebilir misin gerçekten? Müdür iki kişi istemişti..."
"Sorun yok." Matsuda ilgisizce cevap verdi.
"Hayır, ama..." Doktor duraksadı. Matsuda, doktorun görüşünü boşa çıkardı.
"Müdür ve idare komitesi bana tam yetki verdi, yokluklarında burayı bana bıraktılar. Ayrıca iki kişi gelirse bir farkı olmaz. Hatta muhtemelen hastayı kötü etkiler. Bundan dolayı gerisini bana bırakmanı istiyorum lütfen."
"Mhm." Doktor ikna olmuş gibiydi, daha fazla tartışmaya zahmet etmeden hemen pes edip başını salladı. Anlıyorum. "Peki o zaman, sana bırakıyorum." Doktor arkasını döndü ve köşeyi dönerek koridorun derinliklerine doğru yürüdü.
Matsuda adamın gitmesini izledikten sonra, bakışını önündeki kapıya yöneltti. Yavaşça kapıyı açtı, kapının ardında loş ve geniş bir alan vardı. İlk fark ettiği şey, odanın çeşitli elektronik aletler ile ağzına kadar dolu olduğuydu. Burada okulun mütevazı revirinde ve araştırma binasında olandan daha çok yüksek teknolojili ekipman vardı.
İşte bu Umudun Zirvesi Akademisi'nin ilginç bir yönü.
Bu, odanın Matsuda'ya verdiği ilk izlenimdi. Ancak odaya adım attığında gergin hissetti. Başının üstündeki floresan ışıklar, sınıftakilerle karşılaştırınca kalitesiz duruyordu; arka duvardaki cam da kalın bir perde ile örtülüydü, odanın genel aydınlatması çok sönüktü. Bundan dolayı, elektronik cihazlardan çıkan ışıklar çok belirgin görünüyordu. Odanın merkezinde, parlayan ışıklarla çevrelenmiş bir yatak vardı.
Matsuda'nın görüş açısı, yatağın içindeki bir figüre doğru yöneldi. Orada uyuyan bir erkek vardı. Yatağın kendisine en yakın olan kenarına doğru yavaşça yürüdü ve erkeğe baktı. Basit yüz özellikleri, saf ve güvenilir bir siması vardı; Feodal Japonya dönemiyle ilgili filmlerdeki kılıç ustalarına benziyordu ama dikkatini başka bir şey çekti, kafasında acı verici duran bir yaraya birçok kez sarılmış bir bandaj vardı.
Matsuda bu kişiyi tanıyordu. Bu oğlanın adı Murasame Soushun'du. Öğrenci konseyinin en üst pozisyonunda idi, o "Süper Lise Seviyesi Öğrenci Konseyi Başkanı"ydı. Ayrıca Umudun Zirvesi Akademisi'nin Tarihindeki En Büyük, En Kötü Olaydan "sağ çıkanlardan" biriydi. Matsuda onu inceler gibi bakışlarını ona doğru çevirdi. Sırtüstü yatan adamın gözleri sabit biçimde açıktı ancak hiçbir şey görmüyordu. Hareket etmeden, kapanmadan tavana bakıyordu.
"...Uzun zaman oldu." Matsuda seslenmeyi denedi ancak cevap gelmedi. Yatağın yanındaki tıbbi kayıtları eline aldı. Burada yazanlar zaten önceden ona aşağı yukarı anlatılmıştı.
Murasame Soushun, Umudun Zirvesi Akademisi'nin Tarihindeki En Büyük, En Kötü Olayla bağlantılıydı ve bu olay sırasında ciddi derecede kafa travması geçirmişti. Neyse ki hayati riski atlatmıştı, normalde iyileşmesi bekleniyordu ama birçok gün hatta birçok hafta sonra bile tedaviye yanıt vermedi. Bunun nedeni hala bilinmiyor.
Matsuda yatağın kenarındaki masada duran tıbbi kayıta tekrar bakarken yine sesini yükseltmeyi denedi.
"Kim olduğumu biliyor musun? Ben senin sınıfından Matsuda Yasuke. Ben o bahsettikleri Süper Lise Seviyesi Nörologum. Önceden birçok kez seninle görüştük." Beklendiği gibi cevap yoktu. Matsuda oğlanı konuşturma çabalarına devam etti. "Öyleyse sence niye buraya geldim?"
Otururken Murasame'nin yüzüne baktı. Dikkatlice izledi, küçücük bir tepki belirtisi aradı.
"Okulun müdürü ve idare komitesi üyeleri bunun için beni çağırdı. Senin tedavine yardım etmek istediğimi söyledim. Neler olduğunu öğrenmek istediğimi söylesem de bana hiçbir şey anlatmadılar. Aslında, tam tersini yaptılar. Sanırım olayın üstünü örtebilmek için önce tüm hikayeyi senden dinlemek istiyorlar." Matsuda durdu ve sonraki sözlerini vurgulayarak söyledi. "Yani tahminen amaçları bu."
Her zamanki gibi Murasame cevap vermedi ama Matsuda yine de devam etti.
"Bana sorarsan senin sağ halde geri dönmen onların hoşuna gitmedi. Bu yüzden beni yolladılar. Yani elimden gelen her şeyi yapsam da burada kalamazsın. O yüzden ne olacağını pek önemsemiyorum. Senin hayata veda etmen onlar için en iyisi olacaktır muhtemelen. Ama ya öyle olmazsa? Komadan çıkarsan bu onların planlarını fena halde bozar, değil mi? Böyle olursa ne yaparlar merak ediyorum… Senden hikayeyi dinlediklerinde büyük bir baskı altına girecekler…" Matsuda durumları açıklayınca Murasame'nin sağ elini tuttu, kaldırdı ve sonra bıraktı. Ancak adamın eli hiçbir direnç göstermeden yatağa geri düştü.
"Ama bunu ben de pek bilmiyorum… Öğrenci konseyi başkanını saklayıp terk etmeye çalışıyorlar… Çünkü bu vakanın ardında bir suçlu var değil mi?" Matsuda öne eğildi. Yüzleri neredeyse birbirine değecekti. Murasame'nin göremeyen gözlerine derin derin baktı.
"Ee, sen ne düşünüyorsun? Suçluyu biliyor musun? Bana söylemen gerek. Neden suçluyu koruyorlar?" Her zamanki gibi yanıt yoktu. Yüz ifadesinde de gözlerinde de bir farkındalık belirtisi yoktu.
"Hiç işe yaramıyor..." Matsuda başını salladı, bıkkın görünüyordu. "Aslında şu anda başarısız olan sadece inceleme kısmı." Kafasını kaşırken huysuz huysuz söylendi.
"Oh, doğru ya." Aniden bir şey hatırladı ve sonra yalandan ilgisiz bir ses tonu yapıp sordu. "Adı Junko Enoshima olan birini tanıma ihtimalin var mı? "
Murasame hafifçe kıpırdadı ve gözleri hareket etti. Matsuda hemen dikkatlice bakmaya başladı. Murasame doğrudan ona döndü. Bunu gören Matsuda'nın tepkisi şaşırtıcı biçimde çok sakindi.
- Biliyordum.
İstemsizce hevesi kırıldı.
- Bilinçsiz kalmaya devam etseydi daha iyi olurdu.
Ama şaşırtıcı olmayan şekilde bilinci yerindeydi. Bu da beklenen bir şeydi. Matsuda uzun zaman önce hazırlanmıştı buna. Bu noktada yenilgiye uğramaktan başka seçeneği yoktu. Sanki en başından mahkum edildiği bir kaderdi bu. Değiştirilemez bir alın yazısı ile lanetlenmişti. Ne yaparsa yapsın bunu durduramayacağını biliyordu. Şimdiye kadar üstünde sapasağlam yürüdüğü zemin, şimdi paramparça olmuştu. Derin uçurumun diplerine doğru düşerken bunun tadını ağzında hissedebiliyordu.
Bu sadece mecaz anlamdaydı fakat aynı zamanda oldukça gerçekti.
Matsuda düştüğü sırada, neler olduğunu çok iyi biliyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.