Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm 
           
     Rüyalar, aklının ucunda bile yeri olamayacak kadar saçma oluyor bazen. İşte, birden birisini de sevebiliyorsun, kendini binlerce askerin karşısında put gibi dikilmişken de bulabiliyorsun. Ya da Yuka denen psikopatı falan tokatlıyorsun bazen, Robin paçanı kurtarıyor sonra. Birde özel güç saçmalığı da giriyor araya, iyice çorbaya dönmüş beynin tuzu eksik kalmıyor. Fakat uyanamayabiliyorsun da bazen. O zaman elden hiçbir şey gelmiyor çünkü rüyanın en heyecan veren kısmına gelmemiş oluyorsun. Tam olarak böyleydi Ezekiel'in rüyası. Cinayetin, dövüşün, yapay psikolojinin, sarhoşluğun, arkadaşlığın ve özel güçlerin içinde sıkışmıştı. Bitişinde ise bir sürü asker ona doğru koşmaktaydı, hepsinin yüzü Ezekiel ile aynıydı. Tüm işin suçlusu işlenen cinayet, başı ise dağınık yatağına kendini atışıydı. Aman, olan olmuş, diyebiliyoruz bu işlere. Çünkü, başka ne denilebilir ki? Olan çoktan olmadı mı? Size ne diyorum, anlıyor musunuz?  Bu kısımdan önce okuduğunuz 7616 kelimenin tamamı (3. bölüm ve sonrası) bir rüyaydı diyorum! Zaten, hep böyle olmaz mı, diyeceğim tekrar izninizle. Ama, hep en heyecanlı kısmında uyanmaz mıyız bok gibi bir sabaha? Gecenin 4'ünde bile uyanabiliyoruz sırf o kısma geldiğimiz için. Neyse ki, rüyadan kurtulmanız, hayatınızdaki saçmalıkların kesildiği anlamına gelmiyor hiçbir zaman. Öyle ki, bazen yaşadıklarınızın rüya olmasını dilediğiniz oluyordur illa. Ezekiel ise sonunda uyanmış, çivi gibi çakıldığı yataktan korkuyla tavanı seyretmeye başlamıştı. Gözleri pürüzlü tavandan başka bir şeyi görmüyor, burnu o pis kokulardan başka bir kokuyu almıyordu. Titreyen kafasını hafifçe duvardaki saate çevirdi, gecenin 5'iydi. Sonra kıyafetlerine baktı, hiçbir değişiklik yoktu. Ne ayağa kalkabilecek ne de gördüklerini anlayabilecek gücü vardı. Hatta, belki de bir süre kimseyle karşılaşmamalıydı. Birden gelen güç ile ıkınarak vücudunu kaldırdı, bacaklarını hissetmiyordu sanki. Belinden aşağısını kapatan yorganı yavaşça kaldırıp sıcak bacaklarına baktı. Elleriyle dokundu her yanına, bacaklarındaki uyuşukluğu azalttı. Sonra fark etmeden tırnağını dişlerinin arasına aldı, kırmaya başladı. Ardından diliyle damağının arasında sıkıştırdı küçük tırnağı. Ekşi ve pis tadı gezinirken ağzının etrafında, yutkundu. Belki de ilk defa şükretti berbat bir durumda olduğu için. ''Az önce gördüklerimden: Eiffela'dan, Yuka'nın kükremesinden, tip tip baktığım tüm insanlardan iyidir'' diye düşündü. Sırada şunu düşünmek vardı: Rüyasını yöneten o muydu yoksa kendiliğinden mi gelişiyordu? Altı dakika kadar bunu düşündükten sonra olması gerektiği gibi, hiçbir yere varmadığını fark ederek kalkmaya koyuldu. Ayaklarını aşağı salarak oturur pozisyona geçti, elleriyle yastığa bastırarak derin nefesler almaya ve odasına bakınmaya başladı. Biraz, dedi yavaşça, sigara içeyim. Camın dibindeki tahta sandalyeye bakındı, yoktu. Bir gündür aynı kıyafetlerle durduğunu hatırladı, cebindeki paketi bastırarak çıkardı. Perdeyi yavaşça kendine doğru çekerek açtı, kapalı pencereden şehrin ucunu seyretti. Sonra camı açtı, soğuk hava içeriye doluştu. Sigarayı önce iki parmağının arasında, sonra dudaklarının arasında tutturdu. Bir süre baktı ucuna, sonra avcunun içine aldı. Ezerek camdan dışarı attı. Kendini yastığına doğru serbest bıraktı, oflamaya başladı. Ya bir şey düşünüyor ya da hiçbir şey düşünemiyordu. Hatta, yaşanan olayların hangilerinin rüya olduğunu bile bilmiyordu. Kurcalamadı. Çünkü çıkamazdı içinden, tek bildiği de buydu. Yeterince de terlemişti zaten, üşümeye başladı. Artık bir şeyler yapması gerekiyordu, yapmazsa kendini öldürecekti. Zaten öldürmeliydi de. Aynı satırla, aynı hizadan kesmeliydi kafasını. Fakat o bir şey yapmayı seçti, zorla ayağa kalkarak odanın kapısına yöneldi. Tam kapıyı açacak, dönüp üstünü değiştirmesi gerektiğini hatırladı. Her şey çok sade, çok duygusuzca ilerliyordu. Ne duygularını anlatabileceğim bir belirti ne de bir hareketi vardı Ezekiel'in. Sadece harekete geçiyor, içiyor ve uyuyordu. Zihninden geçenleri anlamak zordu, içiyle dışının bir olmaması gibi bir şeydi bu. Şiddeti ve kavgaları kaldırabilecek durumda değildi, sakinlik ve huzur istiyordu. Gömleğini ve pantolonunu çıkarıp gri geceliğini giydi. Pantolonu yerden alıp iyice salladı, kağıt para düştü cebinden. Yıpranmış bir beşlikti bu, rengi solmuş bir beşlik. Sağ ayağının hafif çaprazında duran tükenmez kalemi aldı. Parayı dolaba bastırdı. Üzerine ''Bu cebimdeKi son param'' yazdı. Sonra onu iki kere katlayıp dolabın üstüne sıkıştırdı. Kalemi de cebine atarak çıktı odasından. Tuvaletin iki santim açık duran kapısını itti. İçerde duran, duş sırası bekleyen dört Ezekiel'i gördü. Korku krizine girerek kapıyı sertçe çekti. İki adım geriledi, çığlık atamadı. Sıçarım böyle işe, dedi içinden, bir kurtulamadık. Hızlı ayaklarıyla odasına, tekrar soyunmaya gitti. Gecelikten nefret gelmişti. Üstünü çıkarınca karnındaki büyük morluğu fark etti. Sabahtan beri ''Açlıktandır.'' diye düşündüğü ağrının morluk yüzünden oluştuğunu anladı, hiçbir şey yapamadı. Altındaki donuyla çıktı odasından, antredeki aynadan vücudunu inceledi.
     Sakin bir yavaşlıkla:
     — Batmışım. -dedi.
     O sırada, Tonny'nin odasının kapısı açıldı. İçeriden Ezekiel çıktı, selam verdi. Ezekiel ona tip tip baktı, titreyerek karşılık verdi. Odadan çıkan Ezekiel mutfağa gitti, su içti. Tezgahtaki siyah tokayla saçını bağladı. Onu izleyen Ezekiel'in aklına garip bir fikir geldi. Tekrardan tuvalete koştu. Kapıyı omzuyla çarparak açtı, birisi duş alıyordu. Bakmadı, kim olduğunu zaten biliyordu. Aynanın yanındaki dolaptan tıraş makinesini aldı. Saçını tuttu, arkaya doğru çekiştirirken makineyle kökten kesmeye başladı. Önce ortadan, en arkaya kadar kesti. Baktı biraz kendine, gülünç duruyordu. Sonra bir yanını, kenarlarını ve ensesini tamamen kesti. Ferahladığını hissetti. Pis bir gülüş vardı yüzünde, aynı hızla antredeki aynaya koştu. Kafasını yavaşça mutfağa, mutfaktaki Ezekiel'e çevirdi. Evet, onun da saçları yoktu artık. Dudakları yavaşça açıldı. Önce gülümsemeye, sonra kahkaha atmaya başladı. Nedensizce nefret ettiği ikinci kişi kendisiydi. Böylelikle başarıya da ulaşmıştı: Kendine zarar verirse karşısındakinin de canı yanacaktı. Sonra düşündü, ''Neden yüzüne bir yumruk geçirmiyorum ki?'' dedi içinden. Yumruklarını sıktı, kasıla kasıla yürüdü mutfaktakine doğru. Yanına geldiğinde topuklarını havaya kaldırıp yüksekten bakmaya çalıştı. Diğeri tezgaha yaslanmış, onu süzüyordu. Sağ eliyle sol kolundaki kıllarını okşamaya, sevmeye başladı. Sonra sol kolunu hafif geriye çekti, birazdan karşısındaki kele geçirecekti bu kolu. Öyle de yaptı. En sonunda yumruğu yiyen kendisi olmuştu. Biraz bağırdı, buzdolabında duran buzu alıp çenesine tuttu. Yaşananlar onu tatmin etmemişti, bizi de. O sırada Güneş denizle sevişmeye başlamış, Tonny sessizce odasından çıkmıştı. Mutfakta zıplayarak bağıran abisine korkuyla bakıyor, bir yandan da gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Ezekiel sonunda durdu, kafasını mutfağın kapısına çevirince bir başka Ezekiel'in onu izlediğini gördü. Nefretle ona doğru koştu, ayağı halıya takılınca zemine düşmedi, boşlukta süzülmeye başladı. Birkaç melodik ses ona dostluk ediyordu. Önce siyah, sonra pembe, ardından da beyaz bir yerde buldu kendini. Siyah ile beyazı bağlayan rengin pembe olduğuna, zıttı olsaydı maviyi göreceğine inanmaya başladı. Artık bambaşka bir yerdeydi. Deriden yapılmış rahat bir koltukta yayılmış, içki içiyordu. Karşısındaki tüplü televizyondan sıkıcı bir program izliyordu. Duvarlar leopar derisi deseniyle kaplıydı. Oda tamamıyla kareydi. Kapı, oturduğu koltuğun iki metre arkasındaydı. Birisi girdi içeriye, kapı gıcırdadı. Elinde, üzerinde ''Şiirler'' yazan ama yazarı belli olmayan bir kitap tutuyordu. Eiffela'ydı bu, kızgın değildi bu sefer. Sakin bakıyor, çabuk hareketler ediyordu. Ezekiel kafasını arkaya çevirdi, onu görünce hızla geri döndü.
     Eiffela:
     — Merhaba! Yine içiyor musun? -dedi gülerek.
     Koltuğun dört yanı çeşitli bira şişeleriyle doluydu.
     — Nerelerdeydin? -diye sordu Ezekiel.
     — Okuyordum.
     — Nerede?
     — Bana bırakılan neresi varsa, orada. -dedi küçük bir tabureyi Ezekiel'in yanına çekerken.
     Ezekiel onu süzdü, sonra güldü. Kafasında beyaz bir Rus şapkası vardı Eiffela'nın, tüylüydü. Üzerinde düğmeleri iliklenmemiş siyah bir gömlek, altında da siyah bol pantolonu vardı.
     — Yahu, orası neresi işte? -diye tekrar sordu Ezekiel.
     — Önce, -diyerek başladı derin bir nefes alarak,- deniz kenarına gittim. Balık tutanların olduğu, yanından ''Rastgele!'' demeden geçemeyeceğim yerlerde aradım. En sonda banklar vardı, denize en yakın olana oturup biraz dinlendim. Sonra koşu yapan insanlar yaklaşmaya başladı. Balık tutanlara dediğim kelime gibi onlara da bir şeyler demeliydim. Benden önce davrandılar, hepsiyle günümüzü aydınlaştırdık. Bunların sonu gelmez, diyerek kalktım oradan. Aynı yerden geçtim, tekrardan aynı kelimeyi söyledim hepsine. Kafelerin ve travestilerin olduğu sokaklardan geçtim sonra, gölgesi olan bir yer bulmalıydım. Limana gittim. Gizlice yolcu gemilerine bindim ve fark edilip gemiden atılana kadar okudum. Tüm gemilerden atılınca da sokak aralarından yürümeye devam ettim. Ev görünümlü otellerden, İngiliz bayrağı desenli kuru perdelerin olduğu yerlerden geçtim. Mahalleye hiç uymayan yerlerin yanından, dizi karakterine benzeyen adamların yanından da geçtim. Küçük köprülerden geçtim hiçbir arabanın giremediği. Üç köpekle karşılaştım, korkuyla kaçtım. Yukarıya uzanan yolda birçok kediye rastladım, hepsi çok yorgundu. Bir tanesi taşın üstüne çıkmış, karşıdaki evin camına gözünü dikmişti. Âşık olmuş, dedim içimden. En yukarıya çıktığımda, ağacın arkasında duran bir bankta mayıştım. Sonra sarhoşlar geldi, cebime sigara paketini sıkıştırıp yolladılar. -cebindeki paketi çıkartıp koltuğun kenarına koydu- Çıktığım yokuştan aşağıya koşa koşa indim. Aynı köprüden geçtim. Aynı sokaklardan dolaştım. Bulamadım. Koskoca yerde oturabileceğim hiçbir sandalye yoktu. Sahilde Yuka ile karşılaştım, yarı çıplaktı.
     Ezekiel bıkmıştı. Eliyle aşağı-yukarı sallayarak:
     — Tamam! Kafam şişti. -dedi.
     Eiffela kitap okumak istiyordu yine. Kalktı ayağa, tabureyi eski yerine koyup kapattığı kapının kolunu tutmaya başladı. Kafasını hâlâ içen Ezekiel'e çevirip bir süre baktı.
     — Eiffela... Kimsin sen? -diye mırıldandı Ezekiel. Eiffela ise çoktan gitmişti, kapı açık duruyordu. Ezekiel bacağıyla koltuğun arasında sıkışan kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Zorlanarak ayağa kalktı, üzerinde beyaz bir gömlek ve gri şortu vardı. Şişeyi fırlattı duvara, kırıldı. Odanın her tarafına baktı; koltuk, televizyon, iki tane dolap, boş veya dolu şişeler ve tabureden başka hiçbir şey yoktu. Her ne kadar bağırsa da Eiffela'ya, ona karşı tuhaf bir ilgisi vardı. Tatlı birisiydi aslında. Onun açık mavi gözlerini ve bir süredir uzun siyah saçlarını kıskanıyordu. Gömleğinin düğmelerini ilikleyerek odanın kapısını açtı. Karşısına, tanımadığı bir kadın çıktı. Kapının diğer tarafında dikiliyor, öylece Ezekiel'e bakıyordu. Bu kadın John Lennon'du, Tsvetaeva'ydı, bir şeylerin başkanıydı, sıradan bir Alman ve bir insandı. Pörtlek gözleri vardı, siyahtan daha koyu bir renkte. Saçları siyah, dalgalıydı. Üzerinde bol gri tişört, altında dar kot pantolon vardı. Siyah botlarıyla her yürüdüğünde garip takırtılar çıkarıyor, ilgi çekmeyi başarıyordu. Katlanmış bir kağıt uzattı Ezekiel'e, tip tip bakıyorlardı birbirine. Ezekiel şaşırdı, kağıdı alıp avcunda sıkıştırdı. Kadın gitmekteydi dar koridorda, Ezekiel de arkasından bakıyordu. Sonra tekrar oturdu deri koltuğuna. Terlemiş avcunu açıp kağıda baktı, sakince açmaya başladı. O kağıttı: Müzedeki eseri not aldığı kağıt. Eiffela'yı çoktan unutmuş, yazdığı şeyi tekrar tekrar okumaya başlamıştı. Öylesine kaptırmıştı ki kendisini, kapının tekrar açılışını ve içeri giren herifi duymadı bile. Üzerinde hiçbir şey yoktu bu adamın, karın kasları ve sert göğsü gözüküyordu. Altında da paçaları yere değen bej rengi bir pantolon vardı sadece. Ayakları da çıplaktı, çorabı bile yoktu. Sol kolu, dirseğine kadar çeşitli saatlerle doluydu. Uzaylıları andıran, mat gri çerçeveli bir gözlük takıyordu. Saçları en fazla 4 santim uzundu Ezekiel'in saçlarından, siyahtı. Hatta, sakal kısmına doğru uzayan yerin altı tamamen kırmızı boyalıydı. Esmerdi, karizmatikti de. Oturduğu yerden korkuyla bakıyor, ne yapacağını da merak ediyordu. Adam onu süzüyor, acıyarak bakıyordu. Ezekiel yavaşça ayağa kalktı, başı döndü. Adam onu yeniden koltuğuna oturttu, tabureyi önüne çekerek kendisi de oturdu.
     Yere bakarak:
     — Ezekiel, -dedi,- seni böyle göreceğimi düşünmezdim.
     — Ne'm varmış? -diye sordu Ezekiel. Artık birilerinin adını bilmesine şaşırmıyordu.
     — Sarhoş, bağımlı, uyuşuk ve aptalsın. Şimdi yüzüne bir yumruk atsam, kabullenmekten başka hiçbir şey yapmazsın.
     — Buraya ne için geldin?
     — Seni öldürecektim. Bakıyorum da, sen zaten ölmüşsün.
     Tabureden kalktı, ellerini arkaya atarak yavaş adımlarla kapının yanına gitti.
     — Tüm sevdiklerinin, seveceklerinin sana selamı var. -diyerek çıktı odadan.
     Kapının sertçe kapatılmasından sonra tekrardan koltuğa yayıldı. Gözlerini bile zor açıyordu, hiçbir şey düşünemeyeceğini en çok kendisi biliyordu.

...

     Kafasını yavaşça sağ eline çevirerek:
     — Tanrım! -dedi,- Nedir bu yaşadıklarım?
     İnandığı bir tanrı yoktu aslında. Seslenecek başka birisini bulamamıştı. Artık ne yapıp edip değişmeliydi. Önce buradan kurtulmalıydı sarhoş vücuduyla. Sonra sırasıyla içkiden, Yuka'dan ve sigaradan... Hayır, dedi, sigaranın bana bir zararı yok. Baş dönmesini umursamadan hızla ayağa kalktı. Yerdeki boş şişelere ayağıyla vurduktan sonra odadan çıktı, gülüyordu. Dört saniye sağına, iki saniye de soluna bakıp sağ taraftan yürümeye başladı. Kafasında birbiriyle alakası olmayan birkaç nota tekrarlanıp duruyordu. Durdu, önündekini izlemeye başladı. Elinde tabanca, sırtında deri ceket olan yapılı bir adamdı bu. Az ilerde, kapısı sonuna kadar açık olan bir odaya girdi. Odada sert tabanca sesinin ardından çığlık sesleri, sonra bir tabanca sesi daha yükseldi. Bu kıyak bana özel değilmiş, diye düşündü Ezekiel. Ellerini cebine atarak ağır adımlarla geri döndü. Ne bacaklarında ne de kafasında güç vardı zaten. Buraya nasıl geldiğini, Tonny'i kendisi olarak gördüğü zamanı hatırlamıyordu. Fenalaştı, başı her zamankinden daha çok dönüyordu. Nasıl devam etmesi gerektiğini bilmiyordu. Geçmiş zaman ekini sevmiyordu. Yine de geçmişte kalanlardandı Ezekiel, öyle yazmak gerekirdi. Ter basıyordu vücudunu. Saat bir şeyi 40 geçiyordu, tek bildiği buydu. Ağustos, diye düşündü, 4'ü olsa gerek. Kafasından atmıştı tabii onu da. Burnuna güzel bir yemek kokusu geliyordu, karnı acıkmıştı. Camdan içeri giren duman, odanın aşağıya doğru kapanan perdesi, kısa saçlı birkaç kadın, zor açılan gözler ve cızırtılarla dolu bir albüm onu tahrik ediyordu. Sarhoş bir gece, kulağa hoş gelmeyen birkaç kelime, dolaptaki uyuşturucular, sonuna kadar dolu bira şişeleri, karalanmış beyaz duvar ve yanarcasına bakan gözleriyle Ezekiel yok oluyordu. 41 BPM ile ilerleyen sinir edici metronom sesi, insan terinden göle dönmüş kırık yatak, telefonundan gelen bildirim sesleri, hiçbir zaman boğa gözünden vurulmamış dart tahtası, yırtılmış film posterleri, birkaç pis bardak, açık bazı kitaplar ve yorgun gözleriyle Ezekiel sinir oluyordu. Sonra bir kütüphane, kahverengi kitap rafları, koyu renkli masalara kurşun kalemle yazılmış sevgi dolu sözler, sessizlik, Tolstoy okuyan domuz kılıklı adam, açılıp kapanan gıcırtılı kapı. Sanırım Ezekiel burada bir hiçti. Yine karanlık bir oda: Çeşitli kitaplarla dolu rafları, açık camından içeri sızan yağmur damlaları, asla açılmayan küçük oda lambası, yinedir ki leopar derisinden yapılma bir halıyla karanlık bir oda. İşte, burası Ezekiel'i sakinleştiriyordu. Fakat o şimdi burada değildi. Sahiden, o neredeydi? Kimdi o? Masum çocuğunu döven alkolik bir baba mıydı? Son model kulaklığın tekiyle müzik dinleyen bir ergen miydi? Her canı çektiğinde işini görenlerden miydi, tuvaletten çıkmayanlardan? Ya da gerçekten bir hiç miydi Ezekiel kısa siyah saçlarıyla? Kimseye yararı olmamış ve muhtemeldir ki hiç olmayacak birisi miydi? Yalnız bir balık mıydı aile reisinin geniş akvaryumundaki? Hâlâ oturduğu yerden kalkmayıp yazı yazan Yuka Orai miydi? Gerçekten Tonny miydi Ezekiel? Robin miydi acaba? Ezekiel bir hiçti bizce. Diğer yaşayan kimselerden tek farkı, artık nefes almıyor oluşuydu. Odalara girip insan öldüren herifin tabancasındaki son mermi beynine isabet etmişti. Hayaller diyarından kaçmanın yolunu, gerçek hayatını umursamadan ölmekte bulmuştu. Şimdi, son kez düşündüğünde, yaşadığı her şeyin birer saçmalık olduğuna kesinkes karar vermişti. Artık Florida'yı tecavüz etmiş, bitmemiş içki şişesini Yuka'nın kafasında kırmış, belki Robin'i bıçaklamış ve Tonny'i boğmuştu. Yine de unutmayın, Ezekiel bir hiçti. Belki de ortadan kalkması gereken bir pislikti, işte bunu bilmiyorum. Size Ezekiel'i sevin, seviverin demiyorum efendim. Ezekiel sevilesi bir insan değil. Her şeyden önce, Ezekiel bir insan bile değil. Kağıttaki isimsiz bir şarkı listesidir belki, çöp kutusuna fırlatılmış. Sadece bu yazılardan ibarettir Ezekiel. Bunları düşünen ne ben ne de Yuka Orai'ydi. Hepsi bir saniyede geçmişti Ezekiel'in ıslak beyninden. Şimşek gibi yerleşip, şimşek gibi yok olan milyonlarca düşünceden yine milyonlarcasıydı. Akşam 9'u 20 geçerken duran bir saat gibi, tutukluk yapan bir silah gibi, hiç okunmamış bir roman örneği gibi, havanın 40 dereceyi geçiyor oluşu gibi bir şeydi bunlar. Evet, söylemiştim Ezekiel'in nasıl devam etmesi gerektiğini bilmediğini. Bu yüzden, insan boğazından geçen sıcak yemekten sonra içilen bir bardak soğuk suydu o. Dışlanan bir arkadaştı grubunuzdaki. Herkesin nefret ettiği o sarkan yumuşak göbekti. Tamam, anladığınızı umuyorum onun durumunu. Kendine geldiğini hissettiğinde bile kendine tam olarak gelememişti. Hep kendinden çok bir başkasının zihninde dolaşıyor gibi hissediyordu. O sırada mutfaktan gelen şarkı giderek yükselmekte, onu ayağa kalkmak için cesaretlendirmekteydi. 


...


     ''Tüm sevdiklerinin, seveceklerinin sana selamı var'' diye mırıldandıktan sonra kalktı yatağından. Yani, başını kaldırdı sadece. Otururken, yandaki sigara paketini gördü. Uzandı, çekti bir tanesini. Sağ eliyle dudaklarının arasına yaklaştırırken, sol eliyle cebinde çakmak arıyordu. Bulunca da hızla çekip ağzındakini yaktı. Bir süre öylece durdu. Odasını iyice kokuttu. Ardından yanındaki açık camdan daha yarısı bitmiş sigarayı fırlatarak ayağa kalktı. Başı dönmemişti ilk defa, dünya ile olan bağı da kopmamıştı. Sanırım ilk defa bu kadar canlı hissediyordu Ezekiel. Huzuru bulmuş bir yaşlı gibi sevinçliydi. Odasından ağır adımlarla çıkarak mutfağa gitti. 2 buçuk bardak su içti. Kalanı tezgaha koyduktan sonra balkona, ferahlamaya çıktı. Tüm camları teker teker açtı. Önce sağa doğru hızla esen bir rüzgarın içinde kaldı. Artık kel olan kafasını okşadı. Camdan aşağıya baktı, canlıydı şehir. Madem öyle, dedi, dışarı çıkayım. Gitti yine odasına. Üstüne dar, beyaz, atlet gibi bir sıfır kollu, altına da ayak bileğinin 3 santim yukarısına kadar gelebilen bol, koyu gri bir pantolon giydi. Kafasına da gri bir bere geçirdikten sonra, dolabın üstüne sıkıştırdığı üstü yazılı kağıt parayı, sigara paketini ve azıcık gazı kalmış çakmağını cebine atıp evden çıktı. 15 katı sigarasını tüttüre tüttüre indi. Öksürmeye de başlamıştı artık, aferindi ona! Apartmandan çıktığında 4'lü merdivenlerde oturup dinlenmeye başladı. O sırada yeniden apartmanın kapısı açıldı. Birisi ayağının ucuyla yürüyüp ona yaklaşıyordu. Dönmedi ona, takmadı onu kafasına. Herif bir basamak yukarısına oturup bacaklarını sağa sola açtı. Saçı açık sarı ve dikenliydi. Yani, Mayın Tarlası oyunundaki bombalar gibiydi. Yüzü ince, çene hattı belliydi. Açık tenliydi, burun hizasında bolca çil vardı. Bol, desenli, beyaz tişörtü ve yine bol, lacivert pantolonu vardı. 
     Sessizce konuşuyordu:
     — Eiffela'yı tanıyor musun?
     Ezekiel şaşırdı. Önce adamı süzdü, sonra heyecanla:
     — Evet. -dedi.
     — Onu nerede bulabilirim?
     — Bulamazsın. Nereden tanıyorsun?
     — Tanımıyorum yahu! Pislik herif, rüyalarıma giriyor.
     — Gerçekten mi?
     — Evet, hakikaten. 
     — O zaman... -dedi Ezekiel, elini adamın dizine hafifçe koyarken,- Belki onu yolcu gemilerinde yakalanana kadar okurken bulabilirsin.
     Herif güldü, alaycı bir gülüştü bu. Sessizce:
     — Doğru ya! Sen daha rüyanın o kısmındasın... -diyerek ayağa kalktı.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.