Edessak Augustus, boy aynasının karşısında durmuş, kayıtsız bir tavır takınmış olan Trissy’e bakıyordu, "Neden yine kaçtın?"
Trissy ona kısa bir an baktıktan sonra pencereye doğru dönüp kıkırdadı, "Meteor yağmurunu gördün mü? Dünyanın titrediğini hissettin mi?"
Arkasındaki dolaptaki porselenler ve diğer her şey kalın, yumuşak halının üzerine devrilmişti. Yaşlı uşak Funkel de yanında duruyordu.
"Bu nadir olan bir şey değil," dedi Edessak kısık sesle.
Trissy hafifçe kaşlarını kaldırdı.
"Çok sıkıcısın.
Sana karşı dürüst olacağım, ben bir Şeytaniçeyim!"
Ancak Prens Edessak’ın yüz ifadesinde en ufak bir değişiklik yoktu. Başını çevirip uşağına baktı, "Kapıda bekle, içeri kimse girmesin."
"Tabii Ekselansları." Funkel, Trissy’e buz gibi bir bakış attıktan sonra solaryum odasından çıktı.
"Trissy Cheek, heh, Trissy denmesini tercih edersin sanırım.
Şeytaniçe olduğunu biliyorum. Beyonder malzemelerini almana yardım eden kişi başarısız oldu. Aldığın malzemeler benden geliyordu!
Prenses eşimin bir Cadı ya da Şeytaniçe olması umurumda değil. Senin aranıyor posterlerini bile gördüm!"
İlk başta duyduklarına şaşıran Trissy çok geçmeden alaycı bir şekilde gülümsedi.
"Gerçekten çok şey biliyorsun...
Bir zamanlar erkek olduğumu, adımın Tris olduğunu da biliyor muydun?"
"...Ne?" Edessak’ın gözleri kocaman açılmıştı, duyduklarına inanamıyor gibi görünüyordu.
Bu tepkiyi gören Trissy bir kahkaha attı. Kahkahası o kadar şiddetliydi ki bir deli gibi ileri geri sarsılıyordu.
"Haha, yanlış duymadın, bir zamanlar erkektim! Tıpkı senin gibiydim ve oradaki şeyim seninkinden daha uzun ve kalındı! Ancak Cadı iksiri cinsiyet değiştirmeme sebep oldu!
İğrendin mi? Tüylerin diken diken oldu mu?"
Bu sözleri uzun zamandır içinde tutan Trissy aniden kalkıp iki adım attı.
Edessak içgüdüsel bir hamleyle geri çekilmişti, adem elması istemsizce hareket ediyordu.
"Hayır, öyle değil... Sen gerçek bir kadınsın. Sorun yok. Ben bunu kesinlikle doğrulayabilirim!" Prens sessizce mırıldandıktan sonra tekrar sesini yükseltti, "Seninle tanıştığım andan itibaren, gerçek bir kadındın. Geçmişte nasıl biri olduğunu bilmek istemiyorum! Böyle bir şey olmamış gibi davranabilirim! Benim hoşlandığım, benim sevdiğim şu anki halin!"
Şaşkına dönen Trissy kahkaha atmaktan yaşaran gözlerini silmek için elini kaldırdı.
"Sen gerçekten de acınası bir adamsın.
Hala anlamıyor musun? Tanışmamız bir tesadüf değildi. Senin ilgin bile...
Senin bana olan ilgin bile bir başkasının ayarlaması sonucu olan bir şeydi. Her şeyin ne kadar hızlı geliştiğini fark etmedin mi? İlk görüşte aşka inanırım, ancak bunun bu kadar güçlü büyü özelliklerine sahip olduğuna inanmam. Üçüncü sınıf bir aşk romanındaki baş karakter gibi davranıyorsun, ilk görüşmemizde bana takıntılı bir şekilde aşık oldun. Bir zamanlar sevdiğin insan türünü unutarak bir yabancıya aşık oldun. Bu delilik!"
Prens Edessak’ın bakışları boşlaşmış, ağzı açık kalmıştı.
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra aniden rüyadan uzanmış gibi başını kaldırdı.
"S-sen gerçekten de benim tipimsin... Ancak tepkim, gerçekten... Çok abartılı..."
Trissy’nin dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
"Ne zavallı bir adam, bir başkasının oyuna düştün. Tıpkı bir kukla gibisin.
Anlamıyor musun? Kurban edilebilecek olan birisin ve ben de, kraliyet ailesi ve Şeytaniçe Mezhebi arasındaki işbirliğinin rehini ve bu aldatmacanın kilit noktasıyım.
Şeytaniçe Mezhebi’ne ait olan önemli bir nesneye sahibim ve senin katı gözetimin altında, her an yok edilebilir ve hazinenin kaybolmasına sebep olabilirim. İşbirliğimizin samimiyeti bu ve bu mesele diğer kiliselerin ve ordunun kulağına gittiğinde her şey çok basit bir şekilde gelişecek. Prens Edessak şehveti yüzünden bir Şeytaniçe’yi tutsak aldı. İğrenç günahlarını fark ettiğinde de kendi kafasına sıktı. Sonra da tüm meselenin üstü örtülecek..."
"Hayır!" Prens Edessak daha fazla dayanamayıp bağırdı.
"Neden Şeytaniçe Mezhebi’yle işbirliği yapıyorlar?"
"Her an terk edilebilecek olan bir tutsak bunu nereden bilebilir?" Trissy’nin yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Kaçmak istememin arkasındaki sebep bu."
Bu noktada kısık sesle gülmeye, bedeni sarsılmaya başlamıştı, ancak birkaç saniye sonra yeniden başını kaldırdı.
"Benden ne istiyorsun? Soyup yatağa atmak mı? Hayır, muhtemelen psikolojik bir direnç oluşturdun. Aslında, şu anda sana biraz sıcaklık vermek isterim. İki insanın birbirini rahatlatmasında utanılacak bir şey yok."
Prens Edessak bir dakika boyunca sessizce Trissy’e baktıktan sonra aniden gözlerini kapatıp köşedeki bir noktayı işaret etti.
"Gidebilirsin, bu kapıdan çık."
Trissy şaşkın bir şekilde kaşlarını kaldırdı.
"Gitmeme izin mi veriyorsun?"
Edessak başını çevirip pencereye baktı, "Funkel’i ben tutarım. Peşindeki diğer kişilerden kurtulmayı başarıp başaramayacağın ise kendi gücüne ve şansına kalmış."
Trissy birkaç saniye şaşkın şaşkın bakındıktan sonra hızla gizli kapıya koştu.
Ancak tam geçecekken durup bir kez daha arkasına döndü.
"Peki ya sen?"
Edessak ona dönmeden, pencereye bakarak gülümsedi, "Ben mi?
Bırak ben bu güzel hikayeyi yaşayıp sonunu göğüsleyeyim, ister iyi olsun ister kötü, hazırım."
Trissy derin bir nefes alıp daha fazla oyalanmadan gizli kapıdan geçti.
…
Aziz Samuel Katedrali’ndeki sessiz bir odada.
Evernight Tanrıçası Kilisesi’nin on üç başpiskoposundan biri, Backlund başpiskoposluğundan sorumlu olan Aziz Anthony Stevenson, Earl Hall’ın malikanesinden acil bir telgraf almıştı.
Bu sakallı, yaşlı adamın derin çukurlu gözleri ve son derece temiz bir görünümü vardı. Siyah-kırmızı bir piskopos kıyafeti gitmiş olsa da, kasvetli bir his vermiyordu.
Ancak onun huzuruna çıkan herkes içten gelen bir korkuyla titrerdi. Sanki maneviyatları korku tarafından ele geçirilir, karanlıkta dolaşan ne olduğu belirsiz bir varlık ruhlarına bakıyormuş gibi hissederlerdi.
Trissy Cheek... İlkel Şeytaniçe... Aziz Anthony derin bir nefes alıp hemen ayağa fırladı.
Bu hamleyle etrafındaki ışık hızla yok olmuştu.
Katedraldeki tüm ibadetçiler gece olduğunu hissetmişti.
Ancak Aziz Anthony, katedralin altındaki Chanis Kapısı’nın önünde belirdiğinde yeniden her şey normale dönmüştü.
Bugün, ekibe liderlik eden Ruh Rehberi Daly Simone’du.
Başpiskopos, Daly’nin bir şey sormasını beklemeden talimatları vermeye başladı, "Hazırlıklarını yap, süreç başlıyor. Bir Mühürlü Eser istiyorum."
Kullanmak istediği eser 0-17’ydi.
Bu korkunç Mühürlü Eser’in Trissy meselesini halledebileceğine inanıyordu.
Ve bu, Kutsal Katedral’in dışında saklanan tek Sınıf 0 Mühürlü Eser’di. Kilisenin üst kademelerinden yalnızca iki kişi bu eserin Backlund başpiskoposluğunda olduğunu biliyordu.
"Tabii Majesteleri." Daly derhal şaşkınlığını üzerinden atıp başını salladı.
O harekete geçtiğinde, Aziz Anthony de gözlerini kapatıp 0-17’yi zihninde canlandırdı.
"Numara: 17.
İsim: XXXXXX
Tehlike Sınıfı: 0. Son derece tehlikeli. En yüksek önem ve gizlilik seviyesinde. Sorgulanmamalı, dağıtılmamalı, açıklanmamalı ya da gözetlenmemeli.
Güvenlik İzni: Papa, A Takımı araştırmacıları ve Backlund başpiskoposluğunun başpiskoposu (Not: Başpiskopos Backlund başpiskoposluğunun dışına gönderildiğinde bu esere dair anıları Mühürlü Eser 1-29 tarafından silinecektir.)
Mühürlenme Yöntemi: Mühür 1-29 ve 1-80 kullanılarak tamamlanmıştır.
Açıklama: Bu bir nesne değil, yaşayan bir melektir.
Siyah saçları ve siyah gözleriyle son derece güzeldir. Genç bir kadına benzer ancak asıl yaşı bilinmemektedir.
Kanatları olduğu kaydedilmemiştir. Görünüşüyle, sıradan bir insandan farksızdır.
Düşünme yetisi yoktur ve tüm bilinçliliğini kaybetmiştir.
’O’na yaklaşan her şey ve herkes tamamen ortadan kaybolur... Kehanet ve diğer yöntemler aracılığıyla bu kimselerin hala hayatta olduğu doğrulanabilir, ancak yerlerini bulmak imkansızdır. Şu anda, 1825 yöntem denenmiş olsa da hepsi başarısız oldu.
0-17’nin etki menzili belirsiz bir şekilde genişleyip daralır. Şu ana kadar 70’den fazla araştırmacının kaybolmasına sebep olmuştur."
…
"Uyarı: ’O’ kullanılamaz!
Ek bilgi 1: Bu Mühürlü Eser ilk kez Dördüncü Dönem’in Soluk Çağ’ında ortaya çıkmıştır.
Tam tarihi: Bilinmiyor.
Tam konumu: Bilinmiyor."
"Ek bilgi 2: Edinilen bilgilere göre beş kez uyandırılmıştır."
…
Klein, Ince Zangwill’in taklitçisinin arandığı haberini diğer muhafızlara yayarak, kehanetin yardımıyla Ana Anahtar’ın müdahalelerini atlatmış ve vahiyleri sayesinde çıkışa ulaşmayı başarmıştı.
Bu arama yöntemiyle, boş odadaki cesedin yakın zamanda fark edileceğini biliyordu, bu nedenle bir an önce kaçmak zorundaydı.
Meçhul güçleri, cesetleri kaybetmeye ve izleri silmeye yarayan bir mistik nesneyle birleştirilmeli... Pratik sayesinde somut bilgiler edinmiş olan Klein, çıkışı gördüğünde aniden durakladı.
Burada hiç muhafız yoktu, ağır, taş kapı öylece tek başına duruyordu.
Neler oluyor? Neden çıkışı kimse korumuyor? Kehanetlerim yanlış mı sonuç verdi... Yoksa dışarıda muhafızlar var mı? Klein heyecanını bastırıp bir köşe bularak zırhını çıkardı, böylece artık daha hafif ve çevik olabilecekti.
Sonra, dışa doğru açılan taş kapıya yaklaşıp soldaki duvarın köşesine doğru ilerledi.
Bir süre sessizce bekledikten sonra da eski, bronz anahtarı çıkarıp hafifçe duvara doğru bastırdı.
Aniden ortaya çıkan su dalgaları hızla yayılırken Klein da sessizce duvardan geçti.
Dışarı ulaştığında gördüğü ilk şey, kubbeden süzülen doğal ışık olmuştu, bu da buranın gerçekten çıkış olduğu anlamına geliyordu.
Gözlerinin ışığa alışmasını beklerken bir süre hareketsizce durdu. Kısa süre sonra, ayağının altındaki benekli gri taşları ve önündeki kalın sütunları fark etti.
Salonun ortasında, sunak gibi görünen bir şeyin çevresinde, başlıklı dört figür diz çökmüş bir şekilde duruyordu.
O anda yumuşak, narin bir kadın sesi duyuldu.
"Bay A, hazır mısınız?"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.