Yukarı Çık




30   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   32 

           
Karanlık su aniden kabardı ve kaynamaya başladı, sanki solgun şafağın ışığından kaçmaya çalışan bir yaratık gibiydi. Sunny yavaşça doğruldu ve bir süre bekledikten sonra, taş platformun kenarına dikkatlice yaklaştı.

Aşağıya bakınca gözlerini kırpıştırdı, sonra gördüğünün bir yanılsama olmadığından emin olmak için dizlerinin üstüne çöktü.

Deniz çekiliyordu.

İlk başta yavaş, sonra giderek hızlanan bir şekilde su seviyesi düşüyordu. Üzerine sığındığı dairesel taş platform, denizden az biraz yukarıdaydı, şimdi ise kaynayan deniz yüzeyi ile arasındaki mesafe metrelerceydi.

Güneş yükselirken, suyun çekilmesi devam etti. Kısa süre sonra, Sunny kendini yüksek bir uçurumun kenarında buldu, su çekilmeye devam ederken yükseklik mesafesi yaklaşık yüz metreye ulaşmıştı. Altındaki taş platform genişliyor ve farklı şekillere bürünüyordu. Ama bu bakış açısıyla tam olarak neye benzediğini belirlemek zordu.

O sırada, karanlık suyun yüzeyini keskin, kırmızı bıçaklar delmeye başlamıştı. Su çekilmeye devam ettikçe, karanlık derinliklerden kırmızı bir orman yükseliyormuş gibi görünüyordu. “Ağaçlar”, mercana benzeyen, birbirine girmiş şekilde dolanan ve göğe doğru uzanan çeşitli yapılardan oluşuyordu.

Boyutları devasaydı, düzensiz çıkıntıları birbirine karışıyor, güneş ışığının altında kırmızı ve siyahın korkutucu gerçekliğinde devasa ve ürkütücü bir manzara yükseliyordu. Bu garip resif labirenti, Sunny’nin görebildiği kadar uzaklara doğru gidiyordu, yer yer dik uçurumlarla, çıkıntılı büyük kayalarla ve uzaklardaki doğal oluşumlarla son buluyordu.

Yarım saat sonra, Sunny şok içinde aşağıya baktı ve denizin tamamen yok olduğunu fark etti. Eğer ıslak kayalıklarda asılı kalan siyah yosunlar ve kızıl mercan yapılar olmasaydı, buranın bir zamanlar suyla kaplı olduğuna inanmazdı.

Küçük dairesel adası, garip dikdörtgen biçiminde, yamuk bir kayalık tepeye dönüşmüştü. Aşağıya bakınca başı döndü.

O sırada gece tamamen çekilmiş gün ağarmıştı, sabah olmuştu.

’Gördüklerim gerçek, değil mi?’ diye düşündü Sunny, kendini çimdikleyerek.

Bu Büyü neyin nesiydi böyle?


***


Karanlık denizin ve gizemli canavarlarının aniden kaybolmasına rağmen, Sunny dairesel taş platformdan inmeye acele etmedi. Öncelikle, deniz gidebiliyorsa geri de gelebilirdi, belki de herhangi bir anda tekrardan yükselirdi.

İkincisi, bu labirentimsi mercan yapıların hangi tehlikeleri barındırdığını bilmiyordu. Belki de orada dev dokunaçlı yaratıktan bile korkutucu bir şey vardı. Sunny onu aklından çıkaramıyordu.

Ama bu, keşfetmeyeceği anlamına da gelmiyordu.

Platformun ortasına geri dönerek oturdu ve gölgesini kontrol ederek vücudundan ayırdı, platformun kenarına yaklaştı ve çevik bir şekilde kayarak aşağı indi.

Alışkanlıkla gölgeden gölgeye geçerek inişine devam etti. O anda, gölgelerin ağırlığı olmadığından ve yerçekiminden etkilenmediğinden dolayı memnundu.

Gölgesi aşağı inerken, Sunny esnedi.

‘Sana bir isim vermemiz gerekmez mi sence?’

Gölgesi çok uzakta olmasına rağmen, paylaştıkları bağ sayesinde iletişim kurabiliyorlardı. Tabii bu, her zaman cevap vereceği anlamına gelmiyordu. Gölge, sessizdi. Çünkü ses telleri yoktu, konuşamıyordu.

Üstelik mizaç olarak da öyle basit biri değildi.

‘Peki… Utanmaz, nasıl? Hayır mı? Peki ya… Karanlık? Bu da mı olmaz? Hmm, daha basit bir şey… Ne? Önerin varsa söyle o zaman? Tamam, her neyse! Bu konuşmayı sonraya bırakalım.’

Bu kısa monoloğu bitirdiğinde, gölge zaten uçurumun dibine ulaşmıştı. Gölge Kontrolü menzili sınırsız değildi, ama çevresini keşfetmeye yetecek kadar genişti.

Labirente girince Sunny, oranın son derece kafa karıştırıcı ve dolambaçlı olduğunu fark etti. Mercan sütunları arasındaki yollar bazen genişliyor, bazen daralıyordu. Düzensiz kıvrımlar oluşturuyor, çoğu zaman çıkmaz sokaklara bitiyor ya da başladığı yere geri döndürüyordu. Üstelik bazı yollar mercanlardan oluşmuş yığıntıların içine giriyor, karanlık tünellere dönüşüyordu.

Labirent çok katmanlı ve genişti; Sunny birkaç kez yakındaki yolların düzenini ezberlemeye çalıştı ama kafası karıştı. Sonunda gölgesini yukarı çağırdı, onu kırmızı ormanın tepesine tırmanıp keskin mercan bıçakları arasında zıplamaya zorladı — kendisinin bunu beceremeyeceğini bilerek.

Kısa süre sonra gölgesiyle bulunduğu garip uçurumun etrafını dolaştı ve yapının gölgesinde kalan kısmı görünce donakaldı.

Aşağıda, önceki gece peşine düşen yaratığın cesedi yatıyordu, devasa bir köpekbalığına benziyordu. Etrafındaki mercan sütunlar paramparça olmuştu.

Daha doğru bir ifadeyle, cesedin bir kısmı oradaydı, kopan kısımdan iç organları saçılmıştı. Diğer yarısı ise yoktu, sanki hiç var olmamış gibiydi.

Cesedin etrafında yüzlerce küçük canavar dolanıyordu, et parçalarını ufak ufak koparıp yiyorlardı. Her biri yaklaşık iki buçuk metre boyundaydı ve şeytani canavarlar; yengec, sentor ve kâbus yaratığı karışımı birşeydi.

Orak benzeri çıkıntılarla biten dört çift uzun, eklemli bacağı vardı. Ön tarafıysa, insan benzeri gövdesi alt kabuğundan yükseliyordu. Kitin zırhla kaplıydı. Kafası, eğer doğru tabir buysa, doğrudan gövdenin üstünde bulunuyordu, boynu yoktu. Gözleri iki dar yarık gibiydi ve ağzı ise sümüksü, yapışkan bir çeneye sahipti. El yerine iki dev kıskacı vardı.

Şu anda hepsi, kıskaçlarıyla cesetten et parçaları koparıp yiyordu. Arada sırada en lezzetli parçayı kapmak için kavga çıkıyor, birkaç canavar birbirini parçalıyor ve kazananlar onları da yiyordu.

Sunny yutkundu.

Hem bu güçlü canavarlar onu tedirgin etmişti hem de yaratıkların çektikleri ziyafeti izlerken karnı acıkmıştı.

‘Tehlikeli görünüyorlar. Ve yüzlercesi var.’

Şansı, yine berbattı.

‘En azından labirentin neden bu kadar boş olduğunu anlamış oldum. Herkes parti veriyor!’

Gölgesinin canavarlardan uzaklalmasını sağladı ve sığındığı kayalığı incelemeye başladı. Bir şeyler onu huzursuz ediyordu.

Gölge yukarıya, garip şekillere baktı. Sunny, görüş açısını değiştirerek incelemeye devam etti.

‘Bu… bu bir parmak. Bu bir el. Bu da… bir kılıç sanırım?’

Gözlerini kırptı.

‘Bu bir heykel.’

Gerçekten de bu şey insan eliyle yapılmıştı. Bu yer, en az iki yüz metre yüksekliğinde kadim ve devasa bir heykeldi. Akıl almaz boyutlardaydı. Sunny’nin görebildiği kadarıyla heykel, süslü levha zırh kuşanmış bir şövalyeyi tasvir ediyordu. Göğsüne yedi parlak yıldız işlenmişti. Elleriyle önünde tuttuğu devasa kılıç yere doğru çevrilmişti.

Ama en dikkat çekici şey, Taştan yapılmış bu dev şövalyenin başı yoktu. Aslında Sunny’nin üzerinde durduğu dairesel platform devin boynuydu. Anlaşıldığı üzere başının olması tasarımıyla alakalı değildi — sanki çok uzak bir geçmişte bir şey ya da biri gelip onun kafasını uçurmuş gibiydi.

Sunny platformun etrafında dolaştı ve dört bir yanından baktı, ama başını herhangi bir yerde göremedi.

‘Burası da neresi böyle?’

Cevap bulmasına yardımcı olacak hiçbir ipucu yoktu. Gölgesini yanına çağırdı ve batı kenarına oturup aşağıda ziyafet çeken yaratıkları izlemeye koyuldu.

Güneş batıncaya kadar kımıldamadı.

Sunny’nin tahmin ettiği gibi, güneş ufka değdiği anda aşağıdan bir uğultulu koptu. Yaratıklar anında yemeyi kesti, kimisi mercan sütunlarının içine gizlendi, kimisi de yumuşak toprağın altına saklandı.

Birkaç dakika sonra, labirentin koridorlarında karanlık suyun akıntıları gelmeye başladı. Hızla yükseldi, kısa sürede her şeyi yutan bir tufana dönüştü. Deniz, gecenin yaklaşmasıyla birlikte geri dönüyordu.

Sunny, bu akıl almaz manzarayı aklındaki bir çok düşünceyle beraber sessizce izledi.

Bir saat kadar sonra, dairesel platform karanlık suların üstünde kalan tek yerdi.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

30   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   32