Schrodinger ve Leonore Rureaux’nun davet edildiği, Dünya Büyüklüğ’ünde küçük, izole bir balonun içinde.
Parlak, yıldız mavisi bir yolda yürüdüler, nefes kesici, Varoluşsal Güzelliğ’in içinden geçen, katılaşmış ışıktan bir köprü. Etraflarını yıldızların ışığıyla aydınlatılmış bir ortam sarmıştı, sanki bu izole edilmiş alan, gece gökyüzünün bir parçasıymış gibi, tek varış noktası merkezinde parlayan tek bir yaşam noktası olan özel bir galaksi: Yuvarlak bir bahçe, nazik, davetkar bir ışıkla titreşiyordu.
Leonore Rureaux, hala zayıf bir vücuda sahipti, ancak kızıl gözleri artık soğuk, berrak ve gençleştirici bir ışıkla parlıyordu. Analitik bir ilgiyle bu imkansız mimariye baktı. “Onunla tanışmadan önce,“ dedi, sesi alçak, melodik ve keskin bir bıçak gibi keskin, “Onun bir Erken Yaratık olduğuna dair On Bin Paradoks Her Şey’i ile bahse girerim. Bu bahsi kabul eder misin, Ey Haberci?“
Schrodinger, içten, neredeyse hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi. Başını salladı, tavırları etraflarındaki göksel ihtişamla keskin, absürt bir tezat oluşturuyordu. “Onun Erken Yaratık olduğuna katılıyorum,“ dedi, sesi sessiz, felsefi bir mırıldanmaydı. “Hiçbiri mantıklı gelmese de, Varoluş imkansızlıklarla doludur. Belki de o da başka bir imkansızlıktır.“
Böyle bir konuşma yaparken, bahçenin kenarına vardılar. Bir sonraki anda, bahçenin girişinde sessiz, zarif bir şekilde beliren bir figür ortaya çıktı. O, Malphas’tı. Obsidiyen uşak kıyafeti yıldız ışığını emiyor gibiydi, ama kumaşının içine dokunmuş, sessiz, bastırılmış bir güçle titreşen parlak mavi görünmez çizgiler vardı. Gözleri artık sadece Kırmızı değildi, tehlikeli, büyüleyici bir Kırmızı-Mavi parıltıyla dans ediyordu ve yaydığı Otorite havayı boğacak kadar güçlüydü.
Soğuk bakışları, sessiz, küçümseyen bir değerlendirmeyle üzerlerinde dolaştıktan sonra Schrodinger’in üzerinde durdu. “Lütfen,“ dedi, sesi hem kibar bir davet hem de mutlak bir emir olan yumuşak, kültürlü bir baritondu, “Bu taraftan.“
Bahçe, imkansız, güzel bir yaşamın şaheseriydi. Parlak Kutsal Otlar, yaprakları binlerce farklı Otorite’nin ışığıyla parıldayarak, mükemmel, Geometrik desenler halinde büyüyordu. Ağaçlar, kabukları cilalı ay ışığı renginde, içlerinden yumuşak bir ateşle parıldayan meyveler veriyordu. Ve tam ortada, mükemmel bir daire şeklinde düzenlenmiş, parıldayan Mavi-Altın rengi bir malzemeden yapılmış yüksek minderler vardı. Bu minderler, üzerinde bembeyaz altın tabaklar ve fincanlar bulunan alçak bir masayı çevreliyordu.
Malphas, masanın başına geldi ve zarif bir el hareketi ile biraz kaba görünümlü bir kovayı ortaya çıkardı. Bu kova, Erken Örtülü Kıyı’nın ısıtılmış kumlarından dövülerek, yapılmış, şimdi ise soğuyarak, kıvrımlı, opalimsi bir cam hâline gelmişti. Ama bu mütevazı kaptan, Varoluş’un Kutsal Bal Şarab’ını dökmeye başlamıştı.
Schrodinger ve Leonore’un gözleri fal taşı gibi açıldı. Beyaz-Altın rengi sütlü sıvının, bardakları doldururken, yarattığı korkutucu Karmaşıklığ’ı ve gücü hissedebiliyorlardı. Bu Sıvı’nın Varoluş’u, saf, katıksız bir yaşam gücü dalgasıydı ve onların kadim Varoluşlar’ını, unutulmuş, İlkel bir açlıkla titretmişti. Tabaklara gelince, Malphas ellerini tekrar salladı ve tabaklar, içinde mükemmel, ısırık büyüklüğünde göksel deniz canlıları yüzen, parlak, kaynar kutsal sularla doldu.
İşini bitirdikten sonra, muhteşem bir verimlilikle bir uşak gibi ayağa kalktı. “Efendim yakında burada olacak,“ dedi. “Lütfen, kendinize servis yapın.“
Bu sözlerle, soğuk, sakin ve mutlak bir dinginlik içinde bir kenara çekildi. Schrodinger, merakı hissedilir, Analitik bir güç olarak, ona bakmaktan kendini alamadı. “Kimsin sen?“ diye sordu, sesi alçak, merakla dolu bir mırıldanmaydı. “Sen sadece bir Yaşayan Varoluş ya da Kat Yaşayan’ı olmamalısın. Ve Erken Yaratık gibi de görünmüyorsun, çünkü Erken Yaratıklar’ın kimseye hizmet ettiğini görmedim. Yine de, yaydığın muazzamlığı kafamdan atamıyorum...“
Malphas, başını çevirdi, Kırmızı-Mavi gözleri soğuk, küçümseyen bir bakışla Schrodinger’e sabitlendi. “Ben, sadece Efendim’in bir hizmetkarıyım. Adım bile önemsiz. Tekrar söylüyorum, ikramların tadını çıkar. Efendim yakında burada olacak.“
Bu sözler Schrodinger’ı daha da meraklandırdı. Ama yanında duran Leonore Rureaux çoktan bir kadeh almıştı. Kutsal Varoluş Bal’ını içti ve gözleri parladı, tüm Varoluş’u eşsiz, canlı bir ışıltıyla doldu.
Ve sonra, O geldi.
Bahçenin hemen dışında bir figür belirdi, sessiz, anlık bir görünümdü, bir geçiş değil, sadece Varoluş’unu ilan etmek içindi. Parlak, yüksek minderlerden birine süzülerek, oturdu. Basit, Mavi-Altın renkli bir imparator cüppesi giymişti, saçları artık son derece parlak Mavi-Altın rengindeydi, sanki binlerce Mana okyanusu, yakalanan güneşin ışığına karşı hakimiyet için savaşıyormuş gibiydi. Varoluşsal Derece’de olan Beyaz Ten’i parıldıyordu, sanki Varoluşsal Kristal gibi ışıldıyordu ve içinde Anlaşılmaz bir Güç Okyanus’u barındırıyordu. O, imkansız bir silahtı, en güçlü döneminde olan bir İmparator’du, ama aynı zamanda gençti ve tüm anlayışı aşan bir Güc’e sahip eski biriydi.
O ortaya çıktığı anda... Schrodinger ve Leonore Rureaux ikisi de kaşlarını çattı. Onlar bunu hissettiler.
Bastırma!
İkisi de, böylesine derin ve korkunç bir Güc’e sahip Varoluşlar olarak, onun Varoluş’unda bir baskı hissettiler. Noah, onlara baktı ve onun yanında, ikisinin de göremediği, Kırmızı-Mavi holografik RUIN/EDEN formu ortaya çıktı.
>Efendim, iki deneğin Varoluşsal İmzalar’ı tespit edildi.>
>Schrodinger adlı Özne, şu anda Karmaşıklık ve Saflık açısından 0,5 Kentilyon Güç yayıyor.>
>Leonore Rureaux adlı Özne ise 0,8 Kentilyon Güc’ünde. Analizler’ime göre bu, bozulmuş bir durum; Potansiyel maksimum Güc:ü muhtemelen 2 Kentilyon’u aşıyor. Görünüşe göre önceki hapis hayatı onu... Ciddi şekilde yaralamış.>
0,5 Kentilyon ve 0,8 Kentilyon. Noah bu Sayılar’ı işledi ve soğuk, zorba bir sükunet onu sardı. Kentilyon kelimesinin kullanılması, bu Varoluşlar’ın Varoluş Yol’una çoktan başladıklarını veya en azından hissettiklerini gösteriyordu. Bu, onun tanıdığı Schrodinger’dı, Yaşayan Paradoks. Ama diğeri, Erken Laboratuvarla’rda gördüğü yenilmiş, ilgisiz Yaşayan Kavram... Eğer o Varoluş aynıysa, şimdi öğrenme, anlama zamanıydı.
Oturdu, bakışları ikisini de taradı. Bir kez başını salladı, bir kralın seyirciye izin verdiği bir jest gibiydi. “Beni arıyordun.“
...!
Not: Özne. Cümlenin Ögeler’inde çıka bir şey. Genelde bir Şahıs olur. Bilginiz olsun.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.