Sabah olduğunda Sunny karamsar ve huzursuz bir halde uyandı. Karanlık aynanın korkunç görüntüsü hala zihninde tazeydi, bu yüzden her gölge ona tehditkar ve uğursuz görünüyordu. Suratını asıp homurdandı.
‘İyice sıyırdım. Ben Gölgelerin Çocuğuyum. Kendi türümden neden korkuyorum ki?’
Ama sonra, karanlıkla gölge aynı şey olmadığını düşündü. Pek çok kişi ikisini karıştırsa da, aslında birbirinden çok farklı şeylerdi. Gölge, ışığın yokluğundan doğardı. Bir bakıma boşluğun kendisinden doğmuş bir yansıma, bir izdi. Gerçek karanlık ise… kendi başına bir varlıktı.
Bir bakıma, gölgeler karanlıktan çok ışık gibiydiler.
‘Yani… sanırım. Hmmm, öyle mi?’
Kendi iç sesiyle felsefi tartışmalara girmek, güne başlamak için en kötü yöntemdi. En azından Sunny’e göre. Zaten bozuk olan morali iyice karman çorman oldu. Derin bir nefes alıp verdi, doğruldu, kollarını gerdi ve esnedi.
“Günaydın.”
Sesi, çekilen denizin gürültüsünden kayboldu. Güneş doğarken, karanlık deniz hızla kayboluyordu. Sunny biraz olsun rahatladı.
“Sana da.”
Nephis, gecenin geri kalan kısmında nöbet tutmuştu, dolayısıyla zaten uyanıktı. Her zamanki gibi, gözleri kapalı halde meditasyon yapıyordu. Gecenin mutlak karanlığında “nöbet tutmak” kulağını kullanmak anlamına geliyordu, bu yüzden gözleri açık tutmanın bir anlamı yoktu.
Tabii bu durum, mükemmel gece görüşüne sahip olan Sunny için geçerli değildi.
Onun ayağa kalktığını duyan Değişen Yıldız yavaşça gözlerini açtı. Dans eden beyaz alevin ardından gözlerinde kalan solgun bir parıltı bir anlığına görüldü, ardından sabahın loşluğuna uyum sağladıkça kayboldu. Nephis, Sunny’ye baktı ve nazikçe gülümsedi.
Son iki haftadır Nephis de en az Sunny kadar disiplinli bir şekilde antrenman yapıyordu. Ancak onun amacı kılıç ustalığını geliştirmek değil, normal bir insan gibi davranmayı öğrenmekti.
Bu çabaları sayesinde aralarındaki gariplikte biraz azalmıştı — biraz.
Sunny, Değişen Yıldız’ın bu halini anlayabiliyordu, çünkü yıllar önce kendisi de benzer bir dönemden geçmişti. Nephis, Cassie’nin konuşmalarını ve davranışlarını dikkatle incelediğini, hatta birkaç kez taklit etmeye çalıştığını fark etmişti. Bazen de, Cassie’nin bazı küçük alışkanlıklarını taklit etmeye çalışıyordu. Sonuçlar… pek iç açıcı sayılmazdı.
İlk defa ona gülümseyerek günaydın dediğinde Sunny o kadar irkilmişti ki, hemen kılıcını çekmişti.
Nephis zeki ve azimliydi. Bugün ki gülümsemesi neredeyse doğal görünüyordu.
Sunny, Değişen Yıldız’ın neden canavarlarla dolu bu tehlikeli yolculuk sırasında sosyal becerilerini geliştirmeye karar verdiğini anlamıyordu. Ama şikâyetçi de değildi.
Hatta, Sunny için izlemesi oldukça eğlenceliydi!
…Ancak, Nephis’in her gün kendi kendine işkence edercesine, Yönelim Yeteneği’ni daha iyi kontrol etmek uğruna çektiği acıyı görmek, işte bu hiç eğlenceli değildi. Hiç konuşmasalar da Sunny biliyordu, Nephis her “meditasyon” yaptığında aslında kendi Kusuru’nun dayanılmaz acısına katlanıyordu.
Bu düşünce canını yakıyordu. Sunny böyle duygulara alışkın değildi ama bunun “merhamet” denen şeye benzediğini tahmin ediyordu. Daha doğrusu kitaplarda ve dizilerde öyle anlatılıyordu.
Zaten böyle konulardan da pek anlamazdı.
Kahvaltıdan sonra Nephis ayağa kalktı ve dev omur kemiklerinin arasındaki bir yarıktan sızan ışığa baktı. Ardından Sunny’ye dönerek,
“Etrafı inceleyelim.” dedi.
Yeni bir bölgeye geçmeden önce çevreyi incelemek gerekiyordu. Genelde incelemekten kasıt, deniz yüzeyinin üstünde kalabilecek kadar yüksek bir nokta bulmaktı. Sonra bir iki gün keşif ve avlanma, ardından kampı oraya taşırlardı…
Sunny başını salladı.
“Hadi.”
Cassie’yi koruması için Yankı’yı çağırdı, ayrıca gölgesini de geride bırakarak olası bir tehlikeye karşı gözlemde kalmasını sağladı. Ardından Nephis’in peşine takıldı.
Ellerini birleştirip Nephis’i duvara doğru havaya attı. Değişen Yıldız duvardan tek adımıyla sekip, kendini yukarı doğru fırlattı ve kemiğin tavandaki bir çıkıntısına tutunarak kollarıyla kendini yukarı çekti. Göz kamaştırıcı ışığın içine karışıp kayboldu. Bir süre sonra Sunny’nin önüne altın bir halat sarktı, o da ipe tırmanıp yukarı çıktı.
Nephis çıkmasına yardım etti, ardından doğrulup batıya doğru döndü. Sunny de üstünü başını silkeledikten sonra aynını yaptı, sonsuza dek uzanan kızıl labirent ve arada sırada yükselen birkaç nokta — yani görmeyi beklediği manzara buydu…
Ama gördükleri karşısında ikisinin de nutku tutulmuştu.
Biraz uzakta, labirentin rengi solmuştu. Kızıl mercanlar griye dönmüş, biçimleri bozulmuştu; sanki bilinmeyen bir hastalık yüzünden kurumuş, solmuş gibiydiler. Taşlaşmış yüzeyleri gevrek ve kırılgandı, en ufak bir dokunuşta bile toza dönüşecekmiş gibi.
Bu ölü mercan bölgesi, göz alabildiğine gidiyordu. Daha da ileride, labirentin duvarları çökerek kül renginde bir kum denizine dönüşmüştü. Haftalardır sadece kızıl mercan geçitlerini görmeye alışmış Sunny, bu yabancı manzara karşısında bir korku hissetti.
Üstelik, herhangi bir canlılık belirtisi görünmüyordu, bu da onları huzursuz etti.
Batıda yalnızca tek bir yüksek nokta görünüyordu. Uzakta, zemin yükselerek uzun bir tepe oluşturuyordu. Şimdiye kadar gördüklerinin en büyüğüydü, gece su yükseldiğinde bir kısmı tıpkı küçük bir ada gibi yüzeyin üstünde kalırdı. Şekli, devasa bir höyüğe benziyordu.
Ölü mercanların ilerisinde kalan gri kumlarla kaplı bu tepe, adeta külden oluşmuş bir dağ gibiydi. Bu dağın tepesinde ise dev bir ağaç vardı.
Ağaç, dallarıyla bütün adayı gölgede bırakacak kadar genişti ve ulu gövdesiyle göğe doğru yükseliyordu. Dev ağacın kabuğu, karanlık denizin suyu kadar kara, yaprakları ise kan gibi kırmızıydı.
Kızıl ağaç, gri gökyüzünün altında görkemli ve hayat dolu bir şekilde yükseliyordu.
Sunny yutkundu.
“Bu ne… *mk…?”
Nephis, sessizdi. Ya düşünüyordu ya da söyleyecek sözü yoktu. Sadece kaşlarını çatmış, batıya bakıyordu.
Tam o sırada, ağacın altından parlak bir ışık yansıdı. Güneş ışığını bir aynadan yansıtır gibi net ve güçlü bir ışıltıydı bu. Bir an sonra kayboldu, sonra yeniden belirdi.
‘Ayna…’
Sunny’nin tüyleri diken diken oldu. Önceki geceyi hatırlamıştı. Nedense bu ışıltı aniden tehditkar görünmeye başladı..
Bir süre sessizlik çöktü. Ardından Sunny sordu:
“Ne düşünüyorsun?”
Nephis bir süre sustu. Sunny, onun karar vermesini beklerken kül gibi görünen çorak araziye tekrar baktı.
Sonunda Nephis konuştu:
“Batıya giden tek yol bu.”
Sunny yüzünü ekşitti. Bu gelişmeden hiç hoşlanmamıştı.
“Yani… oraya mı gideceğiz?”
Değişen Yıldız dev ağaca baktı ve onun ihtişamından etkilenmiş gibiydi, sonra omuz silkti.
“Başka seçeneğimiz var mı?”
***
Bir süre sonra, dev deniz yaratığının kalıntılarını geride bırakıp batıya doğru yola çıktılar. Amaçları, Kül Tepesi’ne ulaşmadan önce bu garip arazinin durumunu incelemekti.
Başlangıçta, o tuhaf adaya yaklaşmayı düşünmüyorlardı. Fakat kül diyarına girdiklerinde işler beklediklerinden daha farklı gelişti.
Ayaklarının altında gri kumlar, çevrelerinde ise ölü mercan duvarları vardı. Her an bir tehlike çıkacakmış gibi tetikteydiler. Yukarıdan bakınca bölgede hiç canavar yok gibiydi ama ne Sunny ne de Nephis tedbiri elden bırakmaya niyetli değildi.
Çünkü unutulmuş kıyıların onlara öğrettiği bir şey varsa o da şuydu: Buradaki her şeyin ya ölümcül olduğu ya da onları öldürebilecek bir şeyi gizlediğiydi. Özellikle etçil solucanlarla yaşadıkları ilk karşılaşma, bu dersin acı bir hatırasıydı.
Ancak bu sefer yanılmışlardı. Kül diyarı tamamen sessizdi. Ölüm sessizliği. Tek bir yaşam izi bile yoktu.
Canavarların yokluğu, normalde onları rahatlatmalıydı. Ama Sunny kendini daha da gergin hissediyordu.
Burası çok tuhaftı. Tehlike kokuyordu. Eğer canavarlar bile buraya yaklaşmaktan korkuyorsa… onlar ne diye bu tarafa gidiyorlardı? Kendi ayaklarıyla ölüme mi yürüyorlardı?
Bir süre sonra labirentin duvarlarının tamamen çöktüğü noktaya ulaştılar. Artık önlerinde sadece uçsuz bucaksız kül grisi bir ova vardı.
Ne saklanılacak bir yer, ne de saklanabilecek bir şey kalmıştı.
Ama bu aynı zamanda, uzaktan bakan her şeyin de onları kolayca görebileceği manasına da geliyordu.
Sunny, Nephis’e baktı.
“Bunu yapmak istediğine emin misin?”
Değişen Yıldız başını öne eğip kaşlarını çattı. Sonra ileriye baktı ve kararlılıkla konuştu.
“Gidelim.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.