Yukarı Çık




24   Önceki Bölüm 

           
25. Bölüm – Syr’in Fiziği

—————————————————————

> “İyi geceler hepinize.” dedim, sonra herkes uyumak için kaplıcaya uzandı.

Gerçekten çok güzeldi; sonsuz uzayın ve yıldızların altında, açık havada rahatça uyuyabilmek…
Su, derinden gelen sıcaklığıyla vücudu sarıyor; gökyüzündeki sayısız yıldız sanki sessizce bizi izliyordu.
Gözlerim yavaşça kapanırken hissettiğim tek şey, huzurdu.

...

—————————————————————

...

9 Nisan 19.910

Sabah saat sekize doğru, normalden çok daha rahat bir şekilde uyandım.
Neden böyle hissediyorum? Sanki omuzlarımdan ağır bir yük kalkmış gibi…

Anlıyorum. Çünkü artık hiçbir sırrım yok.
Ne ailemden ne de Syr’den sakladığım hiçbir şey kalmadı.
Ve tüm açıklanan sırlarıma rağmen –beni sevmeye ve bana güvenmeye devam ediyorlar.

Belki anlatırken belli etmiyorum ama… içten içe hep korkuyordum.
Ya bir gün bana olan güvenlerini kaybederlerse?
Ya beni artık sevmek yerine, korkarlarsa?

Ama olmadı.
O sırların konuşulması sadece bizi daha da yakınlaştırdı.
Ve bu… beni inanılmaz derecede huzurlu hissettirdi.

...

Ailem çoktan kalkmıştı.
Giyinmiş bir hâlde, kaplıca evinin önünde oturuyor ve bizim uyanmamızı bekliyorlardı.

> “Günaydın anne, baba. Kaplıcada uyumak nasıldı?”

Annem gülümsedi.

> “Gerçekten beklenmedik bir şekilde çok iyi ve rahattı. Normalde sıcak suya uzun süre maruz kalmak insanı rahatsız eder, ama bu su… normal yataklardan bile daha rahattı.”

Babam ise kısa ve öz konuştu.

> “Güzeldi.”

> “Yeter ki siz beğenin.” dedim ben de, sonra giyinip Syr’i uyandırmaya gittim.

> “Syr, hadi kalkma vakti geldi.” dedim.

Beklenmedik bir şekilde Syr hemen doğruldu, gözlerini ovuşturup esnedi.

> “Haa~ Günaydın Kael. Senin yüzünden kaplıcada uyumaya bağımlı olabilirim. O zaman sorumluluk al, tamam mı?”

Gülümseyerek karşılık verdim.

> “Merak etme Syr, artık senin hayatın ve bütün yaşam masrafların benim altımda. Sonuçta sen benimsin, değil mi?”

> “Hehe~ o zaman sana güveniyorum Kaelciğim~”

> “Her zaman.”

...

Syr de üstünü giyindikten sonra, bizi evimizin mutfağına ışınladım.
Kısa sürede doyurucu ve lezzetli bir kahvaltı hazırladım.
Masaya oturduğumuzda annem gülümseyerek bana baktı.

> “Kael, bundan böyle mutfaktan sen sorumlusun.”

> “Tabii ki Kraliçem.” dedim hemen.

> “Ehehe~ benim küçük prensim.”

Yemek sırasında her zamanki gibi Dünya’dan hikâyeler anlattım.
Ailem her seferinde büyük bir merakla dinliyor, gözleri parlıyordu.

> “Kael, başka Nihility’leri ziyaret edebileceğin kadar güçlendiğinde bizi şu ‘Dünya’ adlı gezegene götürür müsün?” dedi annem.
“Açıkçası çok meraklandım.”

> “Tabii ki anne. Benden bir şey istiyorsanız sadece söylemeniz yeterli.
Sonuçta Sonsuz Gerçekliklere kıyasla hâlâ bir karınca gibi olabilirim ama…
büyük tablodan bakıldığında, sonsuzluklar arasında ‘bir’ ve ‘en yücesi’yim.”

Annem gülerek, ama gözlerinde belli belirsiz bir gururla baktı.

> “Ehe~ daha iki yaşındaki oğlum çoktan sonsuzluğa meydan okuyor.”

Ne kadar şaka gibi söylese de, biliyordu: ben ciddiydim.

Becerilerim aşırı güçlüydü.
Şu an beni sınırlayan tek şey –yine bendim.

İstesem bir iki gün içinde mana kapasitemi yüz trilyona çıkarabilirdim.
Ama istemiyordum.
Biraz da olsa zorluk hissetmek istiyordum.
Gerçek anlamda gelişmek için.

Ama bebekken değil… en azından on beş yaşımdayken.

Amacım her zaman netti:

> On beş yaşıma kadar rahat yaşamak.

Eğer on yaşımda akademiye girdersem, bu benim için manaasız olurdu.
Ama ben anlam da istiyorum.
Gideceğim çünkü istiyorum. Bu kadar basit.

On beşime girdiğim an, pasif mana toplamayı aktifleştireceğim.
Sonra annem için yarattığım gibi, aktif mana toplama becerimi oluşturacağım.
Ve 『Sonsuz Yaratım Sanatı』 ile kendi yetiştirme tekniğimi yazacağım.
Üç farklı kaynaktan mana toplayabileceğim bir yapı…
Bu, benim hedefim.

> “Üçlü Yetiştirme, tek akış.”

Bu söz zihnimde yankılandı.
Pasif, aktif ve yetiştirme tekniği.
Aynı anda üç kaynaktan mana çekebilmek.

Elbette, teknikler üst üste bindiğinde verim düşer.
Ama önemli olan istikrar.

Eğer bir beceri saniyede 30.000 mana topluyorsa,
Ve üstune bir Yetiştirme Tekniği’de kullanıldığında toplam mana toplaması 47.500 civarı getirir.
Ama pasif beceriler bundan etkilenmez.
30.000 geliyorsa, yine 30.000 gelir.

...

Kahvaltıdan sonra babam işi gereği Ocsilaus’a geri döndü.
Annem ya evde film izliyor ya da benim yarattığım şeylerle ilgileniyordu.
Ben ve Syr ise, antrenmana başladık.

> “Haa~ haa~ gerçekten çok geliştin Syr.
İkimiz de aynı düzeyde fiziksel güç kullanırken ve ben ekstra güçlendirici beceri açmadığımda, neredeyse bana denk oluyorsun.” dedim.

Yaklaşıp başını okşadım.

> “Etkileyici, ama bu kadarı yetmez.
Gelecekte benim eşim olacaksan, daha da güçlü olman gerek.”

Syr gözlerini kısmış, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle bana baktı.

> “Haklısın… Gelecekteki kocam~, bu yüzden seninle özel antrenmanlara devam edeceğim.”

> “( ̄ー ̄;)”
Gerçekten de eski utangaç Syr tamamen yok olmuştu.
Yerine bu utanmaz, özgüvenli Syr gelmişti.

Ama bu kötü bir şey miydi?
Kesinlikle hayır.
Bu özgüven, aramızdaki bağın güçlendiğinin kanıtıydı.

Eğer hâlâ eski halindeki gibi utangaç olsaydı,
ilişkimiz bir “abi-kardeş” bağı gibi olurdu.
Ama şimdi… gerçekten bir “biz” vardı.

Üstelik bana olan güveni de artıyordu.
Sonuçta bana güvenmeseydi,
benim önünde çıplak bir şekilde kaplıcaya girmemi,
birbirimizi yıkamamızı asla kabul edemezdi.

Ama yine de, Syr hâlâ gelişmekte olan bir fidandı.
Fiziksel olarak olgunlaşmamıştı.
Ve ben, bu yüzden asla ona o gözle bakamazdım.

...

> “Şimdi banyo yapıp bugünü bitirebiliriz,” dedim.
“Ya da banyodan sonra iki saat mola veririz, 16:00’a kadar.
Sonra akşam 10’a kadar antrenmana devam ederiz. Ne dersin?”

> “Hmm… Senin yapacağın bir şey var mı?”

> “Hayır. Şu anda yapabileceğim tek şey, her iki günde bir becerimi ^Süper Efsanevi^ kademeye yükseltmek.
Şu an 80 milyon kadar enerjim var, yani yarına kadar bomboşum.
Aslında bakarsan… tamamen özgürüm.”

> “O zaman antrenmana devam edelim!
Son zamanlarda içimde bir şeyler kıpırdıyor gibi hissediyorum.”

> “Demek bir şey anlıyorsun… Şimdi iki olasılık var:
İlki, fiziğine bağlı bir kılıç tekniği yeteneği;
ikincisi, yine fiziğine bağlı bir aura becerisi.”

> “Ben inanıyorum ki bu aura benzeri bir şey.
İçimde açılmayı bekleyen bir enerji var, sıcaklık gibi…
Sanki patlamak üzereymiş gibi.”

> “Neyse, zamanla göreceğiz.
Teori üretmek yerine, deneyimle öğrenelim.”

Syr’in isteği üzerine tekrar kaplıcaya girdik.
Ama itiraf etmeliyim ki… ne kadar rahat olursa olsun,
kaplıca bir süre sonra sıkıcı hale geliyor.

Yine de Syr istiyorsa, buna devam edeceğim.

Yaklaşık on dakika yıkandıktan ve yirmi dakika kadar oturup sohbet ettikten sonra, Syr çıkmak istediğini söyledi.
Kaplıcadan çıkıp giyindik, sonra annemin yanına ışınlandım.

> “Hep birlikte film izlemek ister misiniz?”

> “Evet! İsteriz Kael!” dediler aynı anda.

Sinema odasına geçtik.
Marvel Sinematik Evreni’nin ilk filmi olan Iron Man’i açtım.
Ve elbette, patlamış mısır ile kolayı da unutmadım.

Bu mısır ve kolanın iki mükemmel özelliği vardı:
Birincisi, asla bitmiyordu.
İkincisi, vücuda hiçbir etkisi olmuyordu.
Tat aynıydı, ama kilo aldırmıyordu.

...

Filmin sonuna gelince annem ile Syr aynı anda sordular:

> “Vay canına Kael! Sizin Dünya’da böyle zırhlarınız mı var?”

> “Tabii ki hayır.
Belki zamanla mümkün olabilirdi, ama sadece ben oradayken bu tür şeyleri deneyen birkaç insan vardı.
Yine de… böyle bir zırh yapmak gerçekten zordu.”

> “Ehh~ o zaman o filmi nasıl yaptınız?”

> “Açıkçası sürecini tam bilmesem de, bunlar bilgisayar üzerinde yapılmış efektler.
Oyuncu ya gerçekten orada oluyor, sonra üzerine dijital efekt ekleniyor,
ya da arka plan tamamen bilgisayarla değiştiriliyor.

Ama bence asıl önemli olan gelişim değil, sonuçtur.
Ne kadar uzun sürerse sürsün, önemli olan finalde hissettirdikleridir.”

> “Hmm… fazla anlamadım ama güzelmiş.” dedi annem.
Syr ise sadece kafasını salladı, gülümseyerek beni izliyordu.

...

Daha sonra Syr ile kılıç antrenmanına geri döndük.
Bu sefer, kendi güç ve çevikliğimi onun seviyesinin altına ayarladım.

İki gündür çalışıyoruz ama Syr, öğrendiklerini inanılmaz hızla özümseyip uygulamaya koyuyor.
Tek eksiği: gerçek bir ölüm kalım dövüşü.

Vahşi doğada güç her şeydir, evet.
Ama insanlar arasında kazanan, hayatta kalandır.
Ucuz numaraları, çevresini kullanmayı bilen rakipleri tanıması gerek.
Bunları yalnızca savaşarak, öldürerek, hayatta kalarak öğrenebilirsin.

...

Swish!
Clang!

Kılıçlarımız defalarca çarpıştı.
Ter içinde kalmıştık, ama durmaya niyetimiz yoktu.

> “Haa… Syr, gerçekten çok hızlı gelişiyorsun.
Ama sana bir şey sormam lazım.
Savaşırken düşünüyor musun, yoksa bedenin kendi kendine mi hareket ediyor?”

> “Haa… Nereden bildin Kael?
Bazen, bedenim kendi kendine hareket ediyor.
Ve karşı saldırı yapıyor…”

Bu gerçekten… tuhaf.
Ama aynı zamanda inanılmaz.

> “Syr, bu içgüdüyü zihnine ve bedenine işlemeni istiyorum.
Bu kolay olmayacak ama… sana dürüst olmalıyım,
kılıç konusunda şu anki benden bile yeteneklisin.

Normalde, bir bedenin düşünmeden doğru hareket etmesi için yıllar gerekir.
Ama sende bu iki gün içinde gelişti.
Bu –doğal bir dahi belirtisi.”

Bir süre sessizlik oldu.
Sonra devam ettim:

> “Eğer fiziğinin adı ‘Kılıç Tanrısı’ olsaydı anlardım…
Ama değil. Senin fiziğin ‘Doğa’nın Ruhu’.”

“Doğa’nın Ruhu…”
Bu söz, zihnimde yankılandı.

Acaba “Doğa”, gerçeklik mi?
Ve “Ruh”, Syr’in kendisi mi?

> “Kael… sence fiziğimde bir şey mi var?”

> “Hayır, hayır.
Sadece düşünüyorum…
Eğer ‘Doğa’ Gerçekliğin kendisiyse, sana yardım ediyor olabilir mi?”

> “Sence bu kötü bir şey mi?”

> “Ben… bilmiyorum.
Ama eğer düşündüğüm gibiyse, Gerçeklik seni boşuna seçmemiştir.
Gerçeklikler asla enerjilerini rastgele harcamazlar.
Her biri kendi döngüsüne sahiptir.

Galaksiler patladığında enerjilerini toplarlar.
Evrenler, galaksilerin enerjisini emer.
Ve Kaos Gerçekliği, evrenlerin üstünde aynı şeyi yapar.

Eğer Doğa.. Gerçeklik seni seçtiyse…
bizi tehdit edecek bir şeye karşı seni ‘anahtar’ olarak görmüş olabilir.”

Syr’in gözlerinde bir anlık korku gördüm.
Yaklaşıp elini tuttum.

> “Endişelenme aptal kız.
Bunlar sadece teorilerim.
Ve diyelim ki gerçek…
Ben, Kael Oksileon, seni koruyacağıma yemin ederim.”

> “Hehe~ o zaman sana güveniyorum, kocacığım~”

> “Bana böyle sesleneceksen…
sadece ben ya da ailem varken yap, tamam mı?
Bir yabancı duyarsa sıkıntı olur.”

> “Hmm, ama sana nasıl seslendim ki~?”

> “Sen bana… k-kocam dedin işte…”

> “Hee~ peki kocacığım~”

> “Haa! Ama yine yapıyorsun!”

> “Hehehe~ merak etme Kael, sadece yalnızken öyle diyeceğime söz veriyorum…” dedi Syr ve fısıldayarak şöyle devam etti
“Şimdilik~”

...

Gülerek başımı iki yana salladım.
Akşam olana kadar antrenmana devam ettik.

Ve gerçekten de bu çalışmalar sonuç verdi:

[Bağlı Beceri: İmparatorun Kılıç Niyeti (Düşük Düzey): 78% → 89%]

Kılıç niyetim, kılıcımla bir olduğum sürece gücünü artırıyor, gelişiyor.
Sadece iki günde Kılıç Niyetimi %11 oranında yükseltmek… bahsedilmeye değer bir başarıydı.

Ve önümüzdeki altı gün boyunca bu şekilde devam edeceğiz.
Her gün, her antrenman… bana bir adım daha yaklaşmayı vaat ediyor.
Syr’in yanında olmanın verdiği motivasyon ve sorumluluk hissi, beni daha da ileriye taşıyor.

> “Bu hızla ilerlersek… belki de çok yakın bir gelecekte, Syr ile yan yana durabileceğimiz seviyeye geleceğiz.”
Düşüncesi, içimde bir kıvılcım gibi parladı.
Ama aynı zamanda hafif bir ürperti de hissettim; çünkü güç, yalnızca gelişimden ibaret değildi.
Sorumluluk da getiriyordu, ve her gelişen yetenek, yeni bir sınav demekti.

Syr’in fiziği sadece güçten ibaret değildi…
Bu fizik, sanki onun kaderinin bir yankısı, doğanın kendisiyle konuşan bir enerji hattı gibiydi.
Her hareketi, her refleksi, içindeki yaşam enerjisinin bir izdüşümüydü.

> “Belki de Syr’in gücü, sadece fiziksel değil… kaderin bir yankısıdır.”
Kendi kendime fısıldadım.
Ve bir kez daha fark ettim: yanında olmak, onunla birlikte yürümek…
bu sadece bir antrenman değil, geleceğe hazırlık, bir yolculuktu.

İşte bu yüzden, her darbeyi, her hamleyi daha anlamlı yapıyor,
her nefesi daha derin hissettiriyordu.
Syr’in yanında olmak, sadece onun gücünü izlemek değil…
aynı zamanda kendi sınırlarımı da yeniden tanımlamak demekti.

Ve belki de en önemlisi…
Syr’in fiziği, sadece güç değil;
o, hayatın ve evrenin ritmini bana fısıldıyordu.

...

Bölüm Sonu

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

24   Önceki Bölüm