Yukarı Çık




80   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 81 - Dokumacı’nın Gözü
— Çeviri: Raban —

Sunny şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırıyordu.

[Bir Hatıra kazandın: İkor Damlası.]

‘Dur… dur… bekle…’

Ulu Şeytan… mı dedin?

Yutkundu.

Bu uğursuz yumurta bir Şeytan’dı. Yani Kıskaçlı İblis’ten daha güçlü bir varlıktı.

Ama Sunny’e asıl şokunu yaşatan şey sınıfı değil, rütbesiydi.

Kabus Büyüsü’yle ilgili her şey belli bir hiyerarşiye sahipti: Uyuyan, Uyanmış, Yükselmiş, Üstün, Yüce, Kutsal ve İlahi.

İnsanlar bugüne kadar yalnızca Üstün rütbesine ulaşabilmişti. Bu kahramanlara Azizler denirdi, hayal edilemeyecek kadar büyük bir güce sahiptiler. Kabus Yaratıklarına karşı verilen ve bitmeyen savaşlara öncülük ederlerdi. İnsanlığın koruyucuları.

Kabus Yaratıkları da aynı şekilde kendi aralarında rütbelere ayrılırlardı. Güç sıralaması ise şöyleydi: Uyuyan, Uyanmış, Düşmüş, Yozlaşmış, Ulu, Lanetli ve Tanrısız.

Dört çekirdekli Kabus Yaratıklarına Şeytan denirdi. Bu durumda Ulu Şeytan demek — her biri Ulu rütbesinde dört çekirdeğe sahip bir varlık demekti. Yani gücü, bir insan Dördüncü Kabus’u geçipte Azizlerin bir adım üzerine çıkmayı başarsaydı sahip olacağı Yüce Ruh Çekirdeği bu Şeytan ile eşdeğer olurdu.

…Sunny, insan eliyle şimdiye kadar katledilen en güçlü Kabus Yaratıklarından birini yeni öldürmüştü. En azından bildiği kadarıyla.
Bir Ulu Şeytan’ı alt etmek, tarihe geçecek kadar nadir bir başarıydı.

‘Hah…’

Ne büyük şans! Hem tamamen savunmasız, hem de binlerce yıl süren çürümeyle zayıflamış ve daha tam doğmamış halde bulmuştu. Üstelik yumurtanın yaşam emici gücüne karşı bağışıklığı olan tek insan olması da cabası.

‘Dur biraz… kaç tane gölge parçacığı almış olabilirim ben böyle?’

Sunny kendini daha güçlü hissediyordu… hem de çok daha güçlü.

Genelde öldürdüğü her Uyanmış yaratık için iki parça alırdı ve Yaratıklar tek çekirdekli varlıklardı. Buna göre Düşmüş bir yaratık dört, Yozlaşmış bir yaratık sekiz, Ulu bir yaratık ise on altı parça verirdi — tabii, bir Uyuyan’ın Ulu bir yaratığı öldürme fikri dahi saçmalığın alasıydı.

Ama Sinsi Hırsız Kuş’un Yavrusu bir yaratık değil, bir şeytandı. Yani dört çekirdeği vardı.

O halde… altmış dört parça mı eder?!

Aklı başından diden, Sunny rünleri çağırdı. Heyecanından, daha önce onu bunu yapmaktan alıkoyan ısrarcı unutkanlığı bile işe yaramadı.

Gölge Parçacıkları: [196/1000].

Önce sayıları görünce sevinçten başı döndü. Müthişti. Sonra bi durakladı, kaşları çatıldı.

‘Dur biraz, bu hiç mantıklı değil. Kül Tepesi’ne gelmeden önce doksan altı parçacığım vardı. Şimdi altmış dört aldım ne yaptı, yüz altmış. İyi güzel ama fazladan otuz altı tanesi nereden geldi? Meyvelerden mi? İmkansız… sadece bir haftadır buradayız ve günde en fazla bir tane yiyebiliyoruz. Bu kadarı için bir ay falan geçmesi gerekirdi…’

Ama bu çok fazlaydı, bu kadar zaman nasıl geçmiş olabilirdi? Evet, hafızası son zamanlarda tuhaftı ama yine de…

Sunny düşünmeye çalıştı, fakat zihni bulanıktı. Ne kadar odaklanmaya çalışırsa, düşünceleri o kadar bulanıklaşıyordu, kayboluyordu. Her şey silikleşiyordu.

‘Eee… ben ne düşünüyordum şimdi, bir şeyleri hatırlamaya çalışıyordum? Gölge parçacıklarıyla ilgili bir şeydi galiba… evet…’

Birkaç dakika şakaklarını orta ve baş parmağını kullanarak ovuşturup iç çekti.

‘Sanırım o iğrenç yumurtayı öldürünce kaç parçacık aldığımı hesaplamaya çalışıyordum. Altmış dörttü işte. Bunda bu kadar düşünecek ne var ki? Güzel!’

Bu kadar akıl almaz sayıda gölge parçacığı kazandığı için biraz daha sevinebilirdi ama dikkati başka bir şeye kaydı.

Bir Hatıra.
Ulu bir Şeytan’dan kazanılmış Hatıra!
Dördüncü kademede, gerçek bir Yüce Hatıra.
Bu… bu…

‘Muhteşem!’

Rünlere yeniden baktı:

Hatıralar: [Gümüş Çan], [Kuklacı’nın Pelerini], [Gecenin Kılıcı], [İkor Damlası].

Hızla yenisine odaklandı.

Hatıra: [İkor Damlası]
Hatıra Rütbesi: Bilinmiyor
Hatıra Türü: Bilinmiyor

Açıklama: [Menfur Sinsi Kuş, hem tanrılar hem de -bilinmeyen- tarafından nefretle anılırdı. Fakat o yalnızca ışıltılı olanı arzulardı. Menfur, Dokumacı’nın gözlerinin güzelliğiyle büyülenmişti. Karanlık, yıldızsız bir gecede onlardan birini çalıp kaçtı. Sabırsızca, ganimetine uçarken bakmak istedi. Fakat Dokumacı’nın gözbebeğinin derinliklerinde -bilinmeyen-’in donmuş yansımasını görünce delirdi ve çığlıklar atarak, gözü ölümlü diyara düşürdü. Açgözlü gagasında kalan tek şey, saf ve altın rengi bir İkor damlasıydı.]

Sunny’nin kaşları çatıldı.

Neydi ki bu böyle?

Ne türü ne de rütbesi bilinmeyen bir Hatıra duymamıştı. Büyü gerçekten ne olduğunu bilmiyor muydu, yoksa bunu gizliyor muydu? Ve neden?

Ve açıklama... çeviremediği bu kelimeler neydi? Çeviriyi bırakıp doğrudan rünlere bakmaya çalıştı ama bir anlam veremedi. Daha önce hiç görmediği türden bir rünle yazılmıştı. O rünlere baktıkça başı dönmeye başladı ve midesi bulandı.

‘Bu… gerçekten çok garip. Keşke sözlük falan olsaydı.’

Ama utanarak itiraf etmeliydi ki çevrilmiş olmasına rağmen “İkor” kelimesinin de ne manaya geldiğini bilmiyordu. Basitçe anlatmak gerekirse, bu kelimeyi hiç duymamıştı. Belki diğer Uyuyanlar gibi okula gitmiş olsaydı, bilirdi.

Bir süre tereddüt etti ama sonra temkinli bir şekilde o tuhaf Hatıra’yı çağırdı. Hemen önünde altın gibi ışıldayan kıvılcımlar belirdi, havada dönerek parlak, altın renkli bir damlaya dönüştüler.

‘Eee… ben şimdi bununla ne ya—’

Büyü düşüncelerini yarıda kesti. Sesi bu kez daha bi… farklıydı. Heyecanlı gibiydi.

[Bir İkor Damlası’na sahipsin. Tüketmek ister misin?]

Sunny şaşkın şaşkın bakıyordu.

Bir Hatıra’yı… tüketmek?

İşler giderek tuhaflaşıyordu.

Tereddütle düşünüyordu. Eğer bunu yaparsa ne olacaktı? Hatıralar, Büyü’nün Uyanmışlara verdiği ödüllerdi. Genellikle faydalı, nadiren işe yaramaz olurlardı ama asla zararlı olmazlardı. En azından herkesçe bilinen gerçek buydu. Üstelik bu Hatıra sıradan bir şey değildi. Hem burada söz konusu Büyü’yse — o lanet şeyin ne kadar öngörülemez olduğunu iyi biliyordu. İnsanlığa felaketi getiren de oydu sonuçta.

En güvenli seçenek, bu altın sıvıyı Ruh Denizi’ne yollayıp bir daha da elini sürmemekti.

Ama bu Ulu Şeytan’dan gelmiş bir Hatıraydı! Belki de bir daha hayatı boyunca böylesi bir şeye sahip olamayacaktı.

Kalbi deli gibi çarpıyordu, dudaklarını yaladı ve dedi ki,

“Evet. Tüketmek istiyorum.”

[Nasıl istersen.]

Altın küre ikiye ayrıldı. İki akışkan damlacık ışıldayarak havada süzülüp Sunny’nin yüzüne doğru yaklaştı. Sunny yanaklarının nazikçe okşandığını hisseti. Damlacıklar yanaklarından yavaşça yukarı doğru kayarak gözlerinin içine süzüldü — ve ruhuna aktı.

Öylece kaybolmuştu.

Sunny donakalmıştı. Ne bekleyeceğini yada ne yapacağını bilmiyordu.

Bir saniye geçti. Sonra bir saniye daha.

Nihayet bir şey hissetti. Titreyen ellerini yüzüne götürdü. 

Ve bir sonraki an ağzını açtı ve akıl almaz, kör edici bir acı, tüm varlığını kasıp kavururken korkunç bir çığlık attı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

80   Önceki Bölüm