Yukarı Çık




40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42 

           
Sığınağın labirenti andıran üst kat koridorlarında, Renard, aldığı emirle bir gölge gibi süzülüyordu. Leo’nun felçli, neredeyse cansız bedenini terk edilmiş bir cephane sandığının arkasına, tozlu bir köşeye sakladı.

Dumanın içinde bir an duraksadı. Gözlerini kapattı ve odaklandı. Tüm iradesini, o veledin  sahip olduğu o tuhaf, ham ve kaotik enerjiyi taklit etmeye yönlendirdi.
Anında, başının içinde keskin, delici bir acı patladı. Renard inledi, elleriyle şakaklarını sıktı. Kendi disiplinli aurasını, o vahşi, yeşil-kırmızı enerjiye dönüştürmeye zorluyordu. Bu, bir gücü kopyalamak değil, bir deliliği taklit etmekti.

“Kahretsin...“ diye hırladı dişlerinin arasından. “Bu veledin aurası... Bu, eğitimli bir askerin gücü değil. Bu, bir hiçlikten gelen saf, işlenmemiş bir öfke. Sanki... sanki bu güç ona ait değilmiş gibi. Beynimi çatlatacak.“

Yine de dayandı. Sahte aurayı bir fener gibi yayarak, Felaket’in dikkatini yukarı çekmeyi umarak beklemeye başladı.



Renard yukarıda beynini çatlatacak bir acıyla boğuşurken, planının asıl mimarı olan Lyra, kilometrelerce altındaki zifiri karanlıkta, Felaket’in bizzat kendisiyle yüz yüzeydi.

Sığınağın en alt katı, bir mezar kadar sessiz ve soğuktu. Lyra ve Patriot, çöken tonlarca enkazın ortasında, devasa bir yeraltı boşluğuna düşmüşlerdi. Burası sıradan bir sığınak katı değildi; devasa, mühürlü metal konteynırlardan inşa edilmiş, terk edilmiş bir yeraltı şehriydi. Etraftaki tek ışık kaynağı, Patriot’un öfkesiyle parlayan ve metal duvarlarda dans eden kırmızı aurasıydı.

Patriot, ağır ağır ayağa kalktı. Metal gövdesi, tonlarca enkazın altından çıkmasına rağmen tek bir çizik bile almamıştı. Kaskı yavaşça etrafı taradı.

“Bu mimari...“ diye homurdandı. Sesi kaskının içinden boğuk, metalik ve yankılı geliyordu. “Bu düzen... Tıpkı Doktor’un o cehennem laboratuvarlarına benziyor.“ Bir an duraksadı, devasa bir konteynıra dokundu. “Ama değil. Burası... boş. Terk edilmiş. Ya da henüz doldurulmamış.“
Lyra, acıyan omzunu tutarak zorlukla ayağa kalktı. Alevli kılıcını yeniden tutuşturdu; alevi soluk ama kararlıydı. “Burada bir tuhaflık var,“ diye tısladı, Patriot’un dikkatini dağıtmaya çalışarak.

Tam o anda, ikisi de onu hissetti.
Yukarıdan, çok uzaklardan sızan, zayıf ama belirgin bir aura. Leo’nun aurası.
Lyra’nın yüzünde, acıya rağmen belli belirsiz, zafer dolu bir gülümseme belirdi. Renard’ın yemi işe yaramıştı. Hadi bakalım, koca dev, diye geçirdi içinden. Ne yapacaksın şimdi? O küçük anahtarın peşinden mi gideceksin?

Patriot, auranın geldiği yöne, o karanlık tavana doğru başını kaldırdı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra, kaskının altından derin, sarsıcı ve alaycı bir kahkaha yükseldi.
“O çocuk...“ dedi Patriot, sesi küçümsemeyle doluydu. “Kullandığı o ilkel, çalıntı gücün bedelini ödüyor. Bedeni çoktan iflas etti. Dışarıdaki zehirli gazdan en çok etkilenen de o. Ciğerleri yanmış, sinirleri kopmuş... Şu an yaşayan bir ölüden farksız.“

Patriot, yavaşça Lyra’ya döndü. Kırmızı aurası, Lyra’nın yüzündeki gülümsemeyi sildi.
“Artık çok geç. Bu dünyadaki hiçbir doktor o çocuğu o halden döndüremez.“ Patriot bir an durdu. Aurası hafifçe titreşti, zihninin derinliklerinde bir anı, bir ihtimal belirdi. Gerçi... diye düşündü. ...bir Doktor hâlâ onu kurtarabilir. O lanet olası adam, ölümü bile geri çevirebilir.
Bu düşünceyi hızla, bir sineği kovar gibi zihninden attı. “Önemsiz.“

Mızrağını Lyra’ya doğru kaldırdı. Planı anlamıştı ve bu, onu, kendisine saldırılmasından daha çok öfkelendirmişti.

“Beni akılsız bir hayvan yerine koyup, ölmek üzere olan bir çocuğu aç itler gibi kovalayacağımı sanmak...“ Sesi giderek yükseldi, yeraltı şehrini titretti. “...bana yapılan en büyük saygısızlık oldu.“

O an, kırmızı aurası bir öfke patlamasıyla genişledi. Artık sadece bir ışık değil; fiziksel, sarsıcı bir güçtü. Etraflarındaki metal konteynırlar gıcırdamaya, bükülmeye başladı. Bastığı zemin, gücünün baskısıyla örümcek ağı gibi çatladı.

Lyra’nın üzerine doğru o ağır, kaçınılmaz adımını attı.
“Ve bana yapılan her saygısızlık...“ diye kükredi, sesi bir kıyamet borusu gibiydi. “...tarihte yeni bir toplu mezara sebep oldu.“

Lider Lyra, o an, sahip olduğu o efsanevi SS-Seviye gücünün, bu kadim varlığın karşısında bir hiç olduğunu iliklerine kadar hissetti. Kırmızı auranın saf baskısı, nefesini kesiyor, alevli kılıcının bile titreşerek sönmesine neden oluyordu. Kılıcını içgüdüsel olarak kaldırdı, savunma pozisyonuna geçti ama kolları titriyordu.

Yüzü, öfke ve o ana kadar hiç tatmadığı bir tereddütün karışımıyla kasıldı.
Saygısızlık.

Bu kelime, Patriot’un kükremesinden daha sert bir şekilde Lyra’nın zihnine çarptı.
Biz... biz onu aptal, içgüdüsel bir canavar sandık, diye geçirdi içinden dehşetle. Bir yemle kandırılacak, dikkati dağılacak vahşi bir hayvan... Ama o, bir Felaket’ten daha fazlası. O, çarpık, kadim ve korkunç bir onura sahip.
Zırhının altından soğuk ter boşandı.

Ve biz... o onuru ayaklarımızın altında çiğnedik. Bu bir strateji hatası değildi. Bu, ölümcül bir hakaretti. Ve bahsettiği o toplu mezar...
Tüm stratejisi, kendi suratında patlamıştı. Ve şimdi, o toplu mezardaki ilk yerin, kendisine ayrıldığını biliyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42