Yerin metrelerce altında, terk edilmiş metal şehrin karanlığı, Patriot’un kırmızı aurasının vahşi parıltısıyla yırtılıyordu.
Lider Lyra, bir alev fırtınası gibi hareket ediyordu. SS-Seviye gücünün sınırlarını zorluyor, bedenini bir mermiden daha hızlı bir silaha dönüştürüyordu. Kılıcı, turuncu alevlerle kükreyerek Patriot’un zırhına iniyor, her seferinde metalik bir çınlama ve etrafa saçılan kıvılcımlarla geri sekiyordu.
“Neden... düşmüyorsun!” diye haykırdı Lyra, bir gölge gibi Patriot’un etrafında dönerek.
Zırhın eklem yerlerine, kaskının vizörüne, boyun boşluğuna... Her zayıf noktaya saldırdı. Ama Patriot, bir dağ gibiydi; rüzgârın yönünü değiştiremeyeceği, ateşin yakamayacağı bir dağ. Savunma yapmıyordu bile. Lyra’nın darbelerini, üzerine konan sinekler gibi karşılıyor, sadece hafifçe sarsılıyordu.
Sonra, Patriot hareket etti.
Bu, hantal bir devin hareketi değildi. Bu, bir felaketin ani patlamasıydı.
Mızrağının ucunda yoğunlaşan kırmızı aura, sıvı bir kan gibi akarken aniden kristalize oldu ve sertleşti. Patriot, mızrağını yatay bir yay çizerek savurdu.
Hava, yırtılan bir kumaş sesiyle çığlık attı.
Kırmızı aura dalgası, Lyra’nın üzerinden geçtiği anda arkasındaki devasa metal konteynerleri kâğıt gibi ikiye böldü. Beton sütunlar, sanki hiç var olmamışlar gibi toz haline geldi. Lyra, insanüstü refleksleriyle kendini yere atarak darbeden son anda kurtuldu, ama şok dalgası onu bir bez bebek gibi savurdu.
Sırtı, metal bir duvara çarptı. Ciğerlerindeki hava boşaldı.
“Hızlısın...” dedi Patriot, sesi o korkunç metalik yankıyla sığınağı doldurdu. “Ama bir sineğin hızı, fırtınadan kaçmaya yetmez.”
Patriot, mızrağını tekrar kaldırdı. Bu kez dikey, yıkıcı darbeler ardı ardına geldi. Her vuruşta zemin parçalanıyor, Lyra’nın kaçabileceği alan daralıyordu. Lyra, çaresizce kılıcını kaldırıp bir darbeyi karşılamak zorunda kaldı.
Metal metale değdiği an, Lyra kollarındaki kemiklerin çatırdadığını hissetti.
Güç farkı, bir okyanus kadardı. Kılıcıyla blokladığı darbe, onu metrelerce geriye fırlattı. Bedeni sertçe duvara çarptı ve yere yığıldı. Ağzından sıcak bir kan boşaldı. Görüşü bulanıklaşıyor, Patriot’un devasa silueti, yaklaşan bir ölüm meleği gibi üzerine yürüyordu.
Kızıl Yara bitmişti. İntikam bitmişti. Lyra, gözlerini kapatırken, zihninde sadece soğuk bir kabulleniş vardı. Buraya kadarmış...
Aynı saniyelerde, bu cehennemin metrelerce yukarısında, Patriot’un sığınağa girmek için açtığı devasa deliğin kenarında bambaşka bir sahne vardı.
Doktor, ayaklarını boşluğa sallayarak deliğin kenarına oturmuş, aşağıdan gelen patlama seslerini ve yükselen toz bulutlarını keyifli bir tiyatro oyunu izler gibi seyrediyordu. Alpha, kılıcını temizlerken sıkkın görünüyordu. Aeloria ise aşağıdaki yıkımı dehşet ve hayranlık karışımı bir ifadeyle izliyordu.
Doktor, başını hafifçe Aeloria’ya çevirdi. Maskesinin altındaki ses, neşeli ama tehlikeliydi.
“Evet, şimdi... küçük sevimli liderimiz. Söyle bakalım. Aşağıdaki bu kaos dolu şehirde, sence sonraki stratejilerimiz için kimleri bu mezardan çıkarmalıyız? Kimler yaşamayı hak ediyor?”
Aeloria, gözlerini aşağıdan ayırıp Doktor’a baktı. Bu adamın zihninin nasıl çalıştığını çözmeye başlıyordu. Bu bir soru değildi; bu bir testti. Yanlış cevap verirse, kendisinin de o çukura itileceğini hissediyordu.
“Planlarınızın tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, Doktor,” dedi Aeloria, sesini sabit tutmaya çalışarak. “Ama eğer izlediğimiz yolda Hükümet’i tamamen karşımıza almayacaksak... Patriot’un Lyra’yı öldürmesine izin veremeyiz. Kızıl Yara’nın lideri ölürse, örgüt başıbozuk bir sürüye döner ve bu kaos bizim kontrolümüzden çıkar. Onu canlı, borçlu ve kontrol edilebilir tutmalıyız.”
Bir nefes aldı, cesaretini topladı ve ekledi: “Aynı şekilde... o çocuk da.”
Doktor kaşlarını kaldırdı. “Hangi çocuk?”
“Patriot’un üzerine atlayan,” dedi Aeloria, Leo’dan bahsederken. “Onun adını bilmiyorum ama Patriot’un o mutlak ‘İktidar’ yeteneğini bozabilen tek kişi oydu. O çocukta, Patriot’a karşı kullanabileceğimiz bir bağışıklık, bir koz var. Hükümet’e karşı da, Patriot’a karşı da elimizi güçlendirebilir. O yüzden... o çocuğu da kurtarmalıyız.”
Doktor’un maskesinin altındaki dudakları, yavaş ve takdir dolu bir kıvrımla yukarı doğru büküldü. Aeloria’ya doğru bir adım attı, başını hafifçe yana eğerek onu süzdü. Bu bakış, laboratuvarındaki başarılı bir deneyi incelerken takındığı o soğuk, bilimsel onaylamanın aynısıydı.
“İşte...” dedi, sesi ipek gibi yumuşak ama bıçak gibi keskin bir tondaydı. “Beklediğim liderlik bu. Duygusal bir merhamet kırıntısı değil, soğuk bir faydacılık.”
Bakışlarını tekrar aşağıya, enkazın dibindeki o küçük, hareketsiz bedene çevirdi.
“Doğru analiz, Aeloria. O velet artık sıradan bir asker değil. O, yıkılmaz sanılan mutlak bir gücün zırhında açılan ilk çatlak. Gerçekten... incelenmeye değer, eşsiz bir vaka.”
Doktor bir an durdu, eldivenli parmağını havada salladı.
“Ancak...” dedi, sesi daha hesapçı bir tona bürünerek. “Bu analize stratejik bir-iki ekleme yapmak istiyorum. Sadece kızı ve çocuğu değil... Listeye iki isim daha ekleyeceğiz: Albay Ferid ve Renard.”
Aeloria şaşkınlıkla baktı. “Hükümet’in Albayı ve Kızıl Yara’nın sağ kolu mu? Neden?”
“Çünkü,” dedi Doktor, gözleri kısılırken. “Ferid, Hükümet içindeki kilit isimlerden biri ve rüzgâr yeteneği... oldukça nadir bir seviyede. Onu ’kurtarmak’, Hükümet’e olan sadakatimizi(!) kanıtlamak için mükemmel bir vitrin olacak. Renard’a gelince... Hızı ve kibri, Alpha için iyi bir antrenman sahası, benim içinse zihinsel bir oyun alanı. Hiçbir potansiyel ziyan edilmemeli.”
Sonra yavaşça arkasına döndü, karanlık gölgelere doğru konuştu.
“Her şeyi duydun. Şimdi, küçük liderimizin dediği gibi... Git ve Lyra’yı kurtar.”
Alpha ve Aeloria, şaşkınlıkla arkalarını döndüler. Orada kimse yok sanıyorlardı. Ama yıkıntının gölgesinde, bir Hükümet askeri üniforması giyen, boynunda kalın, siyah dikiş izleri olan bir adam oturuyordu.
Scout Riven.
Aeloria’nın gözleri faltaşı gibi açıldı. Öldüğünü sandıkları izci, karşısındaydı. Ama boynundaki o korkunç dikiş izi, başının bir zamanlar gövdesinden ayrıldığının kanıtıydı.
Scout, Doktor’a donuk, ifadesiz gözlerle baktı. “Kafamı kesen bir kadını kurtarmak için kendimi tehlikeye atmak istemiyorum,” dedi, sesi hırıltılı ve mekanikti.
Doktor, omuz silkti. “İsteklerin, hiçbir zaman kimsenin umurunda olmadı, Scout. Özellikle de benim.”
Scout’un yüzü bir anlığına bozuldu, dişlerini sıktı ama itiraz etmedi. Doktor’un karşısında iradesinin bir hükmü olmadığını biliyordu. Yavaşça Doktor’un yanına oturdu ve ayaklarını boşluğa salladı.
Alpha, şaşkınlıkla sordu: “Lyra’nın yanına gitmeyecek misin? Aşağıda ölüyor!”
Scout, aşağıya, kırmızı ışıkların yanıp söndüğü karanlığa baktı. “Şu an oradayım zaten,” dedi. “Bu, benim kukla bedenlerimden birisi. Aşağıdaki asıl kaosun içine, Lord Casian’ın karşısına, basit bir kukla bedenle çıkamam. Gücümün tamamına ihtiyacım var.”
Aeloria, duyduklarına inanamıyordu. “Bu adam kim?” diye sordu Doktor’a. “Kukla bedenler... Başının dikilmesi... Kim bu?”
“Eskiden birlikte çalıştığım bir ortağımdı,” dedi Doktor, Scout’un dikişli boynuna bakarak.
“Köle,” diye düzeltti Scout, gözlerini Doktor’dan ayırmadan. “Ortağın değil, kölen.”
Sonra cebinden kanlı, buruşmuş bir rapor çıkardı ama Doktor’a uzatmadan önce duraksadı. Gözleri kısıldı, sesinde endişeden çok, stratejik bir tereddüt vardı.
“O çukura inmemi istiyorsun, Doktor. Ama bir şeyi hesaba katmıyorsun. Eğer o kadını kurtarmak için ’Asıl Suretimle’ aşağı inersem... Kızıl Yara üzerindeki tasmamız kopabilir.”
Doktor, başını hafifçe yana eğdi. “Neden? Gücünden mi korkar?”
Scout, soğuk, ruhsuz bir gülüş attı.
“Gücümden değil... Sesimden. O kız babasının yüzünü hatırlamaz, Doktor. O anıyı zihninden yıllar önce silip attım. Geriye sadece bir ’ses’ bıraktım. Ona yıllardır gölgelerden fısıldayan, emirler veren, babası sandığı o otoriter sesi tanıyor.”
Scout, raporu parmaklarının arasında sıkarken devam etti, sesi buz gibiydi:
“Ama o ses, aslında benim gerçek formumun sesi. Eğer beni aşağıda, o formumla konuşurken duyarsa... Yıllardır ona ’kızım’ diyen sesle, o gece babasının son çığlığını susturan sesin aynı olduğunu anlar. Baba figürünün aslında celladı olduğu ortaya çıkar. O zaman Lyra’yı bir daha asla iplerinden tutup oynatamayız.”
Aeloria, duyduğu şeyin dehşetiyle ürperdi. Bu adam, Lyra’yı sadece yönetmiyor, onun zihniyle ve geçmişiyle oynuyordu. “Sen...” diye fısıldadı Aeloria. “Sen onun babasını...”
Scout, Aeloria’nın sözünü keserek raporu Doktor’un göğsüne sertçe bastırdı. “Riskli bir oyun oynuyoruz, Doktor. Ama emrin buysa... oynayacağız.”
Doktor, raporu alıp cebine koydu, yüzünde memnun bir ifade vardı. Scout’un Lyra’ya yaptığı bu psikolojik işkence, onun için sadece takdir edilesi bir detaydı.
“Merak etme,” dedi Doktor. “Lyra o çukurdan çıktığında, yaşadığı travma yüzünden kendi adını bile hatırlayacak hali kalmayacak. Sesini tanıyamaz. Sen sadece işini yap. Hem bu saatten sonra ‘Kızıl Yara’ diye bir şey kalmayacak zaten.”
Doktor, aşağıya, yıkıma baktı.
“Şu an sadece Lyra, Renard, Ferid ve Leo denen o velet... Sadece bu kişilerin canları değerli. Gerisi teferruat.”
Doktor, Scout’a keskin bir bakış attı. “Sen Lyra’yı o çukurdan çıkaracaksın. O senin ’kızın’, ne de olsa.”
Doktor eldivenli parmağıyla aşağıdaki dumanlı koridorları işaret ederek Alpha’ya döndü.
“Renard denen o adam... Kendini gölgelerin en hızlısı sanıyor. Hızıyla övünüyor, avını kovalamaktan zevk alıyor. Ona gerçek bir avcının ne olduğunu göster Alpha. Gururunu kır. Bacaklarını parçalayabilirsin, sürünerek gelmesi benim için sorun değil... ama sakın öldürme. Onun o küstah zihnini incelemek istiyorum.”
Sonra sesi ciddileşti, oyunbaz tonu bir anda kayboldu. Gözleri, enkazın dibinde hareketsiz yatan Leo’ya kaydı.
“Ve o çocuk... Leo.”
Doktor, çenesini sıvazlayarak bir an duraksadı. Zihni, önündeki manzaradan kopup birkaç saat öncesine, Hükümet’in ana sunucu odasındaki o ana gitti.
Verileri manipüle ettiği o birkaç saniyeyi hatırladı. Sistemi çökertip herkesin statüsünü olarak değiştirmeden hemen önce, sistemdeki ham verileri görmüştü. Ekipteki herkesin verisi sarı renkteydi, yani hepsi enfekteydi.
Ama tek bir satır hariç.
Leo’nun veri satırı yeşildi. .
Doktor’un gözleri kısıldı. Bu imkânsız, diye geçirdi içinden. Az önce o çocuk, Patriot’un üzerine insanüstü bir sıçrayışla atladı. Böyle bir fiziksel güç, ancak hastalığın vücuda sağladığı mutasyonla mümkündür. Eğer o veriler doğruysa ve çocuk tamamen sağlıklıysa, o gücü nereden buldu? Yok eğer o gücü hastalıktan alıyorsa, neden sistemde ‘Temiz’ görünüyordu?
Şüpheleri bununla da kalmadı. Bakışları Patriot’un devasa siluetine kaydı.
Ve Patriot’un ‘İktidar’ yeteneği... diye düşündü Doktor. O baskı, bir zihni ve iradeyi tamamen ezer. O baskının altından kalkıp hareket edebilmek için çelik gibi bir iradeye, sarsılmaz bir bilince sahip olmak gerekir. Ama çocuk saldırırken... bilinci yerinde değildi. Gözü dönmüştü. Hareketleri stratejik değil, vahşiydi. Bu güçlü bir iradeden çok, kör bir öfkeye benziyordu.
Kör bir öfke, kusursuz bir İktidar’ı nasıl delip geçebilir?
Bu tutarsızlıklar, Doktor’un bilimsel merakını ve şüphesini kaşıyordu. Ortada biyolojik ve zihinsel bir anomali vardı. Ve Doktor, anomalileri severdi.
Başını hafifçe iki yana sallayarak bu karmaşık düşünceleri zihninin bir köşesine, daha sonra incelemek üzere not etti. Şu an önceliği, bu deneği kaybetmemekti.
Tekrar Alpha’ya döndü, sesi bu kez çok daha sert ve ciddiydi. Tehditkâr değil, durumun ağırlığını kavratan bir tondaydı.
“O çocuk şu an, Patriot’a karşı kullandığı kontrolsüz gücün bedelini ödüyor. Sinirleri yanmış, bedeni iflas etmiş durumda. Kırık bir porselen bebek gibi. Onu alırken... oyun oynamayacaksın Alpha ona nazik davranacaksın.”
Doktor, Alpha’nın gözlerinin en derinlerine baktı.
“Durumu son derece kritik. Eğer o çocuğu getirirken sarsarsan, eğer senin dikkatsizliğin yüzünden kalbi durursa... elimizdeki en büyük kozu ve belki de yüzyılın en ilginç deneğini kaybederiz. Onu bana canlı getirmeni istiyorum Alpha. Tek parça ve nefes alır halde. Bunu bir oyun değil. Tamam mı?”
Alpha, Doktor’un sesindeki bu nadir ciddiyeti fark etti. Gülümsemesi soldu, yerini profesyonel bir ifadeye bıraktı. Başını dik bir şekilde salladı.
“Tek parça ve nefes alıyor olacak.”
Doktor memnuniyetle ceketini düzeltti ve Aeloria’ya döndü.
“Aeloria ile ben ise...”
Ayağa kalktı, ceketini düzeltti.
“...Biz Pandora’yı temsilen Hükümet’e bir ‘geçmiş olsun’ mesajı ileteceğiz. Böyle zor bir zamanlarında Hükümet’e yardım etmek, onlarla güçlerimizi birleştirmek istediğimizi söyleyeceğiz.”
Parmağıyla Scout’u işaret etti.
“Ve seni... Kızıl Yara örgütünün canice saldırılarından ağır yaralı, hatta kafan kopmak üzereyken bulduğumuzu... ve vicdanımız el vermediği için seni tedavi ederek hayata döndürdüğümüzü söyleyeceğiz. Bir mucize eseri.”
Scout, alaycı bir gülüşle baktı. “Hükümet’in içindeki ajanlığımı devam ettirmek mi istiyorsun? Beni Savaş gazisi yapıp tekrar içeri mi sokacaksın?”
Doktor başıyla onayladı. “Aynen öyle. Hem ajanlığına devam edeceksin, hem de Hükümet, ölümün en kıyısındaki kişilerin bile benim şifalı ellerimin altında iyileştirilebileceği gerçeğiyle yüzleşecek. Bu imaj, benim Hükümet nezdindeki değerimi artıracak. Ve tabii ki, Pandora ile yaptıkları o anlaşmanın değerini de.”
Aeloria araya girdi, kaşları çatık. “O anlaşmayı sen yırtmadın mı?”
Doktor, maskesinin altından sırıttı. “Evet. Ama onlar bunu bilmiyor.”
Aeloria’nın gözlerinin içine baktı. “Antlaşmaya sadık kaldığımızı zannetmeleri yeterli, Aeloria. Daha sonra, o anlaşma gereği bize en değerli cevherlerini, o en sadık en değerli askerlerini verecekler. Ve ben... o mükemmel askerleri, yani o cevherleri en iyi şekilde değerlendireceğim.”
Minik, keyifli bir kahkaha attı. “Bilim, feda edilmeyi bekleyen cevherleri sever.”
Scout, yavaşça Aeloria’nın kulağına eğildi. Sesi, bir mezar fısıltısı gibi soğuktu.
“Hepsini... Hepsini laboratuvarına kapatacak. Üstlerinde insanlık dışı deneyler yapacak. Ve işi bittiğinde... hepsini öldürecek. ‘Değerlendirmek’ten kastı bu.”
Aeloria, Doktor’un sırtına, o siyah önlüğün karanlığına baktı. Gözlerinde korku değil, tuhaf bir kabulleniş vardı.
“Bence,” dedi Aeloria, Scout’a dönerek. “O kadar merhametli olmayacak. Ölüm, onun eline düşenler için bir kurtuluş olurdu.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.