Yukarı Çık




1   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 2: Üç Bin Yılın Mücevheri

Bambu ormanı kalın bir sisle sarılmış, bir insan da bu ormanda nereye giderse gitsin sonsuza dek gidebileceğini sanarak kandırılabilirdi. Vahşi bambu hiçbir yolu göstermez. Zemin, yani yer; hafifçe yükselen ama keskin bir şekilde inişe sahip tepelere sahipti. Pek düzgün bir zemine sahip değildi burası. Düm düz yürümeyi deneseniz bile bir şekilde başladığınız yere geri dönersiniz. İşte bu yüzden, buranın adı “Kaybolmuşun Bambu Ormanı“ idir.
Benim yaşadığım yer, Eientei. Kaybolmuşun Bambu Ormanı’nda yer alır. Uzun bir süredir burda yaşıyorum ancak belirli bir olay yaşandıktan sonra, yaşadığım yerdeki zaman akmaya devam etti. Dünyalı insanlar bize iki ya da üç sene önce bize saldırdılar, bu yüzden ben de Eientei’nin ebedilik büyüsünü kaldırdım.
Bunu yapmamda bazı başka sebepler de vardı, mesela insanlar ve youkailerin arasındaki işbirliğini çok kıskanmıştım. Bin yıllarca Ay’dan korkarak böyle saklandığım için kendimi çok aptal hissetmiştim.
Ebedilik Büyüsü; tarihin ilerlemesini engelleyen ve saflığı korumak için herhangi yaşanabilecek bir değişimi reddeder.
Bu sıradaysa yaşayan şeyler büyümeyi durdurur, yemekler asla çürümez, kırılgan şeyler asla kırılmaz ve bardaktan sütü döksem de bardağa geri döner. Bir aylı olarak sahip olduğum kendi farkındalığımdan dolayı Dünya’nın safsızlığından hep korkmuştum. Bu büyüyü de bu korkumdan dolayı Eientei’nin tamamına yapmıştım. Ancak... Dünya’nın cazibeleriyle karşılaşınca, bu büyüyü kendim kaldırmam gerekti.
Sonuç olaraksa, Eientei de safsızlıkla sarıldı ve safsız oldu. Yemeği hemen yemessen hızlıca çürüyor, yaşayan şeyler doğal olarak tekrar büyümeye başlıyor ve taşıdığın vazoyu düşürmemek için dikkat etmen gerekiyor. Ve artık Ay Elçileri’nden saklandığımız günlerse sıkıcı ve korku dolu zamanlardan eğlenceli ve gülücük dolu günlerle değişmişti.
Böylece Eientei ve Eientei’de yaşayanlar da artık dünyanın bir parçası olmuştu. Artık asla Ay’a dönemezdik. Ama pişmanlık duymuyorum.

Eientei’de garip bir bonzai bitkisi var. Kömür tonlarında renkli dalları ne meyve yetiştiriyor ve çiçek. Ve bakınca da sanki ölüymüş gibi gözüküyor.
Ancak bir gün eminim ki bu bonzai bitkisi yeşerecek ve muhteşem meyveler verecek. Ancak bir şeyler daha biliyordum ki onlar da bazı spesifik şartlar yerine gelmediği sürece bu bitki asla yeşermeyecek. Tabii... Zamanla bu şartlar kendi kendisine şekillenmeye ve yerine gelmeye başladı.
Bu gece hasat ayı var. Her ay yaptığımız ay festivalini tekrar yapmak istedik. Ama çetin hava durumu yüzünden de Eirin’in odasına gitmeyi ve onun bu akşamki planlarını duyma kararı aldım.

“Yağmur yüzünden bu ayki hasat ayı etkinliğimizi yapamayacağız gibi, Eirin...“

Sanki üzülmüşüm gibi demiştim bunu. Ama açıkcası gönlüm rahattı, mutlu ve rahat hissediyordum. Geçmişte, hasat ayı zamanlar ay parladıkça çok korkardım.  Ancak bu geçen iki, üç yıl içerisinde aydan korkmaz hatta izlemeyi sever bile olmuştum. Bu değişim biraz iç ürpertici olsa da artık Ay Elçileri tarafından görülme korkusu olmaması rahatlatıcıydı.

“Zaten dolunay bulutların ardında kalmışsa çok iyi olmuştur.“

Şu aralar hafif hafif yağmur yağıyor, sonbahara giriyormuşuz gibi hissettiriyordu. Ve sanki bu sonbahar çok fazla güneşli gün olmayacakmış gibi bir hissiyatı da beraberinde veriyordu. Bugünün de o hariciyeti yoktu, sabahtan beri yine hafif hafif yağmur yağıyordu.

“Ah, Eirin? Belki de İnabalara bu festivalde kendilerini kaptırmamaları gerektiğini söylemeliyiz?“

“Yok, gerek yok Kaguya. İnabalara çoktan bildirdim bile. Yağmur kötüleşmeye başlarsa festivali içeriye taşıyacağız. Eminim ki börekleri yağmur içinde bırakmak istemezler.“

“Hmm... Haklısın. Yağmurda kalmış börekleri yemek istemezler.“

Şu aralar, Eirin tavşanlara daha nazik ve yumuşak davranıyordu. Çok uzun zaman önce, Eirin; tüm dünya yaratıklarına sanki eli ve ayaklarıymış gibi, yani kendisinin bir aracıymış gibi davranıyordu. Ay Başkenti’nde bile aylılar tavşanları sadece bir araç gereç olarak görüyordu. Bu da Eirin’in davranışları konusunda beni şaşırtmıyordu. Ancak, Eirin’in davranışları değişmişti... Aylılar, dünyalı insanlara kıyasla kat ve kat üst klasmanda bulunan varlıklar. Tamamen farklı bir boyutta olduklarını söylemek hiç de abartı olmaz.
Sanırsam bir yerden sonra artık Eirin, biz aylılarla dünyalı yaratıkları eşit olarak görmeye başladı. Bunun sebebi Gensokyo’da yaşamamız, yani youkai ve insanın birbiriyle eşit olarak yaşaması olabilir.
Bu kötü bir şey değil tabii. Bana özel olarak davranılmasından çok böyle olması daha rahat geliyordu... Eirin ve ben Gensokyo’da yaşayan tek Aylılar olduğumuzdan, Dünyalı varlıklara karşı üstünlük kurmamız Dünyada bir izolasyona sebep verir diye inanmıştık. Dünyalılar da böyle olsaydı eminim ki Eirin’in bir sürü aracı olurdu.
Uzun zaman önce olan şeylerin üstünde pek durmak istemiyorum ancak kimseyi asla Dünyada kendimle eşit göremedim. Hourai İksirini içme suçundan sonra dünyaya sürgün edilmiş de olsam geldiğim günden itibaren hiçbir kimse bana normal bir insan varlığı gibi davranmamıştı.
Açıkcası sürgün edilip dünyaya geldiğimde tıpkı bugünkü gibi Bambu Ormanı ağır bir sisin içindeydi. Yaşlı bir çiftin beni bulup nasıl dikkatlice ellerine aldıklarını hala hatırlıyorum.
Tabii, bu sadece doğa. Ormanda, parlayan bir bambu filizinde bulunmuştum. Bir insan olarak görülemiyecek kadar küçüktüm. Bu yüzden de bir youkai sanmışlarsa şaşırmam. Acaba neden o çift beni aldılar ve insanların youkailer tarafından yendiği yaşa gelene kadar dikkatlice büyüttüler?
İnaniyorum ki o yaşlı çiftin beni alma sebebi aslında düzenli olarak Ay tarafından bana baktıkları için ödüllendirilmeleriydi. Kendi izlenimime göre bana baktıkları için Aylılar parlayan bambu filizlerinin içine altın bırakıyorlar. Böylece zengin olcaklarına inanarak onlarla yaşamama izin verdiler. O kadar bana dikkatlice bakıyorlardı ki evden çıkmama bile izin vermiyorlardı. Hayatlarının geçimini sağlıyorlar ne güzel, başkası beni kapabilirse gelir kaynaklarının anahtarı gidebilir.
Ayrıca Dünya’da çok gösteriş yapardım. Sıra dışı herhangi bir şey yapmamış olmama rağmen hakkımda söylentiler dağıldı ve sürekli büyük sayıda insan topluluğu beni görmeye geliyordu. Dünya’daki bu ilgi merkezi olmanın önünü kapamaya çalıştım. Ayrıca çok geçmeden sevgi ve müteşşekirlik duyguları da bana bakan o yaşlı çifte karşı oluşmuştu bile...
Hayatımı şan ve şöhret içinde yaşadığım günlere devam ederken Dünya’nın, Ay Başkenti’nden daha cazip edici geldiğini düşünmeye başladım. Bu zaman zarfında asla ebedilik gücümü kullanmadım. Ancak bu sefer de Dünya’nın birazcık bile o safsızlığı yüzünden zayıfladığımı düşündüm.
Bu günlerde hala kendimi asil ve Dünyalı insanlardan farklı olarak görüyordum. İnsanları da sadece bir araç olarak. Ama... Gensokyo gerçekten de çok gizemli bir yer. İnsanların ve youkailerin bir arada yaşadığı sihirli bir yer. Yeninin ve eskinin birleşip barışık olduğu bir yer. Kimse yüksek Ay teknolojisinin varlığına göz koymaz. Ve onlara yüksek seviyeli asiller olduğumuzu söyleseydik de insanlar sadece bize gülüp geçerdi.
Bu yüzden Gensokyo gönlümü rahatlatan bir yer. Saklanmasam bile kimsenin gözüne batmam.

“Özellikle duyduğuma göre bugünlerde yağmurun pH değeri düşükmüş. İnabaların da çok fazla saçı var...“

“Hmhm, sorun yok, Kaguya. Gensokyo’nun yağmur pH değeri 6. Bu değer hiçbir bitkiyi çürütmez, tavşanların saçları dökülmez yani.“

Eirin, şakama çok ciddi bir cevap vermişti. “Dökülseler bile geri büyültmek için bir ilaç yapmak kolay olurdu.“

Dünya hakkında yeni şeyler öğrenmek istiyorum. Tabii kendimi Eirin’in zekası ile karşılaştıramam. Ona karşı ne desem bana geri dönüş olarak karışık kelimeler kullanarak geri dönüş yapabilir. Açıkcası pH tam olarak ne onu da bilmiyorum...
Acaba bu kadar şeyi nasıl biliyor? Hep gizemli bulduğum bir şeydi bu. Ay’daki zamanlarımızda bile hem Ay konusunda hem de Dünya konusunda bilgi birikimi çoktu. Hatta Gensokyo’da yaşamasına rağmen dışarı Dünya hakkındaki bilgileri de bir o kadar fazla.
Fakat bilge insanların genelde hobi dedikleri özel şeyleri vardır. Mesela kolayca anlaşılacak şekilde anlaşılacak şekilde anlatmazlar. Bazenleri insanlara zor ve anlaşılamaz şeyler derler ki tepkilerine bakarak eğlenebilsinler. Galiba bir öğretmen ve öğrenci arasında bir dünya fark var...

“Yani... pH değeri 6... Hmm...“

“Bu, su çok doğal demek. Asit gibi değil.“

Yani pH değeri bir sıvının asit ölçümüymüş. Bu sefer kolayca anlamamı sağladığı için ona çok müteşşekirim.

“Ah. Yani yağmur da asitleşebilir? Şey, çok yağmıyorsa neden inabalara böreklerin de içini yaptırtmıyoruz?“

Bunu dediğimde Eirin de kafasını yukarı aşağı salladı.
Eirin’in ilaç kokulu odasından çıktım ve mutfaktaki Reisen’in yanına gittim. Ona festival günü planlarını diyecektim.

“Ah, Prenses Kaguya! Neredeyse hazır sayılırız...“

Reisen çoktan bir yağmurluk giymiş bile. Dışarıda, pirinç keklerini yapmaya gitmeye hazır gözüküyordu.

“Sorun yok, lütfen bugün börekleri içeride yapın.“

“Ha?“

Reisen şaşırmış gibi gözüküyor. Bunun sebebi önceki festivali içeri aldığımız zaman rüzgarın olmasıydı. Bu rüzgar tavşanların kalkamayacağı kadar güçlüydü...

“Efendim yağmur çok kötü değilse içeride kalın dedi. Ama dışarıda çok yağmur yok bu yüzden dışarı gideceğiz...“

“Yağmur çok asitli değil, içeride kalabilirsiniz.“

“Yağmur ne...? O ne demek...“

“pH değeri 6. Yani çok kötü değil. Aynen dediğim gibi her şey iyi.“ Eirin böyle şeyler demeyi seviyor. Ciddi bir sebep olmasa da böyle demek güzel geliyor.

“T-Tamam, teşekkürler. Bugün festivali Eientei içinde tutacağız. Biraz fazla sesli olabilir ama...“

Ay Festivali sırasında tavşanlar pirinç keklerini yapıyor ve yaparken de şarkı söylüyorlar. Bu törenin bir parçası değil ancak tavşanlar bundan keyif alıyor gibi duruyor. Bu yüzden biz de ellemiyoruz. Ama içeride de böyle yapsalardı garip olabilirdi az...

“Garip. Sessiz olması gerektiği yerde hep gürültülü bir festival oluyor.“

“Ah, şey... Bu sefer sessiz olcağından emin olacağız.“

“Yok, yok. Sorun değil. O pirinç keklerine çekici geçirirken ne kadar eğlendiğinizi biliyorum.“

“Bizler mi? Şey... Aslında ben pek eğlenmiyorum. Ama Tewi ve öbürleri ne desem dinlemiyorlar...“

“Senin sözünü dinlemiyorlarsa o zaman sessiz olma konusunda bir söz vermek mantıklı değil. Değil mi?“

Hemen Reisen özür diledi ve ardından Tewi’nin sesi mutfağın arka kapısından duyuldu. “Zamanı geldi mi?“

“Eh, sesten dolayı böreklere daha fazla aroma eklemeyi denemek istiyorum.“

“Bu basit bir istek. Yapmak istediğin belirli bir şey varsa bilmek istiyorum.“

Biraz düşündüm ve cevapladım: “Üç renk çeşitliliğine sahip böreklerimiz var. Neden bunu yedi yapmıyoruz?“

Ve odama gittim. Sıra dışı bonzaimle ilgileneceğim.

Hiçbir yapacak işim yok. Oysa bugün Ay Festivali var... Tabii yalnızca işlerimiz festival hazırlıklarıyla sınırlı değil. Çok nadiren benim de yapacak işlerim oluyor. Bambu Ormanı’nın dışında olan olayları inabalardan öğreniyorum. Eirin de herhangi bir ziyaretçiye ya da hastaya bakıyor. Açıkcası hiçbir şey yapmadığın hayat aşırı sıkıcı.
Hatırladım da... Ay Başkenti’nde olduğum zamanlar da çok sıkılıyordum. O kadar canım sıkılmıştı ki Dünya, beni büyülemişti. Ancak neden büyülediğini Dünya’ya inene kadar asla anlamamıştım. Bir şey yapacak aktiviteye sahip olamamak benim çevremden doğan bir problemim değildi, tam tersine kişisel bir problemimdi... Dışarının dürtülerine güvenen bir kalp her zaman huzursuzluk ve can sıkıntısıyla baş başa kalır.
İşte, böylece bu sıkıntıyı kırma çabamla da bir bonzai sahibi oldum. Onunla ilgileniyorum. Her gün yapmanız gereken bir şeyin olması, cidden ruh halinizi etkileyen bir şey.
Bonzai’me dikkatle bakıp duruyorum. Ama ne kadar süre boyunca ona bakıp durursam durayım, bonzai’mde hiçbir şey değişmiyor. Oysa Dünya üzerinde bir şeyin değişmeden durması imkansız olmalıydı... Herhangi bir biçime sahip şeyin biçimi bir gün değişir ve yaşayan herhangi bir şey de bir gün ölür. Bu, Dünya üzerindekilerin kaçamayacağı kaderin ta kendisidir işte. Eirin, bana bunun sebebinin safsızlığın tüm dünyayı sardığı için olduğunu söylemişti.
Safsızlık, Her şeyin hayat gücünü, fiziksel biçimini ve ömrün sonsuzluğunu çalarmış. Ve Dünya’da da her şey bu kafadan gittiğinden; hiçbir şey ölümsüz değil. Ve tabii ki de herhangi bir şey de aynı kalamıyor.
Fakat... Benim karşımdaki bonzai safsızlıkla lekelenmiş değil. Sonsuzluğunu koruyabiliyor. Büyüyemiyor. Çoktan öldüğü için değil, gücüm sayesinde tamamen ebedilikle dolu. Benim gücüm; sonsuzluğu ve anındalığı kontrol etmek. Bu güç bana dünyada asla var olamayacak saf ebedilik yaratma yeteneği veriyor.
Yani işin hakikatinde, bu bonzai udonge ismine sahip, Ay Başkenti’nde bulunan bir yerde yetişen bir bitki. Her üç bin yılda bir çiçek açan, o efsanevi dünya bitkisiyle aynı ada sahip.
Dünyadaki bitkiyse udonge isimli, farklı bir bitkiydi. Adını efsaneden alıyor olmasına rağmen çok nadir çiçek açıyordu.
Gerçek udonge’yse yalnızca Ay Başkenti’nde yetişen bir ağaç. Çiçek açtığında, dallarında yedi renkli mücevherler çıkar. Çok uzun zaman önce benimle evlenmek için gelen bir adamdan Mücevherli Dal istemiştim. O adam da udonge ağacının dalından bahsetmişti ve üstünde “meyve“ olduğunu demişti. Hourai’nin Mücevherli Dalı, Hourai udonge’den gelmektedir.
Ay Başkenti’ndeki udonge, ne çiçek açar ne meyve yeşertir. Çürümüş durur ancak doğuştan “wabisabi“yi ifade ederek “zamanın akışı“nın vücut bulmuş hali olmaktadır. Udonge, sadece yaşar. Ne büyür, ne meyve verir. Ama o ağacın bir dalını dünyaya getirirseniz, Dünyanın safsızlığına karşı değişim gösterir. Safsızlıkla beslenir ve büyümeye, meyve vermeye başlar. Verdiği meyveler de yedi renkli güzel mücevherlere dönüşür.
Safsızlıkla beslenen bir bitki nasıl saf Ay’da yaşıyor bilmiyorum ama kesinlikle Ay Başkenti’nde yaşayan ve tanıdığımız bir bilge tarafından oluşturulmuş olmalı. Ay’da safsızlık belirdiği anda, bir uyarı mekanizması olarak bitki çiçek açıyor olmalı.
Sırf bu yüzden de Ay Elçileri, Dünya’ya indiği sırada yanlarında udonge’den bir dal alarak iniyorlardı. Bir kez bu dalı bir yönetici figürüne vermişlerdi. Verdiği kişinin safsızlığına karşı da udonge dalı çok fazla etki göstermiş ve muhteşem meyveler vermişti. Dalın sahibi ne kadar güçlü ve önemliyse, dal da o kadar güzel mücevherler çıkarıyordu. Ama tabii ki de bu dalı alan kişi, kendi otoritesinin muhteşemliğinin bir simgesi olarak algılıyordu.
Neyse. Dünyadaki her şey hala kendi kendisini bitiriyor... En varlıklısı, hatta en güçlüsü bile bir gün bir hiçliğe dönüşecek. Bu tip şeyler yaşandığı sırada da birçok insan udonge dalına imrenecek. Ve onu almak için savaşacaklar... Böylece Dünya huzuru da kaosa gömülecek.
Başka bir deyişle; udonge, Ay’ın dünya üzerinde sıkıntı çıkarmak için kullanılan bir araçtan başka bir şey değil. İnsan tarihine de bir göz attığımızda zaten ne demek istediğimi anlarsınız. İnsan tarihi ve gelişimi hep savaşa bağlı. Çatışmalar olmasaydı zaten insanlık tarihi asla gelişim de yakalayamazdı. İnsanlık, kendi yaşam şartlarıyla memnun olunca hemencik hayatlarında çaba gösterme konusunda pes ediyorlar. Aylılar ise yaşamlarının büyük bir kısmını Dünyalıları düşünerek geçiriyorlar. Çünkü Dünya’nın ilerleme durumu, tıpkı Ay’ın istediği gibi olmuştu.

Eirin geldi.
“Kaguya, bak! Yağmur durdu. Ay’ı bulutların arasından görebiliyoruz artık.“

Arkamdaki sesi duymamla gözlerimi açmıştım. Bonzaimi izlerken düşüncelere dalıp gitmişim.

“Ah, evet. Yağmur durmuş. Bonzaime bakarken dalmışım.“

Elimde tuttuğum udonge bonzaisi hala ne çiçek açtı, ne meyve verdi...
Çünkü tüm köşke ebedilik büyüsü yapmıştım. Ancak... Son olan olaylardan sonra bu büyüyü kaldırmıştım. Şöyle diyeyim, Eientei’nin tarihi tekrar ilerlemeye başladı; tıpkı Dünya gibi. Ve bir süre sonrasında, Dünya’nın safsızlığı köşkü de sarmaya başladı... Eientei de Dünya’nın safsız bir parçası olacak ve udonge’nin çiçek açması an meselesi olacak.
Benim ve Eirin’in etrafa olan bakış açısı değişmişse, bu büyük ihtimalle safsızlık yüzünden olacaktır zaten. Bir kez Dünya’nın safsızlığıyla temasa geçince, asla Ay Başkenti’ne dönme şansımız kalmıyor. Bizim de gitmeye pek de bir niyetimiz yok zaten. Ama... Reisen için üzülüyorum açıkcası. Çünkü bizim işlerimize karıştı...
Aslında düşününce aklıma bir şey geliyor... Eirin, Reisen’i sık sık “Udonge“ olarak çağırıyor. Neden acaba? Tahmin etmek gerekirse, sanırsam Eirin, Reisen’i içimize sızan safsızlığın bir sayacı olarak görüyor... Veya safsızlıktan bir haber olan Ay Tavşanı, Dünya’nın safsızlığına maruz kalınca çok güzel bir şeye dönüşür, diye düşünüyor olmalı.

“Ah, belki de yağmurdandır. Ama Ay bu gece çok güzel gözüküyor... Ya İnabalar? Bu gece festivali içeride yapabileceklerini söylemiştim...“

Eirin gülümsedi ve cevap verdi:

“Çoktandır dışarıdalar. Hatta dışarıda daha mutlular gibi.“

“Hmmm... Acaba bu ne demek oluyor?“

“Ne işi yaparsan yap, patronun yakınında değilken her zaman daha rahat hissedersin.“

“Eh, belki de hava durumuna çok takılmadan festivalleri hep dışarıda yaptırmalıyızdır. Kasırga veya benzeri şeyler çok sorun çıkartmaz sanırım. Hm?“ Ve tavşanları sesi dışarıdan gelmeye başladı. İçeride tavşanlar şarkı söylerken sesleri daha boğuk veya az geliyordu. Ama tam şu anda, şarkı söyleme konusunda aşırı fazla eğleniyorlar olsa gerek. Ve Eirin, udonge bonzaimi fark etti.

“...Demek hala hiçbir şeyi değişmemiş. Anlıyorum. Eminim ki yakında büyümeye başlayacaktır. Ve başladıktan sonra da ilk çiçeklerini açar, ardından da meyvelerini verir. Meyveleri de mükemmel yedi renkli mücevherlere dönüşür... Çok güzel olacak, ne dersin?“

“Evet, güzel olacak. Udonge’nin dalı, Dünyalı insanlar için özel bir ayrıcalık. Ah... Ve bugün, şu mücevherli meyvenin tadından tadabilmek için ufak tefek şeyler yaptım.“

Ve Eirin sordu: “Nasıl yani?“ ve kafasını tek bir yana doğru birazcık eğdi. Eirin’i bir kez bile şaşkın görmek hoşuma gitmişti.

“Bugünkü festivalde Reisen’e klasik üç renkli böreklerimiz yerine yedi renkli börekler yapmasını söyledim.“

“Anladım, ilginçmiş. Acaba udonge’nin mücevherleriyle aynı renk olmaları ne kadar hoşuma gidecek.“

“Neden böyle dedin ki?“

“Çünkü Hourai mücevherleri mavi ve indigo türevi renklere sahip. Bunlar da o kadar iştah açıcı değiller.“

Dışarıdaki tavşanlar şarkılarını daha sesli şekilde söylemeye başladılar. Börek hamurlarını çekiçlerle hazırlarken ki çıkan sesleri de japon taiko davulları gibiydi. Tavşanların gizemli bir yetenekleri vardı, o da telepatiden bile öte olan aşırı güçlü bağları olmasıydı.

Reisen, Ay’daki tavşanlarla iletişime geçebiliyor. Ve Tewi ile öbür tavşanlarla hiçbir cümle kurmadan mükemmel şekilde dans ritmi yakalayabiliyor. Ritimleri ve döngüsel doğaları birleşince ortaya gizemli bir müzik çıkıyor.

Bu dışarıdaki yaptıkları müzik sırasında ben ve Eirin de çaylarımızı alıp onların yanına gittik. Müzik eşliğinde çaylarımızı yudumluyor, sonbahar gecesinin tadını çıkarıyorduk. Neticede her gece hasar gecesi olmuyordu, bunun fırsatını değerlendiriyor ve kafa dinliyorduk.

“Bu gece tavşanların melodisi fazlasıyla harika. Acaba neden...?“

“Hasat gecesi olduğu için olabilir.“

Dedi Eirin. Ve üstüne ekledi: “Tıpkı kecak gibi. Değil mi?“ ...O şey ne, hiç bilmiyorum.

“Bu arada... Eirin... İki ay öncesini hatırlıyor musun? Sanki bir şeyler yaşandı ve etkileri de hala devam ediyor.“

“Mhm. Hatırlıyorum. Dünyadaki birisi bu Ay konusunu etrafa yaymış... Şu günlerde herkes Ay’ı konuşur olmuş.“

İşte, bu kesinlikle değinmek istediğim şeydi. Böyle devrimci bir güçle yayılan şey iki ay önce başlamış olan dedikodulardı. Eirin’in önderliğinde Ay’a sızılacaktı. Ama... Aniden Ay kaçağı bir tavşan Hakurei Tapınağında beliriverdi! (Lütfen Silent Sinner in Blue okuyun. Benim çevirdiğim ve bu Light Novel ile bağlantılı bir manga)

Ama tabii bu olayların öncesinde de bazı şeyler duymuştuk. O aralar Ay’da düzen sorunları gibi şeylerin olduğu hakkında dedikodular dolanıyordu. Muhtemelen birisi veya birileri Ay’da rahatsızlık çıkaracak şeyler yapıyordu. Ki bu dedikoduların da yayılmasından sonra hemen Eirin günah keçisi oldu... ya da belki de kendisi öyle düşünmelerini sağlamıştır?

Bu olaylar sırasında Eirin, bazı belirli kişilere durum hakkında mühürlü bir mektup yolladıktan sonra endişem tamamen bitmişti. Ama şimdiyse... Bu konu hakkındaki dedikodular Gensokyo’da garip şekilde artmaya başladı.

“Şey, bence kimse o iki ay önceki tavşanın bir Ay Tavşanı olduğunu bilmemeli.“

“Ahh... Bu, sadece beklenmedik bir kazaydı.“

“Kaza mı?“

“O yaşanan olay, muhtemelen Ay’daki yöneticinin veya dehanın planladığı bir şey değildi.“

“Deha... Hmm... Acaba Ay’da gerçekten de öyle birisi var mı? Deha diyince... Aklımda hiçbir şey canlanmıyor, nasıl bir şey ne anlayabiliyorum ne bilebiliyorum. Ama o iki ay öncesi tavşan olayı bir kaza olmasaydı... O zaman ’Deha’nın planı mı olurdu?“

“Öyleyse ben pes ettim gitti.“

Eirin, gökyüzüne baktı ve kollarını omuz hizasına getirerek şöyle dedi: “Bilemem. O Ay’daki kızlarla çok fazla iletişime geçebileceğim yol yok.“

Ay’daki savaş tek problem değildi. Aynı zamanda Gensokyo’daki Vampir’de bir roket yapmaya çalışıyor. Zaten duyduğuma göre hem Kourindou hem de Hakurei Tapınağıyla beraber yaptıkları kocaman bir yapı varmış. Bu büyük ihtimalle o roket.

“Acaba her şeyin sorumlusu o vampir mi çıkacak? Neredeyse roketi bitirdiklerini söylemişlerdi. Zaten roketle Ay’a gidip orayı işgal etmeye çalışacakları düşüncesi tam onun yapacağı bir hareket.“

“Olasılığı çok yüksek. Ama olasılık doğruysa, bu da beni günah keçisi olarak kullanmanın bazı avantajlarını sağlar. O gökten süzülen bayrak ve tavşanın tesadüf olması gibi.“

“Neden ki?“ Cevabının ne olabileceğini az çok tahmin etmeye çalışıyordum. Ancak... Beklediğim cevabı alınca birazcık hayal kırıklığına uğradım. Eirin şöyle dedi: “Çünkü o çocuk (Vampir), Aylılar hakkında bir gram bir şey bilmiyor.“

Dışardaki tavşanların yankılanan çekiç sesleri yavaş yavaş sohbetlerinin seslerine dönüşmüştü. Görünüşe göre bu ayın festivali kazasız belasız bitti.

Eirinle beraber dışarıya, kontrol etmeye gittiğimizde böreklerin kocaman bir tepsiye yığıldığını gördük. İşte bu börekler muhteşem yedi renkli böreklerimizdi. Ama bir farkı var! Renkleri, oldukça psikeledikti. O şatafatlı kırmızı, göz kamaştırıcı mavisi... Muhteşemler. Gerçekten de iştah açıcı gözüküyorlar.

“Ah, Prenses Kaguya! Hala temizliği bitirmedik o yüzden lütfen birazcık bekleyin...“

Reisen, Tewi’ye değirmentaşlarını temizlemesi için emir vermişti. Ben ise ’Hasat Ayı’ dedikleri harika Ay’ı görebilmek için gökyüzüne bakmaya başladım. Ama maalesef hiçbir yerde bulamadım.

“Yağmur bitti... Ama Ay hala bulutların arkasında saklanıyor.“

“Evet, öyle... Sadece kısa bir zaman gözüktü... Umarım artık oturup şu Ay’ı izleyebiliriz! ...Şey... Bir şey mi oldu?“

“Yok, yok. İyiyim. Sadece... Firar etmiş bir Ay Tavşanı’nın ’umarım artık oturup şu Ay’ı izleyebiliriz’ demesi biraz komiğime gitti.“ Kendimi tutamadım ve hafif hafif güldüm.

Reisen biraz utanmıştı. “Dünyada zaman geçirdikçe siz de Dünyalılar gibi hareket etmeye başlıyorsunuz. Bu yüzden ben biraz değişmiş olabilirim...“

Dünyalı Tavşanlar itaatini bozmadan tüm taşları temizlediler. Normalde iki yüzlü oldukları için temizliğin yarısında bir yerlere kaybolurlardı. Ama bu sefer, yapmadılar. Reisen de bu şaşırtıcı davranışlarına oldukça şaşırdı.

Tabii bunun sebebiyse bariz belliydi. Böreklerin içine her zaman kullandığımız ilaçtan koymadık. Normalde böreklerin içine bazı şeyler koyardık. Bu şeyler yenilince tavşanları daha enerjik yapıyor. Böylece tavşanlar bunu yedikleri vakit festivale kaçıyorlar ve festival de tavşanlar sayesinde daha dop dolu ve canlı gözüküyor.
Ama bu gece böreklerin içine bu ilaç yerine hem besleyici hem de güçlendirici ilaçlar koyduk. Zaten yeterince güzel böreklerimiz var, o ilaçlara gerek duymadık. İlaçların sağladığı uyarıcı etkenler olmadıktan sonra tavşanlar oldukça itaatkar oluyorlar.

Fakat... Festival sırasında tavşanlar hala baya enerjik gözüküyorlar. İlaçsız bile böyle mutlu ve enerjik olduklarını görmek muhteşem.

“Ah, şey, Reisen. Yedi renkli böreklerden yaptırmış olmamıza rağmen tavşanlar çok enerjik değiller mi?“

Ve dediklerimin üstüne hemen ekledim: “Ayrıca şu bizim eski üç renkli böreklerin şeftali, beyaz ve kapalı yeşil olmaları o kadar da iştah açıcı değildi bence.“

“Ah, onlara da desem iyi olur sanırım. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, indigo ve menekşe renklerinden gökkuşağı börekler yaptık. Hepsi rengarenk olsun diye elimizden geldiği kadar iyi malzemeler de bulmaya çalıştık... Ama tabii aklımıza sadece bu renkler vardı. Bu yüzden de çok iştah açıcı olmadığını düşünebilirsin... Tavşanlara da dememi ister misiniz?“

“Gerek yok, teşekkürler.“ İçlerinde ne olduğunu bilmeden önce hiç yiyesim gelmiyordu. Ama şimdiyse o börekleri bitirme isteğimin azalması oldukça üzücü olurdu.

Eirin, ağzına mavi bir börek koydu ve şöyle dedi: “Baya güzel.“ İşte Eirin’in bilgeliği herhangi bir yerde yine kendisini gösterip aşıyordu. Çok etkilenmiştim.

“Konuyu değiştireceğim için üzgünüm ama Ay’daki yayılan dedikoduların Dünya’yı da etkileyeceğinden korkmuyor musunuz?“

Eirin ve ben birbirimize aynanda baktık ve: “Bu konu tavşanların endişelenmesi gereken bir şey değil.“

Reisen biraz rahatsız olmuş gibi bakış atmıştı.

“Şey, bu sorun büyük mü yoksa küçük bir şey mi bilmiyorum ama o Vampirin hizmetçisi buraya roket için yakıt istemeye geldi.“

“Ah, buraya da mı geldiler?“

“Buraya da derken?“

“Eirinle bunu daha öncede konuşuyorduk. Vampir, roketle Ay’a gitmeyi deneyecek gibi duruyor. Bu yüzden de yakıt arıyorlar.“

“Anlıyorum... Zaten o kız buraya gelince hemen olmadığını söyleyip onu gönderdim...“

“Neden onu hemen gönderdin ki?“

“Ha? Şey, o Dünyalıların Ay’a gitmesi için herhangi bir yardımda bulunmamıza gerek yok herhalde? Sizi de rahatsız etmek istemediğim için gelip demedim...“

“Onu eli boş göndermemeliydin, çay da vermeliydin. Bilgi alamasınlar...“

Soğuk bir meltem esmeye başlamıştı. Sanırım yağmurdan dolayıydı.
Bir başka dolunayı da kazasız belasız atlattık... Açıkcası artık Ay’dan birisinin gelip bizi bulacağı konusunda endişelenmiyorum. Bence artık bulunmamız mümkün değil.

Acaba asırlarca ebedilik büyümün etkisinde, malikanemde saklanmamın ardından bu üç yıl içerisinde her şeye bakış açım ne kadar değişti?
Ola ki bu Dünya’nın yıpratıcı safsızlık etkisiyse çok büyük bir sorun değildir. Dünyadaki insanlar hızlıca değişime adapte olabiliyorlar. Aynı konular üzerinde sürekli düşünmüyorlar ve sürekli bir problem sonrasında başka bir probleme geçiyorlar. Bir de önceki kötü deneyimlerini unutuyorlar...
Ben de Dünyalılar gibi değişmişsem, acaba Eirin de değişmiş midir?

Eirin benden daha uzun zamandır yaşıyor. Ay’daki olsun kendi yaşamındaki uzun ömürlülüğü olsun, her zaman ’Bilge’ rolünü üstlenen anahtar birisiydi. Dünya’ya geldiğinde bile insanlardan kat ve kat farklı düşünen birisiydi.
İşte bu yüzden ebedilik büyümü kaldırsam da Eirin çok fazla değişmez diye düşündüm.
Dünya’nın safsızlığının bizimle işi yoktu. Tabii, gerçek öyle değildi... Herhangi Eirin’i tanıyan birisi, onun minik davranış değişikliklerini fark edebilirdi.
Hatta Eirin Dünya’da bir klinik bile açtı. İnsan doktorların iyileştiremediği kişiler Eirin’den yardım alır, böyle böyle de kendisi Gensokyo’da bilinir bir doktor oldu. Eski Eirin hayatta böyle bir şeyi düşünmezdi bile.
Önceden insanları kendi sonlarına bırakır onları umursamazken şu andaysa insanların sağlıklarını umursuyor ve onlara yardım ediyor.
Eirin’e neden klinik açtın diye sorduğumdaysa bana “Artık Dünyalılar gibi yaşamalıyız. Böylece başkalarına olan sorumluluklarımızı da ihmal etmemiş oluruz. Başkalarına yardım etmek Dünyadaki insanlar için bir gelenektir.“ dedi. Bu aynı “bugünün çalışması yarının ekmeği“ demek gibi bir şey.

Bunu anlayabildiğime inanıyorum. Beni yetiştiren çiftin huzurlu hayatı bile Ay’ın zengin ödülleri yüzünden ellerinden alınmıştı.
Dünyalı İnsanlar, yaptıkları hiçbir eylemden bir sonuç veya benzeri bir şey beklemiyor. Zaten beklemeleri de onlara mutsuzluk getirirdi...
Ancak anlasam bile bunu pratiğe koyamıyorum. Çünkü ne yaparsam yaparım benim dışımda başkalarının da hatta bir sürü kişinin de insanların iyiliği için uğraşmadığına eminim. Eirin’e bunları anlattığımda beni susturuyor ve “Kaguya. Sadece kendi kendi yaptıkların için kafa yor, sadece kendin için, ne yapmak istediğin şey için kafa yor. Yapmak istediğin bir şey yoksa, yapabileceğin bir şeyler bul.“ demişti.
Bu Dünya toplumu için hala kendime uygun bir rol bulamadım. Ama Udonge çiçeğim artık zamanla çiçek açmaya hazır olsa gerek... O çiçek açıldığı vakit ben de belki bir şeyler bulabilirim.

“Reisen. Vampirin hizmetçisi tekrar gelirse onu bana getir.“

Eirin’in Reisen’e olan isteği biraz katı bir tonla denmişti. Bu da Reisen’i biraz üzmüştü.

“Üzgünüm efendim... O hizmetçiden öğrenmeniz gereken bir şeyler mi var? Sanırım buraya tekrar gelmeyi düşünüyordu...“

Eirin’den cevap geldi: “Bu sefer hizmetçi bana gelirse onu daha nazik şekilde reddedebilirim.“ dedi ve gülümsedi.

Reisen bunu duyunca biraz içi rahatlamıştı. Ve hemen şöyle dönüş yaptı: “Tamam. Bir dahaki sefere size onu hemen getireceğim!“

“Zaten artık Ay’a gidecek imkanımız da yok.“

“Evet... Ama yine de Vampir oraya nasıl gideceğini öğrenmek ister.“ diye fısıldadı Reisen. Ve sonra Hasat Ay’ının olduğu yere baktı.

Eirin, Reisen’de çok belli olmayan tavır değişikliğini fark etmişti. Onu daha da rahatlatmak için şöyle dedi: “Neyse. Dünya’ya nasıl bir sorun gelirse gelsin, senin endişe etmene gerek yok Reisen.“

Reisen, atılıma geçer gibi oldu ve Eirin’in iyice onaylaması için bir şeyler daha sordu: “Dünyadaki kimse Ay’a gidemeyeceği için mi?“

Eirin, bunu duyunca gizemli bir şekilde gülümsedi.

“Haha, yok, ondan değil. Biz artık Ay Toplumunun bir parçası değiliz. Bizler, Dünya’da yaşayan basit insan ve youkai toplumuna ait kişileriz. Bu yüzden Ay’da yaşanan şeyler için bizim düşüncelere dalmamıza gerek yok.“

Bunu duyduktan sonra ben de gülümsedim. Ve bu garip gidişatı Eirin’in ellerine bıraktım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

1   Önceki Bölüm