Yukarı Çık




27   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   29 

           
 




28.Bölüm:  7. Kısım – Toprak Sahibi



Lee Jihye’yi takip ettik ve Chungmuro’ya giriş yaptık.
 Yoo Sangah, peronun parçalanmış tel örgülü kapısını görünce, “...Tam bir kaos havası var.” dedi.

 3 numaralı tren yolunun raylarından yukarı tırmanırken bazı insanların oturduğunu gördük.

   [Chungmuro’ya girdin.]

   [Üçüncü senaryo şu anda devam ediyor.]

   [#GIR-8761 kanalı aktif.]

   [#BIR-3642 kanalı aktif.]

Chungmuro’dan itibaren senaryonun kapsamı büyüdü ve dokkaebi kanalları arttı. O saf Bihyung bundan sonra zorlanacaktı. Bazı orta yaşlı adamlar bizi görünce ellerini salladılar. “Oh, küçük samuray. Yeni birilerini mi getirdin?”

   “Evet.” ‘Bir samuray’. Sanırım Lee Jihye, arkasındaki sponsor bilinmese bu şekilde adlandırılabilirdi. Er ya da geç, cezalarını çekeceklerdi. Lee Jihye, kaşlarını çatarak orta yaşlı adamlara baktı.

    “Yine mi sarhoşsunuz?”

    “Hahaha! Dünya böyle olmuşken içmekten başka ne yapılır ki?”

Orta yaşlı adamlar, felaket yaşayanların aksine rahat görünüyordu. Asker üniforması giymeleri bunu doğal kılıyordu. Bu kesinlikle Gumho İstasyonu’ndan farklıydı. Gerçekten şimdi başlıyordu.

   “Ama arkadaşların tünelden mi geldi? Ne harika… Bir sürü jetonları vardır herhalde?”

Sonra orta yaşlı adamlardan biri Yoo Sangah’a döndü, “Genç hanım, adın ne? Ucuza bir oda kiralamak ister misin?”

   “...Oda mı?”

   “Haha, buradaki sistemi hâlâ bilmiyor musun? Bu yer—”

Lee Jihye orta yaşlı adamın sözünü kesti.

   “Ahjussiler. Yeni gelenleri kandırmaya çalışmayın.”

   “Uhuh, zaten bilmeliler. Herkes hayatta kalmak için böyle şeyler yapıyor…”

   “Bir yerlerinize bir şey olsun istemiyorsanız, kaybolun.”

 Lee Jihye’nin sözleri karşısında orta yaşlı adamın beti benzi soldu. “Şu… küçük çocuk şimdiden kötü şeyler öğrenmiş.”

   “Hey, Kang-ssi. Yeter artık.”

Orta yaşlı adamlar bakışlarını kaçırdı. Hat 4’e doğru kaybolup gittiler ve Lee Jihye kılıcını kınına yerleştirdi.

   “Buraya kadar getirdim, gerisi size kalmış. Ben bebek bakıcısı değilim.”

 Bu çocuk öyle bir umursamazlıkla konuşuyordu ki...

Etrafıma baktım. Chungmuro— burası üçüncü senaryonun sahnesiydi. Burada tamamen farklı kurallar geçerliydi.

   “K-Kahretsin! Yaklaşırsan öldürürüm…”

Hat 3 peronunun ortasında bir adam, elinde bıçak savuruyor ve etrafındakileri tehdit ediyordu. Ayağının altında, 1 pyeong (3.306 m²) büyüklüğünde bir karo vardı.

Havaya doğru uzayan yeşil bir ışık yayıyordu.

Yoo Sangah, “…Neden öyle yapıyor?” diye sordu.

   “Bilmiyorum.”

Tahminim vardı ama şimdi onu korkutmanın bir anlamı yoktu.

Hat 3’te elinde bıçakla oturan pek çok insan vardı. Az önceki orta yaşlı adamların aksine, buradaki insanların yüzleri umutsuzlukla doluydu. Onlara göz ucuyla baktım ve Lee Jihye’ye sordum, “Yoo Joonghyuk burada mı?”

Lee Jihye tam ayrılmak üzereyken ‘Yoo Joonghyuk’ ismini duyunca başını çevirdi. Gözleri tetikteydi.

   “…Sen kimsin?”

Yoo Joonghyuk bu çocuğu çoktan mahvetmişti. Aslında anlaşılırdı. Tüm Güney Kore’yi arasa bile Deniz Savaşı Tanrısı seviyesinde bir takımyıldızı bulması zordu. Yoo Joonghyuk’un yerinde olsaydım, Chungmuro’ya gelir gelmez onu bu kadar çabuk bulamazdım.

   “Ben, Yoo Joonghyuk’un canlı dönen bir yoldaşıyım.”

   “…Yoldaşı mı? Bu nasıl mümkün olabilir?”

Lee Jihye şüphe dolu gözlerle bana baktı.
Utanmazca omuz silktim.

   “Ona söylersen anlar. Yoo Joonghyuk şu anda nerede?”

   “…Ustam şu anda burada değil.”

   “Gerçekten mi? Bu kötü oldu. Ona söylemem gereken bir şey var.”

Lee Jihye, bana baktığında yüzü ihanete uğramış gibi buruştu. Ah… Yoo Joonghyuk hakkında ne düşündüğünü çok iyi biliyordum. Üstelik ona şimdiden ‘Usta’ diyordu… Bu şekilde onu ikna etmek zor olacaktı.

Lee Jihye köşede çömelmiş bir çocuğa seslendi, “Hey, sen! Oradaki!”

   “Eh? E-evet, evet!”

   “Buradaki insanlara göz kulak ol! Ben Usta’yı bulmaya gidiyorum.”

Çocuk bize şaşkın gözlerle baktı. “…Bunlar kim?”

   “Bilmiyorum. Usta’nın arkadaşları?”

Lee Jihye’nin sözleri üzerine, peronda oturan insanların gözleri irileşti. Bize hayret ve hayranlıkla bakıyorlardı.

   “...Yoo Joonghyuk-ssi’nin arkadaşları mı?!”

Çocuk hızla yanımıza koştu ve heyecanla seslendi. Görünüşüne bakılırsa Lee Jihye’yle yaşıt bir çocuktu.

   “Gerçekten Yoo Joonghyuk-ssi’nin arkadaşları mısınız?”

Çocuğun berrak gözlerine karşı yalan söyleyemezdim. En azından… normal bir insan olsaydım öyle olurdu.

   “İyi bir arkadaşıyım.”

Son zamanlarda pek ’sıradan’ biri gibi görünmüyordum. En azından, burada durum buydu.

      * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 

Baygın Jung Heewon’la ilgilenirken, Chungmuro hakkında çocuktan biraz bilgi aldım. Lee Jihye ile birlikte bu çocuk da Yoo Joonghyuk’un takipçilerindendi.

   “…Böylece Yoo Joonghyuk-ssi’yi takip ettik. Beni dinliyor musunuz?”

   “Evet.”

Elbette, doğru düzgün dinlemiyordum.
Psikopat Yoo Joonghyuk’un kahramanlık hikâyesi pek ilgimi çekmiyordu.

Kısaca özetleyecek olursam olay şöyleydi:

   “Üç gün önce Yoo Joonghyuk ortaya çıktı ve Lee Jihye de dahil bazılarınızı canavarlardan kurtardı. Hikâye bu değil mi?”

Çocuk, hikâyesinin böyle basitçe özetlenmesine kaşlarını çattı.

   “Şey… hikâye o kadar basit değil…”

Yoo Joonghyuk’tan büyülendiği çok açıktı.

Birdenbire, ezici bir güce sahip biri onları kurtarmıştı. Peşinden gitmemeleri tuhaf olurdu. Ama çocuk şunu bilmiyordu: Hayatta kalmasının nedeni Yoo Joonghyuk’un “iyi biri” olması değil, Lee Jihye ile birlikte olacak kadar şanslı olmasıydı.

Ben bu düşünceler içinde kaybolmuşken, Lee Hyunsung kibarca sormaya başladı, “Şimdi ben de merak ettiğim birkaç şeyi sorabilir miyim?”

   “Evet, lütfen sor.”

   “Buradaki erzak durumu nasıl?”

   “Şey… söylemesi biraz utanç verici ama… Bazı insanlar, ben de dahil, Jihye’nin sırtından geçiniyoruz. Jihye avlanıyor ve sonra Yoo Joonghyuk-ssi’den pişirmesini istiyor…”

Ne zaman kontrol listesi hazırladığı bilinmez, fakat Lee Hyunsung not defterini çıkardı ve bir şeyler yazmaya başladı. Gerçekten tam bir askerdi.

   “Su işini ne yapıyorsunuz?”

   “Yukarıdaki Toprak Sahibi İttifakı’na takasla  yiyecek ya da jeton veriyoruz.”

   “...Toprak Sahibi İttifakı mı?” Doğruldum. Hikâye şimdi ilginçleşiyordu.

Çocuk tereddüt ederek konuştu,   

   “Chungmuro bölgesinden sorumlu toprak sahipleri onlar. Üst katları işgal etmiş durumdalar ve biz onlara Toprak Sahibi İttifakı diyoruz.”

Chungmuro’nun Toprak Sahibi İttifakı—Hayatta Kalma Yolları’nda geçen bir isimdi.

   “Ne tür insanlar bunlar?”

   “Şey... nasıl desem…”

Aslında sormama bile gerek yoktu. Beklediğim gibi, şu anda Chungmuro’da ’10 Kötü’den biri bulunuyor olmalıydı.

   “Toprak sahipleri işte.”

Bu cevap bir bakıma doğruydu. Onlar toprak sahipleriydiler. Sadece kira toplayan toprak sahipleri.
Tam o sırada sessizce duran Lee Gilyoung konuştu,

 “Affedersin hyung…”

   “Efendim?”

   “Tuvalete gitmek istiyorum.”

   “Acil mi?”

    “Evet.”

Zamanlaması biraz beklenmedikti. Üstelik şaşırtıcıydı da çünkü Lee Gilyoung normalde böyle bir şey söylemezdi. Sonra  Lee Gilyoung’un, yüzü kızarmış Yoo Sangah’nın hemen yanında durduğunu fark ettim.

   “…Şey, ben de sizinle gelebilir miyim?”

O anda, Yaksu İstasyonu’nda Yoo Sangah ve Jung Heewon’un gizlice ‘ihtiyaç’ temin etmeye çalıştıkları sahne gözümün önünde canlandı. Ne olduğunu az çok tahmin ediyordum ama o çocuk, Lee Gilyoung, durumu benden önce kavramıştı bile.

Çocuğun kendisi de konuşmayı duymuş olacak ki araya girdi,  “Tuvalet için ikinci yeraltı katına gitmeniz gerekiyor ama oraya girmek pek kolay değil.”

   “…Bir şey mi oldu?”

   “Evet. Bence doğrudan görseniz daha iyi… Ben de yukarı çıkıyordum, birlikte gelmek ister misiniz?”

   “Gidelim.” Diyen kişi bendim. Tabii ki tuvalet için değildi. Yukarı çıkıp birkaç şeyi kontrol etmem gerekiyordu. Çünkü son zamanlarda Yoo Joonghyuk’un hareketleri, benim bildiğim ‘üçüncü regresyon’un gidişatından farklıydı.

Eğer öyleyse, aradaki farkı netleştirmem gerekiyordu. Baygın haldeki Jung Heewon’u sırtımda taşırken arkadaşlarımla birlikte üçüncü üçüncü yer altı katına çıktım.

   “Ah, yeni yüzler geldiğini duymuştum. Odalara bakmaya mı geldiniz?”

Hat 4’ün yürüyen merdivenlerinin yanında duran orta yaşlı bir adam ıslık çaldı. Çocuk hemen başını sallayarak cevap verdi, “Ah, üzgünüm. Biz yukarı çıkıyoruz…”

   “Eh, ne yazık. Dikkat edin o zaman.”

Orta yaşlı adam tereddüt etmeden el sallayıp uzaklaştı.

Adamın gidişini izleyen Yoo Sangah sordu, “Şey… Bu ‘oda’ tam olarak ne? Bildiğim oda anlamında değil gibi.”

   “Basit aslında.” Dedi çocuk ve kare bir karoyu işaret etti.

Bu karolar, hat 3’ün peronunda da vardı. Üzerinden yeşil bir ışık yükselen, 1 pyeong (3,3 m²) büyüklüğünde yeşil karolardı. Detaylara dikkat edince karonun üzerinde havada bir şeyler yazılı  gördüm.

   [Yeşil Bölge 0]

   “Senaryonun adı ‘yeşil bölge’ ve bu karolar da ‘odalar’ olarak adlandırılıyor.” Karonun yakınında, iki adam karo için birbirleriyle kavga ediyordu.

Bu kez soruyu soran Lee Hyunsung’du, “Bu  da ne? O insanlar neden bunun için kavga ediyor?”

Çocuk, sanki bizimle konuşması kendi hayatını tehlikeye atacakmış gibi, yanıt verme konusunda biraz isteksiz görünüyordu.

   “İkinci yer altı katına vardığınızda anlayacaksınız.”

Biz daha üst katlara çıktıkça, odalar için daha fazla kavga olduğunu görüyordu. Oda numaraları da farklıydı.

(0/1) yazan küçük odalar ve (0/7) yazan büyük odalar vardı.

Üstteki sayı muhtemelen odanın kapasitesiydi. Etrafı dikkatlice inceledim ve sordum, “Üçüncü yer altı katından birinci yer altı katına kadar olan kısım tamamen Toprak Sahibi İttifakı’nın bölgesi mi?”

   “…Evet. Küçük birlikler de var ama Toprak Sahibi İttifakı çoğunu ele geçirdi.”

Chungmuro’nun tüm altyapısı ikinci ve birinci yer altı katlarında bulunmasına rağmen, tek bir ittifak bütün alanı işgal etmişti.

   “Yoo Joonghyuk hiçbir şey yapmadı mı? Sonuçta sizi o kurtarmadı mı?”

   “Şey…”

Sorumu duyunca çocuğun yüzü fark edilir bir derecede karardı. Bir süre duraksadıktan sonra güçlükle konuşabildi, “Kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızı söyledi…”

Biliyordum. Elbette Yoo Joonghyuk böyle bir şey söylerdi. Muhtemelen, ona uymalarını asla söylememişti. Onun sergilediği ezici güçten büyülenip umut dolu hayaller kurduklarından kendiliğinden peşine takılmışlardı. Ne kadar acınası.

Çok geçmeden, ikinci yer altı katına vardık. Çocuğun yüzünde bir gerginlik vardı.

   “Buradan sonrası için dikkatli olmalıyız.”

B2’de, alt katlara göre çok daha fazla oda vardı ve kavga eden insan grupları yoktu. Bunun yerine, yeşil bölgeleri ürkütücü bakışlarla koruyan insanlar bulunuyordu.

   [Yeşil Bölge 7/7]

İnsanların yanından geçip tuvaletlere doğru ilerledik.

   “Uh… Neden burada durduk?”

Tuvalete giden son geçide yaklaşınca hızımız kesildi.

İlerideki dar koridorda bir kalabalık toplanmıştı.

   “Gidelim,” dedim ve insanları kenara iterek ilerledim.

   “Pildu-ssi! Lütfen kabul edin! Bir daha yapmayacağım! Ne olur, ne olur! Bir gün daha kalmama izin verin. Jetonları borçlanarak da olsa bulacağım!”

Sıranın başındaki lider, telaşlı insanların karşısındaydı.

   “Tamam tamam, geri durun. Geri durun.”

Karşı tarafta ise Toprak Sahibi İttifakı’ndan oldukları belli olanlar toplanmıştı. İçgüdüsel olarak hissedebiliyordum. ‘On Kötü’den biri buradaydı.

Romanın tasvirine göre “On Kötü”yü bulmaya çalışsam da kolay değildi; hepsi tasvire uyuyordu.

Toprak sahiplerinden olduktan sonra yüz hatları birbirlerine mi benzedi acaba? Başımı sallıyordum ki birisi bacağımdan tuttu. Lee Gilyoung’du.

Bir tehlike hissettim ve omzundan tutmak üzereydim ki birisi Lee Gilyoung’u itti.

   “Ah.” Lee Gilyoung dengesini kaybederek yere kapaklandı.

   [Karakter, ‘Lee Gilyoung’ özel mülke izinsiz girdi!]

Bir anda ortamın havası soğudu ve öndeki ‘Toprak Sahibi İttifakı’ üyelerinin bazıları Lee Gilyoung’a baktı.

   “Bu çocuk da ne böyle?”

Aynı anda kalabalık bir anda çığlık atarak geri çekildi.

   “Çıldırmış!”

   “G-Geri! Çabuk!”

Sanki orada hiç olmamışlar gibi, kalabalık aniden bir gelgit gibi uzaklaştı. İnsanlar ortadan kaybolurken, durdukları yerde kırmızı çizgiler parıldamaya başladı.
Bir adam bakışlarını sınır çizgisiyle Lee Gilyoung arasında gezdirdi.

   “Hrmm. Kaybolmuş gibisin. Buranın neresi olduğunu biliyor musun?”

   “Tuvalete giden yol?”

   “Tuvalet? Haha, bir zamanlar öyleydi. Bu arada çocuk… Ailen nerede?”

   “…Huh?”

   “Kimse sana başkalarının toprağına izinsiz girmemen gerektiğini öğretmedi mi?“

Başkalarının toprağı…

Ah, demek ki gerçekten de öyle. Adam, garip bir ifadeyle Lee Gilyoung’un başını okşadı.

   “Madem bilmiyorsun, şimdi sana öğreteceğim.”

   [Karakter ‘Gong Pildu’,  ‘Silahlı Bölge Sv.3’ü etkinleştirdi!]

Vınlama gibi bir ses duyuldu ve yerden küçük makineli silahları andıran mini taretler yükseldi.

   [Karakter ‘Gong Pildu,’ özel toprağına izinsiz girdiğin için 500 jeton talep ediyor.]

   [Talebe uyulmazsa tüm yakın taretler derhal ateş açacaktır.]

Adam “Jetonu ver”, dedi.

Dolu taretlerin hepsi aynı noktaya nişan almıştı.
Kafası karışan Lee Gilyoung ayağa kalkıp yanıma geçti. Adam beni görünce güldü.

   “Ah, demek onun velisi sensin. O hâlde 500 jetonu da veli ödemeli değil mi?”

Adamın utanmazca uzattığı ele bakıp gülümsedim.
…Ne kadar komik, Yoo Joonghyuk. Bu herifleri dokunmadan bıraktın ha?
 


 
Çeviri: Sansanson
Son Kontrol: Hono
 
 
 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

27   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   29