Yukarı Çık




94   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 95 - Yıldızışığı
— Çeviri: Raban —

Sunny artık sınırına dayanmıştı. Son birkaç gündür bedenini de zihnini de fazlasıyla zorlamıştı. En son ne zaman uyuduğunu dahi hatırlamakta zorlanıyordu.

Galiba Nephis’e özel bir meyve bulmak için Ruh Ağaç’ına tırmanışından bir gün önceydi.

O zamandan beri Kan Dokuması niteliğini kazandığı o işkenceli, korkunç dönüşümden geçmiş, ayık kalabilmek ve akıl sağlığını korumak için büyünün etkisine sayısız saatler boyunca direnmiş, kendini uyanık tutmak için ellerini ısırarak parçalamış, zifiri karanlıkta tekneye yön vererek kara denizin altında saklanan korkunç varlıkların üzerinde seyretmiş, sonra o teknenin derinlerden gelen dehşet verici bir yaratık tarafından parçalanışını izlemiş, buz gibi karanlıkta o canavara karşı mücadele etmiş ve neredeyse boğularak ölümden dönmüştü.

Bedeni de zihni de artık sınırındaydı.

Yine de Sunny, Cassie’yi taşıyarak inatla yüzmeye devam ediyordu. Sudan sanki gökyüzünü tutmak istermişçesine yükselen taştan oyulma dev ele doğru ilerliyordu.

Karanlık deniz ışık patlamasından dolayı hala çalkalanıyordu. Dalgalar yüzünden iki Uyuyan oyuncak gibi savruluyordu. Bir kulaç atmak bile mücadeleye dönüşmüştü.

Ama Sunny pes etmedi.

Şafak yaklaşıyordu, ama şimdilik etraflarında sadece soğuk, karanlık ve ölüm vardı. Her an derinliklerden bir şey yükselip son umutlarını da yok edebilirdi.

En azından dokunaçlı yaratık etrafta yoktu, muhtemelen o yakıcı ışığın acısıyla geri çekilmişti.

Mucizevi bir şekilde Sunny sonunda taş ele ulaşmayı başardı. 

Cassie’nin kayaya tırmanmasına yardım etti ve hemen ardından kendisi de tırmandı. Birlikte elin avuç kısmına ulaştılar, artık ayağa kalkmaya bile halleri kalmamıştı ve tükenmiş bir halde yığılıp kaldılar.

Uzun bir süre konuşacak halleri olmadı. Sunny’nin tek yapabildiği hareketsiz bir şekilde yatmak, hırıltılı nefesler almak ve uyumamak için mücadele etmekti.

Zihni bomboştu. Bu iyi bir şeydi, çünkü düşünmek istemiyordu. Düşünürse… hatırlamak zorunda kalırdı.

‘Kes sesini!’

Hatırlamanın ne anlamı vardı ki? Artık hiçbir şeyi değiştiremezdi.

Kara suyun devasa ele çarpma sesi, gecenin hala bitmediğini hatırlatıyordu.

Sunny gözlerini açarak bulundukları durumu idrak etmeye çalıştı.

Sığındıkları yer suyun biraz üstündeydi. Dev başparmağının tabanı neredeyse kara denize değiyordu. Avuç kısmı çok geniş değildi, Unutulmuş Kıyı’daki o ilk gününde hayatını kurtaran yuvarlak platformun belki ancak yarısı kadardı. Hafif yukarı doğru eğimliydi.

Parmaklar daha yüksekteydi ve bir insanın üstüne rahatlıkla oturabileceği kadar genişti, ancak gökyüzüne doğru kıvrıldıkları için pek de uygun oturaklar sayılmazlardı.

‘Sudan biraz daha uzaklaşmamız gerekiyor.’

Bu düşünceyle, Sunny yorgun bir şekilde ayağa kalktı ve Cassie’nin omzuna dokundu.

“Cassie. Kalk. Daha yükseğe çıkmamız lazım.”

Sesi ifadesiz ve sönüktü.

Kör kız irkildi, başını kaldırdı. Teni canı çekilmiş gibi soluktu.

“…Sunny?”

Sunny başını salladı.

“Evet. Benim.”

Hala şoktaydı. Sunny, Cassie’nin henüz tam olarak kafasını toparlayamadığını görebiliyordu, bu yüzden onu nazikçe ayağa kaldırdı.

“Hadi. Sadece birkaç metre.”

Cassie duraksadı.

“Ne oldu Sunny? Bir ses… bir ses duydum… sonra bişey beni aşağı çekiyordu…”

Sunny dişlerini sıktı, sesini sabit tutmaya çalıştı.

“Bir deniz canavarı saldırdı. Tekne parçalandı. Ben de suya daldım ve seni çıkardım, sonra da buraya kadar yüzdüm. Ama burası çok yüksek değil, o yüzden—”

Cassie sendeledi.

“Şey… peki ya…”

Sunny hızla sözünü kesti, o soruyu duymak istemiyordu.

“Hadi. Yukarıya doğru tırmanalım. Orada dinleniriz.”

Kör kızı dikkatle yönlendirerek, en yüksek kısım olan işaret parmağının tabanına kadar tırmandı. Soğuk taşın üzerine oturdu, sırtını dev parmağa yasladı ve huzursuz bir şekilde dalgalanan karanlık denize baktı.

Gözleri duygusuz ve donuktu.

Cassie yanında sessizce oturuyordu. Solgun yüzünden soru sormak istediği belli oluyordu ama aynı zamanda da cevabından korkuyor gibiydi.

Sonunda cesaretini toplayıp kısık bir sesle fısıldadı.

“Sunny. Neph nerede?”

Sunny cevap vermedi.

Neler olduğunu söylerse belki gerçeğe dönüşecekti. Ama söylemezse… belki hala bir ihtimal vardı.

‘Cevap vermiyorum.’

Birkaç saniye sonra zihninde tanıdık baskı belirdi. Baskı giderek artıyordu… başı dönmeye başladı.

‘Cevap vermeyeceğim!’

Sonra delici acı geldi. Sunny dişlerini sıkarak direndi. Daha önce hiç dayanamadığı kadar uzun süre dayandı, dudaklarını sıkıp tek kelime etmedi. Acıyla titredi, gözlerinden yaşlar döküldü, tüm bedeni o korkunç acıyla sarsılana kadar dayandı.

Ama sonunda yine de o acı kelimeleri söylemek zorunda kaldı.

“Ah… o… o öl…”

Devamını getiremeden, aşağıdan gelen bir ses dikkatini çekti.

Sunny’nin kalbi duracak gibi oldu.

Dev başparmağın dibinde, kara suların taş yüzeye çarptığı yerde… solgun bir el sudan çıktı.

Ardından uzun bir figür kendini yavaşça taş devin avcuna doğru çekti.

Sunny’nin gözleri fal taşı gibi açıldı.

Cassie, rahatsızlığı sezince başını çevirdi.

“Sunny? Ne oldu?”

Sunny’nin sesi titredi ve bir fısıltıya dönüştü.

“Nephis.”

Cassie’nin yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.

“Neph mi?! O iyi mi?!”

Sunny cevap veremedi.

Hayır, Nephis iyi değildi.

Aslında, nasıl hayatta olduğunu bile bilmiyordu.

Yıldızışığı Lejyon Zırhı paramparça olmuştu. Zırhın altında kalan vücudu parçalanmış, bedeninin neredeyse sağ yarısı yok gibiydi. Kırık kaburgalarının sivri uçları görünüyordu, kanı bacaklarından aşağı akıyordu, yaranın kenarından parçalanmış iç organlarını görebiliyordu.

Sunny gözlerini kapatmak istedi.

Uyluğundan da kocaman bir et parçası kopmuştu, kaslar yırtılmış, kemik açığa çıkmış ve kırık halde zar zor tutunuyordu. Sağ kolu ise neredeyse kopmuştu, sadece bir deri parçası tutuyordu, sanki hor kullanılmış bir kuklanın kopuk kolu gibiydi.

Yüzü bile kötü durumdaydı. Bir gözü tamamen yoktu, elmacık kemiği çökmüş ve kırılmıştı. Yanağındaki deri zımpara ile kazınmış gibi yok olmuş, geriye kanayan et ve kırık dişler kalmıştı.

Manzara yürek parçalayıcıydı.

Değişen Yıldız ölümün eşiğindeydi.

“Sunny? Neden cevap vermiyorsun?”

Cassie’ye baktı ve dudağını ısırdı, bir kez daha dışarı çıkmak için savaşan cevabı bastırmaya çalıştı. Sanki kalbine keskin ve sıcak bir şey saplanmıştı, görüşü bulanıklaştırıyordu.

Nephis bir adım atmaya çalışarak sendeledi, bacağı büküldü ve taşın üzerine yığıldı. Çatlamış kemiği kasları ve deriyi yırtarak dışarı fırladı,  tamamen kırılmıştı. Kanı kayaya akmaya başladı.

Sunny bir kabusun içine düşmüş gibiydi. Bağırmak istiyordu ama sesi yoktu. Bir şey göğsünü sıkıyor, kalbini parçalıyordu.

Burada olmak istemiyordu. Bunu görmek istemiyordu.

Ama yine de, gözlerini ondan ayıramıyordu.

…Ve o an Neph’in gözlerinde iki beyaz alev yandı. Alev parladı ve gözlerinden, ağzından, yaralarından dışarı taştı. Sanki göğsünde kor alevden bir yıldız yanıyordu.

Alev vücudunu sardı ve kanına karıştı, beyaz ateşten bir akıntıya dönüştü.

Sunny dehşetle izlerken, kızın bedeninde yanan alev etini eritip yeniden şekillendirmeye başladı. Kasları birleşti, organları yeniden büyüdü, dağılmış kemikleri parçalarından tekrar örüldü.

Beyaz ateş kor alev gibi parlayıp katılaştı ve eksik yerleri de tamamlandı.

Neph, neredeyse kopmuş kolunu tuttu, çığlık atarak kopardı, sonra aynı yerine beyaz alev saçan koluna doğru bastırdı. Parçalar eriyip birleşti… tekrar bütün hale geldi.

Sunny şaşkına dönmüş halde Nephis’in tüm yaralarının arındırıcı bir alevle yıkanıp iyileşmesini izledi.

Kısa süre sonra, parçalanmış zırhının altındaki kusursuz beyaz teninden başka hiçbir şeyi kalmamıştı.

Nephis başını kaldırıp onlara baktı ama bakışlarında hiçbir tanıma belirtisi yoktu tamamen ifadesizdi. Zihni, ilahi ateşin şiddetiyle kavrulmuştu sanki.

Sonra gözlerini kapattı ve yere yığıldı.

…Nihayet doğuda gökyüzü aydınlanmaya başladı.

Şafak söküyordu.


***


Nephis tam iki gün boyunca kendine gelemedi.

Nihayet üçüncü gün, sonunda gözlerini açtı. Yavaşça doğruldu ve etrafına bakındı… hafif bir şaşkınlık içindeydi.

Yüzü her zamanki gibi sakin ve ifadesizdi.

O sırada devasa elin işaret parmağının üstüne oturmuş, ağzı kulaklarına varan Sunny’i gördüğünde irkildi.

Değişen Yıldız kaşlarını çattı, zırhının parçalanmış kısımlarından tenin göründüğü fark etti ve sordu.

“Niye sırıtıyorsun?”

Sunny arsızca omuz silkti ve göz kırptı.

“Arkana bak.”

Birkaç saniye duraksayan Neph iç çekerek arkasına döndü. Açıkçası göstermek istediği şeyi merak ediyordu.

İleride devasa krater boşluğu yukarı doğru dik bir eğimle yükseliyordu.

Ve yükseltinin hemen üzerinde, gri cilalı taşlardan örülmüş görkemli şehir surları, uçurumu andıran dev boşluğun kenarında uzanıyordu… Zamanın izlerini taşıyan bu duvar, kadim ve sarsılmaz görünüyordu. Karanlık denizin dalgalarına bin yıl daha dayanacak kadar sağlamdı.

Başarmışlardı.

İnsan kalesini bulmuşlardı.

[Birinci Cilt Sonu: Gölgelerin Çocuğu]

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

94   Önceki Bölüm